(Tikkat Tikkat! Şehvetli Fatih çıkabilir. Onun etkisiyle ateşiniz de çıkabilir. Dolayısıyla yalnız ve tenhada okuyunuz! Olası rezillik durumlarında, yazarınız sorumluluk kabul etmez! Duyrulur...) 🤭🤣
Fatih, az önce yaşananlara hâlâ inanamıyordu. Şu an bir hastane yatağında uzanıyor ve göğsünde, aylar önce o pastaneden uzaklaşırken izlediği, "Belki bir gün," diye dua ettiği kadın yatıyordu.
Deniz’in kızıl saçları Fatih’in göğsüne yayılmıştı, heyecandan nefes bile alamıyordu. Fatih ellerini saçlarında gezdiriyor, kaçamak bakışlarla sürekli onu izliyordu.
Deniz kıkırdayarak lafa girdi:
"Sizce de haksızlık olmuyor mu Yüzbaşım?"
Fatih başını eğdi ve yüzüne dikkatlice bakarak mırıldandı:
"Ne konuda, Mühendis Hanım?"
"Siz oradan beni izleyebiliyorsunuz ama ben sizi göremiyorum," dedi.
Fatih gülümseyerek kafasını salladı ve gözlerini diktiğinde fark etti. Yüzünü yan profilden dikkatlice görüyordu; küçük ve orantılı burnu, uzun kirpikleri ve sevimli bulduğu çilleri ona resmen hayatının en güzel manzarasını sunuyordu.
"Ben hak ettim," dedi. Sonra ellerini yine saçlarında gezdirerek mırıldandı Fatih:
"Sen gidip başka erkekle gülerek yemek yerken, karargâha ne zaman dönersin diye yollarını gözlerken de izledim ben hep."
Deniz’in bedeni bir anda ürpermişti. Hemen başını kaldırdı ve yatakta doğruldu.
"Nasıl yani, nereden gördün? Şey... bir şey olmadı ki zaten. Yani... Sen ne düşündün?" diye mırıldanıyordu.
Açıkçası Fatih’in henüz karakterini tam olarak tanımadığı için tepkisini ölçemiyordu. Ama henüz başladıkları bu tatlı iletişimin bozulmasını da istemiyordu.
Gözlerini çevirip Fatih’e baktı. Kaşlarını çatmış, dikkatlice Deniz’in yüzüne bakıyordu.
Deniz, "Anlaşılan kızmış," diye düşündü ve yutkunarak cılız bir sesle mırıldandı:
"Şey... yani ben, özür dilerim," dedi. Yüzü düşmüştü.
Fatih ise neredeyse ona rol yaptığı için pişman olmuştu. Tatlı bir çocuk gibi dudaklarını büzdüğünü görünce onunla biraz uğraşmak istemişti ama Deniz şu an tam anlamıyla bir yavru kedi bakışındaydı. Daha fazla dayanamadı ve kahkaha attı.
Deniz, kalbinin sesiyle teninin korku ürpertisi birbirine karışmış bir halde nefesini tutmuşken duyduğu kahkaha ile aniden korktu.
Gözlerini kaldırıp yüzüne baktığında ise gıcık olmuştu.
Bu adam cidden, karnını tutarak kahkaha atıyordu...
"Sen var ya! İğrenç bir oyuncusun! Ama hata bende!" diyerek koluna vurdu Fatih’in.
“Hata bende tabii!” diye patladı Deniz.
“Ben Harun’la yemeğe çıktığımda sen bana açılmış mıydın? Hayır!”
Kaşlarını kaldırıp yüzüne dik dik bakıyordu.
“Aksine, egoist egoist laf çakıyordun!”
Ellerini havada savurarak, Fatih'e döndü,.
“Bi’ gıcık gıcık hallerdeydin sürekli!”
Sesi iyice yükselmişti.
“Karargâhta beni her gördüğünde, beynime gözlerinle delik açmak ister gibi bakıyordun!”
Sonra işaret parmağını uzatıp Fatih’i dürttü:
“Bir de şimdi konuşuyorsun... Pis herif ya!”
Sinirle ayağa kalkmaya çalıştı.
“İn hemen yatağımdan!” diyerek kolundan tutup onu ittirdi.
Ama Fatih’in kaslı ve kuvvetli kolu kımıldamamıştı bile.
Fatih yüzünde çapkın bir gülüşle,
Aksine, onu kendine doğru çekmişti.
Deniz, aniden Fatih’in göğsüne doğru düştü.
Burun buruna geldiler ve artık bu arsız adamın nefesi resmen dudaklarına değiyordu...
Deniz hemen, ona bu kadar yakın olmak korkusuyla geri çekilmek istedi ama Fatih kolundan kavrayıp onu tekrar göğsüne yapıştırdı.
Gözlerini dudaklarına kilitlemiş, resmen vücudundaki deli tutkunun tüm elektriğini elleriyle temas ettiği bileklerinden Deniz’e aktarıyordu.
Hırıltılı bir sesle mırıldandı:
"Kıskanıyordum!" dedi.
"Kinim sana değildi, sana açılamayan kendimeydi."
Deniz gözlerini yerden kaldırıp Fatih’in gözlerinin içine baktı.
"Huysuzluğum, delirdiğimdendi. Harun’un sana bakışı, senin ona gülüşün. Onunla paylaştığın her dakika işkence gibiydi..."
Deniz’in kalbi durmak üzereydi. Duyduğu kelimeler tüylerini diken diken etmiş, içini titretiyordu.
Fatih gözlerini Deniz’in gözlerinden indirip tekrar dudaklarına baktı. Pembe, küçük, dolgun dudaklarını kaç kez hayal ettiğini bilmiyordu.
Resmen iradesi dışında dökülüyordu artık kelimeler dudaklarından:
"Hele o akşam... senden veda öpücüğü alır diye..."
Sözünü tamamlayamadan dudaklarında bir his belirdi.
Deniz, Fatih’in dudaklarına tokat atarcasına hızlı bir öpücükle gelmiş ve dudaklarını değdirip kaçmıştı resmen.
Ama bu minicik temas bile aklını başından almış, rengi kırmızıdan mora doğru değişiyordu. Yanakları ateş kırmızısı bir halde bakışlarını kaçırdı Fatih’ten.
Fatih, az önceki teması resmen beyni algılamakta güçlük çekmişti. Şimdi bu güzel kadının utançla kızaran yüzünü izliyordu.
Bir çocuk gibi utanmasının sebebi, ilk kez bir erkeğe yaklaşması mıydı?
Yoksa ben olduğum için mi bu kadar heyecanlıydı? diye düşündü...
Deniz gözlerini bile kaldırmadan cılız bir sesle mırıldandı:
"Olmazdı... yani veda öpücüğü olmazdı. Ben 'arkadaş olarak kalalım' demiştim." dedi.
Sonra gözlerini kapatıp, son bir cesaretle nefeslendi:
"Ben sadece seni öpmeyi hayal ettim." dedi.
Fatih bu son sözle adeta alev almıştı. "Bu deli kadın, beni öpmeyi mi hayal etmiş?" diye düşünüyordu.
Ve artık susuzluk gibi, açlık gibi duyduğu bu arsız tutkuya dayanamadı.
Ellerini uzattı ve belinden kavradığı kadını önce bedenine yasladı. Deniz artık resmen kalp krizinin eşiğindeydi. Beyni alarm veriyordu:
"Bir şeyler oluyor! Şu an bana dokunuyor!" diye düşünüyordu.
Fatih, bedenine yaslanan kadının boynundan kavradı ve parmak uçlarını saçından geçirerek dudaklarına çekti, tutkuyla dudaklarını ağzına aldı.
Deniz artık ciddi anlamda titriyordu. Fatih’in erkeksi kokusu tüm ciğerlerine dolmuş, ellerinin altındaki kaslı göğüs yapısı ateşini iyice artırıyordu.
Daha fazla dayanamadı ve ellerini Fatih’in göğsünde ve boynunda gezdirerek öpücüğün şehvetine kapıldı.
Fatih nefessiz, delice bir tutkuyla Deniz’in alt dudağını ağzına almış, burnunu burnuna sürterek deli ritimlerle onu öpüyordu.
Sanki aç gibiydi, nefesleriyle göğüs kasları inip kalkıyor, adeta şakaklarındaki damarlar şiddetle atıyordu.
Saniyeler sonra Fatih bir nefes geri çekildi. İkisi de birbirinin yüzüne alnını dayamış, nefes nefese göğüsleri inip kalkarken gözlerini bile açmadan bu deli şehvet ritimlerini dinliyorlardı.
Fatih yutkundu ve çok sessiz bir mırıldanmayla konuştu:
"Her ne kadar âşık olsam da, ben bir erkeğim! Benim inatçı sokak kedim... Kendini böyle bana bırakmamalısın. Çünkü... seni bir nefes daha içime çekseydim, duramazdım!"
Deniz, resmen duyduklarıyla sarhoş olmuştu. Şu an tek istediği, kendini bu adama bırakmaktı. Ama gelecekte geri dönüp baktığında, hastane odasındaki bu anı rezil bir utanç olarak hatırlamak istemiyordu.
Ama düşüncelerine mani olamıyordu...
Fatih’in onu alıp bir anda yatağa yatırdığını hayal edince yüzü alev aldı. Dudakları sinsi bir gülüşle kıvrıldı ve kıkırdamaya başladı.
Fatih, gözlerini yavaşça açtı ve Deniz’in kıkırdayan yüzüne bakarak zevk içinde çapkın bir gülüş takındı:
"Sen neler hayal ediyorsun öyle!" dedi.
Deniz hemen yüzündeki aptal gülüşü silmeye çalışarak başını çevirdi, omuzlarını silkti:
"Hiçbir şey... Ne hayal edeceğim!" dedi.
Fatih ise Deniz’in bu hallerinden ölümcül bir zevk alıyordu.
Yavaşça yaklaştı ve Deniz’in kulak memesine bir nefeslik mesafeye geldiğinde mırıldandı:
"O zaman iyileştiğinde bir ara şu 'hiçbir şey'leri duymak isterim. Hem belki deneriz de." dedi.
Deniz, kulak memesini yalayan bu arsız nefesle deliriyordu. Yutkundu ve kaşlarını çattı. Bu adam arsızlığın kitabını yazmıştı!
Üstelik nasıl bu kadar çapkınlık ustası olabilirdi?
"Sen haftalardır bana selam veremiyordun be adam! Demek ki içindeki bu çapkınlık başka kadınlaraydı," diye bağırıyordu iç sesi...
Hemen kendini geri çekti ve yüzünde gerçek bir öfke vardı.
Deniz’in bu halini gören Fatih afalladı.
"Sen bu kadar tutku dolu, çapkın bir adamsan Yüzbaşım... senin sicilin kabarıktır! Kaç kadını kandırdın böyle?" diye dişlerini sıkarak söylendi Deniz.
Fatih şaşkınlıkla:
"Ne alaka şimdi?" dedi. Ama kurtuluşu yoktu.
"Tabii canım, askerlere ne derler? Her limanda bir sevgili! Kim bilir kimler vardır çevrende!" dedi Deniz.
Fatih şimdi kahkaha atıyordu. Üniformasının armasını gösterdi:
"Ben Karacıyım hanımefendi, denizci değil. Ne limanlarla ne kadınlarla işim olmaz." dedi.
Ama Deniz, saçmaladığını bilse de kıskançlık bedenini sarmıştı.
Fatih gülmeye devam ederken elini uzattı ve Deniz’i çenesinden tutup kendine çevirdi.
Deniz, zoraki de olsa şimdi Fatih’in gözlerine bakıyordu.
Fatih, gülen gözlerle Deniz’e bakarak konuştu:
"Yıllardır dağ başında görevdeyim ben," dedi.
"Beni aldatıp giden o kadından beri..."
Yutkundu ama yüzündeki gülüşü soldurmadı.
"Hiçbir kadını düşünmedim, yaklaşmadım," diyerek tekrar yüzünü yaklaştırıp alnını dayadı onun alnına.
Şimdi sesi tekrar tutkuya bürünmüştü:
"Ve seni görmeden önce hiçbir kadına dokunmayı hayal etmedim." dedi.
Deniz’in duyduklarıyla içi soğumuştu.
Fatih’in en başından beri dürüstlüğünü bildiği ve ona yalan söylemeyeceğini anladığı için...
O tatlı gülüşü tekrar suratına oturmuştu.
Fatih, kıvrılan küçük gamzesini gördüğü anda yaklaştı ve gamzesine bir öpücük bıraktı Deniz’in.
Deniz, yüzündeki sıcacık dudakların etkisiyle büyülenmişti ve tekrar dudaklarına bıraktı kendini.
Şimdi bu tutkulu öpüşmeyle adeta iki âşık yanıyordu.
Ama aniden geceyi yaran bir çığlık sesiyle ikisi de gözlerini kapıya dikti.
Hemşire, elinde iğne ve minik tepsiyle odaya girmiş ama uyku sersemi haliyle yatakta öpüşen iki aşığı görünce çığlığı basmıştı.
Deniz, utançla başını çevirdi.
Fatih ise donup kalmıştı.
Hemşire, kekeleyerek mırıldandı:
"Ben... şey... bir ara... yani... ben... gelirim yine..." diyebildi ve odadan kaçar adım çıktı.
Deniz’in beyninde dönen ziller ise tek bir şeyi haykırıyordu:
"Rezilsin Deniz!"