Deniz, kaşlarını çatmış, sinirle burnunu dikmiş şekilde içeri yürüyordu. Bu adamın ona karşı olan tavrı sinirini bozuyordu.
Evet, saçma bir tesadüf olmuştu ama koca adam bu proje boyunca böyle mi davranacaktı?
Arsız... Saldırgan...
İçeri geçtiğinde masada tüm ekip toplanmıştı. Hemen Kubilay Bey gözlerini ona çevirdi.
"Ahh kızım, gel. Tatlı getirmişler."
"Teşekkür ederim hocam, yemesem daha iyi."
Elif sakince yaklaştı.
"Bir sorun mu var? Geldiğimizden beri biraz garipsiniz, müdürüm," dedi.
Deniz başını salladı ama gözleri hâlâ boşluğa bakıyordu.
Kısa süre sonra toparlandı ve masadaki sohbete katıldı.
Az sonra Fatih Yüzbaşı içeri girdi, Denizlerin masasını selamladı ve kendi ekibinin olduğu masaya geçti.
Ama oturur oturmaz dudakları sinsi bir gülüşle kıvrılmıştı.
Çünkü, Deniz’in bakışlarını bir gölge gibi ensesinde hissediyordu...
Ama Fatih'in yüzünde, buna zıt bir ifade vardı.
Keyif...
Ertesi sabah uyandığında Deniz yorgunluğunu atmış, biraz daha rahatlamıştı.
Dün yaşananları düşünüyordu.
Evet, hırslandığı için bir anlık cesaret gelmişti ama cidden bu adamla ne yapacaktı?
O sahte randevu hakkında olanı biteni anlatsa, onun hakkında ne düşünürdü?
Ya da ona gıcıklığına, koca bir şantiye yılını zehir eder miydi?
Bu düşüncelerden kurtulmak istercesine başını salladı.
Her ne olursa olsun, bu sorunu çözmeyi kafasına koymuştu.
Tam o anda Elif’in yumuşak sesi kulaklarında yankılandı.
"Müdürüm, ekip toplandı. Çıkıyoruz, haber vermek istedim."
Deniz hemen yataktan kalktı, üzerini düzelterek söylendi:
"Teşekkür ederim. Tabii, gidelim."
Dışarı çıktıklarında Fatih Yüzbaşı ve ekibi, her zamanki sert ve etkileyici duruşlarıyla karşılarındaydı.
Deniz, ilk baştan beri onun askeri kimliğine karşı önyargılıydı ama içten içe onu çekici bulduğu için kendine kızıyordu.
Tam bu bakışlarla adamın üzerinde geziniyorken, Fatih’in gözleri bir an ona döndü.
Deniz panikle gözlerini kaçırdı ve başını çevirdi.
Ama bu kısacık göz teması bile onun kıpkırmızı olmasına yetmişti.
Bu adamın, onun vücudu üzerindeki etkisine inanamıyordu.
"Sinir bozucu şey..." diye mırıldandı.
Ama öfkesi Fatih’e değil, ona ihanet eden, söz dinlemeyen bedenineydi...
Deniz’in kızarmasını keyifle izleyen Fatih, bakışlarını çevirdi, gülüşünü yüzünden sildi ve üniformasının içindeki o dik, otoriter duruşuna geri döndü.
Tok bir sesle konuştu:
"Şimdi bölge araçlarıyla araziye geçiyor olacağız. Siz arazinin mühendislik yönüyle detaylı keşfini yaparsınız. Ama ben size askeri yönünü aktarmalıyım. Dağlık arazinin eteklerindeyiz. Hemen önümüzdeki alan sınır hattı. Dolayısıyla, olası bir tehlike anında prosedürlere uymanızı emrediyorum."
Deniz’in tek kaşı kalktı, gözlerini kıstı.
Fatih bir anda gözlerini ona çevirip keskin bir bakış attı.
"Bir şey mi söylemek istediniz, mühendis hanım?"
Deniz, kızıl saçlarını savurdu, kollarını göğsünde bağladı.
"Hatırladığım kadarıyla biz askeriyeye bağlı değiliz," dedi.
Fatih’in dudakları zevkle kıvrıldı. Yüzünde alaycı bir ifade vardı.
"Bölgede bir yetkiniz yok. Orada tüm komuta bende," dedi.
Deniz, sinirle dudağını ısırdı. Bakışları Kubilay Bey’i buldu.
O da onaylar şekilde başını salladı.
Deniz, sinirle sırt çantasına uzandı. Fatih’in tam yanından geçerken mırıldandı:
"Harika... Bir de askere başlamadığım kalmıştı."
Ve saçlarını savurarak zırhlı araca bindi.
Fatih, rüzgârla burnuna gelen kadınsı kokuyla sarsılmıştı.
Yutkundu, başını salladı ve ona bakan bakışları fark edince irkildi.
Hem kendi ekibi hem mühendis ekibi ona bakıyordu.
Genzini temizledi ve dik bir duruşla seslendi:
"Davetiyemi mi bekliyorsunuz? Geçin araçlara!"
Ve tok bir ses yankılandı:
"Emredersiniz, komutanım!"
Ardından cılız sesler:
"Olur..."
"Peki... Biniyoruz öyleyse..."
Fatih gözlerini devirdi. ''Sizinle çok işim var.'' dercesine, Başını salladı.
Anlaşılan, Mühendis ekibi onun için çok farklı bir tecrübe olacaktı...
Arazi keşfini tamamladıktan sonra, lojman alanına geldiklerinde Deniz çevreyi inceliyordu.
Askeri bir ekip, mühendis ekibi ve şantiyenin işçi ekibinin kalacağı büyük bir lojman kompleksi kurulmuştu. Konteynerlerden çok daha geniş ve konforlu bir yapıydı.
"Mühendis ekibinin lojmanı bu blok," dedi Fatih, otoriter tavrını koruyarak. "Bizim askeri ekip hemen yan blokta kalacak."
Deniz içeri girdiğinde kendi tek kişilik odasını görünce memnun oldu. En azından mahremiyeti olacaktı.
Odanın içi, minimal ama sıcak bir havadaydı. Bir masa, bir yatak , dolapları ve küçük bir banyosu vardı...
Kubilay Bey etrafa bakınarak, başını salladı.
"Güzel, güzel. Konforlu, En azından barınma sorunu yok." dedi.
Lojman kompleksi düşündüklerinden çok daha kapsamlıydı.
Ortak alanlar, yemekhane, küçük bir toplantı salonu bile vardı. İşçi ekibi için ayrı bir bölüm düzenlenmişti. Deniz odasının penceresinden askeri bloğa bakabiliyordu, çok da yakın sayılmazdı ama yeterince uzak da değildi.
Eşyalarını yerleştirirken Elif kapısını çaldı.
"Müdürüm, nasıl odanız? Benim ki çok güzel olmuş." dedi.
Deniz eşyalarını dolabına yerleştirirken mırıldandı " Saha bölgesi için çok konforlu, Tek kişilik olması da hoş."
Elif, "Evet, şanslıyız. Erkekler ikişer kişi kalacakmış." diyerek kıkırdadı.
Deniz ise her zaman ki mesafeli tavırla, sadece gülümsedi.
Elif, yutkundu. ''Şey ben rahatsız etmiyim o zaman, hemen yan odadayım Müdürüm.'' dedi.
Kapıya geldiğinde dönüp ekledi, ''Şey.. Birşey lazım olursa bilgi verirsiniz.''
Deniz başını sallayarak, ''Olur, Görüşürüz'' dedi.
Gözlerini penceye çevirdi, Şimdi tek düşüncesi vardı, İşine aşkla olan bağlılığından dolayı hemen araziyi keşife çıkmak istiyordu.
Eşyalarını yerleştirdikten sonra Deniz dışarı çıktı.
Etrafı dağların çevirdiği bu bölge ona çok ilginç geliyordu. Mühendis gözüyle incelemeye değer detaylar vardı ama aynı zamanda doğal güzelliği de dikkatini çekiyordu.
Lojman kompleksinin etrafında dolaşırken, askeri bloğun girişinde bir hareket fark etti. Fatih, kendi ekibiyle bir şeyler konuşuyordu.
Yanında ki Kubilay Bey'e döndü, "Hocam, ben biraz araziye çıkmak istiyorum. Detaylı bir inceleme yapmak gerek," dedi.
Tam bu sırada Fatih'in sesi arkasından geldi:
"Hayır."
Deniz arkasını döndü ve irkildi, az önce uzakta değilmiydi bu adam. Bu ne ayakları havalanıyor, uçarak mı hareket ediyor bu adam? Nasıl bu kadar sessiz olabilir.! diye düşünüyordu.
Döndü, kaşlarını çattı.
"Nasıl hayır?"
"Arazi alanı dışına çıkamazsınız. Kesinlikle yasak," dedi Fatih, kollarını göğsünde kavuşturarak.
Deniz sinirle nefes aldı.
"Ben mühendisim ve işimi yapmaya çalışıyorum. Bu bölgeyi incelemek zorundayım."
Fatih dik duruşu ve otoriter sesiyle "Güvenlik protokolleri var. Tek başınıza hiçbir yere gidemezsiniz."
Tam bu gergin anda, Üsteğmen Harun araya girdi. Sıcak ve nazik bir tavırla:
"Komutanım, izin verirseniz ben eşlik edebilirim mühendis hanıma. Böylece hem güvenlik sağlanır hem de iş aksatılmaz."
Fatih bir an duraksadı. Bakışları Harun'dan Deniz'e geçti.
Deniz resmen bir boğa gibi burnundan soluyordu, kızıl saçları yüzüne vururken yüzünde ki kızıl çiller adeta parlıyordu.
Fatih derin bir nefes verdi,
"Peki. Ama fazla uzun olmasın!'' dedi.
Deniz, gözlerini Fatih'in üzerinden çekti ve Harun'a minnettarlıkla baktı.
"Çok teşekkür ederim." dedi.
Fatih'in ise tek kaşı kalkmıştı, ''Bana pis pis sormurtan kadın, az önce tanıştığı adama gülüyormu yani!'' diye düşünüyordu.
Harun hemen eliyle yön göstererek, ''Buyrun, önce ön sahaya geçelim'' dedi.
Deniz kibar bir tavırla başıyla onaylayarak ilerledi.
Fatih ise teninde gezinen elektiriğe anlam veremiyordu. Neydi bu!
Yarım saat sonra ikili arazide yürüyorlardı. Harun, Deniz'in işine saygı gösteriyor, sorularını cevaplıyordu.
Deniz ise notlar alıyor, fotoğraflar çekiyordu. Genç üsteğmen ona bölge hakkında teknik detaylar anlatıyor, arazinin zorluklarından bahsediyordu.
"Bu bölgede çalışmak gerçekten zor olacak," dedi Harun. "Ama sizin gibi deneyimli bir mühendisle çalışmak güven verici."
Deniz gülümsedi.
"Teşekkür ederim. Ben de askeri ekiple çalışmaktan çekiniyordum açıkçası. Ama siz çok yardımcı oluyorsunuz."
Bu sırada konteyner alanında Fatih, yerinde duramıyordu. İçinde garip bir huzursuzluk vardı. Başını kaldırıp onları izlemeye çalıştı ama fazlaca uzaklaşmışlardı.
Dürbünü alıp araziye baktı. Deniz ve Harun'u uzaktan izliyordu.
Gözlerini kıstı. İkili yan yana durmuş, bir şeyler inceliyorlardı. Harun, Deniz'e bir şey gösteriyordu.
Ama çok yakın duruyorlardı.
Fatih'in çenesi gerildi. Bu manzara neden onu bu kadar rahatsız ediyordu?
Dakikalar geçti ama hâlâ dönmüyorlardı. Gülüşmeleri artmış ve giderek daha yakın gözüküyorlardı.
Daha fazla dayanamadı, adeta ayakları ona ihanet ediyordu.
Dürbünü bırakıp hızlı adımlarla onlara doğru yürümeye başladı.
Deniz, toprak numunesi alırken Harun ona yardım ediyordu. Genç üsteğmen samimi bir şekilde:
"Sizinle çalışmak gerçekten keyifli. Çok etkilendim açıkçası," dedi.
Deniz şaşırdı, başını kaldırdı. Gülümsedi.
"Ne demek istiyorsunuz?"
"Yani... İşinize olan hakimiyetiniz, zekanız... Her şeyiniz çok etkileyici."
Bu beklenmedik itiraf karşısında Deniz iyice şaşırmıştı. Ne cevap vereceğini bilemiyordu.
Hoş bu flört işlerine bir uzaylı kadar uzaktı.
Yutkundu, ne diyeceğini düşünüyordu.
Tam bu anda, gözlerini çevirdiğinde karşısında Fatih'i gördü. O iblis bakışlarıyla onları izliyordu.
Deniz'in kalbi hızla atmaya başladı.
Fatih'in yüzündeki o karanlık ifade, sanki her şeyi duyduğunu söylüyordu.