Gözlerim bir kere daha bana öfkeyle bakan adama değmemeye çalışıyordu. Benimde sinirlerim gerilmişti. Melih’e bakmaya başladım. O da bana baktı. “Neden haber vermedin geri zekalı? Apışıp kaldım adamı birden görünce.” Melih bana senden adam olmaz gibisinden bakıp başını sağına soluna salladı. “Ben sana söylemeye çalıştım ama sen beni dinlemedin!” Doğru söylüyordu. Yenilmişlikle omuzlarımı düşürdüm. “Biliyorum mal, öyle sohbet olsun diye dedim zaten. Şu anda oluşan stresi bastırmak amaçlı.” Başımı yere eğerken meraktan da çatlıyordum bir yandan. Başımı Melih’e doğru yaklaştırdım. “Bir baksana hala sinirle bakmaya devam mı ediyor. Küçüldükçe küçüldüm burada. Az sonra yok olacağım.” Kısa bir sessizlik oldu. Kolumu tuttu Melih. “Abla, kızgın boğa gibi üzerimize geliyor, eniştem şey yani komutanım. Yavaştan gitsek mi? Yoksa bizi buraya gömecek gibi.” Eniştem mi demişti ben mi yanlış anlamıştım. Kolumu kendine çekerek kurtardım. “Ne eniştesi Melih? Sen bu adama hala öyle mi sesleniyorsun yoksa?” Hülagü’nün olduğu tarafa bir bakış attı. “Geldi. Akşam konuşuruz bunu şimdi sırası değil!” Kaşlarım çatılırken, yıllardır duymadığım sesini duydum. En son kısık sesle bir ‘tamam’ demişti bana. Sonra da telefonu hızla kapatmıştı. Şimdi ise gür sesiyle konuşmaya başladı. “Melih, yabancıların tugaya girmemesi hakkında ne söylemiştim ben?” Böylesi sert bir tonda konuştuğunu ilk defa duyuyordum. Eskiden sakin konuşurdu. Bu ses irkilmeme sebep oldu. “Komutanım, ablam. Yabancı değil ki.” Bakışlarını üzerimde hissediyordum. Başım eğikti ve yüzüne bakamıyordum. “Senin soyadın, Tekiner değil mi? Bu kadının soyadı, Korhan ama.” Gözlerimi kapattım sözleriyle. Güç bela başımı kaldırıp, yüzüne baktım. Gözlerimin en derinine bakıyordu ve saf nefret vardı gözlerinde. “Bunu burada konuşmak doğru değil bence.” Güçlükle iki lafı bir araya getirmemi içimden tebrik ettim. “Herkes bize bakıyor.” Keskin bakışlarını, etrafa çevirdi. Bir kaç asker işi gücü bırakmış bize bakıyordu. Derin bir nefes aldı. “Dağılın lan, işinizin başına. Film mi oynatıyoruz. Defolun.” Bağırarak konuşması yeniden irkilmeme sebep oldu. Yandan Melih’e baktım. O da benim gibiydi. Bir kaç hızla koşuşturan ayak sesleri duydum. Etrafıma bile bakamıyordum.
“Melih senin kontrol ettiğin evraklarda eksik varmış. Git onu hallet.”
“Önce ablamı lojmana bırakayım, sonra hemen giderim komutanım.”
“Sen bana karşı mı geliyorsun? Git dediysem git.”
Melih bana baktı. Bende yalvaran bir ifadeyle ona baktım. “Komutanım, ablam burada mı beklesin ben işimi halledinceye kadar? Onu götürüp hemen giderim ben.” Minnettarlıkla bakıyordum kardeşime. Komutanına karşı geliyordu benim için. “Sen işinin başına git. Ben onu bırakırım.” Başımı hızla Hülagü’ye çevirdim. Gayet sakin bir ifade vardı şuan yüzünde. Melih’in bana baktığını hissedince ona döndüm. Bu konuşmanın eninde sonunda yapılması gerekiyordu zaten. Başımı git sen gibisinden salladım. Kaşının birini kaldırarak ‘emin misin?’ diye baktı. Yeniden başımı salladım. “O zaman ablam size emanet, komutanım.” Asker selamını verip, Hülagü’nün el hareketiyle git işareti yapmasıyla gitti.
Kardeşimin arkasından bakındım bir süre. “Hadi gidelim.” Arkasını dönüp yürümeye başladı. Bavulumu tutup sürükleyerek bende onu takip ettim. Öküz, insan taşımayı teklif eder. Ben ne diyordum ya adamı ortada bırakmıştım şimdide bana yardım etmesini istiyordum. Düşüncelerimi kesip, yürümeye devam ettim. O kadar hızlı yürüyordu ki, yetişemiyordum. Olabildiğinden daha hızlı adımlar atmaya başladım. Yani şimdi iki metre adamın attığı bir adım benim attığım, üç adıma eşti. Önceden yanımda yavaş yavaş yürürdü bana uyum sağlardı. Şimdi ise beni beklemeden önden önden gidiyordu.
En sonunda pesetmişlikle durdum. “Yoruldum. Dayanamıyorum. Ayaklarımı hissetmiyorum resmen. Şuraya çökeceğim.” Kendimi yere bıraktım. Ayaklarım cidden felaket ağrıyordu. İlerlemeyi bırakıp durdu. Sırtı bana dönüktü halen. Sırtına bakmaya başladım. Önceden de yapılıydı ama şimdi daha bir büyük göründü sırtı gözlerime. Bayağı kas yapmış gibiydi. Aniden dönünce başımı çevirdim hemen. Sert adımlarla yanıma geldi. “Niye geldin buraya?” Tek bir soru, ama asıl sormak istediği değildi sanki. Sesimi sabit tutmaya çalıştım. “Öylesine. Kardeşimi ziyarete geldim.” Nefesi sesli bir şekilde bıraktı. “Neden?” Başımı eğdim, ayakkabılarıma baktım. Güzeldi ayakkabılarım. Yakışmıştı bana. Benden cevap bekleyen adama bakamadım yine ve aklıma gelen ilk şeyi söyledim. “Kafa dağıtmak için.” Güldü. Sinirle güldü. “Benim olduğumu bilmiyor muydun burada?” “Bilmiyordum.” Hemen cevap vermiştim, çünkü gerçekten bilmiyordum. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Ellerini kısacık saçlarından geçirdi. “Git buradan. Ciddi söylüyorum bir kaç gün kal, sonra da git. Kaldığın süre boyunca da gözüme görünme!” Gözlerime bakarak ciddi bir ifadeyle söylemişti. Bende bir nefes aldım.“Gidemem. Kardeşime ihtiyacım var.” Etrafa bakınıp bir sabır çekti. Bir şeyleri parçalamak ister gibiydi. “Git kocanın yanına işte. O olsun sana omuz. Her ne derdin varsa.” Başıma zaten ne geldiyse o herif yüzünden gelmişti. Söyleyip söylememek arasında kalmadan konuştum. “Gidemem, boşandım.” Gözlerini hızla gözlerime dikti. Yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu galiba. Keskin sesini duydum. “Ne yaptın adama da boşandınız? Yine başka birine mi aşık oldun yoksa? Bir kaç aya onunla da evlenirsin sen.” Haketmiştim bu sözleri. Başımı eğdim. Elimi oyalanmak adına çantama attım. Söyleyeceklerim hem utanmamı, hem de çaresizliğimi gösteriyordu. “Aldattı beni. Sanırım sana yaptığımın bedeli böyle çıktı. Hülagü, ben senden özür dilerim. Biliyorum geç kalınmış bir özür bu. Saçma sapan bir sebeple ayrıldım senden. Yaptığım yanlış da böyle çıktı, hayatımda.” Derin bir nefes aldı. Ellerini yanlarına indirdiğinde, titriyordu. Sinirlendirmiştim galiba onu, özür dileyerek. Yanımda geçip, geldiğimiz yöne doğru yürümeye başladı. Bir kaç saniye duraksayıp, bana dönmeden konuştu. “Biraz ileride lojmanlar. Yüz metre daha yürü görürsün.” Başka da bir şey demeden gitti.
Arkasından görünmez oluncaya kadar baktım. Yüzümü ellerimle sıvazlayıp, dİzlerimi tutarak kalktım yerden. Dediği gibi biraz ilerledikten sonra, lojmanlar göründü gözüme. Telefonumu çıkarıp, kaç numaralı lojman diye sormak için Melih’e mesaj attım. Bir kaç dakika sonra mesaj geldi. Mesajı okuduktan sonra, kapısında on iki yazan lojmana bakındım. Lojmanlar arası kısa bir boşluk vardı. Dip dibe sayılırdı ama ayrı birer evdi. Tek katlıydı hepsi. On iki numarayı görünce kapısına gittim. Anahtar da almamıştım. Şansıma küfür ederken, kapı koluna uzanıp açmaya çalıştım. Açıldı. Tarifsiz bir sevinçle hemen içeri geçtim. Bir de güneşin bağırında Melih’in gelmesini beklemeyecektim. Gerçi küçük de olsa bir veranda vardı evin önünde ama aşırı da yorgundum. Eşyalarımı gelişigüzel bırakıp, elimi yüzümü yıkamak için banyoyu aradım. Dört oda vardı zaten evde. Mutfak, salon, iki tane de yatak odası. Tuvalet ve banyo birleşikti.
Elimi yüzümü yıkadıktan sonra salona geçip koltuğa uzandım. Gündüz uyuyacağım zaman yatak odasında uyumak istemezdim. Gözlerimi tavana dikip bakmaya başladım. Bu karşılaşma elbetteki olacaktı bir gün ama bu kadar erken beklemiyordum. Ailemin yanına ziyarete gittiğimde karşılaşırız falan diye düşünmüştüm. Sonra başka bir düşünce geldi aklıma. Acaba evlenmiş miydi? Ya da hayatında biri var mıydı? Elimi alnıma getirip vurdum bir kere. Bananeydi ki. İster bir kişi olsun hayatında isterse yüz. Benim derdim bana yeterdi zaten. Ama bir gerçek de vardı ki, özcesinden çok daha yakışıklıydı. Yüz hatları tamamen oturmuş, vücudu iyice kaslanmış, güçlenmiş. Hele o sert sesi… insanı sadece sesiyle bile..ben ne düşünüyordum gerçekten. İki dakikada adama yükselmiştim. Hani mesleğini bahane ederek bir telefonla ayrıldığım adama. İyisimi gidene kadar onun dediğini yapıp görünmemekti. Yoksa saçma sapan şeyler yapabilirdim ve kendime güvenim de yoktu. Kesin yapardım yani. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım. Ne kadar başaracağım belli değildi gerçi.