Hülagü odadan yıkılmış bir halde çıkan kadının arkasından kapanan kapıya baktı bir süre. Melisa çıkmadan evvel bir adım atmıştı, tutup kendine çekmek için ama diğer adımı atamamıştı. Peki dediği gibi aşmış mıydı Melisayı? Kesinlikle aşmamıştı. Geçen bir haftada, en son yaşanan olayı düşünüp, defalarca kez özür dileme isteği ile dolmuştu ama gidememişti kapısına. Bu sürede de bir taraflardan hep Canan çıkıp gelmişti yanına. Yemek olayı doğruydu fakat, boş bulunup kendisi kabul etmişti, Canan’ın teklifini. Gitmeyi pek istemiyordu ama söz verince, cayamamıştı.
Ama Melisa’nın gelip de ondan gitmemesini isteyeceğini hiç beklemiyordu. Hele bir de seks arkadaşlığı teklif etmesini. Canan’la birlikte olacak değildi zaten. Hülagü’nün kızdığı nokta ne yapıp ne yapmamasına karışması değildi Melisa’nın. Onun kızdığı nokta, Melisa’nın kendini bu kadar küçük düşürmesiydi. Çenesini kavrama nedeni, söyleyeceklerini yüzüne söylemesini istediği içindi.
Sandalyesine oturup, başını arkaya yasladı. Melisayı deli gibi istiyordu ama bir yanı da ona acı çektirmek istiyordu. Söylediği tüm o laflar o yüzdendi. Kendisi de ondan farklı değildi ki, ne istediğini bilmiyordu. Sadece şu anlık tek istediği, bu akşamki yemeğin bir an evvel olup bitmesiydi.
Az önceki konuşmaları beyninden tekrar ederken, son dediği aklına geldi. Murat üsteğmene git demişti ona. İçinden bir siktir çekti. Yapar mıydı acaba? Gider miydi o herife? Gitmemeliydi. Yerinden fırlayıp, odasından çıktı. Hızlıca binanın kapısından çıkıp, koşar adımlarla, Melisa’nın çalıştığı binaya doğru yürümeye başladı. Bir yandan da ne diyeceğini düşünüyordu. Köşeyi döndüğünde gördüğü bedenlerle durdu. Murat üsteğmen ile Melisa konuşuyorlardı. Murat’ın dediği bir şeylere başını eğip cevap verdi. Ne konuştuklarını deli gibi merak ediyordu. İzlemeye devam etti. Murat bir şeyler söyledi. Melisa’nın cevabından sonra adamın gözlerinin parlamasını, durduğu mesafeden bile fark etmişti. Adam neye sevindiyse, az kalsın sarılacaktı Melisa’ya. Düşündüğü şeyin olmadığını umuyordu sadece. Lakin öyle gibiydi. Yine gitmişti aşkı ellerinden ama bu sefer kendi isteğiyle olmuştu. Başkasına itmişti kadını. Gerisin geri dönüp odasına ilerledi.
Melisa, lojmana vardığında tıpkı kardeşinin istediği gibi güzel bir banyo yaptı. Duştan çıkınca saçlarını kuruyup, taradı. Bedenine bakım kremlerini sürdü. Kendine biraz özendi. Akşam giymek için dolabının önünde yarım saat kadar durup elbise seçmeye çalıştı. Bir sürü elbisesi vardı ama çoğu açıktı. Şimdi durup bakınca bunları neden buraya getirdim diye düşünüyordu. Yinede en giyilebilir olan elbisesini seçti. Siyah, hafif simli, uzun ve yırtmaçlı bir elbiseydi. Boyundan bağlamalı, sırtında çok açık olmayan bir dekoltesi vardı. Önünün açıklığı göğüslerine doğru geliyordu ama çok takmadı. Lüks bir yere gideceklerdi sonuçta. Ayakkabı olarak da bağcıklarında taş olan, tek bantlı, zarif bir seçim yaptı. Saçlarını dalgalı salık bir model yapacaktı. Takıları da hazırdı. Geriye giyinmek saç ve makyajı halletmek kalmıştı. Pek canı istemiyordu. Hem oraya gidip de Hülagü ile karşılaşınca ne yapacaklardı ki? O seçimini yapmıştı, zaten. Kendisini de Murat’a yönlendirmişti. Onun demesiyle bir ilişkiye başlayacak değildi ama kırılmıştı biraz.
Üzerini giyinip, makyaj ve saçını hallettiğinde, vakit de gelmek üzereydi. Ayakkabılarını da ayağına geçirip, bağladı. Hazırdı. Çantasını eline alıp son bir kere daha kontrol etti. Orada da bir eksik yoktu. Aynaya bakarken, küpelerini de eline alıp. Kulaklarına taktı. Melih daha gelmemişti. Dışarıdan bir korna sesi duyduğunda, yerinden kalktı ve evin dış kapısına ilerledi. Derin bir nefes alıp, dışarı çıktı. Murat arabadan dışarı çıkmış, ona bakıyordu. Baştan aşağı süzüp bir ıslık çaldı.
Bu kadın zaten güzeldi, şimdi böyle giyinince ayrı bir güzel olmuştu. Ne yazık ki, bu kadınla bir şansı olmadığını bilecek kadar, gözlemci bir adamdı. Karabayır’la değişik bir ilişkilerinin olduğunu tahmin ediyordu. Güzel kadınlar her zaman radarına takılırdı ama hep de kalplerinde birileri olurdu bu güzellerin. “Melisa çok güzel olmuşsun. Ağzım açık kaldı az kalsın bir sinek giriyordu.” Esprili konuşmasıyla Melisa gülümsedi. “Sizde çok yakışıklı görünüyorsunuz Murat bey. Takım elbise yakışmış.” Murat gülerek, elini ceketinin yakalarına getirdi ve düzeltti. “Yanınıza yakışmaya çalışıyorum sadece.” Melisa hayretle baktı. “O nasıl laf? Lütfen bir daha duymayayım.” Murat ağzına fermuar çekermiş gibi yaptı ve yolcu kapısını açtı. Melisa teşekkür ederek geçip oturunca, kapısını kapatıp, şöför koltuğuna geçti. Özel arabasıyla gelmişti. Askeriyenin dış kapısına doğru ilerlemeye başlarlarken güzel bir şarkı açmayı da ihmal etmedi.
Hülagü, saat sekiz gibi, Canan ile buluşacakları otelin restoranına geldiğinde sıkıntıdan patlamak üzereydi. Aklı halen Melisa’daydı. Yarın kesinlikle konuşmalıydı. Artık adam akıllı hesaplaşıp, ona göre davranmayı teklif edecekti. Ya olacak bir yola girecekler, ya da tamamen her şey bitecekti.
Bir garsonun yanına ilerleyip, Canan’ın adını söyledi ve garsonun onu yönlendirmesi ile bir masaya ilerleyip, oturdu. Burada buluşmak için sözleşmişlerdi. Canan’ın çarşıda işi olduğu için erken gelmişti, o. Kendisi de mesai bitiminde bir duş alıp, üzerindeki hiç rahat etmediği takım elbiseyi giymiş ve buraya gelmişti.
Zaman yavaş yavaş geçerken, Canan kapıdan girdi. Gülümseyerek yanına doğru geldi. Formaliteden ayağa kalkıp, gülümsedi. Canan’da ona gülümseyip, sandalyesine oturdu. Kendisine bayağı biz özenmişti Canan ama karşısında oturan adam bir kere bile bakmamıştı elbisesine, süzmemişti bile. Sinirleri gerilirken içinden sürekli kendine ‘sakin ol’ telkinlerinde bulunuyordu.
“Ne yemek istersin?”
“Bilmiyorum. Sen bir şeyler düşündün mü? Beni beklerken.”
“Yok. Yeni geldim bende zaten. Birlikte karar veririz diye, menü istemedim.”
“İyi yapmışsın. O zaman menü alıp, oradan seçelim.”
Hülagü, başını sallayarak Canan’ı onayladı ve elini kaldırıp bir garsona işaret verdi. Garson anında yanlarına iki menü ile geldi ve önlerine kibarca bırakıp, bir kaç adım geri çekilerek, beklemeye başladı. “Ben hafif bir şeyler almayı düşünüyorum. Tavuklu salata güzel gibi. Sen?” Cananın konuşmasıyla, Hülagü başını salladı. “Bende bonfile alayım.” Garsona baş işareti yapınca, genç adam yanlarına geldi. Siparişlerini söylediler. Canan bir de bir şişe kırmızı şarap istedi. Garson onları onaylayıp, siparişlerin hazırlanması için yanlarından ayrıldı.
Havadan sudan kısa bir süre sohbet ettiler. Bir haftadır sürekli yan yana geldikleri için, konuşacak bir konu da kalmıyordu. Hal böyle olunca bir süre sonra sustular. Hülagü, mekana bakınırken, gözleri restoranın girişine takıldı. Gördüğü kişilerle şaşınca bakındı. “Siktir!” Onun tepkisiyle Canan başını kaldırıp, Hülagü’ye baktı. Karşısına bakıyordu adam. Başını arkasına doğru çevirdi ama gördükleriyle, kaşları çatıldı. Melisa, yanında Murat üsteğmen ile mekanda içeri giriyordu. Onlara fazla uzak olmayacak bir masaya geçip oturdular.
Hülagü, sinirle bakıyordu, henüz onları farketmeyen ikiliye. Melisa’nın giydiği o elbise de neydi öyle? Kesinlikle çok ama çok güzeldi. Ve kendi değil, Murat denen adamın yanındaydı. Yanlarına gelen garsona kibarca gülümseyip uzatılan menüyü aldı, Melisa. Hülagü bütün hareketlerini hipnoz olmuş gibi izliyordu resmen. İkili birbirleri ile konuşarak siparişlerini verdiler. Melisa teşekkür edip, menüyü geri verirken, Hülagü ile göz göze geldi.
Aynı yere gideceklerini biliyordu Melih sayesinde ama Hülagü’nün kendilerini farkedeceğini sanmıyordu. Daha ilk andan göz göze gelmişlerdi. Ve sinirli bir hali vardı, gözlerine bakan adamın. Yerinde rahatsızca kıpırdanıp, bakışlarını ona sinirle bakan adamdan çekti. Neden böyle bakıyordu ki? Kendisi dememiş miydi git şansını dene diye? O da onun dediğini yapıyordu işte. Şimdi sinirlenmeye ne hakkı vardı?
Murat’a dönüp sohbet etmeye başladılar. Hülagü ise ellerini yumruk yapmıştı. Her an yerinden kalkıp, onların masasına gitmeye hazır gibi bir hali vardı. Canan bu durumdan hiç hoşlanmamıştı. “Hülagü.” Hülagü, kendine seslenilmesiyle Canan’a döndü. “Efendim.” Canan gülümsemeye çalışarak ona baktı. Melisa ve Murat’ın gelmesinden dolayı bir hayli gergindi ve karşısında oturan adamda, Melisa’nın olduğu tarafa bakıyordu durmadan. Bir şekilde adamın bakışlarını üzerine çekmeliydi. “Eee anlat bakalım, hayatına birini almayı, daha düşünmüyor musun?” Düşünüyorum ve o kişide şu anda karşımda başka bir herifle oturuyor demek istedi ama son anda kendini tuttu. “Henüz öyle bir düşüncem yok!” Kısa ve öz bir yanıt vermişti. Canan, dudaklarını büzdü. “Sence de fazla abartmadın mı, Melisa’yı unutamama işini?” Hülagü’nün kaşları çatıldı. Bakışları sert bir hal aldı. “Canan, Melisayı unutamadığımı söylemedim ben sana hiç bir zaman. Bunu nereden çıkardın?” Canan, samimi bir tebessümle baktı. Ama gözleri öyle bir öfkeliydi ki, yakıp dağıtabilirdi burayı. “Her gördüğünde dalıp gidiyorsun. Bir yerden çıkarmama gerek yok!” Canan’ın sözlerine karşılık, bakışları yeniden Melisa’ya kaydı. Gülerek sohbet ediyordu kadın, karşısındaki adamla. Sinirleri gerildi. “Peki bu seni ne kadar ilgilendiriyor? Benim hayatıma karışacağın kadar samimi değiliz, Canan. Açık konuşmak gerekirse sana karşı içimdeki tek sevgi, kardeşlere duyulan sevgi. Bunu sana daha önce de söyledim. Aklına başka bir şey getirme. Bu yemeğe de çok ısrar ettiğin için geldik, unutma!”
Canan, dumur olmuştu, bu sözlerle. Ne diyeceğini bilemedi bir an. Ağzını açıp, konuşacağı sırada, iki garson yemeklerini getirip, masaya koymaya başladı. İşleri bittiğinde sessizce gittiler.
Melisa ve Murat da gelen yemeklerini yavaş yavaş yemeye başlarlarken, bir yandan da sohbet etmeye devam ediyorlardı. Murat, ilk askeriyeye geldiği zamanları anlatıyordu. Çok komik anıları vardı gerçekten. Şimdi de dağda gittiği bir görevi anlatıyordu.
“Sonra ben dedim ki; yav heval, ben buralardan geçidim, yolu garıştırdım. Kampa gidicim emme bulamadım. Sen beni bir eletiver hele dedim. Adam bana baktı biraz, ‘pek de dayanaklı diil gibisin ya gel bakam gidek.’ Ya adam bana dayanıklı değilsin diyor, halbuki üsteğmenim. Valla silahımı kaldırıp da vurmamak için kendimi o kadar zor tuttum ki, anlatamam. Neyse gittik kampa, bu sefer de safozun biri gelmiş, ‘heval cigara var mı? Ver de tüttürek.’ Lan daha yeni gelmişim kampa, ben seni bilmiyorum, sen beni. Ne bu samimiyet? ‘Öyle şeylere marağım yok haval’ dedim bende. Adam bana baktı bir süre böyle. Ama nasıl bakıyor, öküzün trene bakması bile daha kibardır. Neyse bir de süzdü beni baştan aşağı. ‘Sen pek buralara yakışmıyorsun parıldak çocuk’ dedi. Üstüme başıma baktım, hemen. Onlar gibi giyinmişim, yüzüm kir pas içinde adam bana ne diyor. Bende ona aynı şekilde bakmaya çalıştım. ‘Disko topu olduğum doğrudur’ dedim. Malak gibi kaldı, gerizekalı.”
Melisa duyduklarıyla bir kahkaha attı. Bir de şive yaparak konuşmaya çalışıyordu, Murat. Komik de olunca dayanamadı en sonunda, gülmeye başladı.
Murat da onunla gülerken, Melisa’nın dudağında kalan, sosu farketti. Elini ona doğru uzatıp, Melisa’nın dudağındaki sosu, parmağıyla alıp, yaladı. Bu hem Melisa’nın şaşırmasına hem de Hülagü’nün sinirlenmesine sebep oldu.
Yerinden hırsla kalktı, Hülagü. Canan’ın bir şeyler dediğini duydu ama durmadı. Lavaboların bulunduğu yere giderken, Melisa ile göz göze geldi. Gözlerinin içine bakarken, başıyla peşinden gelmesini belirtti. Melisa anlamazca giden adamın arkasından baktı kısa bir an. Sonra Murat’a döndü. “Ben bir lavaboya gideyim. Sen devam et lütfen.” Murat başını sallarken, yerinden kalktı ve lavaboya doğru yürüdü.
Etrafına bakarak ilerlerken, kolundan tutulup çekilmesiyle, küçük bir çığlık çıktı ağzından. Sırtı da duvara değmişti. Kendine geldiğinde kolunu tutan adama baktı, elbetteki Hülagü’ydü. “Bırak kolumu, ne istiyorsun?” Hülagü, sinirle baktı. “Hemen de kollarına koşmuşsun adamın. Az bekleseydin bari.” Melisa hayretle baktı. “Sen demedin mi, git diye? Öyle yaptım bende, seni dinledim.” Hülagü, Melisayı iyice duvarla arasına sıkıştırdı. “Sen, bugün benim odamda, kendi dediğini hatırlıyor musun peki?” Melisa yutkunurken başını salladı. Nasıl unutabilirdi ki? “O zaman cevabım evet. Seks arkadaşı olacağız!” Melisa ne diyeceğini bilemeyerek baktı ama Hülagü boynuna doğru eğilip, burnunu hafiften sürtünce gözlerini kapattı. “Şimdi, o herife ne söylersin bilmiyorum ama kalk o masadan ve beni lobide bekle. Hemen arkandan geleceğim.” Sözlerini bitirip, Melisa’nın boynuna bir öpücük bırakıp, geriye çekildi.
Melisa başını sallayıp, hızlıca yanından ayrıldı. Hülagü arkasından hayran hayran baktı. Bu gece sabahın olmasına kolay kolay izin vermeyecekti.