Hülagü, Melisa’nın yanından çıktıktan sonra, sinirli ve sert adımlarla, odasının bulunduğu binaya doğru ilerlemeye başladı. En başından beri, saklandığı yerden büyük bir öfkeyle lojmana bakan Canan ise, bu sertliği anlamlandıramadı. Bir şeyler olmuş olmalıydı, Hülagü’nün bu kadar sinirlenmesine sebep olan. Dudakları yanaklarına doğru iki yandan kıvrıldı. Beklediği fırsat tam da ayağına gelmişti.
Odasına girdiğinde, kapıyı sertçe çarparak kapattı, Hülagü. Kendine engel olamamış, kalbindeki susturamadığı sevda yüzünden, bir zamanlar onu terk edip giden kadından, yeniden aşk dilenmişti. Gururunu, sevgisini her şeyi bir kenara atmıştı ama değmeyecek biri içindi hepsi. Onun hayatında böyle bir yere sahipti işte Melisa. Gördüğü andan şirazesi kayıyor, aklındaki hesaplar uçup gidiyor, kalbi yine ve yeniden ona doğru akıyordu. Onca yapılan hataya rağmen, yalvaracaktı neredeyse ama bu kadardı. Buraya kadardı. Bir daha göz ucuyla bile bakmayacaktı, o kadına! Görmezden gelecekti. Fazla durmaz giderdi yakında zaten. Sonra da evlendiğini duyardı yine. Daha dün, seni almak için çabalayacağım diyen kadın, şimdi neden bizden olmaz diyordu?
Aklı yine ona doğru giderken, kendine hakim oldu. Ne dediği de belli değildi. Bırakacaktı artık. Önceden böyle bir düşüncesi yoktu ama hayatına birini almanın zamanı gelmişti artık. Ne olursa olsun deneyecekti. Unutacaktı onu ve kendine yepyeni bir hayat kuracaktı.
Masasına oturup, önemli olan dosyaları incelemeye başladı. Haftaya bir göreve gitmesi gerekiyordu. Buna yoğunlaşmalıydı. Büyük bir görev değildi. Suriye’den teröristler için silah taşıyan bir sevkiyatı çökerteceklerdi. Derin bir nefes alıp, sevkiyatın başındaki adamları incelemeye başladı. Bulunabilen bütün bilgiler dosyada yazıyordu. Yedi kişilik bir tim oluşturmuştu bu görev için. Bu sabah istediği kişileri yazıp, binbaşıya vermişti. Yarın onaylanırdı.
Başını geriye yasladı, elindeki dosyayı masaya bırakırken. Bugün erken bitirse mesaiyi fena olmazdı. Bakışlarını kapıya dikti. “Asker!” Emir erini sert sesiyle çağırdı. Bir kaç saniyenin ardından kapı açıldı. Genç bir adam içeri girip, selam durdu. “Ben lojmana gidiyorum. Önemli bir şey olursa, oraya gelirsin. Önemli bir şey olmazsa da rahatsız edilmek istemiyorum.” Asker başıyla onayladı ardından yeniden selam verdi. “Emredersiniz komutanım.” Hülagü, başıyla çıkması için işaret verince, asker hemen çıkıp gitti.
Yaktığı sigarasının son nefeslerini içine yollarken, oturduğu sandalyeden kalkıp, küllükte sigarasını söndürdü. Dediği gibi evine gidecekti. Odanın kapısından çıkıp, merdivenleri ağır ağır indi ve binadan çıkıp, lojmanların bulunduğu yere doğru yürümeye başladı. Attığı her bir adım da yine, Melisa aklına geliyordu. Cebinden telefonunu çıkartıp saatini kontrol etti. Mesai bitimine daha iki saat vardı. Yakın arkadaşı ve meslektaşı Affan yüzbaşına bir mesaj attı, erken çıktığına ve önemli bir mesele olursa halletmesine dair. Aldığı olumlu geri dönüşü, gördüğünde lojmanına varmıştı bile.
İçeri geçip, mutfağa yöneldi direkt. Buz dolabını açıp, önceden bir kaç bardak içtiği, viski şişesini eline aşıp, salona adımladı. Koltuğa çökercesine oturup, şişeyi açtı ve bardağa gerek duymadan içmeye başladı. Bu o kadını düşünerek içtiği son içki olacaktı. Aklı hem düne bugüne, hem de iki yıl nişanlı kaldıkları zamana gidip gelirken, içip bitirdi büyük şişeyi. En sonunda da uyuşan beyni ve vücudu ile koltukta sızıp kaldı.
Ertesi sabah felaket bir baş ağrısıyla gözlerini açtı. Yüzü anında ağrıdan dolayı buruşurken, koltuktan kalkıp, banyoya geçti. Hızlıca soyunup, biraz kendine gelmek umuduyla duşa girdi. Şu kaslı ve iri bedeninden akıp, giderken ona göre tüm duygularından da arınıyordu sanki. Tabi bu durum duş bitinceye kadar sürebildi sadece. Yeni üniformasını üzerine giyip, lojmandan çıktığında hiç bir şeyden kurtulamadığını fark ediyordu. İllaki atlatacaktı ama zamana ihtiyacı vardı. Acı bir gülümseme yayıldı dudaklarına. ‘Sanki dört yılda, atlattın da hala zaman diyorsun’ diye kendi kendine sitem etti içinden. Bir dört yıl daha geçse bile unutamayacak gibiydi. Bir de o zamanlar gözünün önünde de değildi, Melisa. Şimdi melek gibi ortalıkta dolanırken nasıl olacaktı bu iş?
Düşünceleri, odasının olduğu binaya girdiğinde güç bela elleri tarafından geriye doğru atıldı. İş zamanıydı şimdi. Bugün askerleri talime çıkartıp, ilerlemelerini görecekti. Sağlam ve güçlü durması gerekiyordu. Bir komutan gibi.
Odasına girip, masasına oturdu. Önündeki evraklara bakındı. Dün gittikten sonra gelmiş olmalıydılar. Önemli olanları imzalayıp, emir erini çağıracaktı ki, kapı tıklatıldı. Kaşları çatılırken, boğazını temizleyip gir komutu verdi. Kapı açılırken, içeriye albayın emir eri girdi. “Komutanım, albay toplantı odasına çağırıyor sizi.” Hülagü yerinden kalktı, çatık kaşları düzelmemişti. “Bir durum mu var? Önemli bir şey mi oldu?” Asker başını bilmediğini belirten bir hareketle salladı. “Bilmiyorum komutanım. Sadece sizi çağırmam söylendi.” Hülagü başını salladı. Elbetteki bilebileceğini düşünmemişti. Emir erleri getir götür işi yapardı.
Toplantı odasına geldiğinde kapıya tıklatıp içeri girdi. Binbaşı, albay, bir kaç kendi rütbesinden asker, iki tane teğmen odadaydı. Melih’i gördüğünde şaşırdı. Genelde bu binada olmazdı o. “Beni çağırmışsınız komutanım.” Albaya bakarak konuştu. Albay başını salladı. “Gel, Karabayır. Önemli bir sorunumuz var.” Hülagü bakışlarını etrafta gezdirirken yanlarına ilerledi. Önlerinde bir bilgisayar vardı ve ona bakıyorlardı. Merakla yanlarına varıp, ekrana baktı. Simsiyah bir ekrandı. Albay ona bakarak, bilgisayarı işaret etti. “Sabah çalışırken, birden kapandı. Bilişim bölümü de bir haftalık tatilde biliyorsun. Çarşıda da bir yer bulamadık. Senin var mı bir fikrin?” Hülagü hiç mi hiç anlamazdı bilgisayar işinden. Kendi işlerini bile bilgisayarda halletmesi, epey bir sürerdi. Başını olumsuzca salladı. Adamlar ümitsizce bakarken, Melih boğazını temizledi. “Komutanım.” Bilgisayara bakan gözler ona döndü. “Komutanım, benim ablam bilgisayar mühendisi. Anlar o.” Hülagü kaşlarını çattı anında. Ne gerek vardı şimdi, o kadına? “Bunlardan anlamayabilir, durduk yere daha beter bir hale gelmesin şimdi.” Melih’in kaşları çatılacak gibi oldu ama kendini tuttu. “Neden beter olsun komutanım? Ülkenin en iyi üniversitesinden dereceyle mezun oldu ablam.” Binbaşı Melih’e döndü hemen. “Ablan lojmandaydı değil mi? Hemen haber ver de gelsin buraya. Yapabilir belki.” Melih başını sallayıp, toplantı salonundan çıkıp, ablasını aradı ve acele bir şekilde oldukları yere gelmesini söyledi.
Melisa, telefonunu kapattığında kaşları da havalanmıştı. Neden çağırılıyordu acaba? Üzerine şöyle bir bakındı, beyaz bir elbise giymişti bugün. Değiştirme gereği duymadan, geçen gün aldığı babetlerini de ayağına giyip, lojmandan çıktı. İlerlerken karşısından bir askerin geldiğini gördü. Asker yanına gelince durdu. “Melisa hanım?” Sorar gibi söylemişti ismini başını sallayarak doğruladı. “Beni takip edin lütfen.” Asker arkasını dönüp yürümeye başlarken, Melisa da onu takip etmeye başladı. İyiden iyiye de meraklanmıştı. Birine bir şey mi olmuştu acaba? Kardeşiyle konuşmuştu ama o iyiydi. Yoksa Hülagü’ye mi bir şey olmuştu? Kalbi endişeyle atmaya başladı. Ya başına bir şey geldiyse? Dün de kötü kavga etmişlerdi. İyi şeyler düşünmeye çalıştı ama beceremedi.
O düşünceleriyle boğuşurken, bir binadan içeri girdiler ve toplantı odasının kapısına vardılar. Asker kapıyı açıp, içeri geçmesi için kenara çekildi. Melisa içeri girdiğinde kapıyı kapattı. Genç kadın hızlıca odayı taradı gözleriyle.
Rütbeli bir çok kişi vardı ve Hülagü de oradaydı. Bedenine bakındı adamın bir aksilik göremeyince kalbi ferahladı. “Melisa hanım, buyurun lütfen.” Rütbesini bilmediği bir adam kendisine seslenince, kapının yanında durmayı bırakıp, yanlarına ilerledi. Bakışları Hülagü’ye değerken, adam ona sinirle baktı. ‘Boğa’ dedi içinden. “Sizi neden çağırdığımızı merak etmişsinizdir.” Melisa konuşan adama bakıp, başını salladı. “Şimdi şöyle ki, ben sabah bilgisayarla uğraşırken, önce kasma ve donma oldu sonrasında ise ekran birden kapandı. Ne olduğunu anlamadım. Bilişim bölümü de bir haftalık tatilde. Melih sizin bilgisayar mühendisi olduğunuzu söyledi. Bir göz atar mısınız?” Melisa başını sallayıp adamın yanına geçti ve bilgisayara baktı. Bir kaç tuşa dokunup açmaya çalıştı ama olmadı. “Önce kasma, donma oldu, sonra da kapandı dediniz değil mi?” Albay başını salladı. Melisa çatık kaşlarıyla kısa bir an düşündü. “Bana bir tane daha bilgisayar ve standart bir düz (Straight-through) Ethernet kablosu gerekli. Bir de boş bir flaş bellek.” Albay hemen teğmenlerden birine dönüp, başıyla gerekli şeyleri getirmesi için işaret yaptı. Teğmen odadan çıkıp, beş dakika sonra elinde Melisa’ın istediği eşyalarla geri geldi.
Melisa getirilen, bilgisayarı açıp, albayın bilgisayarına kabloyla bağladı. Ekranda bir kaç işlem yaptıktan sonra, önüne gelen siyah ekrana klavyeden bir şeyler yazmaya başladı. Elleri o kadar hızlıydı ki, odada bulunan herkes mest olmuştu adeta. Hülagü, kaşlarını çatıp, bakındı bir süre en sonunda dayamadı. “Böyle rastgele bizde basardık, tuşlara.” Melisa ellerini kısa bir saniye durdurup, Hülagü’ye baktı. “Bunlar rastgele, tuşlara basarak yapılan bir şey değil. Şu anda bir format yazıyorum. Bu format sayesinde, kapanan bilgisayarı içindeki herhangi bir şey silinmeden açacağız. İşimi biliyorum yüzbaşı, merak etmeyin!” Sözlerini bitirip yeniden yazma işine geri döndü. Bu arada binbaşı da Melih’i köşeye çekmişti. “Teğmen, bunların arasında ne var? Ablan geldiğinden beri, Karabayır sinirli.” Melih onlara bakıp gözlerini devirdi. “Eski nişanlılar komutanım.” Binbaşı şaşkınca baktı. Yalnız duyduğuna da sevinmişti. Tam da birbirlerine yakışıyorlardı. Yeniden bir araya gelirdi bunlar.
Yaklaşık on beş dakika sonra albayın bilgisayar ekranında da aynı Melisa’nın yazdıklarından görünmeye başlarken, Melisa yazma işlemini durdurdu. Herkes merakla albayın bilgisayarına bakıyordu. Melisa bir açıklama yapma gereği hissetti. “Bu gördükleriniz, bilgisayarınızda bulunan koruma yazılımı. Birazdan bilgisayarınız açılacak.” Herkes bilirmiş gibi başını salladı. Az sonra bilgisayar açıldı. Melisa kısaca bir belleklere girerek, kontrol etti. Tam da tahmin ettiği gibiydi. “Bilgisayarınıza uzaktan erişilmeye çalışılmış. Sistem de bu tehlikeyi algılayıp, kendini korumaya almak için kapatmış. Herhangi bir veri kaybı yok. Rahatlıkla kullanabilirsiniz.” Albay kaşlarını çattı. “Bunu kimin yaptığını bulabilir misin?” Melisa ekrana bakmaya başladı. “Bulabilirim ama büyük ihtimalle IP adresi yoktur ya da başka bir yer belirtilmiştir. Haclemek amacıyla bir yazılım kullanılmış, yani büyük bir ihtimalle bulunması zor. Uzun uğraşlar sonucu elde edilen bilgilerde sahte olacaktır.”
Albay sinirle dişlerini sıktı. Her yerdeydi teröristler. Yıllardır uğraşıyorlardı ama bitirememişlerdi. “Bir daha aynısı olabilir mi?” Melisa başını salladı. “Olabilir elbette. Ama bilgisayarınız da bulunan yazılım epey güçlü. Yani başarılı olabilmeleri için, bilgisayarınızda bulunan yazılımdan çok daha güçlü bir yazılım kullanmaları gerekiyor.” Albay başını sallarken, Melisa’ya bakmaya başladı. “Melisa hanım, herhangi bir yerde çalışıyor musunuz?” Melisa ani gelen soruyla şaşkınca başını olumsuz anlamda salladı. Albay memnunca gülümsedi. “Burada çalışmak ister misiniz? Sizin gibi bilgili birine ihtiyacımız var.” Albayın sözlerine bir kaç kişi şaşırmıştı. Bunların arasında Melih ve Hülagü de vardı. Melisa şaşkınca sağına soluna bakındı. Bir an evvel gitmek istiyordu ama böyle bir teklifte bir daha hayatında gelmezdi. Bakışları Hülagü ile çarpıştı. Adam resmen kabul etme diye bağıracaktı neredeyse. Dudağının bir köşesi kıvrıldı. Kararı belliydi.