Kapının tıkırtısıyla gözlerimi açtığımda, oda kapkaranlıktı. Hızlıca yerimde doğruldum. Hırsız mı gemişti? Korkarak salonun kapısına bakmaya başladım. Sonra başıma dank etti. Ben Melih’in yanına gelmiştim. Yani buraya gelemezdi hırsız. Ya da gelebilir miydi? Yerimden sessizce kalkıp, görebildiğim kadarıyla etrafa bakındım, kendimi savunabileceğim bir şeyler arıyordum. Gözüme sehpada duran cam bardak ilişti. Elime aldım hemen, iş görebilirdi. Salonun kapısının yanına gittim. Elimi kaldırdım. Kapı açılınca içeriye bir beden girdi. Elini düğmeye atıp açmasıyla bardağı kafasına doğru vurmak için elimi salladım. Kolumdan tuttu. “Abla ne yapıyorsun, Allah aşkına? Bırak şu bardağı.” Melih’i görünce rahat bir nefes aldım. Elimdeki bardağı ellerine bıraktım. “Ne bileyim be ben. Hırsız falan sandım seni.” Kaşlarını alnına doğru kaldırırken ‘yok artık’ gibisinden baktı. “Askeriyede lojmana hırsız girecek. Bayağı yürekliymiş o hırsız.” Başını sağa sola sallayıp, koltuğa yöneldi.
Otururken, elindeki bardağı da sehpaya geri bıraktı. Dediklerine göz devirdim. Olabilirdi sonuçta. “O değilde sen Hülagü ağabeyle ne konuştun onu söyle? Adam bir geldi, nefesini sinirinden burnundan alıyordu. Yüzü de kıpkırmızı olmuştu.” Konuşmalarımız aklıma gelince sıkıntılı bir ifade yerleşti yüzüme. Dudaklarımı büzerken yanına geçip oturdum. “Boşandığımı söyledim. Bir de ondan bir telefonla ve saçma sapan bir nedenle ayrıldığım için, özür diledim.” ‘Pes artık’ diye mırıldandı. “Yani abla, dalga geçer gibi sende. Dört yılın sonunda mı özür dilemek geldi içinden? Biraz daha bekleseydin, bir dört yıl daha.” Kaşlarım çatılırken omzuna vurdum, sinirle. “Gayet samimiydim özrümde. Dalga falan da geçmedim.” Gözlerini devirip başını eğdi. Aklıma bir çok soru gelmişti sormak için ama en önemli olanından başlamaya karar verdim. “Siz onunla yakın mısınız? Ağabey dedin az önce.” Başını salladı. Eskiden de severdi zaten Melih, Hülagü’yü. Küçükken mahallede peşinden ayrılmaz, hep onunla oyun oynamak isterdi. Diğer soruya geçtim. “Şey, hayatında birisi var mı? Parmağında yüzük görmedim ama, sevgilisi falan, ne bileyim?” Başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Cevabı söyleyip söylememekte kararsız kalmış gibiydi. Bu halinden yola çıktığımda cevap belliydi. “Yani var gibi de, yok gibi de.” Bu ne demekti şimdi? Var mıydı, yok muydu? “Düzgün desene şunu.” Sağına soluna bakındı. Dizlerini oynatmaya başlarken, stres yaptığını anladım. Konuşması için, koluna dirsek attım. Acıyla inledi. “Bir dur tamam anlatacağım. Ama sinirlenmek yok. Tamam mı?” Kaşlarım çatıldı. Neden sinirleneyim ki, hayatında birinin olmasına? Başımı tamam anlamında salladım. “Halamın kızı, Canan. O da burada hemşirelik yapıyor ve onunla yakın gibiler.” Beynime nüfuz eden sözlerle gözlerimi kırpıştırdım. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemez bir halde etrafa bakındım. Canan, hani şu Hülagü’den ayrılmam için aklıma giren kuzenim. “Ciddi misin ya sen? Zamanında ayrılmam için bayağı bir manipüle etti beni, şimdi de gelmiş Hülagü ile birlikte öyle mi?” Sinirimden yerimde duramayıp ayağa kalktım. Bir ileri bir geri yürümeye başladım. Melih ima dolu bir şekilde konuşmaya başladı. “Sana o zaman da dedim ben abla, uyma şuna diye ama beni dinlemedin ki. Bir iki söze kanıp, ayrıldın, eniştemden. Kimseye suç bulma o yüzden en büyük suçlu sensin!” Bu acıtmıştı canımı ama en kötüsü de haklıydı.
Bazı şeyler şimdi anlamlı gelmeye başlıyordu. Hülagü ile nişanlıyken birkaç buluşmamızda Canan da vardı yanımızda. Arada bakışlarının Hülagü’nün üzerinde takılı kaldığını görmüştüm ama umursamamıştım. Bize geldiği sıralarda mahallede gezmeye çıkarken hep giyinir süslenirdi. Zaten bize gelmeleri de hep Hülagü izne çıkıp, mahalleye geldiğinde olurdu. Nişanlımı gözüne kestirmişti ve bende onu altın tepside sunmuştum resmen. Alnıma vurdum sinirle. “Allah kahretsin, ben bunu daha önce neden anlamadım?” Melih yerinden kalkıp yanıma geldi. Sırtıma vurdu bir kaç kere. “Üzülme abla. Elinin tersiyle ittiğin adam koskoca yüzbaşı oldu, ama sen üzülme. Başkaları değerini bilir nasıl olsa. Hadi ben yatıyorum. Mutfakta bir şeyler var, yemek istersen eğer.” Diyeceğini diyip giden kardeşimin arkasından baktım. Laf da sokmuştu ara yerde. Yarın bir şekilde şu Canan’ın yanına gitmeliydim.
Sinirimden yemek falan da yemeyi düşünmedim. Öylece geri koltuğa oturdum. Bir şekilde Hülagü ile yeniden konuşmalıydım. Ama ne diyecektim ki, Canan beni kandırdı o yüzden senden ayrıldım, sende gözü varmış meğerse. Sinirle güldüm. ‘Senin aklın yok muydu?’ derdi bana. Bende yoktu derdim artık. Sinirimden koltuğu ısırmaya başladım. Biraz durulunca başımı yaslayıp, gözlerimi de karşı duvara kitleyip düşünmeye başladım. Bende Melisa isem eğer bu oyunu bozardım.
Sabah olduğunda boyun ağrısıyla mücadele ediyordum neden mi? Ben akıllı, koltukta otururken uyuyakalmıştım ve boynum feci halde tutulmuştu. Melih evden çıkarken, dolapta ağrı kesici olduğu ile alakalı bir şeyler söylediği için, ilaçları arıyordum. Bulduğum zaman bir ağrı kesiciyi kapsülünden çıkardım. Tam ağzıma atacakken, aklıma dehşet bir fikir geldi. Revire ilaç bahanesi ile gidip, Canan’ı görebilirdim. Aklıma yatmıştı bu fikir. Hemen yatak odama gittim. Melih sağolsun, bavulumu dün akşam koymuştu odama. Bavulumu açıp, elbiselerime baktım. Koyu yeşil dar kesim bir elbiseyi gözüme kestirdim. Üzerimdekileri çıkarıp giydim. Dizimin biraz üzerindeydi. Saçlarımı da hafifçe elimle taradım. Dudağıma da biraz parlatıcı sürdüm. Hazırdım. Ayağımada sandaletlerimi giydim ve evden çıktım.
Revirin yerini bilmediğim için, sağıma soluma bakarak yürüyordum belki tabela neyim görürüm diye. Pek de bir işe yaramayınca, biraz ileride temizlik yapan askerleri gördüm. Yüzüme sevimli bir ifade yerleştirip yanlarına doğru yürüdüm. Bir kaç askerin bakışı bana doğru döndü. Gülümseyerek bakmaya devam ederken yürüyordum da. Kendimi podyumda gibi hissettim. Şimdi elimi kaldırıp, etraftakileri selamlayacaktım. Yanlarına iyice vardığımda hayranlıkla bakıyorlardı. “Merhaba kolay gelsin.” Önce bana baktılar sonra birbirlerine içlerinden biri yanındakine fısıldadığını sandığı bir sesle konuştu. “Bir melek bize doğru geldi sanki.” Kıkırdamaya başlarken elimle ağzımı kapattım. “Ben reviri arıyorum da, nerede acaba?” Ağızları açık bir şekilde baktılar bana. “Ne yapıyorsunuz siz?” Yüksek bir ses duyunca hemen o tarafa baktılar. Bende baktım. Bu dün kapıda konuştuğum, üsteğmendi. Adı neydi, söylemişti galiba. “Ben buraları tertemiz olacak demedim mi? Mola mı verdiniz çok yoruldunuz da?” Bir kaç adım attım sağ tarafa doğru. Beni görünce kaşları çatıldı ilk. “Kızmayın lütfen ben revirin yerini soruyordum da ona cevap vermeye çalışıyorlardı.” Sözlerimle bakışı düzeldi. Askerlere baktı. “İşinizin başına hadi.” Herkes bir anda pır diye dağılıverdi. “Ben size göstereyim Melisa hanım, reviri. Buyrun.” Çapkın çapkın bakmayı da ihmal etmemişti. Dudaklarıma bir gülümseme kondurup yanına ilerledim. “Ay, size zahmet olmasın.” Başını sağa sola salladı. “Sizin gibi güzel bir hanımefendiye yardım etmek, zahmet sayılmaz.” Böyle de konuşunca bir taraflarım kalkmıştı. Yan yana yürümeye başladık. “Normalde siviller askeriye içinde gezemezler. Başka birine denk gelseydiniz sizi sert bir şekilde uyarabilirdi.” Konuşmasıyla kaşlarım havalandı. “Ben bilmiyordum özür dilerim. Başım ağrıyınca ilaç almak için lojmandan çıktım.” Anlayışla yüzüme baktı. “Sorun değil. Ama bir daha çıkacağınız zaman kardeşinizle çıkın ya da numaramı arayıp benimle de çıkabilirsiniz.” Açıkça flört ediyordu ve bunu çok da güzel yapıyordu. Cevap vermeden gülmekle yetindim.
Büyük bir binanın önüne geldiğimizde durdu. O durunca bende durdum. “İlk kat, soldan ikinci kapı.” Binaya bakıp başımı salladım. “Teşekkür ederim. Sizi de alıkoydum yeniden kusura bakmayın.” Gülerek gözlerime baktı. “Benim için bir zevkti.” Bende gözlerine baktım ama diyecek bir şey bulamadım. Başımla selam verip, binaya doğru yürüyüp içeri girdim. Soldan ikinci kapı demişti. İlk kapıyı geçip ikinci kapının önüne vardım. Derin bir nefes alıp, kapıya vurma için elimi kaldırdım ama açıktı. Biraz itince onları gördüm. Canan beyaz gömlek ve pantolonla duruyordu. Hülagü ise askeri kıyafetle. Yan yana duruyorlardı. Canan bir kahkaha atıp, Hülagü’nün koluna vurdu. Hülagü de güldü bu hareketle. Gözlerim sanki dehşet bir şey görmüş gibi büyüdü. Kendine dokunulmasını pek sevmezdi o. Bir tek bana izin verirdi. Az sonra daha da şok olacağım bir şey oldu. Hülagü elini kaldırıp, Canan’ın saçlarını dağıttı hafifçe. Yine benden başka kimseye dokunmayan adam birine dokunuyordu.
Başlamadan biten bir savaşın yenilgisiyle omuzlarım düşerken, arkamı döndüm ve binanın çıkışına ilerledim. Canan istediğini almıştı ve kaybetmiştim. Gözlerimde dolmuştu. Neden doluyorsa? Yıllar önce ayrıldığım adamın bir ilişkisi var diye mi? Binadan çıkıp dalgın dalgın yürümeye başladım. Biraz yürüdükten sonra kolumu biri tuttu. Dönüp batığımda çapkın üsteğmendi. “Melisa sana sesleniyorum deminden beri.” Yüzüme baktı, kaşları çatıldı. “Ne oldu, neden ağlıyorsun?” Ağlıyor muydum? Haberim yoktu. Elinin biriyle göz yaşlarımı sildi. “Ben bilmiyorum. Duygusal bir boşluk yaşadım galiba.” Yüzümdeki elini çekip kollarımı tuttu. “Hadi gel seni lojmana götüreyim.” Kolumdan nazikçe tutup beni lojmanların olduğu yere doğru yönlendirdi. Sessizce yürüdük.
Lojmanın önüne vardığımız zaman yeniden yüzüme baktı. “Biraz daha iyi misin?” Başımı salladım ağır ağır. Hiç bir şey demeden yürüdüm ve eve girdim. Odama geçip üzerimi değiştirmeden yatağa uzandım ve gözlerimi kapattım.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Telefonun sesiyle uyandım. Hemen elime alıp açtım.
‘Efendim.’
‘Hah abla neredesin ya sen? İki saattir arıyorum.’
‘Uyuyakalmışım. Ne oldu?’
‘Ben akşam eve geç gelirim. Gece yarısından sonra büyük ihtimalle. Arkadaşlarla dışarı çıkacağız.’
‘Tamam.’
‘Sen iyi misin?’
‘İyiyim bir sıkıntı yok.’
‘Tamam o zaman yarın tatil evde olurum bende, görüşürüz.’
‘Görüşürüz.’
Telefonu kapatıp, ayağa kalktım. Kendime yapacak bir şeyler bakındım. En sonunda temizlikte karar kıldım. Baştan aşağı temizledim evi. İşim biterken saatte sekize geliyordu. Mutfağa geçip, makarna yaptım kendime. Bir güzel yedim. Mutfağı toparlayıp salona geçecekken kapı çalındı. Kaşlarım çatılırken o tarafa ilerdim. Melih erken mi gelmişti? Kapıyı açtığımda ise karşımda, sinirli bir ifade ile duran, Hülagü vardı. Gözleri kıpkırmızıydı. Dişlerini sıktığı da belli oluyordu. Öylece bakmaya başladım ona. Derin nefesleri yüzünden göğsü inip kalkıyordu ve bakışları, bakışları sanki acı çekiyor gibiydi.