Hülagü’nün anlatımıyla…
Odamın penceresinin kenarında durmuş, bütün dikkatimle dışarıdaki hafif aydınlatmalı boş alana bakıyordum. Bugün Melisa ile yaşadığımız, o tartışmadan sonra onun gidişini izlemiştim bir süre. Aklım nihayet başıma geldiğinde ise peşinden koştum ama bulamadım. Söylediklerimin biraz ağır olduğunun farkındaydım ama dört yıldır içimden atamadığım bu sevda yüzünden canım çok yanmıştı ve halen de yanmaya devam ediyordu. Çektiğim acıyı bir şekilde ondan çıkartmalıydım. Bu da dilime hakim olamamamı sağlamıştı. Canan hakkında söylediklerine inanmadığımı belirtmiştim ama düşününce mantıkı gelmeye başlamıştı. İlk buraya geldiği zamanlar sürekli bir yakın olma çabasına girmeye başlamıştı. Açık bir şekilde uyarıda bulunduktan sonra hal ve hareketlerine dikkat etmeye başlamıştı. Esasında benim için kız kardeş gibiydi. İçimdeki bu sevdayı atmadan kimseyle görüşmek gibi bir düşüncem de olmamıştı, hiç.
Sevdam, Melisa. Aslında her şey, kara harp okulundan mezun olup, ilk görev yerime gitmeden önce, izin kullanıp ailemin yanına geldiğimde başlamıştı. Aynı mahallede yaşıyorduk. Benden dört yaş küçüktü ve gazla bir muhabbetimiz olmamıştı hiç. Kardeşi Melih çok gezerdi peşimde. Benim geldiğimi haber alınca ailesi misafirliğe gelmişti. İşte o akşam kapıdan içeri girdiğinde kalakaldım resmen. Bir sene hiç görmemiştim onu ve o, çok güzelleşmişti.
O akşam ondan gözlerimi alamadım, hiç. Hatta bir ara annemin uyarı dolu bakışlarla bana baktığını hatırlıyorum. Benimle fazla konuşmamıştı. Pek konuşkan biri değildi bildiğim kadarıyla. Onlar gittikten sonra hemen annemin yanına gidip, Melisayı istemeye gidelim dedim. Önce bir şaşırdı ama sonra mutlu oldu. Melisa’nın annesi Meliha teyze, ahretliği gibi bir şeydi. Telefonunu eline alıp, Meliha teyzeyi hayırlı bir iş için geleceğiz diyerek bilgilendirdi.
Sonrası hızlı oldu. İstemeye gittik. Babası Melisayı bir köşeye çekip konuştu. Cevabı olumlu olmalı ki, söz kesildi. Bir hafta sonra da akrabaların ve arkadaşların olduğu küçük bir nişan yaptık. Nişan sonrası ben görev yerime gittim. Hayatımda ilk kez aşk denen duyguyu yaşıyordum ve nasıl davranmam gerektiğini de bilmiyordum. İlk zamanlar fazla konuşmuyorduk. Aramaya yok, mesaj yok. Bana karşı bir şey hissetmediğini biliyordum. Bu yüzden arayıp, sormamasını yadırgamadım. Bende ne yapmam gerektiğini bilmediğimden öylece konuşmadan geçti zaman.
Yeniden izne geldiğimde ilk adımı atıp onu dışarıya çıkardım. Gezdik, tozduk. Ama aramızda hep bir mesafe vardı. Uzak duruyordu genellikle. Bende çok ısrarcı olmamak için sesimi çıkartmadım. Ama bu sefer görevine geri döndüğümde iletişimimiz kopmadı. Önce mesajlaşmaya başladık. Basit konuşmalardı; günaydın, iyi geceler, nasılsın vb. Sonraları gündelik olayları konuşmaya başladık. Arada bir dedikodu yapmaya. Mesajlaşma sonradan aramalara evrildi. Her aradığınca bıcır bıcır konuşmasını sessizce dinliyordum. Onun sesini duymayı çok sevdiğimi de bu sayede farketmiştim. Normal aramalar zaman zaman görüntülü aramalara döndü. O güzel yüzünü her gördüğümde istemsizce gülümsüyordum. Alıp içime sokasım geliyordu. Yanmış bitmiştim ona.
Ben görevimi yaparken, o da üniversite okuyordu bu arada. Üçüncü sınıfa geçtiğinde biz bir senelik nişanlıydık. Okulu bitince evlenecektik. Birbirimize iyice alıştığımızı düşünüyordum. İzne geldiğim zamanlar daha çok vakit geçiriyorduk. Hatta iki kere birlikte bile kalmıştık. Sanırım düğün zamanı yaklaştıkça yaşadığı heyecandan dolayı bana mobilya resimleri atmaya başlamıştı. Şu renk çok güzel, çok rahat görünüyor, odanın rengi çok güzel. Bu yemek takımı harika. Böyle mesajlar aldıkça ondan, ben de hem heyecanlanıyor, hem de bana karşı bir şeyler hissetmeye başladığını düşünüyordum.
Bir buçuk yılın sonunda biriktirdiğim paralar ve babamın da desteği ile bizim mahallenin iki mahalle ötesinden bir ev satın aldım. Odalarını tıpkı onun istediği gibi boyadım. Eşyaları yine onun istediği gibi aldım. Çünkü evlenmemize az kalmıştı ve ben onun böyle şeylerle uğraşmasını istemiyordum.
O kara güne kadar her şey hazır olmuştu. Yanına gittiğimde onu evimize götürecek, hazırladığım sürprizi gösterecektim. Beni arayıp da ayrılmak istediğini, her an ölecek olan biriyle yapamayacağını söylediğinde ağzımdan sadece ‘tamam’ kelimesi çıkmıştı zar zor. Herkes asker yareni olamazdı neticede. Böyle avutmaya çalıştım kendimi, telefonu kapatır kapatmaz. Ama hemen ardından deli gibi ağlamaya başladım. Seviyordum, çok seviyordum ve sevdiğim tarafından, yüz yüze bile ayrılmaya layık görülmemiştim. Basit bir telefonla her şey bitmişti.
Ertesi gün kendime geldiğimde hemen komutanımın yanına gittim ve sınır ötesi göreve gitmek istediğimi bildirdim. Şansıma bir kaç güne gidilecekti. O göreve gittim. Altı ay süren tehlikeli ama başarılı bir görevdi. Geldiğimde rütbem yükseltildi. Sevinmem gereken bir durumdu ama sevinemedim. O kadar çatışma, o kadar akan kan, o kadar geçen gün bana onu bir saniye bile unutturmadı. Annemi arayıp haberini almak istediğimde de acı bir sürprizle karşılaştım. Evlenmişti. Hemde benim görevden döndüğüm gün. Canı sağolsun dedim, zar zor. Hazırladığım evimde babama satmasını söyledim. Bir ay sonra hesabıma yüklü bir miktar para geldi. Arayıp konuştum hemen. Yeni evlenen bir çifte satmış evi.
Bir daha da hiç bir şekilde haber falan almadım. Sormadım. Başkasınındı artık, yakışık almazdı. İki sene önce karargahta yeni gelen teğmenlere bakınırken, Melih’i görünce şaşırdım ilk. Asker olmak istediğini bilmiyordum. O da beni gördüğünde şaşırdı. Tesadüf bu ya aynı yerdeydik. Samimiyetimiz devam etti onunla. Ağabey kardeş gibiydik. Meraktan çatlasam da bir kere bile ablasını soramamıştım. Mutlu muydu? O adamı seviyor muydu? Hayatı nasıldı? Çocukları olmuş muydu? Çok soru vardı kafamda ama orada kalmaya devam ettiler.
Geçenlerde yanıma gelip, ablasının buraya geleceğini söylediğinde ne diyeceğimi bilemedim ilk. Bir yanım heyecanlanmış, bir yanım ise öfkelenmişti. Gelmesin diyemezdim elbetteki. Hakkım yoktu. Başımı sallamakla yetindim.
Sonra geldi. Onu ilk Melih’in yanında görmemiştim. Çarşıdan askeriyeye geri dönerken, uzaktan taksiden indiğini görüp durmuştum kenarda. Askerlerle konuşması, beklemesi. Uzaktı ama görüyordum onu. Çok çok güzeldi. Kalbim şiddetle çarpmaya başladığında ise gaza basıp, kapıdan geçtim. Benden tarafa bakmamıştı ama ben bakmıştım.
Lojmana giderken yorulup durduğunda aklımda onca şey varken tek sorabildiğim neden geldiğiydi. Cevabı tatmin etmemişti. Boşandığını öğrendiğimde ise şaşırdım ve ilk canını acıtacak sözleri o zaman söyledim. Şaka gibi bir de özür duydum o gün. Gözüme görünmemesini söyleyip, çekip gittim yanından. Eğer gitmeseydim pek iyi şeyler olmayacaktı çünkü.
Ertesi gün Canan’ın ısrarıyla bir bardak çay içmek için revire gittiğimde biraz şakalaştık. Dediğim gibi Canan kız kardeşimdi gözümde. Binadan çıktığımda hiç görmek istemeyeceğim bir durumla karşılaştım. Bir adam yüzüne dokunuyordu, kolunu tutuyordu, omuzlarını okşuyordu. Gözüme görünme dedikten hemen sonraki gün böyle bir manzara görmek sinirlerimi bozdu. Lojmana doğru gitmeye başladıklarında onlara bakıyordum. Belki gözlerimden ateş bile çıkmıştır o zaman bilmiyorum.
Kendimi odama attığımda, hiç bir şey düşünemiyordum. Aklımdaki tek görüntü az önceki gördüklerimdi. Kendini hemen birinin kollarına atmasını beklemiyordum. Düşünmekten kafayı sıyıracaktım. Akşama kadar orada öylece durup sakin kalmaya çalıştım ama daha fazla dayanamadım. Bir hışım odamdan çıkıp, onun kaldığı lojmana gittim.
Beni karşısında görünce şaşırdı ilk. Tek kelime etmeden eve girdiğimde şaşkınlıkla duraksayıp, kapıyı kapattı arkamdan geldi. Aklımda o gün kesinlikle onu öpmek yoktu. Bağırıp, çağırıp, hesap soracak sonra da çekip, gidecektim. Öyle yaptım ama o yakınlıkla dudaklarına bakmak gibi bir hataya düştüğümde, kendimi onunla öpüşürken buldum. İlk karşılık vermedi ve bu durum sinirimi yeniden bozdu. Hırsla karşılık vermesini istedim. Verdi de.
Onunla öpüşmek o kadara güzeldi ki, nişanlı olduğumuz zamanlar geldi aklıma. Sanki hiç gelmiyormuş gibi. Öpüşmek de değildi yaşadığımız, birnevi ön sevişmeydi. Orgazm olurken kendini sıkması ve sonrasında başını omzuma koyup dinlenmesi bile aynıydı. Hiç ayrılmamışız gibi geldi o an. Lakin aklım başıma geldiğinde kaçtım. Kaçmasaydım çok daha ilerisi olacaktı. Kendi lojmanıma geldiğimde, önümde uğraşmam gereken bir sertlik vardı. Dula güç bela girdim. Başka şeyler hayal etmek istedim ama olmadı. Öpüşmemizi hayal ederek kendimi rahatlattım. Olmaması gereken bir şeydi yaptığım. Öptüğüm için pişman mıydım? Belki. Yine olsa yine yapar mıydım? Yapardım. Özlemim çok büyüktü ona. Bu kadar yıl atlatamadığım duygular onu görünce yeniden alevlenmişti ve ben bunu istemiyordum.
Unutmak için her şeyi yapabilirdim. Hatta bir ara Canan’a sevgili rolü yapmayı teklif edecektim ama kendimi durdurdum. Bana karşı duyguları olduğu belli olan birine bunu yapamazdım. Kendisini kardeşim gibi gördüğümü ve hep öyle kalacağını da söylemiştim. Bunun hemen ardından böyle bir şey istemek adilik olurdu. Şakalaştığımıza falan aldanmayın, çok yakın değiliz Canan’la. Hep onun ısrarlarıyla görüşürüz genel olarak. Çoğu zaman kabul bile etmem, buluşmayı. Bu yüzden ertesi gün arayıp kahvaltıya davet ettiğinde, reddettim onu. Pazar tatilimi dinlenerek ve içimdeki Melisa’ya karşı olan, saçma sapan açlığa bir son vermeye çalışarak geçirecektim.
Şimdiye kadar onu atlatmalıydım ama olmamıştı. Şu anda etrafımda olması bunu tamamen imkansız kılacaktı, hele bir de öpüşmüşken. Karalar bağlayıp düşünürken evimin kapısı çalınca, Kaşlarım çatılarak kalkıp açtım kapıyı. Canandı gelen. Hiç bir şey demeden bana baktı ilk. Sonra içeri girdi. Melisa’yla olan görüşmesini anlattı. Hakaret ettiğini söyledi. Bu pek inanacağım bir durum değildi. Küfür eden biri olmamıştı hiç, hakkını yiyemem. Bana dönüp, onu halen sevip sevmediğimi sorduğunda sessiz kaldım. Zaten cevabı hep biliyordu. Beni asıl şaşırtan sonrasında dedikleriydi. Melisa’nın öpüştüğümüzü Canan’a söylemesini beklememiştim. Sinirim de bozuldu bu duruma. Ne istediğini ilk defa bilmiyordu kalbim. Birine aynı anda, hem üzülüp, hem kırılıp, hem sinir olup, hem de nasıl sevebilirdi ki bir insan. Ben bunların hepsini yaşıyordum işte. Aynı anda.
Canan’ı bir şekilde evden gönderdiğimde ne yapacağımı daha net düşünmeye başlamıştım. Onunla olmazdı artık. Beni bir telefonla terkeden kadınla olmazdı. Ama hem kalbim, hem de bedenim onu deli gibi de istiyordu. Çıkmazdaydım ve bu durum sinirimi bozuyordu.
Ertesi gün olduğunda, odamın penceresinden onun aceleyle askeriye dışına gittiğini görünce merakıma engel olamayıp bende gittim peşine. Önemli bir işi olduğunu söylediğinde bırakmayı geçirdim içimden ama vazgeçtim. O üsteğmen gelmeseydi çok da kararlıydım ama onu görünce kıskançlığıma engel olamayıp, benimle gelmesini sağladım. Ve yapılan başka bir hataya neden oldu bu durum. Yine bir öpüşme meselesi. Neyse ki bu seferki uzun sürmedi. Sonrasında dedikleri ise kalbimi hızlandırdı. Beni istediğini, hatta bu öpüşmelerin böyle kalmayacağını söylemesi, bedenimi alev gibi yaktı.
Dükkanda yaptığımız konuşma tamamen rastgele oluşmuştu. Canan’a hediye almayacaktım elbette. Aramızda bir şey olup olmadığını sorması ise canını acıtma isteğimi körükledi ve dilime gelenleri söyledim. Üzüldü ve kaçtı. Neden üzüldüğünü bile anlamadan peşinden gittim. Ağladığını görmem ise şok etkisi yarattı. Beni sevme ya da hoşlanma ihtimali aklıma geldi ama buraya gelmeseydi ya da boşanmasaydı bunların olmayacağı da duvar gibi duruyordu olduğu yerde. Sonrası zaten inanmamazlıkla biten bir konuşma.
Odamın penceresinde dışarı izlemeye devam ettim. Çünkü Melisa ortada yoktu. Ve ben, endişeden delirmek üzereydim.