Yaşanan o öpüşme olayı ve sonrasındaki olanların üzerinden tam olarak bir hafta geçmişti. Olayın ertesi günü aldığım karara uyarak randevu aldığım psikoloğa gittim. Yanımda ilaçlarımı da götürdüm. Gayet güzel bir seans geçirmiştik. Düşüncelerimi, yaşadıklarımı profesyonel biriyle, yeniden paylaşmak bana çok iyi gelmişti. İlaçlarımı son kullandıklarımdan biraz daha ağır olanlarla değiştirdi ve haftada bir gün seansa gelmemi rica etti. Kabul ettim.
Bu geçen bir haftada, psikolojik destek almak yaptığım tek şey değildi. İşlemlerimi yaptırıp, karargahta çalışmaya da başlamıştım. Hülagü ile en fazla iki üç kere karşılaşmış, onda da fazla konuşmadan selamlaşarak yollarımıza devam etmiştik. Zaten benim çalıştığım bina ile onun odasının olduğu bina farklı yerlerdeydi.
Yaşanılan bir diğer gelişme ise Canan benim burada çalışmaya başladığımı öğrenince Hülagü’ye daha bir yakın olma çabasına girmiş gibiydi. Arada onları dışarıda yürüyüş yaparken görüyordum. Umurumda olmamalıydı belki. Sonuçta ilk başta ben bu adamı terketmiştim. Sonra da o benden intikam almak için yaklaşmıştı bana. Ama onları her gördüğümde kalbim kasılıyordu. Kıskanıyordum onu. Yine de ani bir tepki vermemek için de kendimi sıkıyordum. Tedavi aşamasındaydım ve düzgün düşünemiyordum.
Şimdi ise karargahın yemekhanesinde yemek yerken, karşımda gülüşüp duran ikiliye öfkeyle bakıyordum. Elimdeki kaşığı sıkmaktan, parmak boğumlarım bembeyaz olmuştu. Sıkılı elimin üzerine bir el değdi. “Ablam, bakıp durma artık. Yemeğini ye hadi.” Gözlerim istemsizce doldu. “Melih, dayanamıyorum. İntikam almak için öpüp durmuş beni. Şimdi de karşımda böyle Canan’la gülüp duruyor. Ya tek kabahatim, birinin sözlerine uyup ondan ayrılmamdı ki o zamanlar sevmiyordum bile onu. Onun da beni sevdiğini sanmıyordum. Bir de gülüp durduğu kadın bunların başrolüyken, bakmaktan başka elimden bir şey gelmiyor.” Melih üzgünce baktı bana. Kardeşimi de üzüyordum tavırlarımla. “Boşver ablam. Bende anlamadım bu olanları. Hülagü komutanımı, enişte kontenjanından çıkardım artık. Sadece rütbelim.” Dedikleri dudaklarımda ufacık bir gülümsemeye sebebiyet verirken başımı eğip, yemeklere baktım. İştahım yoktu. O ilaçları ne zaman kullanmaya başlasam iştahım olmazdı zaten. Önümdeki tabldotu ileri doğru ittim. “Yemek istemiyorum. En iyisi gideyim ben. Bu manzaraya daha fazla bakamayacağım.”
Yerimden kalkıp, tabldotu elime aldım ve artık yemeklerin konulduğu yere ilerledim. Kendimi iyi hissetmek için yaptığım şeyleri yapmıyordum artık. Gülücükler falan saçmıyordum etrafa. Yıkılmıştım ama kalkacaktım ayağa.
Yemekhaneden dışarı çıktığımda derin bir nefes aldım temiz havadan. İçeride bunalmıştım. Manzaramın da etkisi vardı tabiki bunda. Biraz ilerimdeki bankları görünce oraya doğru gidip birine oturdum. Yüzümü güneşe doğru kaldırıp, güneşlenmeye başladım. Eh biraz kendime baksam fena olmazdı.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama güneşin sıcaklığı ile iyice mayışmışken, yanıma birinin oturmasıyla gözlerimi açıp o tarafa baktım. Canandı gelen. Gözlerimi kısıp yüzüne baktım. Keyifli bir hali vardı. “Nasılsın, kuzenciğim. Biraz çökmüş gördüm seni. İyisin inşallah.” Yüzüme gayet rahat bir ifade yerleştirdim biraz da gülümsedim. “Neden iyi olmayayım, Canan? Sadece işe yeni girdiğim için tempoya alışmaya çalışıyorum. Yorgunum biraz.” Bilmiş bilmiş başını salladı. “Ay sana asıl diyeceğim şeyi unuttum bak görüyor musun? Kafam kalmadı ki.” Yine ne yumurtlayacak merak ettiğim için yüzüne baktım. “Neymiş söyleyecek olduğun?” Gülerek saçını başını düzeltti. “Yakında düğünüm olabilir. En ön kuaför sırasını da sana ayarlayacağım haberin olsun. Gelmezsen valla kırılırım.” Ne diyordu bu be? Ne düğününden bahsediyordu. “Ne diyeceksen düzgün desene sen. Ne bu saçma laflar?” Gülmeye devam ederken etrafına bakındı ve bana biraz daha yaklaştı. “Hülagü beni bu akşam yemeğe çıkartacak. Sevgili olma yolunda ilerliyoruz, görmüşsündür zaten. Gözlerin sürekli üzerimizdeydi. Ama merak etme, ben senin gibi bırakıp gitmeyeceğim adamı, hemen nikahı kıyacağım.” Dedikleriyle yutkundum. Doğru mu duymuştum? Yemek demişti, HÜLAGÜ demişti, evlilik demişti. Nefeslerim hızlandı. “Saçma salak konuşma. Hülagü seninle evlenmez!” Tek kaşını kaldırarak bana baktı. “Neden evlenmesin? O bekar, ben bekarım. Ve en önemlisi de onu asla yarı yolda bırakmam!” Sözlerini bitirip kahkaha attı. “Ben mi yarı yolda bıraktım onu? Sen aklıma girdin. Seni sevmiyor dedin. Benim salaklığım sana uymakta.” Kahkahasını kesip bana baktı. “Uymasaydın, Melisa. Zorla mı ayırdım sizi? Ayrıca dediğim gibi bunu sadece biz biliyoruz. Ona söylesen de sana inanmayacak.” İnanmamıştı zaten. Ama bunu, bu yılanın bilmesine gerek yoktu. Yerinden aheste aheste kalktı. “Neyse ben işimin başına döneyim artık. Akşam içinde bir şeyler düşünmem gerek. Belki buraya gelmeyiz, yanıma yedek kıyafet falan da almalıyım, kafamda almam gerekenleri, tartmam gerek. Ah neden gelmeyeceğimizi de, anlarsın ya.” Sözlerini bitirip, göz kırptı bana. Sonrada arkasını dönüp, gülerek yanımdan uzaklaştı.
Arkasından öylece baktım. Kaşlarım çatılmış, ellerim sinirden titriyordu. Yerimden hızlıca kalkıp, Hülagü’nün odasının bulunduğu binaya doğru yürüdüm. Binaya geldiğimde beklemeden içeri girdim. Hiç gelmemiştim buraya odasını da bilmiyordum. Durduğum koridorun ilerisinde küçük bir masada bir asker oturuyordu. Onun yanına gittim. “Afedersiniz.” Asker başını kaldırıp bana baktı. Sonra da bir güzel süzdü. Başını kadırdığında gözleri ışıldıyordu sanki. “Buyurun hanımefendi. Nasıl yardımcı olabilirim?” Gülümseyerek baktım. “Ben Hülagü yüzbaşının odasını arıyordum da. Nerde acaba?” Hülyalı hülyalı bakındı ilk. Sonra da elini kaldırıp geldiğim yeri gösterdi. “Şuradaki merdivenlerden çıkın, sola dönün, en son kapı.” Tebessüm ederek başımı salladım. “Teşekkür ederim.” Yanından ayrılıp, dediği gibi merdivenden çıkıp, sola döndüm ve en sonki odaya gittim. Üzerinde ismi yazıyordu. Bir kaç kere kapıya vurdum.
Duyduğum sert ses ‘gir’ diye seslendi. Hemen kapıyı açıp içeri girdim. Başını eğmiş bir dosyaya bakıyordu. Kapıyı kapattım. Başını kaldırdı. Beni görünce bariz bir şaşkınlık yaşadı ilk. Gözleri üzerimde gezinirken, kaşlarını çattı, dişlerini sıktı. “Bir sorun mu var Melisa hanım? Neden geldiniz?” Evet bir diğer olayda buydu. Ben ona yüzbaşı diye seslenmeye başlayınca o da bana Melisa hanım diye sesleniyordu.
Odanın ortasına doğru bir kaç adım attım. Birbirimize bakmaya devam ediyorduk. “Bu akşam, Canan’ı yemeğe mi çıkartacaksın?” Sorumla kaşları düzleşti. Baştan aşağı beni süzdü. “Evet. Bir sorun mu var, bu konuda?” Bir ihtimal ‘yok öyle bir şey’ der diye, beklemiştim ama yanılmıştım. “Gitme o yemeğe!” Sesim biraz yükselmişti. Güldü. Gülerek yerinden kalktı ve yanıma geldi. “Hayırdır, kim olarak söylüyorsun bunu?” Neyiydim ki ben onun? Hiç bir şeyi. Hiç bir şeyi değildim. Başımı eğdim. Alt dudağımı ısırken, dilimden dökülenlere mani olamadım. “O zaman, onunla birlikte olma.” Sözüm biterken, aniden çenemde bir el hissettim. Canımı acıtacak şekilde eliyle çenemi sıkarken başımı kaldırdı. Gözlerimin içine bakıyordu. “Sanane Melisa. İstersem birlikte olurum, istersem olmam. Sen değil miydin, herkesin ihtiyaçları vardır diyen?” Çenemi daha da sıkarken, güç bela yutkundum. “O zaman, onunla giderme o ihtiyaçları. Benimle yap!” Kaşları çatıldı. Eli anlık olarak gevşedi. Ama bırakmadı. “Sen ne dediğinin farkında mısın? Seks arkadaşlığı mı teklif ediyorsun bana?” Başımı salladım. “Aynen öyle. Öyle diyorum. Benimle yap.” Tek kaşını kaldırırken, çenemi fırlatır gibi bıraktı. “Bu kadar düşmeni beklemezdim. Yine yanılttın beni. Aslında son zamanlarda Canan ile sohbet ederken ne düşünüyorum biliyor musun? İyi ki ayrılmış benden. Gerçekten, düşüncelerim buna evrildi.” Haklıydı. Ne hallere düşürmüştüm kendimi? Benim susmamla konuşmasına devam etti. “Az önceki dediklerini unutacağım. Sende öyle yap. Eskisi gibi birbirimizi gördüğümüzde selam vermeden öte geçmeyelim. Seni aştım artık. Sende yoluna bak. Hatta o üsteğmenle falan görüş. Kafanız uyuşur belki.” Başımı salladım ona. Sonra da güldüm. “Tamam öyle yaparım bende o zaman. Sağol beni düşündüğün için.” Arkamı dönüp kapıya vardım. Bir adım sesi duydum ama başka ses yoktu. Kapıyı açıp çıktım.
Gözlerim dolmuştu ama ağlamamaya çalışarak binadan çıktım. Hem kendimi düşürmüş, hem de bir öneri almıştım. Bu adam beni gerçekten bitirmişti kafasında. Kendi çalıştığım binaya doğru ilerlerken, karşıma Murat üsteğmen çıktı. “Melisa nasılsın?” Gülümsemeye çalışarak başımı salladım. “İyiyim sen nasılsın, Murat?” O da bana gülümsedi. “İyiyim. Hatta seni gördüm çok daha iyi oldum.” Aklım başka yerdeyken, kendimi konuşmaya veremiyordum açıkçası. “Melisa sana diyorum.” Başımı kaldırıp ona baktım. Ne demişti ki? “Pardon dalmışım. Ne diyordun?” Güldü. “Onu anladım zaten. Şu bana söz verdiğin akşam yemeğini diyorum. Bu akşam yapalım mı?” Bir de bu vardı değil mi? Ben tamamen unutmuştum yemek sözünü. “Başka zaman yapalım mı? Bugün pek keyfim yok!” Gözleriyle beni süzdü. Bakışları yüzüme çıkınca biraz oyalandı. “Bir sorun mu var? Ağlayacak gibisin.” Ona anlatıp anlatmamak arasında kaldım ama anlatmamak en iyisiydi. Başımı çevirip iki yanıma bakarken Canan’ı farkettim. Lojmanlara doğru yürüyordu. Kaşlarım çatıldı. Şimdi giyinecek süslenecek Hülagü ile yemeğe gidecekti. İki parmağımla burun kemerimi sıktım. Aklıma bir fikir geldi. “Tamam gidelim yemeğe. Yorgunum sadece sözümde durayım, hem yarın tatil nasıl olsa. Sıkıntı yok.” Parlayan gözlerle baktı bana. Onu da kullanmış gibi hissediyordum. İçimden özürlerimi sıraladım. “Tamam o zaman ben yedi gibi alırım seni, uyar mı?” Başımı sallayarak onayladım onu. “Çok güzel bir yere gideceğiz. Zaten de öyle bir yer bir tane var. Akşam görüşürüz o zaman.” El sallayarak uzaklaştı.
Onun arkasından bakarken, elbisemin cebinde duran telefonumu çıkardım. Melih’i aradım hemen. İlk çalışta açtı.
‘Efendim abla.’
‘Melih ben bir bok yedim.’
‘Ne oldu?’
‘Akşam Canan ile Hülagü yemeğe çıkacaklarmış. Bende buna sinirlenip, Hülagü’nün odasını bastım. Saçma sapan şeyler söyledim. O da bana beni aştığını söyledi. Kiminle ne yaparsa yapsın beni ilgilendirmeyeceğini belirtti. Sinirle çıktım oradan. Murat üsteğmen ile karşılaştık. Ben bu adama yemek sözü vermiştim. Onu bu akşam yapalım mı dedi. Başta kabul etmedim ama sonradan tamam dedim. Sanırım akşam onların yemek yemek için gidecekleri yere gideceğiz.’
‘Yuh abla. Bu kadar hızlı özet geçtiğin için teşekkür ederim. Güzel bir otel var çarşıda genelde oraya giderler özel günler, yemekler için. Onlarda sizde oraya gideceksiniz galiba. Hayırlı olsun kaos geliyor.’
‘Dalga geçme be. Ne yapacağım ben hiç bilmiyorum. Arayıp iptal mi etsem?’
‘Saçmalama abla. Şimdi sen git güzel bir banyo yap, hazırlan. Akşamda o yemeğe git. Hülagü komutan görsün kaçırdığını.’
‘Adam aşmış beni diyorum. Sen ne diyorsun? Takmaz bile beni.’
‘Ben nedense seninle aynı düşüncede değilim abla. Sen benim dediğimi yap. Ben senin için izin alırım.’
‘İyi peki, öyle diyorsan.’
Telefonu kapatıp, lojmanlara doğru ilerledim. Bu akşam bir şeyler olacaktı ama iyi mi olur kötü mü olur bilmiyordum.