3.BÖLÜM

3368 Kelimeler
Telefon elinde, gözleri bir boşluğa dalmış, yüzünde şaşkın bir ifade ile öylece oturuyordu Reyhan. Attığı son mesajın ardından cevap gelmemişti. Kerime de onun gibi şaşkın ve sessizdi. Hemen yanıbaşında oturuyor, az önce olanları düşünüyordu. "Ben ne yaptım?" diye fısıldayan Reyhan'a bakıyirdu. "Yani ben...Nasıl..." "Reyhan" dedi ve elini tuttu Kerime. "Boş ver. Sen elinden geleni yaptın. Biraz ileri gittin ama yaptın. İnsan olan anlardı zaten." "Odasında olanlar ve o da yetmezmiş gibi adama mesaj da attım. Bu kadar cesur olduğumu bilmiyordum. Bunları ben mi yaptım Kerime? " "Sen yaptın tabii... Ben her zaman diyorum sana, sen çok akıllı ve cesur bir kadınsın. Keşke kendi hayatın için de bu kadar cesur olabilsen..." "Ama işe yaramadı. Onunla konuşursam fikrini değiştirebilirim diye düşündüm. Belki... Ne bileyim belki geri adım atar ve seni göndermekten vazgeçerdi." "Herkesi kendimiz gibi sanıyoruz Reyhan. Biz kimiz ki? Emeğini satan sıradan iki işçi... Biz gideriz onlarcası gelir. Ona ne bizim derdimizden... O ve onun gibi adamlar kazandıkları paraya bakarlar. Bizi kovunca otel batacak değil ya... Gerçi senin gibi yetenekli bir aşçıyı bulmak pek de kolay değil." Kerime kendisi ile birlikte işini kaybeden Reyhan için çok üzülüyor ve vicdan azabı çekiyordu. Keşke bunları hiç yaşamamış olsalardı? Keşke o adam buraya hiç gelmemiş olsaydı! Hayat ne çok keşke ile doluydu. Ancak keşkeler bazen iyikilere de dönüşebiliyordu. "Şimdi ne yapacağız Reyhan?"derken yine ağlamamak için kendisini sıkıyordu Kerime. Ona doğru baktı Reyhan. "Gideceğiz Kerime. Önce kalacak bir yer bulacağız. Küçük bir motel ya da pansiyon. Sonrasında da iş bakarız." "Sezon çoktan açıldı. Oteller elemanlarını buldular. İşimiz gerçekten çok zor." "Umutsuz olma. Yetenekli iki elemana ihtiyacı olan birileri mutlaka vardır." "Bulsak bile çok uzun sürer. Senin ödemen gereken borçların ne olacak? Hadi beni bırak... Ben para biriktirmeye çalışıyorum. Oğlumu almam biraz daha uzun sürebilir sadece." Her ay düzenli ödediği kredisi olmasa Reyhan için de sorun değildi. Ailesine para göndermeyi de biraz geciktirebilirdi. Ağabeyinin borçları ise sırtına binen en büyük yüktü. "Müdür gelip bizi öldürmeden gidelim Reyhan. Belli etmiyorum ama onunla karşılaşmaktan korkuyorum." "Korkacak bir şey yok. Biz kötü bir şey yapmadık ki?" "Nasıl yapmadık?"derken gülmesine engel olamadı Kerime. "Ben adama güldüm sen de ona okkalı bir sürü laf ettin." "Ettim mi?" dedi Reyhan bakışlarında ufak bir pişmanlık kırıntısı gezinirken. "Çok mu ağır oldu acaba? Yani adamı tanımıyorum bile. Hayatımda ilk defa tanımadığım bir adama mesaj attım. Haksız olduğumuz halde; ki kabul et birinin adına gülmek hiç hoş değil, ona bir kamyon laf saydım." "Saydın valla." "Yani bu adam gelip beni öldürse yeridir." "İşte bu yüzden bir an önce gidelim." "Kaçar gibi gidemeyiz. Ömer Ustama ve diğerlerine veda etmeyecek miyiz?" "Daha sonra onu arar ve olanları anlatırsın." "Olmaz. Böyle gitmek ayıp olur. Hem çok vaktimizi almaz. Hemen gider, vedalaşır çıkarız." Saatine baktı Kerime. "Akşam olmadan gitmemiz gerek. Yoksa kalacak yer bulamayacağız." "Bizde burada kalırız." "Adam defolun yazdı. Nasıl kalacağız?" "Otelde oda tutarız demek istedim." "Saçmalama... Bu otelin geceliği kaç para biliyor musun?" "Bilmiyorum." "Bilmediğin belli. Bir aylık maaşını vermek istiyorsan sen bilirsin." "O kadar olamaz." "O kadar canım. Bizim bir ayda kazandığımızı patron sadece bir gecede, bir odadan kazanıyor." "Haklısın..."diyerek ayağa kalktı Reyhan. "Hadi gidip dostlarımıza veda edelim. Artık burada işimiz bitti. Daha fazla kalmaya gerek yok." "Aynen canım... Aynen." İki yıl boyunca dostluk kurduğu insanlara veda etmek gerçekten çok zordu. Özellikle de Ömer Usta'ya veda ederken gözyaşlarını tutamamıştı Reyhan. Ömer Usta bu işe çok sinirlenmiş ama elinden bir şey gelmiyordu. Zaten genç kızı ve arkadaşını yeterince savunmuş fakat etkisi olmamıştı. Reyhan onun gibi usta bir aşçıdan daha öğrenecek çok şeyi olduğunu bildiğini için bundan dolayı da ayrıca üzgündü. Bir saat süren veda faslı sonrası valizlerini hazırlayıp, otelin bahçesine çıktılar. Personel girişinin olduğu arka taraftan, ana caddeye çıkıp taksi bulmayı planlarken, Reyhan'ın telefonu çaldı. Sabit hatlı bir numara arıyordu. Telefonu açtı. "Alo." "Reyhan Hanım." "Evet benim." "Ben Funda. Fırat Bey'in sekreteri." "Buyrun Funda Hanım. " "Fırat Bey sizi görmek istiyor." O an olduğu yerde şaşkınlıkla donup kaldı Reyhan. Anlaşılan o ki müdür bey öfkesini henüz çıkaramamış, yüz yüze hesap soracaktı. Ancak ona bu mutluluğu yaşatmak niyetinde değildi. "Funda Hanım... Biz yani ben ve arkadaşım Kerime otelden ayrıldık. Fırat Bey'e deyin ki..." Kerime gözlerini açmış, korku ile onu izliyordu. "Reyhan Hanım."dedi sekreter. "Fırat Bey..." "Ne dediğinizi duydum ama artık burada çalışmıyorum. Benimle ne konuşacağını da tahmin ediyorum. O yüzden gerekli bir görüşme değil. Ayrıca size de teşekkür ederim. Oğlunuza..." "Oğlum değil bir tane kızım var." "Çok özür dilerim. Kızınıza da sevgiler. Bence çok iyi niyetli bir annesi var." "Ben teşekkür ederim ama keşke gelmiş olsaydınız. Fırat Bey..." "Her neyse... Kendinize iyi bakın Funda Hanım. Hoşçakalın." diyerek telefonu kapattı Reyhan. Ve derin bir iç çekti. "Tam zamanında gidiyoruz Reyhan. Adamın öfkesi hala geçmemiş ve seni istedi değil mi?" "Aynen. Başka neden beni görmek isteyecek ki?" "Hadi... Hadi gidelim oyalanma. " Otelin dışına çıkıp, yol kenarında beklemeye başladılar. İkindinin son saatleriydi ve hava biraz daha serindi. Yoldan geçen taksilerin hepsi de doluydu. "Merkeze ineriz. Olmazsa yarın Kemer'e gideriz. Ne dersin Reyhan?" "Olur." "Benim karnım acıktı. Senin acıkmadı mı?" "Aç değilim." Reyhan'ın yüzü düşmüş ve dalgındı. "Ömer Usta için üzülüyorsun değil mi?" "Evet çünkü her zaman onun gibi biriyle çalışmam mümkün değil." "Canım benim üzülme... Bir gün sen de onu kadar usta ve aranan bir aşçı olacaksın." "O kadar vaktim yok ki... En fazla bir yıl daha burada kalabilirim. Seneye yazın düğün olacak." "Seneye kim öle kim kala kuzum... Dün başımıza bunların geleceğini biliyor muyduk? Hayır... O yüzden doğmamış çocuğa don biçilmez. Bakalım o düğün de gelin sen olacak mısın?" "Düğün benim olduğuna göre gelin de ben olacağım..." "Kısmet diyelim Reyhancığım... Kısmet..." Uzaktan gelen tok ve gür bir ses dikkatlerini çekti. Otelin bahçesinden onlara doğru koşarak gelen personel şefi Uğur Bey'i görünce ikisi de şaşırdı. "Hanımlar! Hanımlar!" diyerek soluk soluğa kendini onların yanına attı adam. Yüzü kızarmış, kocagöbeği öne arkaya gidip geliyordu. "Uğur Bey?"dedi Reyhan. "Sizi... Sizi buldum." "Bizi neden arıyordunuz ki?" "Durun..." Hala nefesini düzene sokmaya çalışıyordu adam. Biraz kilo verse aslında çok iyi olacaktı. Bu bedenle koşmak zor olsa gerekti. "Müdür Bey... Yani Fırat Bey işinizin başınıza dönebileceğinizi söyledi. Yalnız bir daha sizinle ilgili herhangi bir sorun duymak istemiyormuş. " "Ciddi misiniz?" derken kocaman bir gülümseme yolladı Reyhan. Kerime'nin de kendisi gibi ağzı kulaklarına varıyordu. "Bu kadar yolu size şaka yapmak için koşmuş olamam değil mi? Kerime Hanım'ı aradım telefonu kapalıydı. Sizinki de meşguldü. Ama burada size yetiştim." "Gerçekten geri mi dönüyoruz?" "Gerçek dedim ya Allah Allah. Hava zaten sıcak. Daraltmayın beni ya... Sabahtan beri siz ikinizin derdi ile uğraşıyorum ama valla anlayışlı adammış Fırat Bey. İşinizi geri verdi. Kıymetini bilin." "Yaa... Ne demezsin?" diye geveledi Kerime. İşi geri verse de ona yine de güvenmiyordu. Ama ikisi de çok mutluydu. Reyhan bu ani karar değişimini merak etse de sorgulamak istemedi. Belki de pişman olmuştu. Ya da elemana ihtiyacı olduğu için kararından vazgeçmişti. Aman... Neyse ne? Sonuçta burada kalıyorlardı ve bundan daha güzel bir haber olamazdı. ** Ertesi sabah güne yine çok erken başlamıştı Reyhan. Sabah için hazırlanan açık büfe kahvaltı için tüm işlerini bitirmiş, mutfakta başka bir sebepten dolayı biraz daha fazla kalmıştı. Saat ona geliyordu ve hızlı adımlarla idare binası gidiyordu. Yüzünde keyifli bir gülümseme hakimdi. İkinci kata çıkınca dün kötü bir sebepten dolayı geldiği odaya, bu kez gülümseyerek girdi. Funda Hanım kapıdan içeri giren genç kıza baktı. "Reyhan Hanım." "Günaydın Funda Hanım."dedi Reyhan elindekileri sıkıca tutarken, "Günaydın ama sizi dün çağırmıştım. Bugün gerek kalmadı." "Onun için gelmedim. Bunları getirdim. Üst üste duran iki tabaktan üstte olanı Funda Hanım'ın masasına koydu. Üzeri streç filmle kapalı tabağa bakan Funda Hanım şaşkındı. "Bu nedir?" "Kızınız için yaptım. Ayıcıklı kurabiyeler. Umarım beğenir." Funda Hanım çok güzel görünen kurabiyelere bakarken, içtenlikle gülümsedi. "Ne gerek vardı?" "İçimden geldi. Ben çocukları çok severim." "Harika görünüyorlar. Kızım bunlara bayılacak emin olun. Çok teşekkür ederim." "Rica ederim. Hiç önemli değil. Afiyetle yesin. Yine isterse lütfen hiç çekinmeden söyleyin." "Sağ olun." "Şey..." Çekinerek Fırat Bey'in odasına baktı Reyhan. "Müdür Bey içeride mi?" "Henüz gelmedi ama birazdan burada olur. Onunla mı görüşeceksiniz?" "Aslında..." Aslında onunla karşılaşmaya biraz korkuyordu. Burada olmaması çok daha iyiydi. "Bu tabağı odasına bıraksam sorun olur mu?" Funda Hanım bir ona bir de elindeki tabağa baktı ve kısa bir an düşündü. "Sanırım sorun olmaz ama çok oyalanmayın." "Tamam. Çok teşekkür ederim." Fırat Bey'in odasına girdi Reyhan. Masasının yanına gelince, elindeki tabağı bıraktı ve üzerini açtı. Sonrasında bir kağıt ve kalem bularak kısa bir not yazdı. Notu tabağın köşesine yerleştirdi. İşi bitince derin bir iç çekti. Çok şükür ki burada değildi adam. Bir anlık bir karar ile kendini burada bulmuş, ofise girince cesareti azalmıştı. Bakışları masanın üzerindeki çerçeveli resme kayınca eline aldı. Yaşlı bir kadın ve genç bir kız yanyana oturmuş ve gülümsüyordu. Bir an sonra genç kızın görünüşü ve bakışı çok tuhaf geldi. Garip... Sanki şey gibi... Hemen sonra masanın ucunda duran iki dosya dikkatini çekti. Dosyanın biri kendisine aitti. Yanında ise başka bir dosya... Üzerinde Kerime Gözen yazıyordu. "Kerime'nin dosyasına da baktınız mı?" Demişti ona dün ve hayır demişti müdür. Dün geldiğinde masada bu dosyayı görmemişti. Acaba kendisi dedikten sonra mı bakmıştı dosyaya? Yani merak etmiş ve incelemiş miydi? Allah'ım... Cidden kafasının içi okuduğu kitaplar gibi kurgu doluydu. Hayal dünyası gittikçe genişliyordu. "Her neyse..."diyerek resmi aldığı yere koydu ve odadan dışarı çıktı. Öğlen yemeği hazırlığı için mutfağa ulaşması da çok uzun sürmedi. Gece geç yatmanın yorgunluğunu yaşıyordu genç adam. Gece klüpleri ve barlara takılmayı pek sevmese de Çiçek seviyordu. Ona ayak uydurmak için mecburen de katlanıyordu. Bir kaç bira içmişti sadece. Ama sabah uyandığı andan itibaren başı ağrıyordu. Duş almış, tıraş olmuş, kahvaltı yapmadan işe gelmişti. Ofise girerken, sekreteri Funda Hanım'a "Günaydın."dedi ve yüzüne bakmadan odasına daldı. Bugün erken saatte bir kaç tedarikçi ile toplantısı vardı. Yeni müdür olduğu bu yerin her işini çok çabuk öğrenmesi ve işleri yoluna sokması gerekiyordu. Daha önce çalıştığı otel buradan daha küçük ve daha sorunsuz bir yerdi. Yaklaşık on iki ay önce Çiçek'le yine bir barda tanışmışlar, arkadaşlıkları aşka dönüşmüştü. Aşka... Ya da başka bir şey. Henüz bilmiyordu ama onunla zaman geçirmekten hoşlanıyordu. Bazen çekilmez tarafları olsa da onu hoş görmeyi öğrenmişti. Kendisi otuz o ise yirmi altı yaşındaydı. Nihayetinde zengin bir adamın tek evladı olmanın keyfini sürüyor ve dilediği gibi şımarabiliyordu Çiçek. Haklıydı da... Bunca para harca harca bitmezdi. Kendisinin maaşı onun alıştığı hayatı elbette ki veremezdi. Çiçek burada müdür olmasını teklif ettiğinde başta kabul etmemişti. Ondan faydalanıyor gibi görünmek istememişti. Ama sonra aklına yatmıştı. Rüyasında bile göremeyeceği bir maaş ve kariyer kazanmak kolay değildi. Sonuçta bunları sadaka olarak değil, çalışarak alacaktı. Para her kapıyı açıyordu. Takım elbise giymeyi sevmiyordu. Giymek zorunda da değildi. Sadi Bey çok anlayışlı bir adamdı ve kızını çekip çevirecek bir damat arıyordu. Doğru adamı da bulmuştu. Çiçek ciddi hatalar yapmıştı. En önemlisi yanlış bir adama güvenmiş ve acı çekmişti. Onun yaralarını sarmak için elinden geleni yapmaya hazırdı. Bir zamanlar başka bir adamla ne yaşadığı önemli değildi. Önemli olan bundan sonra kendisi ile yaşayacaklarıydı. Geçen gece çok sarhoş olmuş ve bir itirafta bulunmuştu Çiçek. "Bebeğimi yok ettim Fırat..." demişti. Hatalar insanlara aitti değil mi? Geçmişi için onu yargılamaya hakkı yoktu. Hayatını düzene sokacağına söz vermişti. Ve ona güveniyordu. Kendi hayatı da mükemmel geçmemişti. Sonu hüsranla biten bir ilişki, kendisine ihtiyacı olan annesi ve kız kardeşi... Zorluk için de geçen bir çocukluk. Belki de bu yüzden bu kadar hırslı ve başarılı bir adam olmuştu. Duygularının mantığının önüne geçmesine asla izin vermemiş, vermeye de niyeti yoktu. Çantasını koltuğa bırakıp, masasına yaklaştı. Dün incelediği evrakların yanında duran bir tabak dikkatini çekti ve ona doğru baktı. Tabağın içinde rengarenk görünen şeyler kelebek miydi? Evet kelebekti. Gerçek değil kurabiye olanından... Onları buraya sekreteri bırakmış olmalıydı. Belli belirsiz gülümseyip, bir tanesini eline alırken, kenarına sıkıştırılmış olan beyaz küçük kağıdı gördü. Kurabiyeyi değil, o kağıdı eline aldı ve okudu. Öfkeleriniz bir kelebeğin ömrü kadar kısa olsun... Reyhan Demir Gülümsemesi yüzünde donarken, kağıdı avucunda buruşturup yere doğru fırlattı. Ne yapmaya çalışıyordu bu kadın? Kendisini deli etmek için yeminli miydi? Onları geri işe aldığı yetmemiş miydi? Sevimli görünmek için oyun mu oynuyordu? Bir an koca bal rengi gözleri aklına geldi. Şaşkın ördek gibi bakan, çelimsiz ve tuhaf bir kız... "Ya sabır." Öğle yemeği için mutfakta bir araya gelen personeller alelacele yemek yeme telaşı içindeydiler. Yemek molası kısa olduğu için, bir an önce karınlarını doyurmak ve kısa bir mola vermek istiyorlardı. Reyhan ve Kerime de bir köşedeki masaya oturmuş, yemek yiyordu. "Sen ciddi misin?"dedi Kerime ağzındaki lokmayı yutmaya çalışırken. "Adama kurabiye mi götürdün?" "Evet."dedi Reyhan salatasını rahat bir yüz ifadesi ile yerken. "Ne koydun içine? Zehir mi?" "Saçmala Kerime..." Gülümsedi Reyhan. "Teşekkür etmek istedim sadece. Bu kadarını hak etti." "O adam teşekkürden çok anlar yaa..." "Niye anlamasın? Sonuçta o da bir insan. Bizi işe geri aldığına göre vicdanlı biri..." "Hı hı... Kara vicdanlı. Gerçi senin kurabiyeni yedikten sonra iyi ki işe geri aldım demiştir. Yeteneğini fark etmiştir. Tabii odun değilse..." "Ya da çöpe atmıştır. " "Hah... Kendi bilir."derken mutfağın kapısından içeri giren adamı görünce öksürdü Kerime. " O burada..."diye fısıldadı. "İti an çomağı..." Reyhan hızla o yöne bakıp, başını yere devirdi. Allah'ım... Bunca insanın içinde kendisine gelip, güzel bir fırça çekmezdi değil mi? İki gündür içinde birikenlerin hesabını sormazdı. Şimdi yanmıştı! Hem de çok fena. Mutfak çok genişti. Bir kısmında personele ait yemek salonu vardı. "Ömer Usta ile konusuyor." Hem onu izliyor hem de ne yaptığını anlatıyordu Kerime. Reyhan ise yer yarılsa da içine girse diye dua ediyordu. Başını kaldırıp, ona bakmaya cesareti yoktu. Rezil olmayı kesinlikle istemiyordu. "Mutfağı inceliyor." Niye gitmiyordu ki? Allah'ım... "Etrafa bakıyor... Hah... Bizi de gördü." Kerime'nin kısık sesi heyecalı ve ürkekti. "Sana bakıyor Reyhan..." Şimdi başı ciddi şekilde beladaydı işte. Buradan kaçmanın bir yolunu bulmalıydı ama nasıl? "Yeminle sana bakıyor..."diye fısıldadı Kerime. "Kurabiyelerin gaz yaptı galiba. Kesin birazdan patlayacak..." **** Burada öylece oturup, azar yemeği bekleyemezdi. Bunca çalışanın için de olamazdı. Olmamalıydı... Hem onu kızdıracak ne yapmıştı ki? Birine teşekkür etmek için hediye vermenin nesi kötüydü? Gerçi sorun sadece kurabiyeler değildi. Onunla arasında geçenlerin henüz hesabını sormamıştı. Nefesi göğüs kafesini sıkıştırmaya başlayınca, hızla ayağa kalktı. Genç adamın bulunduğu yere bakmadan hızlı adımlarla ve ondan uzak yerleri seçerek kapıya doğru yürümeye başladı. Kerime arkasından bakakalmıştı. Tam kapıya ulaştığı anda onun sesini duydu. Üstelik çok yakından geliyordu. "Reyhan Hanım!" Olduğu yerde durdu ve derin bir nefes aldı ama arkasına dönmeye cesaret edemedi. Nasıl etsin? "Reyhan Hanım." Bir kez daha seslendi Fırat Bey. Ses tonu öfkeli mi yoksa sakin mi çözemedi. Daha fazla kaçamayacağını anlayınca ağır ağır ona doğru döndü. En fazla beş adım mesafeden kendisine bakıyordu. Yanında bir kaç kişi daha vardı. Ömer Usta da vardı. "Buyurun müdürüm..."derken başını yere devirdi. Ona saygılı davranmak zorundaydı. Bu da işinin bir parçasıydı. "Kurabiyeler..."dedi Fırat. Odasına getirdiği kurabiyeleri yememek için dirense de yemişti. Hem de hepsini... "Çok güzel olmuş. Düşündüm ki... İkindi menüsünde bu kurabiyeler olmalı. Harika bir ikram olur." Beğenmiş miydi? Cidden beğenmiş ve teşekkür etmek için mi gelmişti? Gerçi henüz teşekkür etmemişti ama ona benzer bir itifatta bulunmuştu. Birden yüreğine su serpildi. Azar yemeği beklerken, bunu hiç beklemiyordu. "Reyhan'ın eli çok lezzetli."diyerek araya giren kişi Ömer Usta'ydı. "Özellik de hamur işlerinde. Valla benim bile bilmediğim tarifleri var. Düğünlerde onun bir kaç çeşit ikramını sunuyoruz." Reyhan başını kaldırıp, Ömer Usta'ya baktı. "Teşekkür ederim Ömer Ustam." "Ne demek kızım? Doğru olanı söylüyorum." Fırat Bey ciddiyetle kendisine izliyordu. En azından bakışları öfkeli değildi. "O halde anlaştık Ömer Bey."dedi ona dönerek. "İkram menüsünde Reyhan Hanım'ın kurabiyeleri de olacak. Çocuklar için de çeşitleri olduğunu duydum." "Olmuş bilin müdürüm." derken memnuniyetle gülümsedi Ömer Usta. Reyhan ile gurur duyduğunu belli eden bir hali vardı. Fırat Bey daha fazla konuşmadan genç kızın yanından hızla geçip, mutfaktan dışarı çıktı. Reyhan eli ayağı boşalmışcasına, iyice kasılan bedenini gevşetip göğsünü sıkıştıran nefesi dışarı verdi. Yanına koşarak gelen ve ne dedi diye üst üste soru soran Kerime'ye cevap verecek hali kalmamıştı. İki gündür yaşadığı heyecan ve korku kendisi için gerçekten çok fazlaydı. Monoton geçen hayatında kendisini zora sokacak heyecanlı olaylar ve karmaşıklık istemiyordu. "Kurabiyeleri beğenmiş."dedi hala ısrarla soran Kerime'ye. "Dedim sana beğenir diye. Tamam hadi rahat ol. İşimizin başına dönelim." Reyhan ona başını salladı ve mutfaktan dışarı çıktılar. Çıkar çıkmaz Reyhan arkadaşının karşısına dikildi. "Bu andan sonra Fırat Bey'le ilgili hiç bir olay ya da sohbet istemiyorum Kerime. Ve ikimizde ondan uzak duracağız. Tamam mı?"dedi ciddiyetle. "Gerçekten çok sıkıldım. Bu kadar bela yeter." "Tamam ama iyi de ona kurabiye götüren sendin." "Bir daha olmayacak. Hatta onu görünce yolumuzu değiştireceğiz. İki gündür yaşadıklarımızı unutup, sakin hayatıma geri dönmek istiyorum. Sadece işimizi yapacağız. Anlaştık mı?" "Tamam." "Onunla ilgili konuşmakta yok." "Peki." "Şaka yapmakta..." "Tamam." Çok ciddiydi Reyhan. "Yerin kulağı var. Adam hakkında konuştuklarımızı duysa..." "Tamam dedim Reyhan. Söz." Sustu Reyhan. "İşime dönüyorum. Sen nereye gidiyorsun?" "Akşam yemeğinden önce bir kaç saat boş vaktim var."dedi Reyhan. "Biraz hava almak istiyorum." "Sahile mi?" "Aslında hayır. Arka bahçede takılacağım." "O zaman sana iyi eğlenceler kuzum. Beni çok işim var." "Kolay gelsin." Arka bahçe oldukça genişti ve ağaçların gölgesi çok sıcak olan havanın etkisini biraz olsun azaltıyordu. Genç kız yorgun bedenini bir bankın üzerine atıp, arkasına yaslandı. Tek başına olmayı ve düşünmeyi seviyordu. Yalnız kalmak harika bir şeydi. İnsan kendisiyle başbaşa kalınca, garip bir huzur doluyor, kendisini bulabiliyordu. Bir kaç dakika sonra cep telefonu çaldı ve huzuru bölündü. Arayan Vedat'tı. Onunla bir kaç gündür görüşmediğini fark etti. Yokluğunu hissetmiş miydi? Hayır... Oysa hissetmesi gerekirdi. Bu adamla evlenecek, ona geri kalan ömrünü verecekti. Belki biraz varlığına alışmıştı. Düzenli bir hayatı olacağı için mutluydu. Anne ve babasına yakın olacak, onlarla daha fazla ilgilenecekti. Hem annesinin en büyük isteği kızının evlendiğini ve mutlu olduğunu görmekti. Vedat'la sohbeti çok kısa sürdü. Havadan, sudan ve işlerden konuştular. İzine ne zaman geleceğini sormuş, belli değil demişti. Evin mutfak dolaplarını seçelim demişti. Kendi mutfağı olacaktı... Kendi evi, bir eşi ve çocukları... Herkes gibi işte... Olması gerektiği gibi. Niye heyecanlı değildi? Neden bunları bir zorunluluk olarak düşünüyordu? Kerime haklıydı. Kendi hayatını değiştirmek için cesareti yoktu. Birilerinin tartıştığını duydu ve biraz ötede duran iki kişi gördü. Bir kadın ve bir adam... Yanlarında küçük bir çocuk duruyordu. Adam kadına bağırıyor, kadın da adama aynı tonda cevap veriyordu. Evli olduklarını tahmin etmek kolaydı. "Bıktım senden!"diyordu kadın. "Ben de bıktım!" "Git o zaman! Her defasında aynı şey. Aynı sorunlar! Her tatili bana zehir ediyorsun." "Ben mi yapıyorum? Sen kendine bak! Sürekli beni suçluyorsun!" "Çünkü suçlusun! " Küçük çocuk onları izliyor ve anlaşılan o ki ağlıyordu. Oradan gitmek için ayağa kalktı Reyhan ancak çocuğu görünce gidemedi. Anne ve babası onun ne halde olduğunun farkında bile değildi. Onu umursamadıkları belliydi. Çocuğa biraz daha dikkatli bakınca Down sendromlu olduğunu fark etti. "Canım benim..."demekten kendini alamadı Reyhan. Beş yaşlarında küçük bir kız çocuğuydu. Belki de altı. Çocuk da onu gördü ve ağır adımlarla kendisine doğru gelmeye başladı. Bakışlarındaki korku ve üzüntü Reyhan'ın yüreğini burktu. Şimdi nasıl gidecekti? Çocuğun annesi durumu fark etmiş olacak ki "Kızıma bir dakika bakar mısınız?"diye bağırdı ve yine kocasına yöneldi. Öfkeden kendini kaybetmiş iki insan ve onların arasında kaybolmuş özel bir çocuk. Reyhan yanına gelen kızın elini tuttu. Kız da hiç tanımadığı bu kadına sıkı sıkıya tutundu. Bir kaç adım ötede, çocuklar için kurulmuş park bulunuyordu. Onu oraya doğru götürdü. Dikkatini dağıtmak için harika bir seçimdi. Nitekim de öyle oldu. İkisi birlikte kum dolu küçük havuza oturdular. Reyhan kumlardan ona şekiller yapıyor, o da gülümsüyordu. Konuşmadan bakışarak öyle güzel anlaştılar ki küçük kız az önce yaşadıklarını tamamen unutmuş gibiydi. Başını Reyhan'ın kucağına koyunca, genç kızda onun saçlarını okşamaya başladı. Özel bir çocuğa sahip olmak her anne babaya nasip olmazdı. Ve çocuk dünyadaki en güzel şeydi. Belki yarım saat ya da kırk dakika sonra annesi yanlarına gelerek, hiç bir şey söylemeden, kızını alıp kaçarcasına oradan uzaklaştı. Reyhan kum dolu havuzun içinde, arkalarından üzülerek bakarken, sevgisi biten evliliklerin en çok çocuklara zarar verdiğini düşünüyordu. Onu uzun süredir ofisinin penceresinden izleyen adamın farkında değildi. Fırat iki elini ceplerine sokmuş, bahçede olan bitenin bir diğer şahidi olmuştu. En çok da küçük kızla oynayan genç kızı izlemişti. Kendisine kurabiye yapan ve teşekkür eden kadını. Özel bir çocuğa nasıl davranacağını bilen, aslında kendisi de küçük bir çocuk olan kadını... Reyhan ayağa kalktı ve üniformasını çırptı. Artık beyaz değil, kirli beyaza dönüşen önlüğünü değiştirmek için odasına yol aldı. Başını iyice sıkan bone de rahatsız etmişti. Fırat masasına geçip oturdu. Çıkmadan önce bir kaç işi kalmıştı ve onları bitirmek için evrakları bekliyordu. Gözleri masada duran ailesinin resmine kaydı. Annesi ve kız kardeşi. Hayatında değer verdiği iki insan. Onların mutlu olması için elinden geleni yapıyordu ama bazen olmuyordu. Kız kardeşinin gülümseyen yüzünü dalıp gitti... Keşke onun için çok daha fazlasını yapabilseydi... Keşke paranın gücü ona da yetseydi. Yetmiyordu... Yeten tek şey sevgiydi... Olması gereken tek şey sevgiydi...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE