Akşamın sessizliği odamı sararken, içimde garip bir isteğin büyüdüğünü hissettim. Karnımda bebeğin küçük hareketleri arasında, aniden bir şeyler canım çekti. Erik… Evet, o ekşi, hafif tatlı, sulu erik. Ağzım sulandı, o lezzeti hayal ettim.
Telefonu elime aldım, biraz çekinerek Sarvan’ı aradım. Hani, belki de bu kadar basit bir isteği dile getirmek garip geliyordu, ama o an onu duymak istiyordum. Onun sesini, onun ilgisini.
“Sarvan,” dedim telefonun diğer ucundaki adama. “Canım erik çekti… Şu tatlı, ekşi, sulu eriklerden. Alıp gelir misin?”
Sesi, yorgun ama bir o kadar da sevgi doluydu. “Canına kurban Meryem’im,” dedi. “Ne istersen, hemen gider alır getiririm. Biraz bekle, az sonra seninleyim.”
Telefonu kapattım, kalbim tuhaf bir hızla çarpıyordu. Sarvan… O adam ki, bir zamanlar sadece bir korkuydu benim için, şimdi bütün dünyamdı.
Bekledim, bekledim. Her adımı duyacak gibi oldum. Sonra kapı hafifçe açıldı, o girdi içeri.
Elinde küçük bir sepet vardı, içinde taptaze erikler, sarıdan mora uzanan renklerde, o narin meyveler... Gözleri bana bakarken parlıyordu.
“İşte buradayım, senin için,” dedi. “Eriklerin en güzelleri, en taptazeleri. Hem de seni düşündüm, belki birazdan canın daha başka şeyler de çeker.”
Gözlerim doldu, o an anladım ki bu aşk, sadece kelimelerle değil, küçük dokunuşlarla, sessiz anlayışlarla da var oluyordu.
Sarvan yanına oturdu, eriklerden birini aldı, kabuğunu hafifçe soydu ve dudaklarıma götürdü. O ekşi tat ağzımda patladı, ama daha çok Sarvan’ın sevgisi vardı o tattaki.
“Hamilelik zor iş,” dedi, gülümsedi. “Ama seni böyle mutlu görmek, dünyadaki en güzel şey.”
Onun yanındayken, tüm yorgunluklar, tüm korkular uçup gidiyordu. Bebeğimizle beraber yeni bir hayat kuruyorduk ve her anı, her dokunuşu kıymetliydi.
Göz göze geldik, ellerimiz birbirine kenetlendi. “Teşekkür ederim,” dedim. “Beni, bizi sevdiğin için.”
O sadece başını salladı, yüzünde o sıcak, kocaman gülümsemesi vardı. “Her zaman, her şartta.”
Bu adam benim her şeyimdi. bebeğimiz 7 haftalık olmuştu artık. karnımda minik bir çıkıntı vardı.
Sarvan’la yan yana oturduk, ben eriklerimi yavaşça yerken o da gözlerimi sevgiyle izliyordu. Karnımdaki minik çıkıntıya ellerini koydu, hafifçe okşadı. “Bebeğimiz büyüyor,” dedi, sesi sıcak ve umut doluydu. “Her geçen gün daha da güçleniyoruz.”
Ben gülümsedim, “Evet, 7 hafta oldu bile. Hala minik bir mucize gibi geliyor bana.”
Bir süre daha sessizce oturduk, sadece birbirimizin varlığı yetiyordu. Sonra Sarvan elimi tuttu, “Hadi biraz avluya inelim, biraz hava alalım.”
Elimi sımsıkı tutarak odadan çıktık. Avluda hafif bir esinti vardı, çiçeklerin kokusu ve kuş cıvıltıları arasında Gökhan, Şeyda ve babaannem Süreyya Hanım bir aradaydı. Sarvan’la yanlarına yaklaştık.
"ooo yenge gel gel sohbet ediyorduk bizde" dedi Gökhan. Sarvanla birlikte bizde bir köşeye oturduk. Hava serin ve güzeldi.
Şeyda hemen bana döndü, gözlerinde o tanıdık sıcaklık vardı. “Meryem, nasıl hissediyorsun kendini?” diye sordu. “Sarvan sabah kahvaltıda bir şey yemedin diye epey endişeliydi.”
Gülümsedim, başımı hafifçe salladım. “İyiyim... Sadece biraz dalgındım belki. Ama şimdi çok daha iyiyim.”
Süreyya Hanım dikkatle yüzüme baktı, sonra bakışlarını karnıma çevirdi. Yüzünde derin ama yumuşak bir ifade belirdi. “Kadın dediğin, içinde bir can taşıyınca değişir Meryem. Sanki zamanı kendi içinde kurar da yaşatır. Sen de değişiyorsun, güzelleşiyorsun.”
Onun sözleriyle içim ısındı. Onun tarafından kabul edilmek… Bu evde, bu konakta bir yabancı gibi değil de, bir aile parçası gibi hissedebilmek, tarifsiz bir huzurdu.
Sarvan sessizce avlunun köşesinden küçük bir minder aldı, getirip benim oturduğum yerin arkasına koydu. “Sırtın ağrımasın,” dedi fısıltıyla. Bir yandan da üzerime ince bir şal örttü, hava serinlemişti.
Şeyda hafifçe kıkırdadı. “Ay Sarvan, bu ilgiyi gören der ki kırk yıllık evliler bunlar. Daha neler göreceğiz kim bilir…”
Gökhan da araya girdi, elindeki çayı yudumlayarak: “İyi ki varsın yenge, valla bu adam böyle yumuşamış haliyle pek görülmezdi. Sen geldin, Sarvan bile şiir gibi konuşmaya başladı.”
Kahkaha atmamı zor tuttum. Sarvan hafifçe kaşlarını çatsa da yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı.
Süreyya Hanım da çaydanlığa uzandı, “Meryem’e nane limon da verelim, hem dinç kalır hem de bebeğe iyi gelir,” diyerek kalktı. Mutfağa yönelirken arkasından seslendim:
“Teşekkür ederim … Her şey için.”
Birkaç saniye durdu, sonra yavaşça arkasını dönüp baktı bana. “Sen artık sadece gelinim değil, bu evin kadınısın. Unutma bunu, Meryem.”
Gözlerim doldu. Ne diyeceğimi bilemeden başımı eğdim. Sarvan elimi tuttu, parmaklarını parmaklarıma doladı. Sessizlik içinde, ama içimiz sevgiyle dolu…
Kuş sesleri, rüzgarın yapraklarla fısıltısı ve bu insanlar… Bu küçük anın içinde saklı bir mutluluk vardı. Belki çok sade, belki gösterişsiz… Ama gerçek.
Ve işte o gerçek, bana bütün zorlukları göğüsleyecek bir güç veriyordu.
Sarvan kulağıma eğilip fısıldadı: “Bu anı hiç unutma. Çünkü ben de unutmayacağım. Her şey senin o gözlerinde başladı…”
Ve ben o an, içimde taşıdığım mucizeyle birlikte sadece anne değil, gerçek bir aileye ait olduğumu da hissettim.
*****
yazardan
Süreyya Hanım içeri girdiğinde elinde küçük bir tepsi vardı. Üzerinde buharı hâlâ tüten bir fincan vardı. Nane limonun keskin ama ferah kokusu odaya yayılmıştı.
"Al yavrum," dedi, fincanı Meryem’e uzatırken. "Karnın üşümesin, içini ısıtır. Hem sana hem bebeğine iyi gelir."
Meryem iki eliyle fincanı kavradı. Gülümsedi.
"Sağ ol anne… zahmet etmişsin."
“Ne zahmeti kızım,” dedi Süreyya Hanım. “Sen iyi ol da.”
Sohbet biraz daha sürerken Gökhan yine araya birkaç neşeli laf sıkıştırdı. Herkes bir süreliğine güldü, ortam yumuşadı. Meryem fincandaki nane limondan küçük bir yudum aldı. Karnındaki sıcaklıkla birlikte içinde bir huzur yayıldı.
Kapıdan bu sefer Yasmin girdi. Üzerinde özenle seçilmiş bir elbise vardı. Hafifçe makyaj yapmış, saçlarını toplamıştı. Gözleri kısa bir an Sarvan’a, sonra Meryem’e kaydı.
"Ne güzel burası böyle," dedi gülümseyerek. Sonra sessizce yanlarına oturdu.
Tam o sırada Sarvan, Meryem’i daha da yanına çekti. Kolunu onun omzuna doladı. Meryem’in başını göğsüne yasladı. Bir eliyle de elini tuttu.
“Üşümüyorsun ya?” diye sordu kısık bir sesle.
Meryem başını iki yana salladı. “Sen yanımdayken üşür müyüm hiç?” dedi utanarak. Yüzü hafifçe kızarmıştı.
Sarvan alnına küçücük bir öpücük bıraktı. Gözleriyle konuştu sonra. Sessiz ama içten.
Yasmin’in yüzündeki tebessüm dondu. Gözlerinde kıskançlık bir anlığına parladı. Dudağını ısırdı. O bakış, o yakınlık… Meryem’in Sarvan’ın göğsüne yaslanışı, içini cız ettirdi. Başını öne eğdi, sessizce fincandaki çayı karıştırmaya başladı.
Süreyya Hanım durumu fark etmişti ama belli etmedi. Derin bir nefes aldı, ardından konuşmayı başka bir yöne çekti:
"Yarın sabah bir dua okuyacağım," dedi. "Hep birlikte olalım istiyorum. Evdeki huzur böyle dualarla çoğalır."
Meryem hemen başını salladı.
"Tabii anne… seve seve."
Sarvan da kısa bir bakışla eşlik etti ona.
“Olur. anne ben zaten yarın evde olacağım bütün gün "
Yasmin cevap vermedi. Aklında sadece Sarvan vardı. şimdi Meryem'in yerinde o olmalıydı Sarvanın çocuğunu o doğurmalıydı. Ama Meryem onun hayallerini çalmıştı.
Yasmin’in içinde bir fırtına esiyordu ama dışarıdan sadece çayını karıştıran sessiz bir kız gibi görünüyordu. Gözleri ara sıra Sarvan’a kayıyor, her seferinde içindeki burukluk büyüyordu. Onun bakışları bir tek Meryem’deydi. O an Yasmin için en acı gerçek buydu.
Sarvan, Meryem’in saçlarını usulca okşarken alçak bir sesle konuştu: “Bugün nasılsın? Karnın ağrımadı değil mi yine?”
Meryem başını hafifçe yana çevirdi, onun gözlerine baktı.
“Daha iyiyim... sabah biraz tuhaftım ama geçti şimdi. Sen böyle yanımda olunca geçiyor zaten,” dedi hafifçe gülümseyerek.
Sarvan’ın gözlerinde bir yumuşama oldu. Parmakları Meryem’in elini sıktı.
“Sen iyi ol da… Gerekirse her gün sabah akşam nane limon kaynatırım ben sana.”
Bu söz üzerine Süreyya Hanım gülümsedi.
“Onu ben hallederim oğlum, sen işini yap,” dedi ama gözlerinde bir sevecenlik vardı. Gelinine olan sevgisini, şefkatini saklamıyordu.
Meryem başını usulca eğdi.
“Ben bu kadar ilgiye alışkın değilim… Bazen rüya gibi geliyor,” dedi gözleri buğulanarak.
Sarvan onun yüzünü ellerinin arasına aldı.
“Gerçek bu Meryem… Hem de en gerçeğinden. Sana inanmayan bir adamken… şimdi her nefesimde sen varsın. Korkma hiçbir şeyden. Ben buradayım. Hep yanında olacağım.”
Yasmin dişlerini sıktı. Bu sözleri duymak canını daha da acıttı. Kalbindeki yara büyürken elleri titremeye başladı. Fincanı masaya bırakıp ayağa kalktı.
“Ben yukarı çıkayım,” dedi yüzüne zorlama bir tebessüm takınarak.
Süreyya Hanım onun bu halini fark etti ama yine belli etmemeye çalıştı.
“Tamam yavrum, dinlen biraz. Hava serinliyor zaten.”
Yasmin bir şey demeden odasına doğru yürüdü. Omuzları düşüktü. Sessizce merdivenleri çıktı. Kapısını kapattığında artık yüzünde gülümseme kalmamıştı. Aynadaki yansımasına uzun uzun baktı. Dudaklarını oynattı ama ses çıkmadı.
“Keşke…” dedi içinden. “Keşke onun yerinde ben olsaydım.”
Odasına çıktı ve gözyaşları içinde yatağına uzandı. Meryem'in şuan yasadiguyher şey onun hayaliydi ama Meryem gelmiş ve onun elinden her şeyi almıştı.
"Onu ilk ben sevmiştim ama Meryem her şeyimi aldı. Neden Sarvan beni değil de onu sevdi çokmu çirkindim. yüzüne bile bakılmayacak insanıydım."
"neden beni sevmedin..." diyerek ağlamaya devam etti
Şimdi ise elinde hiç bir şey kalmamıştı. Artık bu evde annesini ve kendisini adamdan saymıyorlardı bile.
bunu hak etmediğini düşünüyordu.
o sadece Sarvanı istemişti