SARVAN

2123 Kelimeler
Kollarımın arasında uyuyan kadına bakıyordum. Aslında ilk birlikteliğimizin böyle olmasını istemezdim ama olmuştu. Kapının kilitli oluşu ve bizim kendimizi kaybetmişliğimiz aklıma bir şeyler getiriyordu ama eminde olamıyordum. Sonuçta kollarımdaki kadına aşıktım. Onu çarşıda ilk gördüğüm anı hatırlıyorumda. Gözlerimi ondan alamamıştım. ama berdelle değilde birbirimizi severek evlenmemizi isterdim en azından oda beni sevince.İki yıldır… evet, tam iki yıldır bu kadına aşıktım ben. Onu ilk gördüğümde sırtında pazardan aldığı küçük bir sepet vardı. O kadar sade, o kadar gerçekti ki gözlerimi ondan alamamıştım. Ama o zaman bile onun bana bir gün bu kadar yakın olacağına inanmamıştım. Berdelle geldi hayatıma. Töreyle. Mecburiyetle. Birbirimize hiçbir şey sormadan, geçmişimizi bilemeden, yaralarımızı saklayarak kurduk bu evliliği. Ama ben onun kalbine hiçbir zaman zorla girmedim. Hep bekledim. Bir gün belki göz göze geliriz, bir gün belki adımı söylerken içinde bir sıcaklık olur… Hep bu umuda tutundum. Ve şimdi, kollarımda yatarken içimde garip bir boşluk vardı. Çünkü hâlâ bilmiyordum… Beni seviyor muydu? Benim için bu bir gecelik bir yakınlık değildi. Bu, yıllardır içinde büyüyen, suskun bir aşkın taşmasıydı. Ama onun için neydi? Yalnızlığın, kırgınlığın boşluğunda sığınılan bir an mı? Başını usulca göğsüme yasladı. Derin bir nefes aldı, sonra gözkapakları hafifçe kıpırdadı ama uyanmadı. Parmaklarım saçlarında gezinirken içimden geçirdim: “Keşke beni sevse… keşke bir gün, hiçbir şeyin etkisi olmadan bana gelse. Sadece ben olduğum için.” Ona çiftlik evinde söylediğim sözler aklıma gelince kendime bir kez daha sövdüm. Kalbini kırmıştım, hem de öyle bir anda ki, artık hiçbir şeyin geri dönüşü olmayacağını sanmıştım. O an öfkeliydim, hayal kırıklığı içindeydim ama o sözleri hak etmemişti. Asla. Ben ise her şeyi berbat etmiştim. Onunla değil, kendimle savaşıyordum ama cezasını o çekmişti. En büyük günahım da buydu zaten; en sevdiğim kadını, kendi yaralarımla incitmek. “seni ailen bile sevmedi ben niye seveyim ki" demiştim. Gözlerini kaçırmıştı benden. O koca gözleri dolmuştu ama bir damla bile akmamıştı. Sadece içine atmıştı ne varsa. Susmuştu. Ama o suskunluk var ya… işte o gece uykularımı kaçırdı. O suskunluk, kendime düşman etti beni. Defalarca geri döndüm o âna. Defalarca kendime, “Neden?” diye sordum. Cevabı yoktu. O an öylece ağzımdan dökülmüştü kelimeler. Ama kelimeler yara açar, sonra geçmez. Bunu en iyi ben bilirdim. Kollarımda uyuyan bu kadına baktıkça daha çok sıkışıyordu içim. Oysa o gece bana sadece “yorgunum” demişti. Yorgun bir kadındı Meryem. Hayattan, insanlardan, susmaktan yorgundu. Ben ise onun yorgunluğunu hafifletmek yerine sırtına bir yük daha yüklemiştim. Şimdi, başını göğsüme yaslamışken, içimde kocaman bir suçluluk vardı. Elimi yüzüne götürdüm, yanağındaki sıcaklığa dokundum. “Affet beni,” dedim içimden. “Sana hiçbir zaman hak ettiğin gibi davranamadım.” Onunla her konuşmamızda bir adım geri giden bendim. Kırılmaktan korkuyordum ama en çok onu kırıyordum. Şimdi yanımdaydı ama yarın ne olur bilmiyordum. Belki pişmanlıkla uyanacak, belki bana yabancı gibi bakacaktı. Ama ne olursa olsun, ben bu gecenin yükünü ömrüm boyunca taşıyacaktım. Onu ilk öptüğüm anı değil, ilk kırdığım anı unutmayacaktım. Ve eğer bir şansım olursa, bir daha asla incitmeyecektim. Yeter ki o kalıp bir kere daha baksın yüzüme, bir kere daha desin ki “Sarvan…” Sadece adımı söylesin, yetsin bana. Başını göğsüme yaslamış derin nefesler alıyordu. Bir kadın uyurken bile bu kadar güzel olabilir miydi? Yüzünde o masum ifade, kirpiklerinin arasından kaçak kaçak düşen uykular... İçimde bir huzur vardı ama bir o kadar da huzursuzluk. O gün çiftlik evinde ona o sözleri söylemeseydim, belki şimdi çok daha farklı bir yerde olurduk. Belki uyanınca bana güvenle bakardı, belki de gülümserdi usulca. Şimdi ise ne yapacağını bilmiyorum. Gözlerini açtığında karşısında beni görmek istemeyebilir. Saçlarının kokusu burnuma doluyordu. O tanıdık, yumuşak, insanın içini serinleten ama aynı anda ısıtan bir koku. Sanki çocukluğumda kokladığım temiz toprak, güneş görmüş taze buğday gibi. Bu koku olmadan bunca yıl nasıl yaşamışım, nasıl nefes almışım, nasıl durabilmişim kendime bile şaşıyorum. Bu kadını istemeden ittim hep, ama bir gün bile aklımdan çıkmadı. Şimdi buradaydı. Benimle aynı yatakta, aynı odada, ama hâlâ aramızda görünmeyen duvarlar vardı. Ona dokunmaya kıyamadığım kadar kırılgan, ama yokluğuna dayanamayacağım kadar güçlüydü. Elimi usulca beline koydum, nefesi değişmedi. Uyuyordu hâlâ. Öylece kaldım, onu izledim. Zaman dursun istedim. Sabah olmasın, uyanmasın, sadece böyle kalalım. Çünkü yarın neyle karşılaşacağımı bilmiyorum. İçimde bir korku vardı ama bir o kadar da umut. Belki de bu gece bizim başlangıcımız olurdu. Belki de geçmişi unutur, yeni bir sayfa açardık. Ve belki bir gün… o da beni severdi. Gerçekten severdi. Pişman olmadığını söylemişti benimle beraber olduğu için ama uyandığında bana nasıl davranırdı kestiremiyordum. Sessizleşir miydi, yine içine mi kapanırdı bilmiyorum. Belki de mesafeli olurdu, belki de dün geceyi hiç yaşanmamış gibi sayardı. Ama ne olursa olsun… ben onun kokusuna alıştım bir kere. Tenine, saçının yastığa yayılan sıcaklığına, nefesinin ritmine alıştım. Onsuz nasıl olurdum ki? İnsanın birine böylesine bağlanması korkutucuymuş meğer. Alışmak ne büyük yükmüş. Çünkü bir gün kaybetme ihtimali bile insanın içini yakıyormuş. Şimdi yanımda, usulca nefes alıyor ama sabah gözlerini açtığında bana sırtını dönerse… ben ne yaparım, bilmiyorum. Başlangıç biraz garip bir sehvetti belki , ama sonrasında bizdik. Ellerimiz, bakışlarımız, sessizliğimiz bile birbirini tamamlıyordu. Onun dokunuşunda korku yoktu, benim sarılışımda zor yoktu. Gönüllüydük. Belki ilk defa ikimiz de geçmişin yükünü bir kenara bırakmıştık. O yüzden bu gece bizim için bir oyun değil, bir dönüm noktasıydı. Elini tuttum. Parmaklarını avuçlarımın arasına aldım. Sıcaklığı hâlâ canlıydı, hâlâ bendendi. İçimden sessizce “Beni unutma” dedim. “Bu geceyi unutma. Seni zorla almadım, sadece sevdim. Sessizce, usulca, sabırla.” Eğer benden uzaklaşırsa bile onu bekleyeceğim. Çünkü artık biliyorum… ben bu kadının yokluğuyla yaşamayı beceremem. Bir kere sıcaklığını hissettim artık bu sıcaklığından vazgeçemem. Burnumu saçlarına dayayıp kokusunu içime çekerek kendimi uykuya bıraktım. Meryem Bedirhan Gözlerimi yavaşça açtığımda odanın içine sabah güneşi süzülüyordu. İlk birkaç saniye neredeyim anlayamadım. Sonra yastığın üzerindeki erkek kokusu, başucumda duran güçlü nefes… dün geceyi hatırlattı bana. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Uyandığımda pişmanlık bekliyordum içimde, ama yoktu. Huzur vardı. Belki biraz da korku… ama huzur ağır basıyordu. Sarvan hâlâ yanımdaydı. Sırtı dönüktü, ama nefesi sakindi. Bir an elimi uzatıp ona dokunmayı düşündüm ama sonra geri çektim. Ne hissediyordu bilmiyorum. Benden kaçacak mıydı, yoksa dün geceyi olduğu gibi kabullenecek miydi? Usulca yataktan kalktım. Üzerime sabah serinliğini almış gömleği geçirip saçlarımı arkadan topladım. Aynada yüzüme baktığımda, sanki başka biri vardı karşımda. Daha güçlü, daha kararlı bir kadın. Yavaşça döndüm. Sarvan da uyanmış, bana bakıyordu. Hiçbir şey söylemedi önce. Sadece gözlerimin içine baktı. Sonra yavaşça başını salladı, “Hazırlanalım,” dedi. O kadar. Ne fazla, ne eksik. Ama o kelimenin içinde her şey vardı. Sessizce hazırlandık. Ben siyah bir elbise giydim, saçlarımı gevşekçe ördüm. Sarvan beyaz gömleğini ilikleyip ceketini aldı. Kapıya geldiğinde bir an bana döndü. “Hazır mısın?” dedi. Başımı salladım. Hazırdım… ya da öyle sanıyordum. Birlikte merdivenlerden indik.Güneş avlunun taşlarını ısıtmaya başlamıştı. Sabah rüzgârı hafif hafif yüzüme vuruyordu. Üzerime giydiğim sade elbiseyle, saçımı sıkıca toplamıştım. Sarvan yanımda sessiz adımlarla yürüyordu. Ne göz göze geldik ne de tek kelime ettik ama sanki aramızda görünmeyen bir bağ vardı artık. Gece... hâlâ tenimdeydi. Aklımda, kalbimde... Kahvaltı için büyük masa avlunun ortasına kurulmuştu. Beyaz örtüler serilmiş, bakır tabaklar dizilmişti. Hizmetliler titizlikle çayı tazeliyor, sıcak pideleri masaya yerleştiriyordu. Sarvan’la masaya doğru yürürken fark ettim bakışları. Ama en çok bir bakış vardı ki… tenimi delip geçiyordu. Yasmin. Masada annesi Yezda Hanım’ın yanında oturuyordu. Başını hafif yana eğmişti ama gözleri doğrudan Sarvan’a odaklıydı. Gözlerinde öyle bir kıskançlık vardı ki… buz gibi bir öfkeyle karışık. Dudakları kenetli, elleri dizlerinde yumruk olmuştu. Benim varlığıma hiç bakmadı bile. Sadece Sarvan’a baktı. Belli ki hâlâ seviyordu. Ve bu kahvaltı, onun için sadece bir sofradan ibaret değildi. Sarvan’ın yanıma oturuşunu izlediğinde dudaklarını ısırdığını gördüm. İçinden kopan sessiz fırtınaları ben bile duyabiliyordum. Yezda Hanım, gururla dik oturuyordu ama kaşlarının arasındaki çizgi hâlâ çözülmemişti. Her zamanki gibi kibirliydi, ama bu sabah daha sertti. Süreyya Hanım ise sessizdi, yüzünde hafif bir tebessüm vardı ama ne beni kolladığını belli ediyordu ne de olan biteni. Şeyda mutfağın önünde durmuş, hizmetlilere komut veriyor, ara sıra göz ucuyla bize bakıyordu. Sanki hiçbir şey olmamış gibiydi ama gözlerinde gizlenen bir merak vardı. Sarvan, hiçbir şey olmamış gibi, eline çatal bıçağını aldı ve ondan hiç beklemediğim bir şekilde tabağıma kahvaltık yerleştirdi. Sanki her zaman bunu yapıyormuş gibi bir sakinliği vardı. Daha sonrada kendi tabağını doldurup yemeğe başladı. Ben önümdeki sıcak çaya uzandım. Ellerim hafif titriyordu. Ne geceden pişmanlık vardı içimde ne de utanç. Ama bir tedirginlik vardı elbet. Onun davranışları, bana nasıl yaklaşacağı… herkesin gözleri önünde ilk defa bana yaklaşımı tabağına yemek koyması. Yasmin bir anda sandalyesini geriye itti, sesi taş avluda yankılandı. Ama hiçbir şey demedi. Sadece kalktı ve arkasını dönüp yürüdü. O an herkes sustu. Yezda ardından bakarken dudaklarını sıktı ama peşinden gitmedi. Sarvan başını bile kaldırmadı. Ama ben anladım. Yasmin için bu kahvaltı bir savaş alanıydı. Ve o savaşı kaybetmişti. kahvaltı faslı bitmişti Şeyda ve ben hizmetlilere yardım ederek sofrayı toparlıyorduk. Sarvan işe gitmişti çoktan. "Meryem kızım elindeki işi bitirde birer kahve yapta ana kız içelim" heyecanlanmıştım Süreyya hanımın bana yaklaşımına beni kızı olarak görmesine. hoşuma gitmişti. Elimdeki işi bitirip kahveleri hazırlayıp götürdüm. Sessizce kahveleri içmeye başladık. Sessizliği Süreyya hanımın sesi bozdu "E kızım kocanla aran nasıl iyimi her şey yolundamı" dün geceyi hatırladığım için yanaklarım kızarmıştı. Süreyya hanım gözlerini kısıp bana bakıyordu. "Her şey yolunda" dedim kısık bir sesle. Süreyya hanım asıl alması gereken cevabı yüzümdeki ifadeden almış gibi keyiflenip kahvesini yudumlamaya devam etti.Süreyya Hanım kahvesinden bir yudum daha aldı, fincanı dizine bıraktı. Gözlerini kısıp bana yeniden baktı, bu kez daha içten bir bakışla. “Bak kızım, her evlilik zordur. Hele bizim gibi ailelerin içinde daha da zor. Ama sabır eden, içinde sevgi olan kazanır. Sen iyi bir kızsın, ben senin kalbini görüyorum.” Başımı eğdim, yanaklarım hâlâ yanıyordu. Ama içimde bir sıcaklık daha vardı, bu sözler içime işlemişti. Sessizce gülümsedim. “Ben elimden geleni yapacağım" “Elinden geleni değil, gönlünden geçeni yap. Kalbinle yaklaş oğluma. O bazen duvar gibi görünür ama içi yumuşaktır. Yeter ki güveni kazansın.” Başımı salladım. Göz göze geldiğimizde gözlerinde hem bir kadın dayanışması, hem de anaç bir şefkat vardı. Kendimi ilk kez bu evde gerçekten birine ait hissediyordum. Kahveler bitince sofradan kalktık. Gün ikindiye dönmüştü. Şeyda mutfakta akşam için hazırlık yapıyordu, ben de yardım ettim. Etli dolma sarıldı, yoğurt çırpıldı, tandıra ekmek atıldı. Kokular bütün konağa yayıldı. Akşam yemeği kalabalıktı. Herkes sofradaydı. Kemal Ağa baş köşede, yanında Yezda Hanım. Yasmin sessizdi ama gözleri hâlâ beni buldukça sertleşiyordu. Sarvan masaya geç oturdu, işten yorgun dönmüştü. Ama otururken bakışları bir an bana kaydı. Yüzünde kısa, belirsiz bir tebessüm vardı. Sadece ben fark ettim. Sofrada fazla konuşulmadı. Herkes sessizdi ama dolu doluydu. Sarvan tabağına koyduğum dolmadan bir kaşık alıp başını eğdi. Bu bile içimi kıpırdattı. Yemek sonrası herkes birer birer odalarına çekildi. Süreyya Hanım bana "Sen de dinlen artık kızım," dediğinde içim yumuşadı. Elimi tuttu, bir an sıktı. Şeyda bana göz kırptı. Yezda hanım ise sadece baktı. Soğuk, hesaplı, geçmeyen bir bakıştı. Ama artık umurumda değildi. Sarvan yavaş adımlarla merdivenleri çıkarken arkasından yürüdüm. Her zamanki gibi sessizdi. Odamıza girdiğimizde pencereden yıldızlara bakıyordu. Perdeler aralıktı, içeri serin bir gece rüzgârı giriyordu. Ben kapıyı kapattım. ben pijamalarımı alıp banyoya gittim. Üzerimi değiştirip döndüğümdd Sarvan yatakta uzanmış beni bekliyordu ama alınması gereken bir intikam vardı değili. dolaptan batteniye ve yastık alarak koltuğa geçtim. Sarvan çatık kaşlarıyla bana bakıyordu "Ne diye orada uyursun gelsene buraya" dedi ama umrumda olmadı. "Bana söylediğin sözleri unuttumu sandın" "Binlerce kez özür dilerim güzelim gel hadi yatağa" gitmedim inat değilmi işte onunla uyumayacağım. "Meryem gelirmisin artık yanıma "Başımı iki yana salladım "Gelmem Sarvan ağa daha affetmedim seni" "Ya sabır. Ulan daha ne kadar özür dileyeceğim" "Ben seni affedene kadar. bana çiftlik evinde söylediğin şeyleri unutacağımı mı sandın?" "Ulan kadın sabrımla oynama gel şu yatağa" "Gelmem işte daha seni affetmedim" "İnadını s*keyim senin gelsene kızım buraya kokun olmadan uyuyamıyorum artık" Fafice gülümsedim daha sonra hemen kendimi toparladım. "Bana ne seni affetmedim dedim ya" "Ulan kadın benimi sınıyorsun" "ne olmuş sınıyorsam gelmiyorum işte" ayağa kalkıp sinirle yanıma yürüdü beni kucağına alıp yatağa götürdü. "Ne yapıyorsun sen Sarvan ağa seninle uyumayacağım dedim ya" "Dün gece Sarvan daha hızlı diye inliyordun şimdi ağa mı olduk" dediğinde kıpkırmızı olduğuma emindim. neden şimdi beni utandırıyordu ki Yüzüme yaklaşınca sesini alçaltarak konuştu, “İnadınla baş edemiyorum ama yine de bırakmam seni. Sen benim karımsın, bir daha ayrı yatmak yok, anladın mı?” Kollarında çırpınmaya çalıştım ama gücüm yetmedi. Sadece bakışlarıyla bile dizlerimi titretebilecek kadar etkiliydi. “İstersen günlerce küs kal, ama seninle aynı yastığa baş koymadan gözümü yummam artık.” “Sen önce bana o sözlerin hesabını ver,” dedim, sesi titreyen ama gözleri inatçı biri gibi. Yatağın ucuna bıraktı beni, ama yanımdan da ayrılmadı. “Keşke o gün hiçbir şey söylemeseydim. Ama elimde değildi Meryem. Her şey üst üste gelmişti. Sana değil, kendime kızgındım. Ama o an seni kırdım biliyorum... ve her gün pişman oldum.” Başımı çevirdim ama içim yumuşamıştı. Yine de hemen pes etmek istemiyordum. "Hayır dedim ya" bırakmıyordu beni inadomla baş edemeyeceğini anladığında beni kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı. "Şimdi gide biliyorsan git bakalım"
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE