CİNSİYET

1948 Kelimeler
Sabah, odanın içine ince bir ışık süzülüyordu. Perdenin arasından sızan güneş, Sarvan’ın yüzüne düşmüştü. Başım yastığa yaslıydı ama gözlerimi açmadan önce onu izlemeyi seçtim. Gözkapaklarının altında dalgalanan bir huzur vardı. Saçları dağınık, sakalları gece boyunca biraz daha uzamış gibiydi. O benim adamımdı… hem de en yaralı hâliyle bile sarılmaktan korkmadığım, gözümle değil kalbimle sevdiğim adam. Bir süre daha izledim. Sonra hafifçe kıpırdadım. Bunu hissedince gözlerini açtı. Önce şaşkın, sonra uykulu bir gülümsemeyle yüzüme baktı. “Sabah olmuş,” dedi kısık bir sesle. “Olmuş.” “Bugün o gün mü?” Başımı hafifçe salladım. Elini uzatıp karnıma koydu. Artık dört aylıktı. Hareketleri iyice belirginleşmişti. Dün gece bile defalarca hissetmiştim. Minicik tekmeleri… kalbime vuran en tatlı darbelerdi onlar. Sarvan doğrulmadan önce avuç içini biraz daha bastırdı karnıma. “Bugün öğreneceğiz değil mi? Bir kız mı, bir oğlan mı… minik savaşçımız kim?” Ben güldüm. O heyecanlandıkça ben daha çok seviyor, o çocuklaşınca kalbim daha fazla atıyordu. Sarvan yerinden kalktı, gözlerini ovuşturdu. Sonra üstüne eğildi ve yanağıma minik bir öpücük kondurdu. “Umarım senin gibi olur,” dedi. “Umarım senin gibi olur,” diye karşılık verdim. “Benim gibi olursa inatçı olur. Kafasına estiğini yapar, söylenene kulak asmaz.” “Sen de tam olarak benim gibi değilsin sanki?” dedim gözlerimi devirerek. “Ben seninle aynı olmayı değil, senin yanında olmayı seçtim,” dedi. Sonra yeniden karnıma dokundu, sesini yumuşattı. “Ama ne olursa olsun… sağlıklı olsun. Sadece nefesiyle bile ömrümü güzelleştirecek biri o.” Kalbim burkuldu. Onun bu hâline hep zayıfım. Güçlü duruşunun altında sakladığı kırılganlık… beni en çok orada yakalıyor. Kahvaltıyı alelacele hazırladık. Ben bir dilim ekmekle oyalanırken, Sarvan tabağımı sürekli kontrol etti. “Yeterince yemedin,” dedi. “Heyecanlıyım,” dedim. “İştahım kaçtı.” “Bense açlıktan bayılacağım ama söz verdim… bebekle birlikte öğrensin diye seni bekliyorum.” Yemek bitince hızla hazırlandık. Benim saçımı taramama bile yardım etti. Aynanın karşısında durup arkamdan sarıldı, elleri karnımda birleşti. “Hazır mısın anne?” “Sen hazır mısın baba?” O an göz göze geldik. Ve ben o bakışta ilk kez bir adamın bu kadar büyüdüğünü, bu kadar yumuşadığını gördüm. Savaşların içinden çıkmış bir adamın, tek bir kalp atışıyla nasıl yeni bir hayata adım attığını izledim. Arabayla yola çıktık. Camdan dışarı bakarken içimde garip bir tedirginlik vardı. Hem mutluluk, hem kaygı… Ama Sarvan elimi tuttuğu anda hepsi dağıldı. Her zamanki gibi... avuç içi sığınağım olmuştu. Hastaneye vardığımızda içim içime sığmıyordu. Sarvan kolumdan tuttu, doktorun odasına kadar birlikte yürüdük. Ultrason odasına alındığımda Sarvan da yanımdaydı. Elim onun elinde. Doktor cihazı hazırlarken, Sarvan’ın nefesi hızlandı. Gözleri ekrana kitlendi. doktorun gösterdiği yere uzanıp karnımı açtım. doktor jeli karnıma döküp bebeğime bakmaya başladı. Cihazdan gelen o tanıdık ses odayı doldurduğunda… Bütün çektiğim acılar uçup gitti. bebeğimin kalp atışları benim için mucize gibiydi. Sarvan saçlarıma öpücük kondurdu. oda heyecanlıydı Sarvan saçlarıma bir öpücük kondurduğunda, yüreğimde ince bir sızıyla karışık tarifsiz bir huzur yayıldı. Elimi bırakmıyordu, avucumun içindeki o sıcacık tutuş… hem şimdiye, hem geleceğe tutulmuş bir sözdü sanki. Doktor alete odaklanmış, dikkatle ekrana bakıyordu. Sessizlik dakikalara yayılmıştı ama o sessizlikte bile odanın içinde kıpır kıpır atan bir hayat vardı. Kalp atışlarını duydukça gözlerim doldu, içimden sürekli “iyi mi, sağlıklı mı” diye dua ediyordum. Sarvan başını hafifçe eğdi, yüzünü boynuma yaklaştırdı. Fısıldar gibi konuştu: “Biliyor musun… ne olursa olsun, onu seveceğim. Kız ve ya oğlan fark etmez onu çok seveceğim." Tam o anda doktor, yüzünde sıcak bir gülümsemeyle başını kaldırdı. Gözleri ikimize birden takıldı. “Gözünüz aydın,” dedi. “Bir oğlunuz olacak.” Sanki zaman durdu. Kalbim durdu… sonra yeniden attı, öyle bir attı ki bütün bedenimde yankılandı. Sarvan’ın eli sıkıca kavradı parmaklarımı. Başını yavaşça kaldırdı ve göz göze geldik. Gözlerinde öyle bir ışık vardı ki… içinde hem bir savaşın bitişi, hem yepyeni bir başlangıcın ilk kıvılcımı vardı. Dudakları titredi, nefesi boğazında düğümlendi. “Oğlum mu?” dedi, kısık bir sesle. Doktor başını salladı, “Evet, güçlü bir oğlunuz olacak.” Sarvan bir an sustu. Sonra gözlerini ekranın üstünde gezdirdi. Minicik bir profili vardı ekranda, burnu, çenesi, kolları… bizden bir parçaydı. Sarvan başını eğdi, alnını karnıma dayadı. Sessizce kaldı bir süre. “Oğlum… benim oğlum…” dedi fısıltıyla. Elimi avuçladı, sonra yavaşça dudaklarını parmaklarıma bastırdı. “Senin içinde taşıdığın can, artık benim hayatımdaki en değerli şey… Ama asıl mucize sensin Meryem. Sen bu evin kalbisin, şimdi oğlumuzun da annesisin. Seni neyle, nasıl seveceğimi bilmiyorum.” Ben konuşamadım. Gözlerimden süzülen yaşlar sessizce çeneme aktı. Sarvan onları gördü, başparmağıyla sildi. Yanağıma usulca dokundu. “Ben bu çocuğa senin gözlerinle bakacağım. Senin gibi seveceğim onu. Kendi yolumu öğrendiğim gibi, onun yoluna da eşlik edeceğim. Çünkü onun babası senin sevginden doğdu.” O anda içimde öyle bir şey oldu ki… sarılmak, sığınmak istedim. Ama elimden sadece başımı yana çevirip onun alnına dokunmak geldi. Bir oğlumuz vardı artık. Henüz dünyaya gelmeden, kalbimizde yerini çoktan almıştı. Hastaneden çıktığımızda Sarvan’ın adımları hafif değil, sanki bulutların üstündeydi. Arabaya binerken bile gözlerini telefondan, camdan, yoldan çok, hâlâ elimde tuttuğu o siyah beyaz ultrason çıktısından alamıyordu. Bebeğimizin, yani artık bildiğimiz gibi oğlumuzun o bulanık ama kutsal sureti... elindeydi, yüreğindeydi, gözündeydi. Benim içimse kelebek doluydu. Kocaman, rengârenk, kıpır kıpır kelebeklerle doluydu. Ne zaman karnıma baksam... “oğlum” dedim içimden. Ben bir oğul doğuracaktım. Sarvan’ın oğlunu. Belki onun gibi çatık kaşlı, belki benim gibi yumuşak bakışlı… Ama bizim sevdamızın gölgesinde büyüyecek bir çocuk. Yol boyunca Sarvan bir an bile susmadı. “Bak göreceksin, konuşmaya başlar başlamaz ‘baba’ diyecek. Önce bana alışacak, sonra sana…” diye espri yaparken ben gülüyordum ama içim gözyaşıyla doluydu. “Oğlumuz olacak,” cümlesi kafamda yankılanıp duruyordu. Konağın demir kapısı göründüğünde, Sarvan frene yavaşça bastı. Elini tuttuğumda dönüp bana baktı. Gözleri gülümsüyordu. O gülümseme, her zorluktan sonra aldığım en büyük ödül gibiydi. Avluya girerken içeriye haber çoktan ulaşmış gibiydi. Süreyya Hanım kapının önünde bekliyordu. Başında işlemeli yazması, üzerinde mavi sabahlığıyla sabırsız ve heyecanlıydı. Ahmet Ağa da balkonun taş korkuluklarına dayanmış, ağır bakışlarla bizi süzüyordu. Gökhan merdivenlerin başında, Şeyda da yanında. Herkes bizi bekliyordu. Sarvan arabadan iner inmez hızla öne atıldı. Bir çocuğun ilk bisikletini gösterdiği gururla elindeki ultrason çıktısını Süreyya Hanım’a uzattı. "Anne benim bir oğlum olacakmış" sesi o kadar heyecanlı çıkmıştı ki çok tatlı görünüyordu gözüme. Süreyya hanım hemen yanıma gelip bana sarıldı. "Güzel kızım benim sen bu konağa huzur getirdin. şimdi de bir torun verdin Allah senden razı olsun" Sonra benden ayrılıp Sarvana sarıldı. Ahmet Ağa merdivenlerden ağır adımlarla indi. Gözleri kısılmıştı ama yanımıza vardığında Sarvan’ın omzuna bir elini koydu. “Adımızı sürdürecek bir çocuk… Hayırlı olsun oğlum. Çok büyük müjde verdin.” Gökhan bir kahkaha attı. “Eyvah… bir küçük Sarvan daha! Bu aşiret onun peşinden koşmaya şimdiden başlasın.” Şeyda ise sessizce yanıma geldi. Elimi tuttu. “Tebrik ederim abla… o çocuk çok sevilecek. Çünkü onun kalbi senin içinde attı.” Sarvan kollarını iki yana açıp “Hadi!” dedi. “Bugün bayram! Kurbanlar kesilecek, dualar edilecek! Bu aşiretin bir varisi olacak!” Bir anda hareket başladı. Ahırdan adamlar koşturarak çıktılar. Bahçede koçlar seçildi. Kadınlar avluda telâşe kapıldı. Kazanlar kuruldu, ateşler yakıldı. Ama… her ne kadar bayram havası varsa da, konağın taş duvarlarının gölgesinde iki göz vardı ki, güneşi içine almıyordu. Yezda Hanım, balkonun ucunda durmuş, kollarını göğsünde kavuşturmuş, yüzünü buruşturmuştu. Ne dudaklarında bir tebessüm, ne gözlerinde bir kıpırtı… Herkesin sevinci onun suskunluğunda eriyip gidiyordu. Yasmin ise biraz geride durmuş, gözlerini yere indirmişti. Gözlerinde belli belirsiz bir kıskançlık… Bir yenilmişlik vardı. Sarvan’ın sadece bir eş değil, artık bir baba olacağı gerçeğiyle baş edemiyordu. Çünkü bu sefer onun yerinde ben vardım. Ama ben o an hiçbir kıskançlığa, hiçbir gölgeye aldırmadım. Karnıma elimi koydum. İçimde atan o kalp… tüm karanlıkları aydınlatacak kadar güçlüydü. Sarvan yanıma gelip kolunu belime sardı. Başını eğip kulağıma fısıldadı: “Onun adını birlikte koyacağız, tamam mı? Ama önce… senin kahramanlığını herkes bilsin istiyorum. Ben o çocuğun babasıysam, sen de her şeyin özüsün, Meryem.” Gözlerim doldu. Ama bu sefer hüzünden değil. Mutluluktan. Kurbanlıkların kanı toprağa aktıkça, dualar göğe yükseldikçe… Ben ilk defa bir soyun değil, bir sevdanın büyüdüğünü hissettim. **** Odadaydık. Konağın kalabalığı, bahçedeki kurbanlık sesleri, dışarıda uçuşan sevinç dolu sözler yavaşça uzaklaştı biz kapıyı kapatınca. Sanki dünya biraz küçüldü… sadece biz üç kişi kaldık. Ben, Sarvan ve içimde atan o minik kalp. Oda loştu. Perdeler biraz aralanmış, akşamın kızıl ışığı içeride süzülüyordu. Pencereden gelen meltem, tül perdeyi nazlı bir sevgili gibi dans ettiriyordu. Sessizce yatağa oturdum. Sarvan ise kapıyı usulca kapatıp yanıma geldi. Üzerimdeki hırkayı omuzlarımdan sıyırıp kenara bıraktı. Ardından hiç konuşmadan beni kollarının arasına aldı, kucağına çekti. Bacaklarımı gövdesinin iki yanına alarak, beni tam karşısına oturttu. Gözlerinde bir hayranlık vardı. Bir şefkat… bir tapınma hâli. Ve o hâl, bana kendimi bir kadın değil, bir hayat gibi hissettirdi. Başımı göğsüne yasladım. Kalbinin ritmi yavaş ve netti. Sanki içimdekiyle senkronizeydi. Kalplerimiz birbirine dokunuyordu. Sarvan’ın elleri yavaşça karnıma indi. Avuç içini yumuşakça bastırdı. Başını eğdi, dudaklarını saçlarıma dokundurdu. “Burada mı?” dedi alçak bir sesle. “Burada…” dedim fısıltıyla. “Bizi duyuyor mu sence?” “Duyuyordur… hissettiğine eminim.” Bir süre öylece kaldık. Sonra Sarvan başını eğdi, yüzünü tam karnımın hizasına getirdi. Elini yine karnımın üstünde tuttu, diğer eliyle belimi kavradı. Konuşmaya başladı ama sanki bana değil, içimdeki oğluna konuşuyordu. “Oğlum… minik savaşçım. Daha seni hiç görmedim ama kalbimi çoktan fethettin. Bak, ben senin babanım. Bu ses… senin için her şeyi yapacak adamın sesi. Anneni seviyorum oğlum… çok seviyorum. Ve sen onun içinden bana gelen en kıymetli armağansın.” Benim gözlerim doldu ama gülümsemeyi bırakmadım. Sessizce izledim onu. Bu adamı… bu heyecanlı, yorgun, güçlü, kırılgan ama dimdik adamı. Sarvan, oğlumla konuşurken gözlerinde bir umut vardı. Korkularının üzerine sevgiyle örtülmüş bir umut. “Sen doğduğunda,” dedi, “ilk seni ben kucağıma alacağım. Annen sana o güzel gözleriyle bakarken, ben başını göğsüme yaslayacağım. Sana ilk ‘hoş geldin’ diyen ben olacağım.” Sonra başını kaldırdı, gözleriyle beni buldu. O anda bana öyle bir baktı ki… içimdeki her kıpırtı, yerini tarifsiz bir minnettarlığa bıraktı. Parmaklarını saçlarıma daldırdı, alnımı öptü. “Sen büyürken ben hep yanında olacağım. Yürümeyi öğrenirken elini tutacağım. Düşersen kaldıracağım. Ama en çok da seni seveceğim oğlum. Sana karşı sadece doğruyu değil, sevgiyi öğreteceğim. Bir kadını nasıl seveceğini… annene nasıl kıymet vereceğini...” Sarvan yeniden karnıma döndü. Sesi artık bir masal anlatıcısı gibiydi. İçinde heyecan da vardı, oyunbazlık da, gurur da… “Seninle sabahları balık tutmaya gideceğiz. Buz gibi suda çıplak ayakla yürüyeceğiz. Ellerimiz donacak ama sen kahkahalar atacaksın. Sonra seni omzuma alacağım, annenin camdan bizi izlediği o anları göreceksin. O gülüşü… unutma oğlum, annen güldüğünde dünya biraz daha yaşanılır bir yer olur.” Ben yavaşça elimi uzatıp onun saçlarına dokundum. Parmaklarım arasında dalgalarını hissettim. Bu adam benimdi. Ve artık sadece bana ait değildi, oğluma da aitti. “Seninle birlikte ilk futbol topunu alacağız. Beraber yastıktan kale yapacağız. Sonra annen bağıracak odanın halini görünce… ama o bile gizlice bize gülümseyecek. Biz seninle bir takım olacağız oğlum. Ama annen… o bizim oyunumuzun kazananı olacak hep.” Ben artık tutamıyordum. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Sessizce, zarifçe. Mutluluktan. Sarvan bunları söylerken, karnımda minik bir hareket hissettim. Kendi kalbim gibi tanıdık, ama ondan başka bir kalp… minik bir tekme. “Sarvan…” dedim, sesim titriyordu. “Hareket etti. Duydu seni.” Sarvan’ın gözleri parladı. Elini daha sıkı bastırdı karnıma. “Beni duydu mu?” dedi neredeyse bir çocuk gibi. “Beni mi selamladı?” “Bizi,” dedim. “O bizi seviyor.” O an Sarvan beni yeniden kendine çekti. Göğsüne bastırdı. Elini başımda gezdirdi. “Senin sayende oldu bunların hepsi,” dedi. “Sen bana sadece bir evlat değil… bir hayat verdin Meryem. Artık başka bir adamım. Ve bu adam, seni ömrünün sonuna kadar sevecek.” Gözlerimi kapattım. Göğsünün ritminde, oğlumun kıpırtısında… huzurun en saf hâlini buldum. O gece hiçbir savaş yoktu. Sadece bir adam, bir kadın ve onların kalbinde atan bir oğul vardı. Ve bu sessizlik… ömürlük bir dua gibiydi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE