GERÇEKLER

2205 Kelimeler
Sarvan ellerini başına koymuş çaresizce bekliyordu. Gökhan ve Şeyda ne olduğunu bilmedikleri için sessizce durmuştular. Sarvanın çaresiz halini izliyordular ama Meryem'in onu kovası ve söylediği sözler şüphelendirmiyor değildi onları. Acile almıştılar Meryemeyi. durumu iç açıcı değildi. Tehlikeli bir hamilelik süreci geçiriyordu yaşadığı stres ve üzüntü kanamasına sebep olmuştu. Süreyya hanım her şeyden haberdardı. Asminin söylediklerini duymuş kızına cezasını vermişti. Ama Sarvana yalan yanlış seyelr söylediğini duyduğunda tedirgin olmuştu. Nitekim Sarvan o sinirle Meryemi kırıp dökmüştü. Şimdi hastanenin önüne gelen Süreyya hanım hızla içeri girdi gelinin merde olduğunu öğrendiğinde oraya doğru yürüdü Sarvanı görür görmez ona doğru ilerledi. "Sarvan" annesinin sesini duyan Sarvan ayağa kalktı. Süreyya hanım Sarvanın yanına gelerek hastaneyi çınlatan bir tokat attı Sarvanın yüzüne. Sarvann başı yana düşü. "Kimsin sen...Sarvan sen kimsin. Benim oğlummusun sen gerçekten söylesene böyle mi yetiştirdim seni. Asminin söylediklerini ölçüp tartmadan Meryem'in böyle bir şey söylemeyecgini bilmiyormuş gibi kıza o sesleri nasıl söylersin. Bütün konak bağışlarını duydu." Sarvan başını eğmiş, annesinin tokadıyla birlikte yüzündeki utancı da gizlemeye çalışıyordu. Süreyya Hanım, gözlerindeki yaşları geriye itmiyor, bastığı her adımla Sarvan’ın yüreğini ezip geçiyordu. Kadıncağız, gelininin kanlar içinde hastaneye getirilişini öğrenince duramamış, gece vakti üstüne bir hırka geçirip soluğu hastanede almıştı. Süreyya Hanım, oğlunun tam karşısında durdu. Sesi titriyordu ama her hecesinde fırtınalar vardı. “Asmin’in söylediklerini duyduğumda kızımı elimle yere serecektim… Ama duyduklarımın daha beteri buradaymış meğer.” Gözlerini kısarak baktı Sarvan’a. “Kızcağıza demiş ki, ‘Senin de bebeğin ölecek…’ Sen böyle bir şeyi sindirebiliyor musun Sarvan? Kucağında çocuğunu bekleyen bir kadına, hem de ilk defa anne olmayı tadan bir kıza, nasıl böyle bir laf edilir?” Sarvan eliyle alnını kavradı, geriye birkaç adım attı. “Ben bilmiyordum… Sadece ağlıyordu… Meryem’in bir şey yaptığını söyledi—” “YALAN!” diye bağırdı Süreyya Hanım, gözlerini kocaman açarak. “Yalan oğlum! Her söylediği baştan sona uydurma! Kızcağız ağlamasın da ne yapsın? Asmin ağzına geleni saymış, ‘Senin yüzünden öldü, senin de bebeğin ölecek’ demiş. O kız bu konağa geldiğinden beri çekmediği kalmadı! Ama hiç kimseye bir kelime bile etmedi. Senin için susmuş, ailene saygısından susmuş, bizim namusumuz zedelenmesin diye içine atmış her şeyi.” Sarvan gözlerini kapattı, göz kapaklarının arkasına gömdüğü pişmanlık yüzüne vuruyordu. “Ben… ben ona inandım. Sadece… sadece Asmini öyle görünce Meryem'de affetmemisti onları...bilemedim" “Senin Yanlışlarin onun canını yakmaya sebep oldu,” dedi Süreyya Hanım, sesi çatlamıştı artık. “Onun gözü sende, onun kalbi sende. Senin bir bakışına muhtaç bir kadın... Karnında çocuğunu taşıyor. O çocuk senin canından. Ama sen… sen öfkeyle çırpınıp karşında düşman aradın. Düşmanın Meryem değil oğlum. Düşmanın senin saflığın.” Sarı saçlarının arasından birkaç tel düşmüş, hırkasının kolunu silerken gözlerini sildi kadın. “Yazıklar olsun sana Sarvan. Yazıklar olsun! Eğer torunuma bir şey olursa… O yavruya bir şey olursa, bu vicdan azabıyla nasıl yaşarsın? Gözümün önünde kıza el kaldırmadın belki ama sözlerinle öldürdün onu. Kalbine sapladın hançeri. Eğer bir daha öyle davranırsan, bu defa seni ben tanımam.” Sarvan yere çömeldi, başını dizlerine bastırdı. Nefesi kesilmiş gibi durmaya başladı. Gökhan ve Şeyda uzaktan sessizce izliyorlardı olanı biteni. Gökhan hafifçe Şeyda’ya yaklaşıp fısıldadı: “Kadın doğru söylüyor. Meryem kıza değil, onun canına kast eden laflar etmişler… Kime yapsalar yıkılırdı.” Şeyda da başını salladı, gözleri dolmuştu. “Sarvan ne yaşadığını bilmiyor… Ama olan Meryem’e oldu. Umarım geç kalmaz.” Süreyya Hanım, hastane koridoruna dönüp yürüdü. Her adımı geride yankılandı. Sarvan hâlâ dizlerinin üzerindeydi, annesinin tokadı yanaklarında değil, vicdanında iz bırakmıştı. Bebeği yaşarsa, Meryem yaşarsa… belki her şey için telafi şansı doğardı. Ama ya bir daha geri gelmeyecek bir şeyleri kaybettiyse? Ya bebeklerinin ölümüne sebep olduysa ne yapardı. Sarvan kendini asla affetmezdi. Meryem onun yüzüne bile bakmazdı. çocuğuna bir şey olmasın diye dualar ediyordu içinden. Bebeğini kaybederse... İşte o zaman affetmesi en zor olan kişi, kendisi olacaktı. Sarvan başını ellerinin arasına almış, annesinin söylediklerini tekrar tekrar zihninde döndürüyordu. Her bir kelime, kalbine hançer gibi saplanıyordu. Meryem’in ağrılar içinde kıvranışını, o titreyen dudaklarını, gözlerindeki hayal kırıklığını hatırladıkça içinden bir şeyler sökülüyordu sanki. Gökhan hâlâ yanında, duvara yaslanmış sessizce bekliyordu. Şeyda göz ucuyla Sarvan’a bakıyor, ama bir şey söylemiyordu. Sarvan’ın hali perişandı. Saçlarını çekiştiriyor, dudaklarını ısırıyor, nefes almakta bile zorlanıyordu. “Elimle yıktım her şeyi…” dedi kısık bir sesle. Gökhan başını çevirdi, dikkat kesildi. “Ben… ben onun gözlerine bile bakmadan söyledim o sözleri. Bana dokunma dedim. Elini bile sürme dedim… Oysa tek istediği biraz huzurdu. Biraz sevgi. O kız hiçbir şey istemedi benden. Ne servet, , ne de söz. Sadece yanında olayım, ona inanayım istedi. Ama ben ne yaptım?” Sesi çatallaştı, gözleri doldu. Şeyda dayanamayıp yanına yaklaştı. “Sarvan… pişmansın biliyorum ama şimdi en çok onun sana değil, senin ona ihtiyacın var. Sadece dua et. Yalvar ki, o ve bebeği kurtulsun. Sonrası için hâlâ bir şeyleri toparlama şansın olabilir.” Sarvan başını iki yana salladı. “Ben onu kaybettim. Kalbinden vurdum. Belki bedeninden bir şey eksilmedi ama ruhunu ben öldürdüm…” Gökhan bir adım attı. “Bak, daha içeride… Hâlâ savaş veriyor. Belki seni affetmez, belki eskisi gibi olmaz ama onun için güçlü ol. Çünkü o senin karın. Karnında senin çocuğunu taşıyor. Ve sen şu an bu koridorda ağlayarak ona hiçbir fayda sağlayamazsın.” Sarvan gözyaşlarını sildi, ayağa kalktı. Ama bedeni titriyordu. Her adımı yük gibiydi. Yumruğunu duvara sapladı. Pişmandı sevdiği kadına söylediği sözler için deli gibi pişmandı. Ama bebeğine bir şey olursa pişmanlığın ne anlamı kalırdı ki. Kendisini ömür boyu affetmezdi. Hastane koridorunun lambaları Sarvan’ın gözünde birer yıldız gibi patlıyor, başı dönüyordu. Ayakta durmakta zorlanıyordu ama yere yığılmamak için duvara yaslanmış, dişlerini sıkmıştı. İçindeki pişmanlık yavaş yavaş bir zehre dönüşüyordu. Bir yandan dua ediyor, bir yandan da içinden sürekli aynı şeyi geçiriyordu: “Ne olur bir şey olmasın… Allah’ım ne olur hem onu, hem bebeğimizi koru…” Tam o sırada, acil servis kapısı ağır bir şekilde açıldı. Beyaz önlüğüyle orta yaşlı bir doktor çıktı içeriden. Gözlüklerini düzeltti, yüzünde yorgun ama ölçülü bir ciddiyet vardı. Sarvan hemen yerinden fırladı. “Doktor… ne oldu? Meryem… karım… çocuğumuz… bir şey oldu mu?!” Doktor, bir an duraksayıp gözlerini Sarvan’dan Gökhan ve Şeyda’ya, sonra Süreyya Hanım’a çevirdi. Ardından derin bir nefes aldı. “Evet, Meryem Hanım iki aylık gebe. Ve üzülerek söylüyorum ki çok ciddi bir stres yaşamış. Bu stres, rahim kasılmalarını tetiklemiş. Kanaması vardı… İlk geldiğinde durumu oldukça kritikti.” Sarvan’ın yüzü bembeyaz kesildi. Elleri titredi, bir adım geri gitti. “Kritikti derken… bebek…?” Doktor başını iki yana salladı. “Şu an için kanama durduruldu. Bebek kalp atımı alınıyor. Yani şu anda hayatta. Ancak bu, durumun iyi olduğu anlamına gelmez. İki aylık bir gebelikte bu tür kanamalar, düşüğün habercisi olabilir. Özellikle de psikolojik yük devam ederse…” Süreyya Hanım araya girdi: “Yani… düşük tehlikesi var mı?” Doktor derin bir nefes aldı. “Evet. Meryem Hanım'ın mutlak yatak istirahati gerekiyor. En ufak bir fiziksel zorlanma, ani bir üzüntü ya da stresli durum… maalesef bebeğin kaybına yol açabilir. Annenin psikolojisi şu an en az fizyolojisi kadar hassas. Bu kadar erken dönemde yaşanan bu denli ağır stres, anne adayının bağ kurmasını da zorlaştırabilir. Bu yüzden yanında güveneceği, huzur bulacağı bir ortam şart.” Sarvan yutkundu. Gözleri büyümüştü. “Ben… ben onun yanına girebilir miyim?” Doktor başını eğdi, gözlüklerini çıkarıp gözlerini ovuşturdu. “Bu sizin kararınız. Ama şunu açıkça söyleyeyim: Kadın korku dolu bir ruh haliyle uyandı. Kendisini korumaya almış gibi davranıyor. İçeri ilk girdiğimizde kimseyle konuşmak istemedi. Sadece ağladı. Sürekli karnını tutuyordu. Konuşmaya çalışınca yüzünü çevirdi. Yani... şu an sizinle yüzleşmeye hazır değil gibi.” Sarvan’ın omuzları çöktü. “Ben... onu kırdım,” dedi boğuk bir sesle. “Hem de çok fena…” Doktor bir an durdu, sonra yumuşak bir sesle devam etti: “Eğer bu süreçte yanında olacaksanız, onu anlamayı öğrenmelisiniz. Sadece sevgi yetmez, sabır da gerekecek. O kadın şu an sadece anne değil; aynı zamanda korkmuş, incinmiş bir insan. Kalbi hâlâ atıyorsa, sizinkinden daha güçlü olduğu içindir.” Süreyya Hanım elini Sarvan’ın omzuna koydu. “Yüzüne bakmayabilir, sana cevap vermeyebilir ama sen orada olacaksın oğlum. Onu iyileştirecek olan tek şey; senin vazgeçmeden yanında durman.” Doktor başını salladı. “Beş dakika, daha fazlası değil. İçeriye girdiğinizde bağırmayın, dokunmayın, zorlamayın. Sadece onun nefesini dinleyin. İzin verirse konuşun. Ama en önemlisi… incitmeyin.” Sarvan derin bir nefes aldı, adımlarını yavaşça odaya doğru çevirdi. Her adımı bir ömrüne mal oluyordu sanki. İçeri girdiğinde loş ışıklar, makine sesleri, serumlar ve beyaz çarşafların arasında yatan Meryem’i gördü. Yüzü solgundu, dudakları kurumuş. Ellerini karnına sarmış hâlâ titriyordu. Gözleri kapalıydı ama kirpiklerinin ucunda kurumuş yaşlar vardı. Sarvan bir sandalye çekti, yavaşça yatağın başucuna oturdu. Kıpırdamadı. Sadece izledi. Her kıvrımı, her soluk alışverişi, her hıçkırık gibi yükselen nefesi yüreğine işliyordu. Kısık bir sesle konuştu, neredeyse fısıltıydı: “Meryem… duyuyor musun bilmiyorum. Ama eğer bir yerlerde beni dinliyorsan… çok özür dilerim. Ne olduğunu anlamadan konuştum. Anlamadan… seni suçladım. Oysa seni korumam gerekiyordu. Yanında olmam gerekiyordu. Sen en çok bana güvendin… Ben seni en çok kırdım.” Meryem’in kirpiklerinde küçük bir kıpırtı oldu ama gözlerini açmadı. Sarvan devam etti: “Bebeğimiz hâlâ senin içinde… Yaşıyor. Kalbi atıyor. Ve ben yemin ederim… yaşaması için her şeyi yapacağım. Seni bir daha asla yalnız bırakmayacağım. Affetmesen de olur. Yeter ki yaşa. Yeter ki bebeğimiz yaşasın…özür dilerim her şey için çok özür dilerim" Bir damla gözyaşı Meryem’in yanağına düştü. Sarvan’ın parmak uçlarıyla silmek istediği ama dokunmaya bile cesaret edemediği bir damla… Meryem gözlerini zar zor açabildiğinde, beyaz ışıkların arasında ilk gördüğü şey Sarvan’ın yüzü oldu. Yorgun, bitkin, gözlerinin altı çökmüştü. Dudakları titriyordu ama gözlerinde derin bir pişmanlık parlıyordu. Eğilmişti başucuna… Ellerini uzatmış ama dokunmaya korkar gibi havada bırakmıştı. “Meryem… güzelim… ne olur bir şey söyle. İyi olduğunu söyle. Ben… ben kendimi affetmem, ne olur gözlerini kapama…” diye fısıldadı Sarvan, sesi çatallaşarak. Meryem gözlerini ondan kaçırdı. Bakmak istemedi. Yavaşça başını yana çevirdi. Dudakları ince bir çizgiye dönüştü. Solgun teninde hâlâ ağrının izleri vardı. Ama en çok da yüreği sızlıyordu. Sarvan’ın o gece söyledikleri, gözündeki öfke, onu suçlayışı… hiçbir yara onun kadar canını yakmamıştı. Sarvan nefesini tuttu, yutkundu. “Haklısın… Seni dinlemedim, sana inanmadım. O an öfkeyle, aklımı kaybettim. Ben… ben sadece Asmini öyle görünce ona inandım çok pişmanım Meryem yüzüne bakmaya bile utanıyorum. Sevdiğim kadını bu hale soktuğum için deliler gibi pişmanım" Meryem yine cevap vermedi. Sadece gözlerini kapadı. Sessizlikte akan gözyaşı, yanağından yastığa süzüldü. Bir damla… ama içinde bir ömrün acısı vardı. Sarvan başını eğdi. Bir adım geri çekildi. Yutkunarak fısıldadı: “Gitmemi istiyorsan… giderim. Ama bil ki ben her gün, her gece, bir ömür boyu senin sessizliğinle yaşayacağım. Seni affetmeni beklemeye hakkım yok… sadece dua edeceğim, senin ve bebeğimizin sağlığı için. Başka hiçbir şey istemem artık.” Meryem’in yanıtı yine sessizlik oldu. Sarvan son bir bakış attı. Kalbi paramparçaydı. Ayakta zor duruyordu ama yürüdü… kapıya doğru. Her adımı bir suç gibi, her nefesi bir ceza gibi. Kapıyı araladığında bir kere daha dönüp baktı. Ve sonra çıktı odadan. Geriye sadece kalp atışlarını sayan makinelerin sesi kaldı. ******* Sarvan kapıyı çekip çıktığında içimdeki her şey onunla birlikte gitti sanki. O kapının kapanma sesi, beni öyle bir yerimden vurdu ki... Ses çıkmadı. Ağlayamadım bile. Boğazım düğüm düğüm, gözlerim dolu ama damla yoktu. Elim karnımda, başımı yastığa yasladım. Küçücük bir çocuk gibi… Sessizce… Sadece içimden “Git” dedim. Git artık. Çünkü burada durman daha çok acıtıyor. Gözümün önünde durdukça kanayan yerlerime merhem olmuyorsun. Tersine bastıkça daha çok sızlıyor her şey. Sana bir kere bile yalan söylemedim ben. Kimseye söylemediklerimi sana söyledim. Kendimi sana verdim. Ben kimseye ait olmamıştım, olmaya da korkardım. Ama seninle korkmadım. Sen de, en çok korktuğum şeyi yaptın. En güvendiğim yerden, en derin yerime sapladın kelimeleri. Bebeğim için güçlü durmak zorundayım. Onun için… Hayatımda ilk kez biri için kendimden vazgeçmeyi düşünmeden kabul ettim. Ama sen… Sen beni değil, onun anlattığı yalanları seçtin. Ben sessiz kaldıkça herkesin üzerine yıktığı kişi oldum. Ve şimdi… içimde taşıdığım canın da sessizce gitmesinden korkuyorum. Ellerimi karnıma daha sıkı sardım. Gitmek istiyordum. Bebeğimle birlikte gitmek. Ama buna bile izin vermezler ki. Sığına bileceğim bir ailem bile yok benim. Beni paçavra gibi Sarvanın önüne atan ailem beni kabul etmezdi. Sarvanı affedemiyordum. Söyledikleri aklımdan çıkmıyordu bir türlü. Asmine inanıp bana bağırmasını unutamıyorum. Ya bebeğime bir şey olsaydı o zaman ne olacaktı. Şuan her yeri yakıp yıkmıyorsam bebeğim için. Kapı tekrar açıldığında Süreyya Hanım odaya girdi , gözlerindeki yorgunluk ve derin acıyı hemen hissettim. Diz çöktü yanıma, ellerimi nazikçe tuttu. O an, içimde bir şey kıpırdadı; yalnız olmadığımı hissettim. “Evladım,” dedi usulca, “Biliyorum, ne kadar zor. Ama unutma, ben buradayım. Yanındayım.” Başımı kaldırdım, gözlerim hala doluydu ama annemin sesi, kalbimi biraz olsun rahatlattı. Sarvan’ın bana söylediği o sert sözler, yüreğime saplanan hançerler gibi canımı yakıyordu. Ama annem oradaydı; sanki yüküm biraz hafiflemişti. “Yanlış yapan Sarvan’dı,” dedi Süreyya Hanım, “O anın öfkesiyle hareket etti. Bu senin suçun değil. Bu evde senin kadar değerli kimse yok.” Bebeğim için güçlü olmak zorundaydım. İçimde büyüyen o küçük hayat, bana tutunacak bir sebep veriyordu. Annemin sözleri, soğuk ve karanlık duvarların arasında bir ışık gibi parladı. “Yalnız yürümeyeceksin,” dedi, “Ben senin yanındayım biliyorum ki en masum sensin. Ben senin annenim bunu sakın unutma" O an, ellerim annemin ellerinde sımsıkı kenetlendi. Kırılmıştım, yorgundum; ama tamamen bitmemiştim. Belki bir gün, içimdeki acılar hafifleyecek, yaralar kapanacaktı. Şimdilik ise, ona güvenip, dayanmak zorundaydım. Çünkü en çok buna ihtiyacım vardı. Belki bir gün Sarvanı affede bilirdim ama bu ne zaman olur bilmiyorum çünkü ona her baktığımda bana söylediği o ağır sözler aklıma gelecekti
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE