BİTKİN - KIRGIN

1755 Kelimeler
Şeyda Bir insanın kalbi kaç kere kırılır? Kaç kere susar kendine, kaç kere görmezden gelir olanı? Ben kendime ilk kez bu kadar kızgınım. Ama ondan önce… en çok Gökhan’a. Çocukluğumun bahçesinde ilk kez koşarken görmüştüm onu. Omuzları dik, sesi gür, bakışları güven doluydu. Bir çocuğun hayal edebileceği her kahramandı benim için. Gökhan. yengem beni onun yanına gönderirdi, “abindir” derdi. Ama ben hep bilirdim... onu sadece bir abi gibi sevmedim. Büyüdükçe içimde bir şey büyüdü. Sakladım. Susturdum. Yıllarca gözlerinin içine bakıp tek kelime etmeden sevdim. Her sabah aynı sofrada oturduk. Yanında biri olsa bile içimden hep “Keşke beni fark etse” dedim. Ama fark etmedi. Hep başka yerlere baktı. Beni hiç görmedi. Ve ben... ses etmeden bekledim. Çünkü beklemek, sevmekti. Çünkü onun yeri gözümde, kendimden bile yüksekti. Ama bugün...Bugün o sevdiğim adam, bir başka kadının kurtuluşu için benim hayatımı feda etmeyi seçti.Hiç düşünmeden. Hiç sormadan. Onun için sadece bir "kabul" kelimesiydim. Bir çözüm. Bir adım. Kalbim o an gerçekten sustu. Sarvan abi gözümün içine baktı, “Razı mısın?” dediğinde... Hayır demek istedim. Kaçmak, bağırmak, “Ben bunu hak etmedim!” diye haykırmak istedim. Ama Gökhan kabul etmişti. Ve ben... onun ardından “Hayır” diyemezdim. Gururumu onun ayakları altına bırakamazdım. Kırıldım. Hem de öyle bir yerden kırıldım ki... içimde ne çocukluk kaldı, ne hayal. “Ben de razıyım,” dedim. Ama o “razıyım”, bir evet değildi. Bir vedaydı. Ben artık onun yanında durmaktan vazgeçtim. Kalbimdeki o sessiz sevdadan kendi ellerimle vazgeçtim. Toprağa gömdüm. Ve şimdi... Cihan’la evleneceğim.Onu tanımıyorum.Kimdir, nasıldır, huyu nedir bilmiyorum.Ama ondan bir şey beklemiyorum. Düşüncelere dalmışken birden kapı açıldı. Meryem kapıyı çalmadan içeri girdi. Onun telaşlı nefesiyle başımı kaldırdım. Gözlerinde endişeyle karışık bir haykırış vardı. Gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım. Çünkü o, beni en çok anlayan kişiydi bu konakta. Beni ben yapan yaraları en iyi gören oydu. “Şeyda…” dedi yavaşça, sesi pamuk gibi. “Emin misin?” O an içimde bir şey titredi. Sanki içimde bir çocuk, elini kaldırıp “Hayır!” diyecek gibiydi. Ama susturdum onu. Kalbimi susturduğum gibi. “Evet,” dedim. Dudaklarım kıpırdasa da sesim çıkmadı önce. Sonra boğazımı temizleyip yineledim. “Eminim.” Meryem yaklaştı. Diz çöküp yanımda oturdu. Elimi tuttu. “Bak, seni anlıyorum,” dedi. “Ama sevmediğin biriyle evlenmek... bu, kendini her gün yavaş yavaş öldürmektir.” Bir an gözlerimi ona çevirdim. Dudaklarım titredi ama kalbim kararlıydı. Çünkü artık kırıklarımı bir başkası tamir edemezdi. Gökhan zaten onları ezip geçmişti. “Sence bu benim için bir ilk mi?” dedim. “Ben zaten her gün kendimden bir şey kopararak yaşadım. Onu her sabah başkasının yanında görerek sustum. Her gece onun için dua edip, başka bir kadının ismini duyunca gözyaşımı içime akıttım. Bu... bu benim ilk ölümüm değil Meryem.” Meryem gözyaşlarını tutamadı. “Yine de... senin kalbin başka biri için atıyorsa... yapma,” dedi. “Vazgeç. Bu evlilik dönüşü olmayan bir yol.” Başımı iki yana salladım. “Dönüşü zaten yok,” dedim. “Aşiret kararını verdi. Gökhan onayladı. Sarvan abi sordu. Ve ben... susmayı seçtim. Bu saatten sonra dönmek... hem kendi gururumu hem de ailemin onurunu çiğnemek olur. Ben o yıkımı taşıyamam.” Meryem’in sesi inceldi. “Ama sen bu yıkımın içinde nasıl yaşayacaksın?” Omuzlarımı kaldırdım. Dudaklarımın kenarına acı bir gülümseme yerleşti. “Yaşamayı zaten bıraktım, Meryem. Sadece nefes alıyorum artık. O yüzden... kim olduğunun bir önemi yok. Cihan'mış, başkasıymış... fark etmez. Benden hiçbir şey beklemesin yeter.” Meryem başını önüme eğdi. Elimi daha sıkı tuttu. Ama ne onun sesi, ne gözyaşı… hiçbir şey kararımı değiştiremezdi artık. Çünkü ben artık Gökhan’ın gölgesinden bile vazgeçmiştim. Ben... Şeyda. Bir zamanlar hayal kuran kız değilim artık. Ben artık bir kararın, bir suskunluğun ve bir veda cümlesinin adıyım. ****** Ertesi sabah her şey daha da gerçekti artık. Konağın bahçesi temizlenmiş, avluya büyük sedirler yerleştirilmişti. Yengem erkenden kalkmış, Şeyma ablaları seferber etmişti. Herkesin yüzünde telaş vardı ama benim içimde garip bir sessizlik hâkimdi. Sanki bütün bu hengâmenin içinde olmamam gerekiyormuş gibi... Sanki ben değilmişim gibi bugün istenilecek olan. Ama bendim. İsteyeceklerdi. Dağdelen aşireti. Öğleden sonra vaktiydi. Babamla Sarvan abi baş köşeye oturmuştu. Erkek tarafı geldiğinde kapının önünde bir uğultu yükseldi. Omuzlarım dikti, başımı eğdim. O an bütün kadınlar beni izliyordu. Bir ben eksiktim bu sahneden. Ama eksikliğimin kimsenin umurunda olmadığını fark ettiğimde, her şey daha kolaylaştı. Gülümsedim. İçten değil... ama alışkanlıktan. İstek gerçekleşti. Sözler verildi. Kahveler içildi. Usulen gülümsemeler dağıtıldı. Nihayet gece çöktüğünde herkes yavaş yavaş odalarına çekildi. Ben de koridorun loş ışığında yavaşça yürürken, kendi içimdeki mezarlığın başında dua eden bir kadın gibiydim. O gece, bir ömür sürecek bir suskunluğun ilk gecesiydi. Ertesi sabah güneş bile yabancı doğdu. Yatağımda gözlerimi açtığımda kapı çalındı. Meryem içeri girdi, gözlerinde çekingen bir ifade vardı. “Şeyda,” dedi yutkunarak. “Bir şey söylemem lazım.” Başımı hafifçe salladım. “Söyle.” “Gökhan... Dağdelenlerin evine gidecekmiş bugün,” dedi. “Nihal’i istemeye.” Gözlerim dalıp gitti. Ne bir acı, ne bir öfke... sadece derin bir boşluk. İçimdeki kırık aynadan yansıyan tek şey, kendimi ne kadar uzun zamandır tanımadığım oldu. “Ne zaman?” diye sordum, sesi ben bile tanıyamadım. “İkindiye doğru.” Dediğini bitirdiğinde bana doğru bir adım attı, sonra vazgeçti. Gözlerini kaçırdı. “Sen... iyi misin?” İyi olup olmamam artık kimsenin meselesi değildi. Hele Gökhan’ın hiç. Belki de ilk kez gerçekten bir cevap verdim bu soruya. “Ben... artık hissizim,” dedim. “İyi olmakla kötü olmak arasında fark yok artık benim için. Sadece... bitmesini bekliyorum.” Meryem gittiğinde odada yalnız kaldım. Ama aslında en kalabalık hâlimdi bu. İçimde eski ben, eski Şeyda... elleriyle beni susturuyordu. “Ne bekliyordun ki?” diyordu. “Aynı kadını iki kez sevmezler Şeyda. Sen sadece geç kalmış bir vedaydın onun için.” Ve ben o gün... hem bir nişan yüzüğünü taktım, hem de içimdeki son umudu gömdüm. Şimdi ise elimde yüzük ve yanımda o yüzüğün sahibi Cihan vardı. kimdi o tanımıyordum bile ama evleniyordum. ne saçma değilmi. Cihan’la yalnız kaldığımızda herkes çoktan dağılmış, avluda kalan birkaç kadın fısıltılarla dedikoduya başlamıştı. Odanın kapısı kapandığında, içimde tuhaf bir sessizlik çöktü. Ne utanma vardı, ne heyecan. Sadece... teslimiyet. Cihan pencere kenarına yürüdü, ellerini arkasında birleştirdi. Bir süre hiçbir şey söylemedi. Onun suskunluğu bile özenliydi. Ben ise halının desenlerine takılmış gözlerimle düşüncelerimden kaçıyordum. “Biliyorum bu garip,” dedi sonunda, sesi beklediğimden daha yumuşaktı. “Beni tanımıyorsun, ben de seni... Ama ikimiz de biliyoruz ki bu evlilik bizim için değil.” Başımı kaldırmadan sadece başımı salladım. “İki aşiret yıllardır düşman,” diye devam etti. “Kan döküldü, ocaklar söndü. Bunu durdurmanın yolu, bu evlilikmiş dediler. Kabul ettim. Çünkü artık biri daha ölmesin istedim. Senin de bu yüzden kabul ettiğini biliyorum.” Ona baktım. Gözleri samimiydi, içten. Ama içimdeki duvarları aşacak kadar değil. Cihan pencerenin önünde birkaç saniye daha sessiz kaldı. Ardından dönüp yüzüme baktı. Gözlerindeki o yumuşaklık yerini kararlı bir ciddiyete bırakmıştı. “Şeyda,” dedi, adımı ilk kez bu kadar net ve dolu bir sesle söylemişti. “Bu evlilik, dedikleri gibi kağıt üstünde kalmayacak. Bu sadece bir anlaşma değil. Ben bir eş istiyorum, ev kurmak, aile olmak istiyorum. Bu barışın teminatı da ancak böyle bir evlilikle mümkün olur.” Sözleri bir tokat gibi çarptı yüzüme. İçimdeki boşluk aniden dolmuş, ağırlaşmıştı. Boğazım düğümlendi, gözlerimi kaçırdım. “Biliyorum,” dedi, birkaç adım bana yaklaşarak. “Kolay değil. Ama ikimiz de bu yola girdik. Ve ben... yarım bir hayat yaşamam. O yüzden senden de bunu bilmeni istiyorum. Zaman tanıyacağım sana, alışman için, bana güvenmen için. Ama sen de buna hazırlanmalısın.” Bir anda içimde bastıramadığım bir huzursuzluk yükseldi. Bu evlilikten kurtulmak gibi bir düşüncem hiç olmamıştı belki ama onun bu kadar net olması beni hazırlıksız yakalamıştı. Onun yanında küçülmüş, kafesteki bir kuşa dönmüştüm. “Bilmiyorum,” dedim fısıltıyla, “Hazır mıyım bilmiyorum.” Cihan bir adım daha attı ama dokunmadı. Sadece baktı. “Ben senin sınırlarına saygı duyarım. Ama bu evliliğin içinde kendimi unutarak yaşamam. Bu nedenle seni tanımak, seni eşim olarak görmek istiyorum. Gerçekten eşim.” Bir an için gözleri parladı, sanki içinde umutla karışık bir sabır vardı. Ama aynı zamanda net bir sınır da çiziyordu. Ben hâlâ halının desenlerinde kaybolmaya devam ederken, onun bu kadar kararlı oluşu beni ürkütse de… bir yanım da tuhaf bir şekilde huzurluydu. Hiçbir şey yapmasa bile varlığıyla güven veren bir adamdı Cihan. Ama… sevgiyle kurulmayan bir evin içine nasıl girecektim? Kendimi ne kadar hazırlayabilirdim buna? Odaya ağır bir sessizlik çöktü yeniden. Ama bu sefer teslimiyet değil, düşüncenin sessizliğiydi. Ve o gün... Cihan odada başka bir şey demeden çıktı. Ama sözleri duvarda asılı kalmıştı: “Yarısıyla değil, tamamıyla bir evlilik.” ****** Meryem Odada loş bir sessizlik vardı. Perdeler kapalıydı, dışarıdaki rüzgâr camlara hafifçe çarpıyor, geceyi usulca içeri taşıyordu. Sarvan pencerenin önünde bir süre durmuş, dışarıyı izler gibi yapmış ama gözlerinin aslında hiçbir şeye takılmadığını fark etmiştim. Sonra yavaş adımlarla yanıma geldi. Elimdeki örgüyü bıraktım, bakıştım onunla. Hiçbir şey demeden, gözlerimi süze süze önümde diz çöktü ve başını yavaşça kucağıma koydu. Kalbim usul usul hızlandı. Avuçlarım saçlarına gitti kendiliğinden… her zamanki gibi dağınık, inatçı, ama bana ait. “İyisin değil mi?” diye fısıldadım. Başını hafifçe salladı. Sonra sessizce elini karnıma götürdü. Parmakları dikkatlice orada bekledi… sanki bir hareket hissedecekmiş gibi. Sonra, başını biraz yana çevirip karnıma yasladı yanaklarını, sıcacık nefesi tenimdeydi. “Beni duyuyorsun değil mi?” dedi alçak bir sesle. “Daha miniciksin ama babanı tanımanı istiyorum. Çünkü seni ilk tanıyan ben olayım istiyorum.” Bir anda gözlerim doldu. Dudaklarımı ısırarak kendimi tuttum. Konuşmaya devam etti. “Annen çok güçlü biridir. Bunu büyüyünce zaten anlayacaksın. Ama bil ki, onun güçlü kalabilmesinin bir sebebi de sensin. Hem beni tamamladı… hem seni taşıyor içinde. Bazen onun sessizliğinden korkuyorum. Ama sonra seni düşündüğümde... içime bir güven doluyor. Sen onun sesi olacaksın belki… onun neşesi.” O an Sarvan’ın sesi titredi. Elimi biraz daha sıktı. Başını kaldırmadan devam etti. “Baba olacağım. Hâlâ inanması zor geliyor ama… içimde garip bir sükûnet var. Çünkü senin annen, benim karım… bu evin kalbi. Ben bu kalbi korumaya yemin ettim. Seni de.” Başını usulca okşadım. Ben konuşamıyordum. Sadece gözyaşlarım dökülüyordu sessizce. Öyle güzeldi ki bu an… dokunsalar, dağılırdık. Sarvan karnıma hafifçe eğildi, minicik bir öpücük kondurdu. “Seni çok seveceğim,” dedi fısıltıyla. “Hiçbir şeyden sakınmadığım gibi… seni de gözümden sakınacağım.” Sonra başını yeniden kucağıma koydu. Gözlerini kapadı, ama dudaklarında hafif bir tebessüm vardı. Sanki içinde savaştığı her şey, o an silinmişti. Ve ben, o an… sadece bir kadın değildim artık. Sevilen bir kadın, güvenilen bir eş ve kalbinde büyüyen bir mucizeye ev sahipliği yapan bir anneydim. Sarvan’ın başı kucağımda, elleri karnımda… biz üç kişi olmuştuk artık. Ve bu gece... bu sessiz gece... kalbimin en kıymetli gecesiydi.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE