2

1988 Kelimeler
Su damlalarının sesi yankılanıyordu. Duvarlardan, fayanslardan, hatta kalbimden. Yiğit’in bakışları üzerime düştüğünde nefesim kesildi. Kaçacak yerim yoktu. Zaten kaçmak da istemiyordum. Sırtımı soğuk fayansa yaslamıştım, ama içimdeki sıcaklık her geçen saniye artıyordu. Yiğit bir adım daha yaklaştı. Parmak uçlarıyla ıslak saçlarımı geriye itti. Bir anlığına gözlerimi kapattım. O küçücük dokunuş bile içimdeki bütün direnç duvarlarını paramparça etmişti. “Bunu yapmamamız gerekiyor,” dedim kısık sesle. Ama çıkardığım ses, sanki kendime bile inanmıyormuşum gibi titrek geldi. “Biliyorum,” dedi. Çenesini hafifçe eğdi, yüzümden sadece birkaç santim uzakta durdu. “Ama seni buraya kadar getiren şeyin yasak olduğunu da biliyordun. Hâlâ buradasın.” Yutkundum. Doğruydu. O an tüm aklım, kalbim ve bedenim birbirinden kopmuş gibiydi. Aklım kaç diyordu, kalbim kal. Bedenim ise çoktan kararını vermişti. Yiğit elini boynuma koydu. Sert ve sahiplenici bir tutuş değildi, ama hissettiğim ağırlık beni dize getirmeye yetti. Başparmağı hafifçe çeneme dokundu. Gözlerim onun dudaklarına kaydı. Dudaklarının kenarındaki sert çizgiler bile bana davetiye gibi görünüyordu. “Beni istemediğini söyle,” dedi fısıltıyla. “Eğer bir kere bile söylersen, çıkıp giderim.” Dudaklarım kıpırdadı. Ama o kelime çıkmadı. Aksine, içimden yükselen tek şey itiraf etmekten korktuğum arzuydu. Onunla kalmak… yanmak, yanılmak, ne olursa olsun bu gecede yok olmak. Bir şey demedim. Ve o sessizlik, dudaklarımı mühürleyen onun dudaklarıyla bozuldu. Önce hafif, yoklar gibi… Ama saniyeler içinde derin, sert ve açgözlü bir öpüşmeye dönüştü. Sanki yıllardır beklediğimiz an buydu. Sanki birbirimizi ilk kez değil, uzun zamandır suskun kalan bir hasreti konuşur gibi öpüyorduk. Ellerim, iradem dışında hareket etti. Önce göğsüne, sonra omuzlarına dokundum. Kaslarının gerginliği avuçlarıma yayıldı. Bütün gücü oradaydı, ama bana dokunurken bir o kadar da kırılgandı. “Yiğit…” diye inledim nefesimin arasında. “Sus,” dedi dudaklarımı yeniden yakalayarak. “Bırak konuşsun bedenin.” Su hâlâ damlıyordu. Bizim nefeslerimizle birlikte banyo küçük bir fırtınaya dönmüştü. Omuzlarımdan kavrayıp beni daha da fayansa yasladı. Tenim soğuğa değdi, ama onun sıcaklığıyla bu zıtlık başımı döndürdü. Dudaklarından boynuma indi. Her nefesi, her dokunuşu bende iz bırakıyordu. Nefesim hızlandı. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. “Yanlış…” dedim tekrar, ama bu sefer sesim yalvarır gibiydi. “Evet,” dedi hırıltılı sesiyle. “Ama bu gece doğruları umursamıyorum.” Kollarımı boynuna doladım. Kaçmaya değil, kalmaya karar vermiştim. Dudaklarımız yeniden buluştuğunda, artık direnmek yoktu. Artık biz vardık, o gece ve o an. Yiğit’in elleri belime kaydı, beni kendine daha da çekti. Vücudumun onun vücuduna böylesine yakın olmasını hayal bile etmemiştim. Ama şimdi, aramızda hiçbir mesafe kalmamıştı. Zihnim çığlık atıyordu: Ceyda salonda. Tevfik burada. Ama kalbim ve bedenim, o an sadece Yiğit’le doluydu. Bir süre sonra başımızı fayansa yaslayıp sadece nefes aldık. Birbirimizin nefesini içimize çekerek, susarak, ama çok şey söyleyerek. “Eğer bu geceyi hatırlamak istemezsen, unutalım,” dedi kulağıma eğilerek. “Ama ben unutmayacağım Maya. Sen de unutamayacaksın.” Haklıydı. Zaten şimdiden biliyordum. Ben gözlerimi yumduğumda bile onun gölgesi içime kazınmıştı. Yiğit’in nefesi hâlâ tenimdeydi. Öyle yakındı ki, bana dokunmadığı anlarda bile dokunduğunu hissediyordum. Su damlaları hâlâ tıkır tıkır akıyordu, ama bizim nefesimiz onların üstünü örtmüştü. Banyo artık sadece bize aitti. Onun gözlerime bakışını unutamıyordum. Bir bakış değil, sanki içimdeki bütün sırları açığa çıkaran bir sorguydu. Kaçamıyordum. Kaçmak istemiyordum. Yiğit ellerini belimden çekmedi. Tam tersine, daha sıkı sardı. Omuzlarımı kavradığında içimden ürperen sıcaklık bütün damarlarıma yayıldı. “Benden uzak durmaya çalıştığını biliyorum,” dedi. Sesinde hem öfke hem acı vardı. “Ama Maya… senin gözlerin bana yalan söylemiyor.” Dudaklarımı ısırdım. Söyleyecek çok şeyim vardı. Ama kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Söyleyebildiğim tek şey şuydu: “Yiğit, bu bizi bitirir.” O an gülümsedi. Acı bir gülümsemeydi. Dudaklarının kenarında beliren çizgiler kalbime hançer gibi saplandı. “Bizi bitirmez,” dedi. “Bizi başlatır.” Başımı iki yana salladım. Ama ellerim hâlâ onun boynundaydı. Ne kadar inkâr etsem de bedenim onunla aynı dili konuşuyordu. Yiğit yüzünü eğdi. Dudakları çeneme değdi, sonra yanağıma. Sıcak nefesi tenimi yaladığında gözlerim kapandı. “Bir kere,” dedi. “Sadece bir kere izin ver. Sonrası ne olursa olsun, bu geceyi unutmayacağım.” O an kalbim göğsümü yumrukluyordu. Direnmekle teslim olmak arasında kalmıştım. Ama gerçek şuydu: çoktan teslim olmuştum. Başımı kaldırıp ona baktım. Dudaklarımız yeniden birleşti. Bu sefer ilkinden çok daha aç, çok daha derindi. Dudaklarımız, dişlerimiz, nefeslerimiz birbirine karıştı. İçimde bir fırtına kopuyordu. Yiğit’in elleri belimden sırtıma kaydı. Sırtımdaki ince ürpertiyle bir an dizlerimin bağı çözüldü. Fayansa yaslanmasaydım düşebilirdim. O kadar güçlüydü ki… ama aynı zamanda o kadar dikkatliydi ki. “Neden sen?” dedim nefesimin arasında. “Neden bu kadar zor?” “Çünkü en kolay şey, en yanlış olandı,” diye fısıldadı. “Ama sen… sen doğru hissettiriyorsun Maya.” Bedenim ürperdi. Ellerim farkında olmadan göğsünden aşağı kaydı. Kaslarının gerginliği avuçlarımın altında titriyordu. O an göz göze geldiğimizde, gözlerinde sadece arzu yoktu. Bir şey daha vardı. Korkutucu bir şey: teslimiyet. O, güçlü, sert ve soğukkanlı adam… bana teslim oluyordu. Yiğit başımı ellerinin arasına aldı. Dudaklarımızı öyle bir tutkuyla birleştirdi ki, zamanın durduğunu sandım. Dilimizin birbirine karışması, nefesimizin kesilmesi… hepsi bir yangına dönüşüyordu. Sonra birden geri çekildi. Gözlerinde öfke vardı, ama bana değil, kendine. “Durmalıyız,” dedi sert bir sesle. Kalbim sıkıştı. Dudaklarım hâlâ onun tadıyla yanıyordu. “Evet,” dedim nefes nefese. Ama vücudum hâlâ onu istiyordu. Aramızda sadece birkaç santim vardı. Ama o birkaç santim dünyanın en büyük uçurumuydu. Bir an sessiz kaldık. Sadece nefeslerimiz duyuluyordu. O anın ağırlığı ikimizin de omzuna çökmüştü. Sonra Yiğit alnını benim alnıma yasladı. “Maya,” dedi. Sesinde kırılganlık vardı. “Sen benim zayıf noktam olacaksın.” Gözlerim doldu. Onun bu kadar çıplak bir itirafla karşıma çıkması, bütün duvarlarımı yıktı. “Ben zaten çoktan seninki oldum,” dedim fısıltıyla. O an aramızda başka bir söz kalmadı. Sadece suskunluk, sadece bakışlar, sadece kalp atışlarımız. Ve ben anladım ki… o gece gerçekten kaderimi değiştirecek. Yiğit’in alnı hâlâ benim alnıma yaslıydı. Nefeslerimiz birbirine karışırken zamanın durduğunu sandım. Ama dışarıdaki hayatın sürdüğünü hatırlatan küçük bir ses oldu: Ceyda’nın kahkahası. Salondan geliyordu. Birden ikimiz de gerçekliğe döndük. Yiğit geri çekildi. Bakışlarında o an yüzlerce duygu vardı; öfke, arzu, pişmanlık, hatta sanki biraz korku. Ben ise dudaklarımda onun tadını, bedenimde sıcaklığını taşırken, gözlerimi yere indirdim. “Gitmelisin,” dedi sert bir tonda. Ama sesi bana değil, kendi kendine söylenir gibiydi. Başımı salladım. Suya dokunmuş ellerimi kurulayıp aynaya baktım. Yüzümdeki kızarıklığı, gözlerimdeki parıltıyı kimse fark etmesin diye saçlarımı önüme düşürdüm. Salona döndüğümüzde herkes hâlâ yerindeydi. Tevfik, Yiğit’in yanındaki koltukta oturmuş bir şeyler anlatıyordu. Ceyda da çay tazeliyordu. Ben ise sessizce yerime oturdum. Yiğit benden önce geçti, tek kelime etmeden. Göz göze gelmemeye çalışıyorduk. Ama bu çaba bile o kadar belliydi ki… kalbim daha hızlı atmaya başladı. “Biz artık kalkalım,” dedi Tevfik, saati işaret ederek. “Geç oldu.” Ceyda hafifçe kaşlarını çattı. “Daha yeni oturmuştuk.” “Yarın sabah işim var,” dedi abim. Sesinde kararlılık vardı. Ben ise onun sözlerine sıkıca sarıldım. Çünkü buradan ne kadar çabuk çıkarsam, içimdeki yangını belki o kadar kolay bastırabilirdim. Yiğit başını salladı. “Ben bırakırım,” dedi. Sesinde ne sıcaklık ne soğukluk vardı. Nötr, ama ağır. Tevfik kabul etti. Benimse içimden fırtınalar geçti. Arabada yan yana oturma ihtimali bile nefesimi kesiyordu. Evin kapısından çıktığımızda gece serinliği yüzüme vurdu. Ama içimdeki sıcaklık hiç azalmamıştı. Tam tersine, Yiğit arabasının kapısını açtığında gözlerim istemsizce ona kaydı. Siyah arabası, tıpkı kendisi gibi güçlü ve dikkat çekiciydi. Ön koltukta abim vardı. Ben arka koltuğa yerleştim. Ama Yiğit arabaya bindiğinde dikiz aynasından gözlerimizin buluşacağını biliyordum. Ve öyle de oldu. Motor çalıştı. Şehrin ışıkları önümüzde kaymaya başladı. Teyfik konuşuyordu, günlerden, işlerden, askerlikten bahsediyordu. Ama ben tek kelimesini duymuyordum. Çünkü her fırsatta gözlerim aynaya kayıyordu. Yiğit de bakıyordu. Uzun uzun, hiç kaçmadan. Aramızda kelimesiz bir dil kurulmuştu. Dudaklarımız değil, bakışlarımız konuşuyordu. “Seni unutmadım.” “Ben de unutmadım.” “Bu gece yetmez.” “Biliyorum.” Gözlerimizin söyleyemediğini kalbim çevirebiliyordu. Her ışıkta durduğumuzda nefesim kesildi. Çünkü o an aynada göz göze geldiğimizde, sanki zaman duruyordu. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir kıpırdanma vardı. Gülümsemekle öfke arasında bir yerde. Ben ise parmaklarımı eteğimin kumaşına kenetledim. Kendimi tutmak zorundaydım. Çünkü yanımda abim vardı. Bir an gözlerimi kapadım. Kalbimin sesini kısmak için. Ama açtığımda yine onun bakışlarıyla karşılaştım. Ve işte o an, bir şeyi fark ettim: Kaçış yoktu. Ne benden, ne ondan, ne de bu bakışlardan. Arabada tek kelime etmedik. Ama her şey söylenmişti zaten. Eve vardığımızda Yiğit arabayı durdurdu. Tevfik teşekkür edip indi. Ben de peşinden. Ama arabadan çıkmadan önce son kez dikiz aynasına baktım. Yiğit hâlâ bana bakıyordu. Ve gözleri bana tek bir şey söyledi: “Bu daha başlangıç.” Odamın kapısı kapandığında, evin sessizliği üstüme çöktü. Saat geç olmuştu ama gözlerimi kapatınca bile uyku bana uğramıyordu. Gözlerimin önünden sürekli aynı sahne geçiyordu: banyoda bana doğru eğilen Yiğit, gözlerindeki sert ama yanıcı bakış, parmaklarının tenime değdiği an… Nefesim daralıyordu. Yatağımda dönüp durdum. Yorganı üzerime çektim ama sıcaklık içimdeydi, dışarıda değil. İçimde yangın vardı. “Unut artık…” diye fısıldadım kendi kendime. Ama zihnim bana ihanet ediyordu. Gözlerimi kapadığım anda Yiğit’in yüzü belirdi. Sert çene hattı, gölgelere bürünmüş bakışları… Sanki karşımdaydı. Sanki odama yeniden girmişti. Avuçlarımı birbirine kenetledim, ama bu da yetmedi. İçimdeki kıpırtı büyüyordu. Onun bana dokunduğu yerde hâlâ tenimin hafızası vardı. O buğulu aynada bana doğru eğildiğinde hissettiğim şeyler… Şimdi yalnız başımayken bile tekrar geri geliyordu. “Yapma, Maya…” dedim. Ama nefesim hızlandı. Bedenim sanki kendi iradesini ilan etmişti. Dizlerim birbirine sürtünürken, kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Hayalimde Yiğit bana doğru eğiliyordu. O karanlık bakışlarıyla beni sarmalıyor, sesi kulaklarımda yankılanıyordu: “Benden kaçamazsın.” O an dudaklarımda istemsiz bir tebessüm belirdi. Çünkü kaçamıyordum. Ne aklımdan, ne de bedenimden. Yastığa kapanıp gözlerimi sımsıkı yumdum. İçimde kıvranan bu istek, sadece onun adıyla yankılanıyordu: Yiğit. Ve ben, sabaha kadar o ismin ağırlığıyla, o hayalin sıcaklığıyla uyumaya çalıştım. Gözlerim aralandığında odanın içinde hâlâ gece kokusu vardı. Perdelerden sızan solgun sabah ışığı, duvarlara usulca yayılıyordu. Teyvik çoktan çıkmıştı; kapının kapanışını uykuyla uyanıklık arasında duymuştum. Ev sessizdi. Sessiz ama kalbim öyle değildi. Göğsümün içinde hâlâ dün geceden kalan dalgalanmalar vardı. Yatağın kenarına oturdum, saçlarımı ellerimin arasına alıp derin bir nefes verdim. Yiğit’in bakışları hâlâ üzerimdeydi sanki. Dün arabada bir an göz göze gelişimiz… O sessizliğin içinde kalbimin sesini bastıramamıştım. Tam o sırada kapı çaldı. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Ayağa kalkarken nefesim düzensizleşti. Adımlarım koridorda yankılanırken kimin olduğunu biliyordum. Kapıyı açtım… Karşımda Yiğit vardı. Elinde kahve kokusu taşıyan küçük bir torba. Gözlerime baktı, ben onun gözlerine. İçimde bir şeyler koptu. “Sabah kahvaltısı yapmadın diye düşündüm,” dedi kısık sesiyle. Sanki evin içinde yalnız olduğumuzu o da biliyordu. Teyvik’in yokluğu havada asılı duran gizli bir sır gibiydi. Kapıyı açıp onu içeri aldım. Salona geçtik. Masaya bıraktığı kahveler ve yanına aldığı sıcak simit kokusu yayılıyordu. Ama benim midemden çok kalbim açtı. Onun yanında olmaya, o bakışlarda kaybolmaya açtım. Yiğit karşıma oturdu ama gözlerini benden ayırmadı. O kadar yoğundu ki o bakışlar, nefesim boğazımda takıldı. Ellerim titredi. Kahveden bir yudum aldım ama sıcaklığı değil, dudaklarımın onun dokunuşunu arayışı yakıyordu beni. Aramızdaki sessizlik öylesine derindi ki, sözcüklere gerek yoktu. Gözlerimiz konuşuyordu. O an anladım: Bu evde yalnız değildik aslında. O vardı, ben vardım ve aramızdaki yangın vardı. Kahvemden bir yudum daha aldım ama tadını hissetmiyordum. Sanki boğazımdan geçen sadece ateşti. Yiğit’in bakışları üzerimdeydi, üzerimde değil… tenimin altında dolaşıyordu. Bir an gözlerini kısıp bana doğru eğildi, sonra tekrar sandalyesine yaslandı. Ama ben onun hareketlerinde saklı sabırsızlığı görüyordum. Elini yavaşça masaya koydu. Parmakları masanın yüzeyinde gezinirken gözlerini gözlerime kilitlemişti. O kadar derin, o kadar ağır bir bakıştı ki, nefesim kesildi. Bir an sandalyeden doğruldu. Ben refleksle geri çekilmek istedim ama bedenim bana ihanet etti; kıpırdamadım. Sadece gözlerimle onu takip ettim. Adımları ağırdı. Sessizlik içinde yankılanıyordu. Kalbim kaburgalarımı yumrukluyordu sanki. Her adımıyla nefesim hızlanıyordu. Yanıma gelmeye yaklaştıkça içimdeki bütün direnç dağılıyordu. Yiğit önümde durdu. O koca gölgesi üzerime düştü. Başımı kaldırdım, gözlerim onun gözlerinde kilitlendi. O kadar yakındı ki nefesini hissediyordum. Kahveden değil, ondan gelen sıcaklık yanaklarımı kavurdu. Ellerini masaya koyup bana doğru eğildi. Dudakları kulağıma çok yakındı. “Maya…” dedi alçak bir sesle. Tüylerim diken diken oldu. Bedenimden yukarıya, oradan aşağıya doğru hızla yayılan bir titreme hissettim. Kaçacak yerim yoktu. Ama en kötüsü, ben kaçmak istemiyordum. O an dudaklarımız arasındaki mesafe yok olmaya başladı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE