Sadece bileğindeki dövmesini hatırladığım iri gövdeli, hastalıklı ruhlu o adamın elinden beni nasıl kurtardığını hala gözleri dolarak anlatıyor Rüya. Yine dizine yatmış vaziyette dinliyorum onu.
"Sen orada öyle acı çekiyordun ya; ne yapacağımı bilemiyordum, aklım duracak gibi oluyordu. Bir de 'ölüyorum' deyişlerin yok muydu, ah... Daha fazla hatırlamak istemiyorum o anı."
Yutkundum, ister istemez elim karnıma gitti. Sanki hâlâ acıyacak gibi geliyordu. Üzerinden neredeyse 1 yıl geçmişti. O gün hastaneye kaldırdıklarında üç gün komada kalmışım. Ölecek gözüyle bakılmış, ama hala parmaklarımın arasına geçirdiği elini hissediyorum Rüya'nın. O tuttu beni düşmek üzere olduğum hayat uçurumundan. Zaman zaman uykumdan ağlayarak uyandığım olmuştu sonrasında. Kim, neyin bedelini ödetmek istemişti?
"Saçlarına en sevdiğin şekli ördüm. Sen uykuya daldın, hiç uyanmayacaksın diye ödüm koptu. O adamın yüzünü hiç görmedim, göremedim. Islık çalarak yaklaştığını hatırlıyorum sadece. Kapının arkasına geçtim, elime odada bulduğum herhangi bir cismi aldım. Ne olduğunu dahi hatırlamıyorum. Tam içeri girdiğinde nefesimi tuttum, kafasına vurduğum gibi yığıldı yere. Öyle gözümü kararttım ki öldürmek istedim o an. Sonrasında senin canının pek bekleyesi olmadığı için sana yöneldim. Kucağıma aldım seni, düşe kalka koştum. Kimseye görünmemek için kırk takla attım. Görseler, bir ses duysalar ikimizin de işi bitecekti. Bir an önce hastaneye gitmeliydin. Nabzın zaten yoktu, olamaz dedim kendi kendime. Benim hala umudum var, ölemezsin. Güç bela yetiştik hastaneye ama, zor ikna ettim doktorları. Tutturdular bi' nabız yok, kurtaramayız diye. 'Siz onu tanımıyorsunuz dedim. Tanısanız bilirdiniz kolay pes etmeyeceğini.' Tam 3 gün Naz, 3 gün komada kaldın. Dile kolay, bana zor."
Duraksadı kısa süreliğine. Dolan gözlerini gizlemeye çalışmadı ama sesinin düzelmesini bekledi.
"Sayende tam 4 kilo vermiştim."
Gülümsemesi odayı doldururken, doğruldum dizinden.
"Sabah, gideceğiz değil mi?"
Gülümsedi hüzünle.
"Gideceğiz."
Bana gülümsediğini görünce, güneşin yalnızca sabah doğmadığına kanaat getiriyorum. Böylesine bir kardeşe sahip olmak, tarifsiz geliyor.
Sabah uyandığımda içimdeki burukluğu yok etmeye çalışarak bir bardak su içtim.
"Geç oldu, hadi artık gidelim." dedi vestiyerden anahtarı alırken.
Anahtarı almayı hep o düşünürdü, kapıyı kilitlemeyi de. Bu düşüncelerden kulağımı dolduran serzenişiyle sıyrıldım. Ben ona içimi doldurup taşıran sevgimle gülümserken onun hiçbir şeyden haberi yoktu.
"Yine ne geldi aklına da sırıtıyorsun böyle?" dedi gülmeye hazır ifadesiyle.
"Hiç." dedim gülmeye devam ederken.
İfadesi göz devirmeye dönüşürken apartmanın çıkışına ilerledim.
Arkamdan yetişip koluma girdi adımlarımızın eşit olmasına dikkat ederken. Bisiklete binen üst komşunun küçük çocuğunun başını okşamayı da hiç ihmal etmezdi. Ona döndüm sırıtarak. Çenesinden tutup küçük bir çocuk edasıyla sevdiğimde güzel gözleriyle gülümsedi.
Birlikte büyüdük, neredeyse her anımıza şahit olduk birbirimizin. Bu güzeldi.
Çok uzun sayılmayan yürüyüşün sonunda vardığımız evin anahtarını aradık çantada. Derin bir nefes alıp ayakkabılarımı çıkardım girerken. Artık aşina olduğum plak sesinin kulağıma dolmasını bekliyordum. Kapıdan girdiğim an dünya duruyordu benim için. Gözlerimi kapatıyor, plak sesinin beni istediği yere götürmesine izin veriyordum.
"Yine saatinizi bir dakika bile geçirmediniz. Genel yaşantınızda da böyle istikrarlı mısınızdır?" dedi tatlı, eskimiş bir ses.
Dudaklarım istemsizce yukarı kıvrıldı. Sesin kaynağı olan odaya girince usulca araladım göz kapaklarımı.
Kat kat çekilmiş kalın perdeler yüzünden karanlığın hakim olduğu odayı, plağın yanına konulmuş bir adet kırmızı mum aydınlatıyordu. Burası, benim zihnimi dökebildiğim tek yerdi.
"Geçmişim zihnimi parçalıyor. Uyuyamıyorum."
Bakışlarımı bir an olsun sabitlediğim yerden kaldırmamıştım.
"Ben, hiç istemediğim şeyler yaptım."
"Her yapılanın bir bedeli mutlaka vardır. Dilerim ödediğin tek bedel, uyuyamamak olur kızım."
Dudaklarımı ıslattım dilimle. Tesadüfen keşfetmiştik burayı. Bize nasihatler veriyor, ya da eski plağından bize özel türküler, şarkılar, hatta yabancı parçalar bile dinletiyordu. Ona karşın gülümsedim. Plak sesi dolduğunda kulaklarıma, gözlerimi kapamak istedim duyduğum sözlerle yine.
I don't wanna be you anymore.
If "I love you" was a promise
Would you break it, if you're honest
Tell the mirror what you know she's heard before
I don't wanna be you anymore.
Eğer "Seni seviyorum" bir sözse
Tutmaz mısın, eğer dürüstsen?
Aynaya onun daha önce duyduğu şeyleri söyle.
Artık sen olmak istemiyorum.
Hands, hands getting cold
Losing feeling's getting old
Was I made from a broken mold?
Ellerim giderek soğuyor
Hissizleşmek giderek eskiyor
Ben kırık bir kalıptan mı yapıldım?
Hurt, I can't shake
We've made every mistake
Only you know the way that I break
Acıyor, kurtulamıyorum.
Biz her hatayı yaptık
Nasıl kurtulduğumu bir tek sen bilirsin.
Ruhum, sırf şu sesi duymak için bile şu dünyanın yaşanmaya değer olduğuna kanaat getirirken, benden habersiz gözlerimden süzülen yaşları sildim bir çırpıda. Bir bardak su içmek istedim. Yanan mumdan farksız olmadığımı düşünürken mum ışığının aydınlattığı yerde bir siluet görünce kaşlarımı çattım. Aklımın bir oyunu olduğunu düşünmekle birlikte, karanlık odadan olsa gerek yalnızca yansıma sansam da değildi.
Ah, hayır. Kafamı salladım iki yana.
"Gerçek değil o, Naz."
"N'oluyor Naz? Gerçek olmayan ne?"
"Ege buradaydı sanki. Kulağa saçma geliyor farkındayım ama, neyse. Sanırım ona karşı kendimi mahcup hissediyorum."
Tam o anda kulaklarıma naif bir ses doldu.
"Sesini duymayalı uzun zaman oldu."
Gerçekti. Tüm hücrelerim sesi tanır tanımaz şahlandı. Şaşkınlıkla kafamı çevirdim. Anılar zihnimde siyah beyaz kısa filmler gibi canlanıp sona ererken şarkı çoktan bitmişti. Kısa süre önce kapadığım gözlerimi açarken titrek nefesimi verdim.
"Eski bir plak sesi kadar güzelsin."
2 yıl önce...
"Sen benim çocukluğumsun." dedi titreyen elindeki bir demet papatyayı yere düşürmek üzereyken. Sesi uzun süredir saklandığı delikten ilk kez çıktığı için oldukça hüzünlü, biraz da ağlamaklıydı. Başımı yerden kaldıramıyor, gözlerimin takıldığı tüm taşları ezberliyordum.
"Biz birlikte öğrendik bisiklete binmeyi. Şimdi nasıl, nasıl bana unutmamı söylersin? Sen benim ilk dizlerimin kanayışısın ya, ilk çizdiğim resimsin."
Güçlükle yutkundum, saniyelerdir nefes alamıyordum ama ona karşı soğukkanlılıkla gülümsedim.
"Bitti işte, çocuk değiliz artık."
Burkulan kaşlarının altındaki gözlerinden inci gibi döküldü yaşlar. Titreyen çenesini ve durmadan buğulanan göz bebeklerini göz ardı edemiyordum. Ege... Beni bir an olsun kimsesiz bırakmayanım. Affet ne olur...
"Naz..."
Hıçkırıkları eşliğinde çıkan çaresiz sesi, kalbim duracak gibi hissetmeme neden olmuştu. O, bunu hak etmemişti. Benim sevgisizliğimi, hissiz bakışlarımı hak etmemişti. En güzel sevilmeyi o hak ediyordu. Dolan gözlerimi göstermemeliydim ona. Döndüm arkamı, elimle ağzımı kapadım. Yutkunmakta zorlandım, ama bitmeliydi. Böylesi, en iyisiydi. Bir adım atmıştım ki "Naz gitme," deyiverdi bir çırpıda. Yerimde kalakaldım o an, gidemedim. Dönmek istedim, dönemedim. "gitme, yalvarırım gitme."