Elinde lazım olma ihtimaline karşı hazır edilmiş tıbbi gereçler ile Serdar'ın kapısından, evin yardımcısı Safiye'nin davetine karşılık girdi içeri. Merdivenlerde karşıladı Gökhan onu. Safiye'nin ufak tefek bedeninin aksine iri yarı, üstelik de şişman bir adamdı Gökhan. Birbirlerini bir an baktıklarını gördü Esma. Evlilerdi ya da sevgililer... Emin olamadı! Gökhan'ın peşinden girdi; Serdar'ın odasına. Serdar, pencere önünde telefonla konuşuyordu. Ve oda hasta odasından çok kahvehane gibiydi. Sigara dumanı ilk saniyede yaktı Esma'nın genzini. "Pencereyi açabilir miyiz?" derken Serdar yönünü ondan tarafa döndü. Yatakta iken gözüne küçücük gelen kızın neredeyse Gökhan kadar uzun olduğunu gördü. Kulağında ki adam ona önemli şeyler söylüyordu biliyordu ama dinleyemiyordu. Üzerinde beyaz bir askılı tişört ile altına giydiği belinden itibaren bolaran mini, çiçekli bir etek vardı. Kız güzeldi... Alımlıydı ve şahane bacakları vardı. Beden boyu tamamen bacaklardan oluşuyor dese... Kardeşinin arkadaşının bacaklarına baktığı için alt dudağına dişleri ile içten zarar vermeye başladı. Kız çok güzeldi... Güzellik öyle birkaç kelime ile anlatılan bir şeyken, bu kızın güzelliğini anlatmaya yetecek herhangi bir kelime tanımıyordu. Ortadan ayrılmış koyu renk düz saçları hafif uçlardan dalgalanmış ama muntazam taranmış olduğu için dümdüzmüş gibi görünüyordu. Her iki taraftan da kulaklarının arkasına ötelenmişti tutamları... Uzun yüzünü kaplayan sadece gözleri sanmıştı sabah ama şimdi görüyordu ki dudakları ve minik burnu! "Serdar Bey size sordum? Serdar Bey orada mısınız?" Telefonu kulağından indirdi Serdar ve karşısında ki adamın yüzüne kapadı. Gökhan pencereyi açmak için ondan komut bekliyordu, Esma sigara kokusundan boğulmak üzereydi ve karşısında ki adam üst tarafı çıplak alt tarafında sadece bir eşofman altı ile duruyordu. Mete'nin kol kaslarının beden bulmuş hali... Mete'den birkaç santim daha uzundu abisi, yaşının getirdiği olgunluk yüzünde yerleşikti, açık kumral saçları dağınık duruyordu başının üzerinde tel tel dökülüyordu. Gözleri... Adamın en güzel yeri şüphesiz ki sert duruşuna ince bir nüans katan biçimli, ufak dudakları... Esma, gözlerini kaçırıp pencereye doğru yöneldi, adamın kolunun hemen yanından geçip "Kanser olmak için gençsiniz, sigarayı bırakın bence!" diyerek pencereyi açtı. Önce elinde ki çantayı sonra da sırt çantasını indirip, köşede ki berjerin üzerine bıraktı ve yeni bir pencereye doğru yol aldı.
"Üstelik kapalı alanda içip kendinize iki kez zarar veriyorsunuz. Mete'nin sigara bıraktırma terapileri var. Bu konuda özel eğitim aldığını biliyorsunuzdur."
Serdar, hafifçe gülümsedi. En son balkon kapısına davrandı Esma ve odanın içinde ki klimanın önünde durup onu kapatmak için incelemeye başladı. Serdar, Gökhan'a işaret edince, Gökhan komodin üzerinden aldığı uzaktan kumanda ile kapadı klimayı. Esma, minnetle baktı Gökhan'a ve teşekkür etti. Esmer, tombul yanakları hafiften kızarmış adam teşekküre alışkın olmayan bir adamın yapacağını yapıp bakışlarını kaçırarak Serdar'a dönüp, "Kapının önündeyim ben abi!" dedi. Serdar'ın onay işareti ile çıktı dışarı Gökhan. Esma adım adım izledi Gökhan'ı ve ağır ağır bakışlarını odanın içinden Serdar'a çevirince onun zaten kendisine baktığını fark etti. Hem de hadsiz bir dikkatle. Kaşlarını çattı Esma, huysuz ve dırdırcı bir doktor olmaya azami çaba göstererek, "Yatağınızda olmanız gerekir!" dedi.
Serdar, kızı sinirlendirmemek için yatağına geçti. Sırtını yatak başlığına yaslayıp ayaklarını uzattı.
"Yaranıza bakacağım," diyerek ona yaklaştı Esma. Eldiven kutusundan yeni bir eldiven çekip pansuman malzemelerini komodinin üstüne çıkardı. Geceden kalma sandalyeyi adamın baş ucuna çekip yara hizasında elini uzattı ama adamın bakışları... densiz bir dikkatle bakıyordu ona. Nefesini yüzünde hissediyordu Esma ve tütüne bulanmış sert bir rüzgar gibiydi. Sigara kokusundan tiksindiği ayrıntısı kayboldu o an zihninden. Sigara içen hastalarını muayene ederken yaşadığını yaşamıyordu şimdi çünkü bu adam ıslak bir ağaç gibi kokuyordu. Yağmurun yağıp da çimenin yaydığı o ferah kokuya da... bazıları bu kokuyu pek de ferah bulmuyor olabilirdi ama Esma bulurdu. Yağmur sonrası toprağa bulanmış yeşillik kokusu. Gözlerini mümkün olduğu kadar adamın gözlerine karşılık sunmamaya dikkat etti Esma. Lüzum yoktu da zaten! Yaranın üzerinde ki sargıyı aheste tavırlarla açarken Serdar'ı duydu. "Ne doktorusun sen?" Soğuk bir tutumla karşılık verdi.
"Genel Cerrahi!"
Dudaklarını kıvırdı Serdar, takdir eden bir tutumla düzeltti. "Hariciye!"
Esma, adamın uzmanlık alanını eski adı ile söylemesine takıldı. Babası da böyle söylerdi ama babası bu adamdan çok büyük olmalıydı. Farkında olmadan bakışları adamın yüzüne kaydı. Kaç yaşında olabileceğini düşündüğü saniyeler içinde dalmıştı, Serdar'ın sağ gözünü kırpıp çapkın bir gülüş takındığı ana kadar. Hemen çekti gözlerini ve işini müthiş bir sessizlikte tamamladı. Yarayı yeniden kapadığında, kendisinden önce yapılan pansumanın çok da fena olmadığını görmüştü. Mete telaşlanmıştı, abisi kendi kendine pansuman yaptı diye ama Mete'nin kan gördüğünde takındığı tavırla daha iyisini yapamayacağına emindi. Doğruldu yerinden, eldivenlerini çıkarıp malzemeleri toplamaya başladı. "Mete'nin toplantısı var," diye anlatmaya başladı bir taraftan da. "İşi bitene kadar size dadılık etmemi istedi. Pek söz dinlemezmişsiniz, yaranızın mikrop kapmasından, iyileşememenizden endişe ediyor."
Serdar, Mete'nin kendine bağlılığından her daim emindi. Onlar dağınık ailenin birbirine bağlı olarak yetişmiş tek fertleriydiler.
"Bir isteğiniz var mı? Yemek yediniz mi mesela? İlaçlarınızın saati gelmeden bir şeyler yemeniz lazım."
"Birlikte mi?"
Esma, yüzüne düşen saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırıp zapt etmeye çalışırken, adamın yüzüne çevirdi çömeldiği çantasının dibinden. "Anlamadım."
"Birlikte mi yiyeceğiz diyorum? Bildiğim şahane bir balıkçı var."
"Alay ediyor olmalısınız. Bu halde dışarı mı çıkacaksınız?"
"Hangi hallerde neler yaptığımı tahmin edemezsin!"
Tahmin etmesine lüzum da yoktu zaten. Ne yapıyorsa yapıyordu? Sinirlendiğini belli etmeme çabasında kapıya doğru yöneldi, "Size yiyecek bir şeyler hazırlamalarını söyleyeceğim," deyip çıktı. Serdar, kızın ardından bakarken gözlerinin bacaklarına kaymasından rahatsız oldu. Bu kız bu kadar güzel bacaklarının olduğunun farkında mı açıyordu acaba onları, merak etti?
Esma, tahminlerinde yanılmadığını mutfak kapısında rastladığı manzara karşısında görünce ne zaman insan sarrafı olduğunu sorguladı. Gökhan, Safiye'nin bedenini kendi bedenine hapsetmiş onu öpüyordu. Genç kız bakışlarını kaçırıp, hafifçe öksürünce panikle birbirinden ayrılıp, ayakları dolaşan çiftin karşısında gülmemek için kendini zor tuttu. Mutfak hiç de fantezi yeri değildi.
"Serdar Bey'in ilaçlarını vermeden önce bir şeyler yemesi lazım. Artık akşam yemeklerinde ne yiyorsa?"
Safiye, emme basma tulumba gibi başını sallarken Esma mutfağın ortasına doğru ilerledi. Gökhan, Serdar'a ne yemek istediğini sormak üzere mutfaktan çıkarken Esma Safiye'den kahve rica etti. Biraz daha kahve içmezse kahve ihtiyacı duyan tarafı isyan edip ondan ayrılacaktı. Safiye'nin gösterdiği üzere geniş mutfağın en başında ki balkondan yapılma yemek odasına geçti. Balkonun bir ucundan diğer ucuna kadar çiçeklerle döşendiği ayrıntısı onu bir hayduttan ziyade bir prensin evinde olduğu düşüncesine ait kıldı. Güneşin batı da iyice kaybolduğu saatlerden az sonra, iyi pişirilmiş bir kahveyle arkasına yaslandı Esma. Safiye, Gökhan'ın talimatı ile bir tepsiye evin beyi için yiyecek bir şeyler hazırlarken ona da sordu aç olup olmadığını ama Esma, kahvesi ile gayet mutlu olduğunu söyledi. Göz ucuyla Gökhan ile Safiye'nin birbirlerine yaptıkları kurları izledi. Bir tarafının buna aç olduğunu biliyordu Esma. Hiçbir zaman gerçek anlamda bir ilişkisi olmamıştı. Hep kısa süreli, olmazlara çıkan, yapılamayan tercihleri olmuştu. Sebebinin kendi içinde babasına layık olma endişesi olduğunu biliyordu ama şimdi bu sebeple kendine kızıyordu. Bir anda ihtiyaç gibi peyda oluyordu işte sevgi açlığı. Herkesi annesi, babası, kardeşleri sevebilirdi ama bir yabancının, başkasının ailevi değerlerine bağlı bir adamın sevmesi... Mete gibi! Mete'yi düşününce gülümsedi Esma. Onun o naif halleri ile yukarıda ki haydudun aynı kandan gelmesi pek akla yatmıyordu. Belki her ikisinin de aynı genetiğe tabi olmaları devasa boyları, göz alıcı yakışıklılıkları ile... Mete, yakışıklı bir adamdı elbette ama yukarıdaki ile onu neden kıyaslıyordu ki? Yukarıda ki tuhaflık abidesi yakışıklı falan değildi. Kabaydı, aksiydi, kendini beğenmiş bile olabilirdi... Ama yakışıklı değildi! Peki gözleri... Farklıydı gözleri! Hiç yeşil göz görmemişsin hissine ait kılıyordu seni. Oturmuş yüz hatları, yaşını ele veren küçük belirtileri ve gülüşü... Değişik gülüyordu! Mete'nin gerçekten ait olduğu mahcubiyete karşılık kendinden emin, başka kimsenin yapmadığı bir şeyi yapıyormuş gibi gururlu bir tebessüme sahipti adam. Acaba kaç yaşındaydı? Ailesi, karısı, çocukları bunlara ne olmuştu? Karısının çok sürmeden ondan ayrıldığına emin oldu bir anda. Belki de adam onu aldatmıştı. Öyle ya hiç de sadakat timsali bir duruşu yoktu. Bu adam babasının karşısına geçse, onu babasından Mete için istese... Öyle ya Mete'nin babası yoktu, öleli çok oldu demişti. Peki ya annesi? İşte onu bilmiyordu Esma. Belki de sadece annesi isterdi onu. Ne zaman aralarında ki arkadaşlık bir ilişkiye dönüşmüştü de evleneceklerine karşılık ihtimalleri gözden geçirir olmuştu? Aslında Mete'yi ilk tanıdığı günden beridir aklında bu vardı. Bugüne kadar hayatına kimseyi almamış oluşu bugünden sonrası da hayatına alacağı kişinin evleneceği adam olacak olandan berisi olmayacağıydı. Üstelik çevresel baskılar da Esma'nın helal süt emmiş bir doktorla evlenmesi yönünde değil miydi? Mete'nin helal süt emdiğine emindi de şu yukarıda ki adamın emdiği süt ile aynı anneden gelmemiş olmalıydı.
"Şey..." Esma, kafasında ki düşüncelerden Safiye'nin sesi ile sıyrıldı. Genç kız, az evvel Gökhan'a patronu için hazırladığı tepsiyi vermiş, Esma'nın dalgınlığını üzerine alıp Gökhan'ın talimatı ile zor güç cesaretini toplayıp yanına gelmişti. "Sizden bir şey rica edeceğim..." Esma, dikkat kesildi kızın çilli suratının şekilden şekile girmelerine. Ne diyeceğinin merakında beklerken Safiye gözlerini kaçırarak "Az önce gördüklerinizi Serdar Bey'e söylemezsiniz değil mi?" diye sorduğunda rahatladı Esma. Asla kimseyi kimseyi şikayet etmek gibi bir saçmalığa düşmezdi. Gülümsedi genç kız, "Merak etme," dedikten sonra kahvesinin soğumuş son yudumunu aldı. Safiye'nin kolundan tutup "Ben bir şey görmedim zaten," diyerek Serdar'ın odasına doğru yöneldi. Ahşap merdivenleri, pahalı kağıtlarla kaplanmış duvarlara tutunarak tırmanırken, evin ihtişamının ne kadar da fazla olduğunu düşündü. Varlıklı bir ailede büyümüştü Esma, çocukluğunun sefaletine rağmen ama bu Serdar denen adamın çok daha fazlasına sahip olduğunu anlamaması imkansızdı. Elini duvardaki kağıdın ipeksi dokusundan çekip başı önünde tamamladı yolu. Adamın açık oda kapısının önünde duydu sesini. "Tepsiyi götür yeter Gökhan!" diyordu. Gökhan da itiraz ediyordu daha bir şey yemediği gerekçesiyle. İçeri girdi Esma, emir kipiyle, "Çorbanız bitecek Serdar Bey!" diye höykürdü. Serdar, emir almaya alışmış kimselerden değildi, bir kaşını kaldırıp, uzandığı yatağından dikkat kesildi Esma'ya. Bacaklarına bakmayacaktı! Hiçbir surette bu kızın bacakları ile sınanmayacaktı. Bütün kadınlar gibi onunda beş dakika içinde hiç olması muhtemel sahip oldukları vardı. Serdar Cihan, bir kadına sahip olduktan sonra birkaç saniye içinde onu hemcinsi görecek kadar ondan soğuduğunu bile bile uzun bacaklı, pamuk dudaklı... Dudak da demeyecekti! "İlaçlarınız midenize dokunur, rica ederim yemeğinizi yiyin!" bunu söylerken de dikkat kesildi tabakta ki yemeklere. Adamın tabakta ki düzeni hiç bozmayışından belliydi ki hiçbir şey yememişti. Gökhan'ın koca gövdesini aşıp "Gökhan Bey müsaade edin," diyerek tepsiyi kucakladı. Sandalyesinin önünden adamın kucağına bıraktı tepsiyi. "Çorbanız bitecek," diye işaret etti hemencecik. Serdar keyifle yaslandı arkasına "Kolum ağrıyor yiyemiyorum," dedi. Esma emindi ki adamın ağrıyor olsa bile sol kolu ağrırdı ve sağ olanı ile bağlantı kurabileceği bir yarası yoktu. Serdar da bunu anlamış olacak ki devam etti, "Sağ tarafıma düştüm, kolum ezilmiş olmalı." Adamın çıplak koluna baktı Esma, uzaktan ezildiğini hissettirecek hiçbir iz yoktu. "Öyleyse Gökhan Bey siz yedirin!" diyerek yönünü iri yarı adama çevirdi. Gökhan daha kendisine bey denilmesini sindirememişti ki bir de patronuna çorba mı içirecekti elleri ile?
"Ellerini kırarım Gökhan!"
Esma'nın gözleri korkuyla açıldı. Tam bir şey söylemek üzere ağzını açacakken Gökhan mırın kırın, "Yok Abi, ne haddime? Ben aşağıdayım bir şey olursa seslen," deyip çıktı. Esma ardından bağırdı, "Kalıbından utan Gökhan Bey, kalıbından!" Tepsiyi adamın kucağından alıp komodine bırakmak eğilimde pes etti Esma. Antibiyotik içecekti birazdan ve aç karnına içmesine gönlü razı gelmezdi. Sandalyeyi çekti tekrar adamın yakınına, tepsiyi kucağına alıp henüz hiç kullanılmamış kaşığı çorbaya daldırdı. "Sanırım siz canınızı yazıda buldunuz," derken ilk kaşığı adamın ağzına sokmuştu bile. Hem de zorla, ite kaka... Serdar, yaslandığı yerde neye uğradığını şaşırmış bir halde mercimek çorbasının ilk yudumunu aldı. İkinci kaşık gecikmedi oda hiddetli bir tavırda girdi ağzından içeri. En son bebekken ona zorla yemek yedirmiş olmalıydılar. Annesinin bunu yaptığından nedense çok emin olamadı Serdar... Annesi sahiden o aç kalacak diye korkmuş muydu hiç? Yeni bir kaşık daha girdi ağzına, "Dün akşam sizi bulduğumuzda kanınızdan bir gölün ortasında yatıyordunuz ve siz halen durumunuzu ciddiye almıyorsunuz. Çok kan kaybettiniz, ilaçlarınızı düzenli kullanacaksınız, kan ilaçlarını özellikle de... Beni ciddiye alın Serdar Bey, madem hastaneye gelmeyi reddettiniz öyleyse beni ciddiye alın!"
Serdar, dudaklarını kıvırıp başını öne doğru sallarken bir kağıt mendille ağzını sildi ve hemen arkasından çatalla küçük bir köfte parçası uzatıldı ona. Kızın köfteyi yedirmek için parçalamasına gülmek istedi. Koca dana kadar adamın misket köfteyi bir seferde yiyemeyeceğini sanıyordu resmen. "Benim kardeşlerim de böyledir hiç bilmezler canlarının kıymetini. Oysa bu beden bize emanet."
"Emanet mi?" köftesini neredeyse çiğnemeden yutmuştu konuşabilmek için ama yeni bir kaşık daha uzandı ağzına.
"Evet, bizi yaratanın emaneti! Siz eğer sizin sanıyorsanız yanılıyorsunuz, ruhumuz bizim sadece."
"Ruhumuz?"
"Evet!"
"Öyleyse bedenimiz ne yaparsak yapalım kirlenmez, asıl kirlenecek olacak ruhumuzdur."
Durakladı Esma... Adamın neyi kastettiğini anlamamıştı. Akşam yaşadığı meseleden bahsediyor olabilirdi, vurulmasına neden olduğu meselenin karşılığı bir kanun suçlusu olduğu ile ilişkili olabilirdi.
"Ruhumdan pek emin değilim."
Esma, kafa yormayacaktı. Adam besbelli kendi kendini yargılıyordu. Çorbaya bir kaşık daha daldırdı, bir daha, bir daha... Derken Serdar elini kaldırdı, "Yeterli, iştahım açık değil pek."
Tepsiyi eline alıp çıktı Esma, merdivenlerden endişeli indi. Adamın kendine has bir dokusu vardı. Dokunulmadan geçen, düşündürücü bir halle rücu bulan... akın akın gelen anlamsız bir hisle zorlandı Esma. Adamın akılda kalıcıydı sesi, tavrı ve varlığı... Mutfak kapısında adımlarını bile bile birkaç kez aynı nokta da yere vurup öyle girdi içeri, tepsiyi bıraktı, bir bardak su ve ilaçlarla yeniden adamın yanına döndü. Mete, bir an önce gelse iyi ederdi. Bu adamla daha fazla aynı alanı tek başına paylaşmak istemiyordu. Gergin bir hal kaplamıştı içini. Alelade bir telaş... benzerlerini yaşamış gibi ama yaşamadığından emin. Odadan içeri girip önce suyu uzattı halen aynı yerde yatmakta olan adama sonra ilaçları verdi sırasıyla. Adam bütün ilaçları tek tek içtikten sonra "Gönüllü hemşireliğini neye borçluyum Doktor Hanım?" diye sordu. Aslında cevabını biliyordu Esma, düşünmeye lüzum yoktu. Elinde ki ilaçları komodinin üzerine bırakıp sandalyesine yerleşti.
"Mete'ye..."
"Hoşlanıyor musun Mete'den?" Serdar bunun cevabının samimi bir şekilde ona ulaşacağını düşünmüyordu aslında ama kızın tepkilerinden onun düşüncelerini de öğrenmek istediği aşikardı. Esma, istifini bozmaksızın sakin sakin, "Siz kendinizi benimde patronum sanıyor olabilir misiniz?" diye sordu. Beklediği cevap bu değildi Serdar'ın. Sabırsızlandı cevabı duymak için, "Sadece sordum, kardeşimle ilişkin olacaksa bana iyi davransan iyi edersin," diyerek kızın sinirine dokunmaya çalıştı. Başardı da... Esma kaşlarını çatarak karşılık verdi.
"Öyle bir şey yok kendi kendinize senaryo yazmayın. İki iyi iş arkadaşıyız hepsi bu!"
Şimdilik...
Serdar'da tam bunu istiyordu. Bu kızın kardeşiyle iyi arkadaş olması da işine gelmezdi ama deneyebilirdi. Yani kızın tavrına göre ne istediğini şekillendirirdi. Kısa süreli ilişkileri mesele haline getirecek bir yapısı varsa kardeşinin başı ağrımasın diye vazgeçebilirdi. Ama tam tersi ise, kızın da günlük gecelik ilişkilere kalbi açıksa değmeyin keyfine... Uzatmadı... Zaten kendini de fazlası ile yorgun hissediyordu. Gözlerini kapadı ve fısıldadı...
"İzninle biraz uyuyacağım."
Esma'da tam olarak bunu istiyordu zira adamın yeşil gözleri üzerinde iken gıdıklanır gibiydi... Karıncalı tuhaf bir his! Kalktı yerinden önce adamın üzerini yatağın ayakucuna katlanmış pike ile örttü. Serdar, önce kaşık kaşık çorba içiren sonra da üzerini örten bu kızın hayatına fazla olduğunu düşündü. Böyle kızlar Mete gibi erkekler için vardılar, kendi gibi bir baş belaları için değil.
***
Yatağından usulca indi Serdar, gecenin karanlığına hapsolmuş odasında kulağına dolan nefesi takip ederek yürüdü. Odasında ki berjerde bacaklarını altına katlamış uyuyordu Esma. Saçları bir tarafından göğsünün üzerine sarkmış, elleri dizlerinin üzerinde küçük bir çocuğun uykusunda yaptığı gibi gevşek yumruklar halinde sıkılmıştı. Rüya görüp görmediğini merak etti o saniye de, bir melek gibi daldığı uykusunun koynunda kendi gibi güzel melekler görüyor olmalıydı. Onunki gibi olacak değildi ya rüyaları... Patlayan silahlar, akan kanlar, vurulan demir kelepçeler... Dizlerinin önüne çöktü Serdar, ellerini kendine saklamakta zorlanarak. Ona dokunma isteği öyle baskındı ki engellenmesi imkansız halde çepeçevre sarmıştı onu. Sağ elini uzattı adam, parmaklarının titreyişini önemsemedi... Bir kadına dokunmak için titriyordu ve engel olmak için savaşıyordu. Görülmüş değildi, olacak iş değildi! Parmakları kızın bir tarafında toplanan saçlarının yüzüne değen tutamına uzanınca sıçradı Esma... korkarak uyanmasına rağmen sakince baktı ona. Odada her ikisinden başka birisi daha varmış gibi... "Bir ihtiyacınız mı var?" diye sordu. Uyuşan bacaklarını altından çekmek isterken Serdar'ın çok yakınında olduğunu fark edip afalladı. Adam ona neden bu kadar yakındı?
"Mete gelmedi mi daha? Saat kaç?"
Oda karanlık olsa da bakındı etrafına görebileceği umuduyla. Ne saati ne de Mete'yi göremedi. Serdar, kalktı ayağa "Sana oda hazırlatmamı ister misin, böyle tutulur her yanın?"
"Yok," diyecek oldu Esma sonra doğrulup çantasını aramaya başladı. Serdar, kıza kolaylık olsun diye odayı aydınlattı, her ikisinin de gözleri kamaştı ani ışıkla.
"Mete'yi arayayım gelmeyecekse gideyim ben artık!"
Kendi telefonunu aldı yatağının baş ucundan Serdar, "Ben arayayım, uğraşma sen!" derken sakin sığındı kulaklarına Serdar'ın sesi. Adam gece olunca yumuşacık meltemlere mi benziyordu yoksa her daim mi lodostu?
Yatağın üzerine oturdu Serdar, iki çalışından sonra açıldı telefon.
"Efendim Abi?"
"Neredesiniz Beyim?"
"Sorma Abi ya, pis bir trafiğin ortasında kaldım. Esma'yı aradım ulaşamadım, gitti mi orada mı?"
Esma, henüz ulaştığı telefonun şarjı bitip kapandığını fark etti.
"Esma burada, gidecek ama seni bekliyor. Saatte epey geç, gitme dedim ama..."
"Orada mı? Ah ya, hep benim suçum. Bitmedi ki başhekimin nazı?"
"Kadının sende gözü mü var yoksa?"
Esma bakışlarını Serdar'a dikti merakla.
"Yok be kadın değil başhekim, erkek. Ama sen diyorsan ki benim kardeşime erkekler yakışır..."
"Karışmam ben, herkes özgür!"
"Bak şimdi ne zamandan beri bu kadar medeniyiz? Kurşun yarasından önce mi sonra mı?"
"Otuz sekiz yaşındayım oğlum ben, dün ki çocuk muyum? Bilirim olmaz dediğin olur bu hayatta."
"Ooo felsefe yapıyor isek bizim doktor sana iyi bakmış desene..."
"Hem de nasıl?"
Mete, kulağına ulaşan kinayeyi anlamlandıramadı. Serdar lafı uzatmadan kapatırken telefonu Esma'ya kalması için ısrar etmeyi düşündüyse de vaz geçti. Ne diye ısrar edecekti ki? Kapısını bekleyen çocuklardan birine talimat verdi ve Esma'nın kendisinin gidebileceğini söylemesine aldırışsız kendi araçlarından biri ile kızı evine bırakırdı.
***