5.Bölüm

1515 Kelimeler
"Mihri, ne yaptın sen?" Diyerek banyoya girip kapıyı kapattım. Hızlı adımlarla yanına ulaşıp elindeki makası alarak, arka cebime yerleştirip Mihri'nin aynadaki yansımasına baktım. Çok şükür ki, erken gelmiştim ve saçlarını daha yeni kesmeye başladığı için çok fazla kesememişti. Alparslan buna çok fazla dikkat eder mi bilemediğim için, kestiği miktarın dikkat çekip çekmeyeceğinden emin değildim. Mihri'nin omzundan tutup kendime çevirerek ellerimle saç uçlarını avuçlayıp yavaşça çektim. Ellerimde kalan saç tutamları tüm vücudumu ürpertti. Mihri'ye mi üzülsem, yoksa Alparslan'ın yapacaklarından mı korksam bilemedim. Saç uçlarını temizledikten sonra, odaya geri getirip yatağa yatırdım. Çekmeceleri karıştırıp bir el kremi bulmuştum. En azından yumuşatması için bileklerine sürüp yavaşça ovaladım. Yüzünü acıyla buruşturduğunda, onun değil de benim canım acıyormuş gibi hissettim. Dün Alparslan bileğimi kavramıştı ve benim bileğimde ip değil, parmak izleri vardı. Zorba davranışlarını psikolojik sorunlarının olmasına verebilirdim ama bana yakınlaşması çok fazlaydı. Kontrolü vardı, eğer olmasaydı kendini hiç durduramazdı. Mihri'nin kollarını -Alparslan'dan korktuğum için- bağlayıp odadan ayrıldım. Onları tam olarak çözebilmem için bir kaç güne ihtiyacım vardı. Fakat sorun şu ki, ben onları iyileştirebilir miyim bilmiyorum. Yapamazsam, Mihri iyileşmezse o zaman ne olur hiç bilemiyorum. Mihri'nin odasının tam karşısındaki kapıya yöneldim. Kapıyı açıp odaya girerek etrafa baktım. Gece karanlık olduğundan dolayı bana bir mahzenden farksız gelen oda, sabahın ışıklarıyla kutsandığında gayet normal bir odaya dönüşmüştü. Fazla büyük olmayan bu odada, bordo çarşaflı büyük yatağın demir başlığı duvara yaslanacak şekilde koyulmuştu. Yatağın sol tarafında duran dar pencere yere kadar uzanıyordu. Güneş ışıklarını tamamen engelleyecek, hatta gündüzü geceye çevirebilecek olan siyah kadife perdeler yere kadar uzanıyordu. Yatağın iki yanındaki iki koyu kahve komodin ve sağ tarafta duvar boyunca uzanan aynı renk gardırop dışında, odada başka bir şey yoktu. Bakışlarımı yukarıya çıkarıp avizeye baktığımda dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Ampüller yok!" Dedim şok içinde. Arkama bakıp koridoru kontrol ettikten sonra, içeriye girip kapıyı kapattım. Yavaş adımlarla ilerleyip avizenin altında durdum. Ağzım açık şekilde avizeye bakıp, alaycı bir tavırla güldüm. Bu alay kendime, kendi halimeydi. "Nasıl bir manyak bu ya?" Diye söylendim kendi kendime. Bakışlarımı komodinlerin üzerinde gezdirdim, normalde ikisinin de üzerinde gece lambaları olması gerekiyordu ama bu manyak onu bile koymamıştı. Gardıroba yaklaşıp kapağını yana kaydırarak içindeki elbiselere baktım. Fazla şık, açık seçik ve fazla pulluydular. Herhâlde benden önce gelmiş birilerine ve ya sevgilisine ait olduğunu düşündüm. Sevgilisini kesip yemişse demek ki... Gardırobun kapağını kapatıp, hızlı adımlarla odadan ayrıldım. Yan odanın Alpaslan'ın odası olduğunu bildiğim için diğer odaya yaklaşıp kapıyı açtım. Boş bir yatak odasıydı ve ilk gözüme sataşan şey komodinlerin üzerinde duran gece lambalarıydı. Sessiz ve hızlı adımlarla yatağın sol tarafındaki komodine yaklaşıp, üzerindeki gece lambasını elime alıp fişini çıkardım. Geldiğim gibi odadan çıkıp kapıyı yavaşça kapattım. Parmak uçlarımda odama dönerek aldığım gece lambasını gardırobun içine sakladım. Yakalanmadığım için derin bir nefes alıp verdikten sonra, odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Aşağıya inip doğrudan salona geçtiğimde gözlerim şöminenin önündeki boş koltuğa takıldı. Her zaman orada olacak değil ya. Salondan çıkıp tam karşısındaki açık mutfak kapısına yöneldim. Elimi kapının pervazına koyarak içeriye baktığımda, dün bizi kapıda karşılayan kısa saçlı kadın kahvaltı hazırlıyordu. Hazırladığı tabakları ortadaki mermer tezgahın üzerine dizerken işe öyle bir dalmıştı ki, beni göremiyordu. "Kolay gelsin," dediğimde irkilerek yüzünü bana döndü ve hemen sonra gülümsedi. "Alparslan bey nerede?" Dedim, cevap vermesini beklemeden. "Teşekkür ederim Arven hanım, Alparslan bey alt katta, spor yapıyor. Acıktıysanız sizin için hemen bir tabak hazırlayayım." Dedi, içten bir gülümseme eşliğinde. Bakışlarım yüzünde yılların bıraktığı derin çizgilerde ve yorgun gözlerinde özenle dolandıktan sonra, başımı onaylar anlamda sallayarak gülümsedim. "Ben o adamla aynı sofraya oturmak istemiyorum ve evet karnım çok aç." Diyerek içeriye adımlayıp tezgaha yaklaştım. "Mihri uyanmıştı, kahvaltı yaptı mı?" Diye sorarken, tabaktaki salatalık dilimlerinden bir tane alıp ağzıma attım. "Mihri'nin kahvaltısını bir saat önce yaptırdım, Alparslan bey sizin gibi geç uyanır..." dediğinde kaşlarımı şaşkınlıkla havalandırdım. "Ben geç uyanmam ama çok yorgundum ve buna sebep olan kişi Alparslan beyiniz." Diyerek ellerimi tezgahın üzerine yaslayıp, düşünceli şekilde pencereden dışarıya baktım. "Adınız ne bu arada?" "Ayla." dediğinde bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Sana da eziyet ediyor mu?" Diye sordum kuşkulu bir ifadeyle. Önce bir az mırın kırın etse de başını olumsuz anlamda salladı. "Alparslan bey gaddar doğru, ama ona kötü gelenlere karşı öyle. Ben uzun zamandır yanında olduğum için artık sinirli olduğunda ona anlayış göstermeyi öğrendim." Kelimeleri söyleyişi bile bir garipken, ses telleri korkuyla titriyordu. Bakışlarım halinden ve söylediklerinden rahatsız şekilde kıpırdattığı parmaklarında bir süre dolandıktan sonra, bakışlarımı tekrar yüzüne çıkarıp gülümsedim. "Mihri'le kim ilgileniyor?" Diye sorarken, kızın dünkü halini hatırlayıp istemsizce kaşlarımı çattım. Ayla'nın ifadesi bir anda renk değiştirirken, yanaklarının kızardığını fark ettim. "Hemşiresi var, ben ondan korktuğum için yaklaşamıyorum." Dedi. Ben de korktum ama vicdan diye bir şey var tabii. "Hemşiresi kim?" Diyerek tezgahın üzerindeki portakal suyuyla dolu sürahiye ve boş bardağa uzanıp kendime doğru çektim. Bardağı yarısına kadar doldurup dudaklarıma götürerek bir kaç yudum aldım. "Suzan, işe yeni başladı. Ondan önce ben ilgileniyordum ama bir kaç kez ölüm tehlikesi atlattığım için Alparslan bey halime acıdı." Dedi, mahçup bir ifadeyle. Bardaktan bir kaç yudum alıp tezgahın üzerine bırakarak, iki parmağımla yavaşça ileri ittim. "Suzana saldırmıyor mu? O nasıl bakıyor kıza pekiyi?" "Vallahi ben bilemem ama Suzan geldiğinden beri Mihri daha sakin." Diyerek dudaklarını kıvırıp omuzlarını silkti. "Tam da tahmin ettiğim gibi," diye mırıldandım gözlerimi kısarak. Düşünceli bakışlarımı pencereden dışarıya dikip yağmuru izledim. Git gide şiddetini arttırıyordu. "Alpaslan bey kaç yaşında?" Diyerek sessizliği bozdum. Bakışlarım Ayla'nın düşünceli bakışlarına takıldığında omuzlarını silkti. "Bilemem ki, adı dışında hakkında bir şey bilmiyorum." "Yüzünü gördün mü pekiyi?" Diye sordum meraklı bir sesle. "Hayır."dedi, yalan söylemiyordu. İşaret parmağımla şakağımı kaşıyarak Ayla'nın önüme bıraktığı tabağa odaklandım. Aslında fazlasıyla açtım, fakat düşünceler iştahımı kesmeye yetiyordu. Bu işin içinden yanmadan çıkabilecek miyim bilemiyordum. O, oyuncağı elinden alındığı günden beri, kendine kalıcı bir oyuncak aramaya koyulmuş gibi. Midemin gurultusunu kesmek için bir şeyler atıştırdıktan sonra, mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldim. Aslında onunla karşı karşıya gelmek bile istemiyordum ama onu çözmek için gözlemlemem gerekiyordu. Korkuluklara tutunarak yavaşça alt kata uzanan merdivenleri inmeye başladım. Mümkün olduğu kadar sessizce aşağıya indiğimde, oldukça karanlık ve kasvetli, dar bir koridorla karşı karşıyaydım. Burasının üst katlarla uzaktan, yakından alakası yoktu. Dar koridorda sağda ve solda ikişer kahve rengi kapı, koridorun ucunda ise siyah bir kapı vardı. Aslında en çok oraya girmekten korksam da, içimden bir ses oraya gitmemi söylüyordu ve bu ses fazla caydırıcıydı. Temkinli şekilde adımlamaya başlarken gelen sesleri dinlemeye çalışıyordum fakat duyduğum, hangi odadan geldiği belli olmayan garip uğultulardan ibaretti. Siyah kapının önüne ulaştığımda elimi kapının kulpuna koyarak yavaşça aşağıya ittim. Kapı kilitliydi ama hemen sonra içeriden gelen uğultular inleme ve boğuk çığlıklara dönüştü. Elimi ateşe değmiş gibi geri çekip, dehşet içinde geriye doğru adımladım. Neler dönüyor bu evde? Kaç deli var? Bu adam kim, ne yapıyor? Tımarhaneyi daha şimdiden özledim dersem yalan olmaz. Arkamı dönüp hızlı şekilde koridorun diğer ucundaki merdivenlere yönelirken, sağ taraftaki kapının açılmasıyla duraksadım. Alparslan, siyah maskesi ve siyah eşofman altıyla kan, ter içinde karşıma dikildi. Bu kasvetli koridorlar bana tımarhaneyi, karşımdaki adam ise zebaniyi andırıyordu. "Ne işin var burada?!" Diyerek üzerime yürüdüğünde, istemsizce geriye doğru adımladım. Ter damlayan vücudu nefes nefese inip kalkarken, vücuduna bitişmeyen kolları nefesimi kesip konuşmamı engelliyordu. Sanki ne cevap versem de bir şey değişmeyeceğini düşündüğüm için, sessiz kalmayı tercih ediyordum. Ama bu bile fayda edecek gibi görünmüyordu. Adımlarım sırtım siyah kapıya yaslandığında son bulurken, kulaklarım içeriden gelen boğuk çığlıklarla doldu. Ne kadar sakin kalmaya çalışsam da, bana doğru bir yırtıcı edasıyla yaklaşan adamın karşısında titrememek elde değildi. Adımları bir karış ötemde son bulduğunda, kalp atışlarım dışarıdan duyulacak derecede şiddetliydi. "Ben... sana bakmaya geldim." Dedim, düz tutmaya çalıştığım sesimle. Karşısında kekelemediğim için kendimi tebrik etmek istiyordum. Belki de daha hiçbir şey yapmadığı içindir. "Beni özledin yani?" Diye buğulu sesiyle konuştuğunda, alt dudağıma dişlerimle işkence yaparak sarf ettiğim kelimeleri geri almayı diledim. Simsiyah maskesinin altından parlayan mavi gözleri ürkütücü bir parıltı taşıyordu. Bakışları çekiştirdiğim dudağıma indiğinde dudağımı serbest bıraktım. Bakışları tekrar gözlerime çıktığında sertçe yutkunup, başımı olumsuz anlamda salladım. "Özlemedim sadece seni iyileştirmem için önce tanımam ve bunun için gözlem yapmam gerek." Sağ elini yukarıya kaldırıp omzumun üzerinden kapıya yasladığında, soluklarım yakınlığıyla daha da hız kazandı. "Sesleri duyuyor musun?" Diye adeta fısıldadığında, ürkütücü tavırları ömrümden seneler çalıyordu. "Duymuyorum." Diye yalan söyledim. Korku dolu bakışlarımı gözlerinden çekmeden, düz bir sesle konuştum. "Ben ses falan duymuyorum..." Yüzünü bana doğru eğerek yüzüme yaklaştığında, geriye doğru çekilemeyeceğime göre aşağıya doğru sindim. "Duyuyorsun." Dedi. Başımı hızla olumsuz anlamda sallayıp, "Duymuyorum." Dedim. "Duymak istemiyorum ve bu yüzden duyamıyorum..." diyerek ellerimi soğuk terlerin aktığı göğsüne koyarak, onu kendimden itmeye çalıştım. Yanından geçip gitmek istediğimde, diğer kolunu belimin yanından kapıya yaslayıp beni esareti altına aldı. Ürkek bakışlarım tekrar gözlerini bulduğunda, parmak uçlarımı kıvırarak tırnaklarımı göğsüne sapladım. "Farkında mısın?"diye sorduğunda anlamaz şekilde kaşlarımı çattım. "Neyin?"diye sordum, meraklı ses tonuyla. "Çok güzel olduğunun." Dedi. "Değilim." Diyerek başımı iki yana salladım. Korktuğum başıma gelemezdi, beni saplantı hâline getiremezdi. Aksi hâlde beni bırakmayacağına emindim ama şu an bir nebze olsun umudum vardı. "Sen bir de gel buradan bak..." dedi. O umut kırıntısını da kaybettim. Artık çok geçti. "Bırak beni." Diyerek göğsünün üzerindeki ellerimle gücüm yettiği kadar baskı yaparak itmeye çalıştım. Ama kıpırdamadan durmakla yetinmeyip bana biraz daha sokuldu. "Kapat çeneni." Diyerek dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdığında, yüzümü yana çevirip çırpınmaya başladım. Dudaklarını bu sefer de boynuma dokundurduğunda, gözlerimi kapatarak elimi göğsünden sıyırıp arka cebime attım. Cebimdeki makası yavaşça çıkarıp iyice kavrarken, dudakları boynumda yavaşça dolanıyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE