Kaza...

1532 Kelimeler
Daha ilk günden karmakarışık düşünceler içinde savrulmuştum. Bir yanda çocukluğumun neşeli yüzü, bir yanda ise babamın gidişi ile son bulan çocukluğum, bu çiftlikte yaşadığım bütün neşeyi silen acı kaybım. Çiftliğe yaklaştıkça zihnimi meşgul eden anılar şimdi karşımda vücut bulmuş gibiydi. Anladığım kadarıyla karşımda hasret gideren abi kardeş, uzun bir süreden sonra bir araya gelmişti. Bu da Yalçın'ın bu şehirde değil, başka bir şehirde yaşadığının ispatıydı. Kim bilir yıllarca aynı şehrin havasını soluyup birbirimizin karşısına çıkmamıştık. Bu durum tamamen benim vefasızlığımdan kaynaklanıyordu. O günden sonra buraya ayak basmadığım gibi, burayı hatırlatan herkesle ve her şey ile bağlarımı koparmıştım. Oysa çocukluğumun en güzel yanlarından biriydi bu üç kardeş. Evet; Halide bile. Üzerinde kendisine büyük gelen kıyafetler, kir pas içinde oluşu, bütün bakımsızlığı ile birlikte bile hatıramdaki kız çocuğundan oldukça farklıydı. Gizlese bile kadınsı hatlarını buradan seçebiliyor, zihnimin bana şehvet dolu görüntüler izletmesini engelleyemiyordum. Ama o birkaç pahalı hediye ve samimiyetsiz iltifatlarla tava getirilecek, dedemin tabiri ile benim bozuk para gibi harcayabileceğim biri değildi. O kapıda bu düşüncelerle birilerinin beni fark etmesini ne kadar süre bekledim bilmiyorum. Elbette istediğim el pençe divan karşılanmaktı. Ama tabii ki de istediğim karşılamayı kimseden göremedim. Eminim ki dedem herkesi arayıp bana karşı ihtimam gösterilmemesi için özellikle uyarmıştı. Ona göre buradaki insanların saygısını onun serveti ve adıyla değil, kendi çabalarımla kazanmalıymışım. Elimi cebime attığımda elde edemeyeceğim hiçbir şey yoktu belki ama buradaki insanların maddiyata en ufak bir değer vermediklerini de iyi bilecek kadar anılarım sağlamdı. Nihayet varlığımı ilk fark eden Yalçın olmuştu. O da yüzündeki o çarpık gülümseme ile yanıma gelmiş ve beklemediğim bir samimiyetle beni kucaklamıştı. "Vayy eski dostum, geldin demek. Hüseyin dede bizimkilere haber verdiğinde seni görebileceğim için çok sevinmiştim." "Geldim ya. Hüseyin dedeniz beni sürgün etti. Çok değişmişsin Yalçın, eşşek kadar olmuşsun. Oğlum, yaşı en büyüğümüz olmana rağmen en sıskamız sendin. Nerede çıktın bu kaçak katları?" "Londra sulak yer biliyorsun. Ben de yıllardır orada yaşıyorum. Ee tabi biraz da kendimize yatırım yaptık diyebiliriz. Hem sen de fena görünmüyorsun. Haliyle magazin kaşına gözüne çok dikkat ediyor." "Demek ülke magazinini takip edecek kadar boş vaktin var? Hayırdır hangi rüzgar attı seni Londra'ya? Hakkı amca nasıl izin verdi o kadar uzağa gitmene?" "Ülke magazinini değil de, eski bir dost olarak seni takip ettiğim doğrudur. İnan hızın başımı döndürüyor. Londra'ya eğitim için gidip kaldım. Eee bir de evlenince iki ülke arasında mekik dokuyorum işte." "Evlendiğin her halinden belli dostum, çok erken veda etmişsin hayata. Hiç bana göre değil evlilik. Dış güzelliğimi bekarlığına borçluyum anlayacağın. Eeee Yiğit nerede peki? Geldiğimi duymadı mı?" "Yiğit yaklaşık 6 yıldır burada yaşamıyor. Dalaman'da bir bar işletiyor. Onu görmek istediğimizde biz gidiyoruz haytanın yanına. Katır inadını bir türlü kıramadık. Hem uzun mevzuular bunlar, daha vaktimiz var uzun uzun konuşuruz. Sen yerleş odana dinlen bir güzel." Biz Yalçın ile araya sanki hiç mesafe girmemiş gibi konuşurken, arada bir bakışlarımın kaydığı kız varlığımı hiç umursamıyor, aksine hiç orada değilmişim gibi bütün dikkatini yeğenlerine vermiş, onların gülüşlerine eşlik ediyordu. Baktığım tarafa dönen Yalçın, aklımdakileri bilmeden çocuklarını işaret ederek konuştu. "Onların varlığını bir kez tadınca boşa geçirdiğin zamana acıyorsun dostum. Yerinde olsam daha fazla karta kaçmadan baba olurdum." Sözleri ile düşüncelerimden sıyrılmış ve baba olmaya henüz hazır olmadığım söylemiştim. Baba oğul ilişkisini doyasıya yaşayamayan birisi olarak eksik kalacağımı düşünüyordum çünkü. Valizlerim yine kimsenin oralı olmadığında bıkkın bir nefes alarak taşıyabileceğim kadarını yüklenmiş ve buradaki odamın yolunu tutmuştum. Buraya gelişimde beni olduğum gibi karşılayan tek şey bana ait olan odaydı. Eve giden taş yolda valiz tekerleklerinin çıkardığı sese onun sesi karışmış, adımlarımın yavaşlamasını sağlamıştı. "Abi ben bir duş alıp Urla'ya geri döneceğim. Motoru alıyorum haberin olsun." "Nereden çıktı bu gece işi Halide? Hoşlanmıyorum biliyorsun o herifle çalışmandan. Seni ben götüreceğim, itiraz istemiyorum." "Abi çocuk değilim artık. İkiniz de beni bir başıma bırakıp gittiğinizden beri her işimi kendim gördüm. Kendi başımın çaresine bakarım merak etme." Son sözünü söyleyip, abisine cevap hakkı tanımadan kendi evlerinin yolunu tutan kız, biraz daha kendisi hakkındaki merakımı cezbetmişti. O günden sonra herkesin hayatında köklü değişiklikler olmuştu demek. Yalçın'ın da dediği gibi uzun uzun dertleşecek bolca vaktimiz vardı. Onların varlığı bir çeşit rahatlama sağlamıştı. En azından buranın sıkıcılığından biraz olsun kurtulacaktım. Neyse ki çiftlik çalışanlarından birisi halime acıyıp, odama eşyalarımı yerleştirmeyi teklif etmişti. O valizlerimi boşaltana kadar ben de uzun ve rahatlatıcı bir banyo yapmıştım. Duştan çıktığımda her şey yerli yerindeydi. Halinden memnun bir şekilde saçlarımı kurularken, açık pencereden içeri gürültülü bir motor sesi doldu. İki adımla pencerenin yanına vardığımda büyük kapıdan hızla çıkan motoru görebilmiştim. Anlaşılan Halide hanım dediğini yapmış ve kendi başının çaresine bakmıştı. Yalçın'ın bahsettiği adam ise beraber çalıştığı şu Can mı, Caner mi ne haltsa o olmalıydı. O adamda Yalçın'ı rahatsız eden ne vardı bilmiyordum ama istemsizce benim de gerilmeme sebep olmuştu. Elimdeki havluyu bir kenara bırakıp kendimi geniş yatağa attım. Belki neler olduğunu direk soramazdım ama en azından Yalçın'ın bu konuda benimle dertleşmesini sağlayabilirdim. Aklıma gelen fikirle kalkıp hemen üzerimi değiştirdim. Los Angeles seyahatinde açık arttırmadan aldığım Magic Johnson'a ait formanın şortunu giyindim ve üzerime de beyaz salaş bir atlet geçirdim. Küçükken Hakkı amcaya dil döküp yaptırdığımız basketbol potasının hala durduğunu görmüştüm. Yalçın'ı oraya götürüp adam adama maç yapmayı teklif edecektim. Belki de eski günlerdeki gibi oyuna dalıp canımızı sıkan yüklerden bir bir kurtulurduk. Aşağı indiğimde mutfak masasının üzerinde bir not vardı. "Küçük bey yemeğiniz buz dolabında. Dilerseniz mikrodalgada ısıtıp yiyebilirsiniz. Yarın kahvaltıda görüşmek üzere." Bunu, Cahide teyzeden başkası bırakmış olamazdı. Herkes kıysa da onun bana asla kıyamayacağını içten içe biliyordum. Dolabı açtığımda özenle porsiyonlanmış yemeği gördüm. Isıtmaya gerek olmadığını düşünerek karnımı doyurmuş ve spor eşyalarının olduğu depoya doğru yürümeye başlamıştım. İncir ağacının yanından geçerken fısıldaşma sesleri duydum. "Br gören olacak" diyordu genç bir kız. Onu sıkıştıran gencin ise dünya umrunda değil gibiydi. Olayı anlamak için biraz bekledim. Kızın rızası dışında sıkıştırılamadığından emin olmam gerekiyordu. Zira kısa bir süre sonra kısık iniltiler duyduğumda iki tarafında işi pişirmeye gönlünün olduğunu anlamıştım. Kendimi açık edip onları utandırmak istemedim. Yarın yüz yüze bakacaktık ve ben, insanların yaparken zevk aldıkları şeyden utanmalarından hiç haz etmezdim. Topu alıp biraz ilerideki evin kapısını çaldım. Hakkı amca ile babamın çok kadim bir dostluğu vardı. Dedem de en az babam kadar ona ihtimam gösterir ve onu aileden birisi gibi görürdü. Bu vesile ile onu da ziyaret edecek ve halini hatrını soracaktım. Babamdan kalan her şeye gösterdiğim özeni ondan esirgemem düşünülemezdi. Çocuklarına hem ana hem de baba olan güzide bir adamdı Hakkı amca. Eşini Halide'nin doğumundan bir kaç gün sonra kaybetmişti. O zamanlar 4 ya da 5 yaşındaydım. Hayal metal hatırlıyordum annem ile babaannemin küçücük bebek için yakınmalarını. Öyle dirayetli bir adammış ki Hakkı amca, eşini çok sevmesine rağmen dağılmamış ve çocuklarına her anlamda yetmeye çalışmıştı. Babamın ölümü en az bizim kadar ou da üzmüştü, bundan emindim. Çaldığım kapıyı, genç güzel ve sevimli bir genç kadın açtı. Doğal sarı saçları ve mavi gözleri ile bir yabancı olduğunu belli ediyordu. Kısa süre sonra kırık Türkçesi ile "hoş geldiniz, kime bakmıştınız?" demişti. Ben geliş nedenimi açıklayana kadar, küçük kızını omzunda gezdiren Yalçın, dış kapının önüne gelmiş ve bizi tanıştırmıştı. Meğer Yalçın'ın köklerinin bir kıssmının Londra'ya uzanmasını sağlayan kadının ta kendisiymiş. Beş yıl önce bu çiftlikte olmuş düğünleri. Liz sevimli aksanı ile kızını alıp yanımızdan uzaklaştığında nihayet Yalçın ile baş başa kalmıştım. Hakkı amcayı maalesef göremedim. Söylediğine göre arkadaşları ile nargile içmeye gitmiş. Haftada bir gece mutlaka dışarıda buluşurlarmış. Aslında Yalçın da benimle maç yapmaya dünden hazırmış. beni biraz bekle deyip üzerine geçirdiği şort ile bu ap açık belli oluyordu. Evlerinin arkasındaki potaya doğru yürürken biraz sohbet etmiş ve eskileri yad etmiştik. Konuyu bir şekilde Halide'nin birlikte çalıştığı adama getirmeye çalışıyordum ama biz inatla başka yerlere sapıyorduk. Aramızda nihayet bir sessizlik yaşandığında ise sordum; "Ben odamdayken bir motor sesi duydum. Birisi mi geldi?" "Kimse gelmedi kardeşim. Bizim inatçı kız Urla'ya gitti. İşi varmış da acilmiş. Ulan o herif bilerek buna iş koşmuyorsa ne olayım." "Hangi herif?" "İzmir'li bir dallama. Halide'nin de okul arkadaşı. Memlekette başka şehir yokmuş gibi geldi Urla'ya açtı kliniğini. Halide de arada ona yardım ediyor." "Arada mı? Diğer zamanlar rende çalışıyor ki?" "Burada. Atların, süt hayvanlarının kontrolü onda. Ama bir yandan da doktorasını bitirmek için uğraşıyor." "Bitirince ne yapacak? Akademi mi düşünüyor.?" "Vallahi bilmiyorum kardeşim aklında ne var? Pek konuşkan biri değildir Halide. Sanırım annesiz büyümek onu epeyce hırpaladı. Bir de üzerine Yiğit ve ben yalnız bıratık onu." "Sahi abi, siz niye gittiniz buradan? Özellikle de Yiğit." "Yiğit olmadık insanlara bulaştı ve babamla büyük kavgalar etti. En son kavgalarında ise birbirlerine söylenmemesi gereken şeyler söylediler. Haliyle mesafeler de açıldı. Babam inat, o babamdan da inat anlayacağın." "Başını bağlayan bir tek sensin anladığım kadarıyla." "Aslında ben evlenmem diye direnendim. Ama hayatın karşına neler çıkaracağı belli olmuyor. Yiğit de tek tabanca takılmayı sevenlerden. Ama Halide daha çok küçük. İzdivacını isteyen çok ama Halide demişler ona. Kısmet tepmekte üstüne yok." Söyledikleri ile memnun olmam onunda dikkatini çekmişti. Ben durumun farkındalığı ile afallarken, Yiğit'in telefonu çaldı. Telefonda kim ne söylendiyse gözlerinde önce korku sonra da sinire şahit olmuştum." "Abi maç başka zamana kalsın lütfen. Halide kaza yapmış. Benim hemen Urla'ya gitmem gerekiyor." Hiç bir cevap vermemiş ve bir süre öylece kalmıştım. Neden sonra başıma gelen aklım ile onun peşinden hızla araca doğru yürümeye başladım. Bana minnet dolu bakışlarla bakan adamın karşısında biraz da olsa utanmıştım. Fakat bu utangaçlığın yerini merak ve endişeye bırakması uzun sürmedi. Halide'nin ne durumda olduğunu bilmeden bana bu gece asla rahat yüzü yoktu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE