Verilen Karar

699 Kelimeler
Pazartesi sabahı, kışlanın içi her zamanki gibi askerî bir düzende hareketli bir koşuşturmaca içindeydi. Eğitim alanından yükselen emir sesleri, nizamiyeden geçen araçların motor uğultusuna karışıyor, çevredeki disiplinli koşturmacanın korosunu oluşturuyordu. Komutan Alparslan, sabahın erken saatlerinde yürüyerek karargâh binasına doğru ilerliyordu. Geniş omuzları kamuflajının altında iyice belirginleşmişti. Sert adımları, etrafı sarsan bir kararlılıkla ilerliyordu. Gözleri net, çenesi dimdikti. Ama içi… içi birkaç gündür karmakarışıktı. Albay Kemal’in odasının önüne geldiğinde, derin bir nefes aldı. Elini yumruk yapıp kapıya kapıya sertçe iki kez vurdu. “Girin!” dedi içerden gelen, tok ve babacan bir ses. Hakan, kapıyı açtı ve içeri adım attı. “Günaydın Albayım,” dedi, hazırola geçip selam verdi. Albay Kemal gözlüklerinin ardından gülümsedi, masasının arkasında oturmuş evrakları inceliyordu. Beyaz saçları, zamanın ona kattığı saygınlığı daha da belirgin kılıyordu. “Sen miydin Hakan gel, otur,” dedi eliyle karşısındaki sandalyeyi işaret ederek. Hakan, albayın babacan tavrına rağmen kendini salmadı, verilen emre tereddütsüz itaat eden bir asker gibi sandalyeye oturdu. Omuzlarını dikti. Disiplin hâlâ vücut dilinde kendini belli ediyordu. Albay gözlüğünü hafifçe çıkararak ona baktı, gülümsedi. “Ne içersin Alparslan?” diye sordu. “Sağ olun Albayım, fazla vaktinizi almak niyetinde değilim,” dedi Hakan, her zamanki gibi ciddi bir tonla. Albay iç çekerek başını iki yana salladı, “Vaktimi alan sen ol oğlum, Birer kahve içeriz, dur söyleyeyim.” Telefonu eline alarak nöbetçi askere odasına iki sade kahve getirmesini söyledi. Sonra dikkatini tamamen Hakan’a verdi. Gözlerindeki babacan bakış, onun Hakan'ı gerçekten önemsediğini gösteriyordu. Komutan Alparslan, sandalyede dimdik oturuyordu. Yeşil gözleri, büyük bir kararlılık ve netlikle Albay’a çevrilmişti. “Albayım…” dedi, boğazını hafifçe temizledikten sonra. “Buradaki zamanımın dolduğunu düşünüyorum. Artık ekibime, dağlara ve operasyonlara dönmek istiyorum.” Albayın yüzünde bir gölge belirdi. Derin bir nefes aldı, sonra bakışlarını Hakan’ın gözlerinden kaçırmadan cevap verdi. “Biliyorum oğlum, buradan sıkıldın” dedi ağırbaşlı bir sesle. “Ama ben burada oluşundan çok memnunum. Sen geldiğinden beri kışla düzene girdi, askerler toparlandı." Nefes alıp teredütlü bir bakışla devam etti, "Sen tam anlamıyla iyileşip toparlandığından emin misin?” Hakan’ın çenesi sıkıldı. Duruşu biraz daha sertleşti. “Artık hazırım albayım. Burası beni boğuyor, biliyorsunuz. Her sabah gözümü açtığımda kendimi burada kafeste gibi hissediyorum.” Albay gözlerini kısmış, dikkatle onu dinliyordu. Ardından dudaklarının kenarında hafif bir tebessüm belirdi. “Hakan… oğlum,” dedi, gözlüklerini çıkarıp masasının üzerine bıraktı. “Sende kendimi görüyorum. Bu yüzden seni çok seviyorum. Gençliğimde ben de senin gibiydim. Delifişek, kabına sığmayan, durduğu yerde duramayan bir Bozkurt’tum. Her çatışmaya gözü kapalı atılır, her tehlikeye en önde giderdim. Ama ne yaparsın zaman geçti, yaşlandık.” Hakan başını eğmedi ama gözleri biraz yumuşamıştı. O sırada kapı çalındı. Bir er iki kahveyle içeri girdi. Kahveleri bırakıp usulca çıktı. Odaya kısa bir sessizlik hâkim oldu. Albay, kahvesini eline alıp bir yudum aldı. Gözleri uzaklara dalmıştı. Albay, kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra gözlerini yavaşça ona çevirdi “Bak evlat,” dedi yavaşça. “Sen değerli bir komutan, başarılı bir askersin. Biliyorum, artık gitmek istiyorsun. Ama senin gibi bir adamı riske atamam. Önce iyi olduğundan emin olmalıyım. Dağlar hata kabul etmez, bunu en iyi sen biliyorsun. Bu yüzden önce gidip bana tam anlamıyla iyileştiğine dair bir sağlık raporu getir. Sonrasında ben de bu raporla üstlerime gider, durumu anlatırım. Eğer herşey yolundaysa kışa girmeden dağlara dönersin” Hakan’ın gözlerinde ilk defa bir umut ışığı parladı. Ama Albay elini kaldırarak konuşmaya devam etti, sesi bu kez daha keskin ve netti: “Ama…” Bu kelime odada yankılandı. “Eğer sağlık raporunda en ufak bir pürüz çıkarsa, bu sene de buradasın. Ve bu konuda itiraz istemiyorum. Kararım kesin. Anlaştık mı?” Hakan başını hafifçe salladı, dudakları belli belirsiz yukarı kıvrıldı. “Siz nasıl isterseniz, komutanım,” dedi içten bir gülümsemeyle. Birlikte kahvelerini yudumladılar. Aralarında, kelimelerden öte bir bağ vardı: Saygı, sadakat ve yılların getirdiği anlayış. Hakan, kahveden son yudumunu alırken düşünüyordu. Belki de Albay haklıydı, burada kalması kışlayı düzene sokmuştu ama artık dayanacak gücü kalmamıştı. O dağlar… o toprak… ona nefes gibi lazımdı. Koyu yeşil binadan yüzünde umutlu bir tebessümle çıkarken, güneş tepeye yol alıyordu. Güneşin ışıkları, üniformasının omuzundaki rütbeleri parlatıyordu. Hakan, derin bir nefes alıp rahatlayarak gökyüzüne baktı. Her şey nihayet yoluna giriyordu... Sonunda bu şehirden… bu karmaşadan… Ve özellikle de Duru Serveroğlu’ndan ve onun içinde yarattığı tekinsiz duygulardan kurtulacaktı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE