BÖLÜM 7

3342 Kelimeler
Sabah okula giderken kafam kazan gibiydi. Gökhan’la konuştuktan sonra pek uyuyamamıştım. Kızlarla buluşup yürümeye başladık. Kimse konuşmuyordu. Sanki dün gece bir cinayet işlemişiz de birbirimizin yüzüne bakıp hatırlamaktan korkuyor gibiydik. Birden durdum, ben durunca ikisi de mecburen bana baktılar. “Neyiniz var sizin?” dedim ellerimi belime koyup. “Yok bir şey,” dedi Işıl ama vardı, biliyordum. “Var, bir şey var ve siz bana hemen anlatacaksınız!” deyip dikildim iyice. Işıl sıkıntıyla nefes aldı ve konuşmaya başladı. “Senin için endişeleniyoruz İnci. Sen hep deli dolu oldun, ama sanki son zamanlarda çok değişmiş gibisin. Seni tanıyamıyoruz artık. Senin neden böyle garip davrandığını anlayamıyoruz” deyince, ikisinin benden önce konuşup kritik yaptığını anladım. “Siz, ikiniz benim hakkımda mı konuştunuz?” deyince Tuğba girdi lafa. “Yanlış anlama, senin için korkuyoruz” deyince iyice sinirlendim. “Yani arkamdan konuştunuz?” “Kötü bir niyetle yapmadık bunu İnci,” diyen Işıl biraz sertleştirmişti tavrını. “Neydi peki niyetiniz?” “Sen şu haline hiç bakmıyor musun ya? Kızım, başına buyruk insanın teki oldun çıktın! Dün geceyi düşündükçe sinirlerim bozuluyor. Gece yarısı sırf sen merak ettin diye o sokaklarda dolaşmak, başımıza bir şey gelirse ne yaparız korkusuyla yüzleşmek ne kadar zordu biliyor musun?” “Biliyorum” “Sanmam!” “Neden sanmazsın? Ben de sizinle birlikteydim, ben de aynı şeyleri yaşadım. Hatta Gökhan’a yakalandığım için daha kötüsünü bile yaşadım,” “Senin bizden farkın nedir İnci? Biz de Gökhan’a yakalandık senin gibi. Sen yakalanınca ayrı mı oluyor? Eğer öyleyse nedenini bize anlatır mısın?” derken Işıl resmen bana oklarını saplıyordu. Çok incinmiştim bu tavrına ama ona açıklamaya karar verdim. Bütün gece düşündüğüm, babamla konuştuğum şeyleri gece boyunca yerlerine oturtmaya çalışmıştım ve cevabı da bulmuştum aslında. “Madem merak ediyorsunuz anlatayım. Ben Gökhan’a âşık oldum. Evet, ona âşık oldum. Dün gece babam da aynı şeyi söyledi ve ben de artık bundan eminim,” “Oha! Haluk amcaya da mı anlattın?” diyen Tuğba’ya bakıp: “Merak etmeyin, onun peşinden gittiğimizi anlatmadım. Gerçi anlatsam da babam sizinkilere söylemezdi. Neyse, konumuz bu değil. Duygularımı artık tanıyorum ve beni o saatte Gökhan’ın peşine düşüren de buydu. İstediğiniz cevabı aldığınıza göre ikinci kısma geçiyorum,” dedim ve bu defa oklarımı ben çıkardım. “Dün gece sizi de kendimi de tehlikeye attığımı biliyorum. Ama bunun için sizden özür dilemeyeceğim. Çünkü siz benin çocukluğumdan bu yana hep yanımdaydınız. Biz iyi ya da kötü her şeyi birlikte yaptık bu zamana kadar. Babana kızıp da arabasını çizerken ben senin yanındaydım Işıl. Bundan hiç korkmadım, altı yaşında olmamıza rağmen ben senin için senin yanında durdum. Bugün olsa yine yaparım. Bu sadece bir tane örnek, daha neler yaptık beraber ve ben hiçbir defa sana bunları hatırlatıp da seni suçlamadım. Tuğba, senin çantandan çıkan o mektupların benim olduğunu söyleyen de bendim hatırlarsan. Annem bana bir ay hafta sonu çıkmayı yasaklamasına rağmen, babama söyleyecek diye ödüm kopmasına rağmen ben seni koruduğum için hiç pişman olmadım. Bunu da sana bir kez bile söylemedim. Yüzüne vurmadım. Belki benim yaptığım tehlikeliydi ama biz sizinle kardeşiz. Yani ben öyle inanıyordum. Bugün böyle bir şey yüzünden siz benim arkamdan böyle konuşup dedikodumu yapıyorsanız, ileride kim bilir neler yaparsınız. Keşke konuşurken beni de dâhil etseydiniz, bana da açıkça söyleseydiniz kızdığınızı. Ama böyle gece ikiniz konuşup sabah da karşıma böyle tavırlarla çıkmanız size hiç yakışmadı. Demek ki insan büyüdükçe değişiyormuş. Ben değişmedim ama siz değişmeye başlamışsınız bile. Bir şey demiyorum ikinize de. Kızmadım, ama çok kırıldım. Başka bir şey konuşmak istemiyorum” dedim ve arkamı dönüp yürüdüm. Haklılardı belki, onları tehlikeye atmıştım ama ben dostum hatta kardeşim dediğim insanlardan bana karşı daha açık olmalarını beklerdim. Arkamdan konuşmalarını değil… Okula kadar yanımdan yürüdüler ama hiç konuşmadık. İlk kez böyle bir konuşma geçiyordu aramızda, ilk kez dostluğumuzda böyle bir çatlak oluşmuştu. Bu kadar şeyi beraber yaşamışken, böyle yapmalar zoruma gitmişti. Okul binasına girerken Gökhan’la karşılaştık. Okula gelmişti ve onu görmek bana iyi gelmişti. Hala utanıyordum gece olanlardan ama biraz daha iyi hissetmiştim onu görünce. Hafifçe selamladı beni ve okula girdi. Ben de kafeteryaya geçip çay ve simit aldım. Kızlar da peşimden geldiler ve masaya oturdular. Yine konuşmadık ama onların sabahki tavırlarından pek eser kalmamıştı, daha sakin hatta üzgün gibiydiler. Ders saati geldi ve hepimiz derse girdik. Ben yine elimden geldiğince derse katıldım. Öğle arasına kadar kızlarla hiç konuşmadık ve öğle yemeğine inmek için sınıftan çıkarken peşime takıldılar. Yemekhaneye inip hızlıca yemeğimi yedim ve kendimi bahçeye attım. Çok geçmeden peşimden geldiler. İkisi de karşıma dikilip öylece bana bakıyorlardı. Sonunda dayanamadım “Otursanıza, ne diye dikiliyorsunuz?” deyince Tuğba’nın gözleri doldu hemen. Duygusal kelebeğim benim. Işıl da üzgündü ama o kolay ağlamazdı. “Özür dileriz” dedi Işıl. “Ne için?” dedim açıklamalarını duymak istediğim için. “Söylediklerinde haklıydın, biz yanlış yaptık. Üzgünüz,” deyince gülmemek için direndim. Çok tatlı görünüyorlardı. Tuğba’ya baktım, “Ağlama sakın, vallahi parçalarım seni” deyince ağlamakla gülmek arasında bir ifade belirdi yüzünde. “Parçala, ne desen haklısın” deyince dayanamadım gülümsedim. “Hadi barışalım, ben dayanamıyorum” dedi Işıl. Kalktım, ikisine de sarıldım sıkıca. Onlarla en uzun küslüğümüzü yaşamıştık ve o da yarım gün sürmüştü. Dayanamamıştık üçümüz de. Kırgındım hala, ama onlar benim kardeşlerimdi ve bunca yaşanmışlık varken, uzatmak da bize yakışmazdı bu durumu. Sarılmayı bırakıp banka oturunca merakla sordular Gökhan’la olan durumu. Onlara, önce babamla yaptığımız konuşmayı, sonra da Gökhan’la mesajlaşmamızı anlattım. Babamın bana bu kadar iyi davranması ve bu konuları benimle konuşması ikisinin de şaşırmasına neden oldu. Gökhan’ın söylediklerineyse epey kafa yordular. “Bu çocuk tam bir sır küpü” dedi Tuğba. “Ne istediğini, ne düşündüğünü anlamak için medyum olmak gerek” “Ben bile meraktan ölebilirim ne olduğunu öğrenmek için, sen düşün yani” diyen Işıl bizi güldürdü. O genelde pek merak etmezdi. Ya da Tuğba çok meraklı olup her şeyi sorduğu için onun merak etmesine gerek kalmıyordu. Gökhan konusunda biraz daha konuşup derse girdik, çözülmesi zaman alacak bir konuydu ve zamana bıraktık…   ********   Kızlarla okuldan sonra eve yürüdük birlikte. Onları sırayla evlerine bırakıp ben de eve yürüdüm. Ev yaklaşmışken, arkamdan gelen ayak seslerini duyunca dönüp baktım ve bakar bakmaz da şaşırıp kaldım. “Gökhan?” deyince gülümsedi ama panik bir hali var gibiydi. Sakin görünmüyordu en azından. “Selam,” deyip yanıma kadar geldi ve durdu. “Ne işin var senin burada?” diye sorunca çantasını açtı sıkıntıyla ve bir kutu çıkardı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken kutuyu bana uzattı. “Bu nedir?” dedim kutuya bakıp. “Bunun içinde bana ait bir şeyler var ve senden bunu saklamanı istiyorum” deyince daha da şaşırdım. “Ne var o kutuda?” deyince kutuyu açtı ve içini gösterdi. Paralar vardı, bir kolye ve bir de yüzük vardı. Ağzım açıldı korkuyla, “Gökhan sen…” derken lafımı kesti: “Çalmadım İnci! Benim onlar, bana aitler,” dedi. Kafamda bir sürü soru belirmişti bir anda ama ben soramadan Gökhan anlatmaya başladı. “O paralar benim köfteden kazandığım ve biriktirdiğim paralar. Kolye ve yüzük de annemin” “Annen biliyor mu bunları aldığını?” “Bilmiyor,” “Habersiz mi aldın?” “Haberi olamaz” “Neden? Korkuyor musun?” “Hayır, korkmuyorum” “E neden söylemiyorsun o zaman?” “Söyleyemem İnci, annem hayatta değil,” dediği an beynimden vurulmuşa döndüm. Nasıl bu kadar aptal olduğuma kızarken bir yandan da içim acıdı. “Özür dilerim, ben düşünemedim” deyince eliyle koluma dokundu. “Önemli değil, bilmemen normal. Senden istediğim tek şey bu kutuyu saklaman, ben senden geri isteyene kadar onu saklarsan çok sevinirim” dedi. Yalvarır gibi bakıyordu ama ben merak ediyordum neden bana verdiğini. Neden saklama gereği duyduğunu ve neden kendisinin saklamadığını çok merak ediyordum. “Sen neden saklamıyorsun ki?” deyince başını eğdi. Sonra yüzüme baktı yine. “Sana bunu şimdi anlatamam. Eğer saklayamam dersen anlarım seni. Ama şuanda ihtiyacım olan soru değil, bunları saklayacak bir yer bulmak…” deyince derin bir nefes aldım ve uzanıp kutuyu aldım ondan. “Tamam, ben saklayacağım ve sen isteyene kadar da bende kalacak. Soru da sormayacağım ama tek bilmek istediğim iyi olup olmadığın,” deyince acı bir gülümseme oldu yüzünde. “İyiyim, merak etme beni. Eğer bu kutuyu saklarsan bana hayatımın en büyük iyiliğini yapmış olursun” dedi. Ona hayır demedim, sadece içimden geleni dinledim ve kutuyu saklamak üzere aldım. Kutuyu bana bırakıp gitti Gökhan. Ben de çantama koyup eve yürüdüm ve eve girer girmez odama çıkıp hemen dolabımda derinlere sakladım kutuyu. Kimsenin bulmaması için de dua ettim. Gece uyumadan, Gökhan’a yazmak istedim. Onu merak ediyordum, iyi olup olmadığını öğrenmek istiyordum. “Nasılsın?” yazıp gönderdim ve heyecanla cevap vermesini bekledim. Yüreğim ağzımda atıyordu ve cevap geciktikçe daha da büyüyordu endişem. Neredeyse bir saat olmuştu ve Gökhan hala cevap vermemişti. Aklımdan geçen senaryolarla, iki film, birkaç dizi ve gerilim kitapları serisi bile çıkabilirdi. Merakım her an daha da artarken telefonum titredi sonunda. Gökhan’ı yazan. “İyiyim İnci, şimdi eve geldim” yazmıştı. O ana kadar nefes almamışım gibi, derin bir nefes çektim ciğerlerime. “Ben de uyumadan nasıl olduğunu sormak istedim” yazdım, içimden geldiği gibi. “Her şey yolunda, merak etme” diye cevapladı, kısa ve öz “Sevindim, iyi geceler o zaman” “İyi geceler” yazdı ve konuşma böylece bitti. Nedense daha uzun sürer diye düşünmüştüm. Ona olan duygularımdan ziyade, onun bana kendine ait ve çok önemli bir şeyi emanet etmesi bana böyle düşündürmüştü. Ama yanılmıştım, birkaç mesajla bitmişti konuşmamız. Yorulmuştu belki de, o kadar saat okuldan sonra bir de köfte satıyordu. Belki gücü kalmamıştı konuşmaya, mesaj atmaya. Bunları düşününce içimdeki sancı da dindi ve onun iyiliği için dua ederek uykuya daldım.   BİR HAFTA SONRA Okuldan geldiğimde annem kapıda karşıladı beni. Yüzündeki ifadeden hiç hoşlanmamıştım ama bir şey demeden içeri girdim. Girince babamı da evde görüp daha da şaşırdım. Hatta biraz panikledim. Aklıma gelen ilk soruyu sordum hemen: “Ablam nerede, ablama mı bir şey oldu?” deyince annem daha da astı suratını. Kalbime inecekti. “Söylesenize ya!” deyince annem beni kolumdan tutup odama doğru yürüttü, babam da peşimizden geliyordu. Odama girince, anladım neden böyle davrandıklarını. Kutuyu bulmuşlardı. “Bu nedir İnci Hanım?” dedi annem oldukça sert bir şekilde. Rahatlamıştım aslında, ablamın iyi olduğunu öğrenmek beni sakinleştirmişti. “Kutu” dedim anneme umursamaz bir tavırla. O anda, annemden hiç beklemediğim bir şey oldu ve annem yüzüme öyle bir tokat attı ki, neye uğradığımı şaşırdım. Ben daha kendime gelemeden babam girdi devreye. “Semiha, ne yapıyorsun sen!” diye annemi tutup benden uzaklaştırdı. “Nereden buldun bunları çabuk söyle!” diye haykıran annemi, baban zor tutuyordu. Ben hala tokadın etkisiyle konuşmadan anneme bakıyordum. O hala bağırıyordu bana. “Nedir bunlar, kimin bu kadar parayla mücevher? Cevap ver bana çabuk! Ne işi var sende bunların? Kimden aldın bunları? Nereden buldun İnci! Çaldın mı yoksa?” dediği an deliye döndüm. O an bütün gücümle bağırmaya başladım anneme. “Çalmadım! Hırsız değilim ben!” diye öyle bir bağırdım ki, eve yeni giren ablam soluk soluğa odama koştu. “Ne oluyor ya? İnci neden bağırıyorsun?” deyip yanıma geldi ve titreyen bedenime sarıldı. “Dudağına ne oldu senin?” deyip çantasından bir kâğıt mendil çıkardı ve dudağıma bastırdı. Hissetmiyordum hiçbir şey, sadece ablamın tuttuğu mendildeki kanı görünce anladım dudağımın patladığını. Annem hiç aldırmadan konuşmaya devam etti. “Şu kutuya bak İdil, İnci’nin dolabından çıktı. Nereden buldun diyorum cevap vermiyor” deyip bana döndü. “Eğer çaldıysan…” dediği an ablam döndü bu kez anneme: “Anne ne biçim konuşuyorsun? Hırsız mı benim kardeşim? Laflarını seçerek konuş lütfen!” dedi ve beni yatağın üzerine oturttu. Ağlamıyordum ama bütün vücudum kas katı olmuştu. Sinirden, soğukta kalmış gibi titriyordum. “Baba, annemi dışarı çıkar sen. Ben İnci’yle kalırım” deyince “Baba sen kal,” dedim zor çıkan sesimle. Babam ablama annemi götürmesini söyledi ve yanıma gelip oturdu. Bana sarılmadan, öylece bakıyordu. Annemler çıkınca sıktığım gözyaşlarımı bıraktım. “Sen de mi çaldığımı düşünüyorsun?” diye sordum hıçkırarak. Babam hemen yumuşadı. “Öyle bir şey aklımın ucundan bile geçmedi,” dedi ama yine sarılmamıştı bana. Ben konuşmayınca o sordu. “Nereden buldun peki kızım bunları?” deyince burnumu koluma silip anlatmaya başladım. “Bunları ben kimseden almadım baba, benim değiller” “Kimin peki?” “Gökhan’ın,” deyince babam gerildi. Anlamıştım ne düşündüğünü. “Aklından geçeni biliyorum, ama sandığın gibi değil. O paralar Gökhan’ın köfteden kazandığı paralar. Biriktirmiş onları baba, bana saklamam için verdi.” “Peki, kolyeyle yüzük?” “Onlar da annesinin, ölmüş annesi. Ondan kalanlarmış” “Peki, neden sana verdi?” “Bilmiyorum baba, anlatacak ama ne zaman bilmiyorum. Hani demiştim ya yüzü morarmıştı diye, belki de ondan zorla almasınlar diye bana vermiştir. Belki babasından şiddet görüyordur baba. Ben sadece ona yardım etmek istedim, kötü bir şey yapmadım” deyince babam elimi tuttu. “Tamam, ağlama artık. Madem arkadaşın senden yardım istedi, o zaman sen de ona yardım etmekle doğru olanı yapmışsın. Ama Gökhan’ın ne yaşadığını ben de merak ediyorum. Neden sana vermek zorunda kaldı bunları bilmek istiyorum” “Ben de bilmek istiyorum ama anlatmadı henüz” “Peki, ya anlattığı gibi değilse? Yani sadece bir ihtimal üzerine konuşuyorum. Ya annesine ya da kendisine ait değilse bunlar?” “Çalmışsa mı demek istiyorsun?” “Her ihtimali düşünmek lazım kızım” “Babacım, Gökhan’ı sen de gördün. Ben onun hırsız olduğuna inanmıyorum. Çalarak bu kadar para kazanıyorsa, neden köfte satsın ki okuldan sonra?” “Haklısın sanırım. Ben sadece bir ihtimal olarak kenarda tuttum bunu. Şu takıları satsa zaten bir sene çok rahat kendine bakabilir. Belki de doğru söylüyordur, onundur bunlar. Ama neden sana verdiğini gerçekten bilmek istiyorum ben” “Ben yarın onunla konuşacağım, öğreneceğim nedenini olur mu? Ama o hırsız değil baba, lütfen sen de inan buna” “Tamam, üzülme artık. Bence sen ona sorma neden böyle yaptığını. Belki de tek çaresi sensindir ve sen şimdi ona böyle sorarsan, yanlış anlayabilir. Saklayacak tek yeri sensen ve sana da kırılırsa, sonra zor durumda kalır. En iyisi bekleyelim, o anlatsın” deyince babama sıkıca sarıldım. “Canım babam,” dedim sevinçle. “Dünyadaki en mükemmel baba sensin, eminim” derken kapı açıldı ve annem girdi içeri. Hala çok sinirliydi. “Şu hale bak! Biz kızın neler karıştırdığını öğrenmeye çalışıyoruz, sen kalkmış ona sarılıyorsun!” dedi babama sinirle. Bense öfkeyle bakıyordum ona. “Biz konuyu hallettik Semiha. Sen de artık biraz sakinleş” dedi babam ayağa kalkarak. “Neymiş peki çözdüğünü o konu?” “İnci’ye bir arkadaşı saklaması için vermiş bunları. Ben de tanıyorum arkadaşını, bir sıkıntı yok” “Hayır, sıkıntı var! Kimmiş bu arkadaş acaba bu kadar ziynet eşyasıyla bu kadar paraya sahip? Kızımız kimlerle arkadaşlık ediyor?” “Ben tanıyorum dedim ya!” derken babam da gerilmişti iyice. “Ben tanımıyorum ama! Bu kutu her kiminse, yarın ona geri verilecek!” deyince ben dayanamadım. “Verilmeyecek!” dedim sinirle ayağa kalkıp. “Verilecek dedim verilecek! Bana sakın karşı gelme!” diye bana doğru yürüyünce babam önüne geçti. Sinirden boynundaki damarlar şişmişti babamın. “Verilmeyecek dedi, verilmeyecek! Ben babası olarak müsaade ediyorum ve sen de bu konuya karışmayacaksın!” derken dişlerini sıkıyordu babam. “Ben de annesi olarak verilecek diyorum!” deyip yine bana döndü annem. “Yarın bu kutuyu her kiminse ben getirip vereceğim okulda! Müdürünle de konuşacağım, bu zengin öğrenci her kimse, ailesine de haber versinler!” dediği an çılgına döndüm. “Öyle bir şey yaparsan, bir daha yüzümü göremezsin! Sana bir daha anne bile demem, asla konuşmam hayatım boyunca!” deyince annem daha da sinirlendi. “Senin o dilini kopartırım, o zaman hiç konuşamazsın!” dediği an babam artık çileden çıktı. “Semiha!” diye öyle bir bağırdı ki, ben bile geri adım attım. “Ne zamandan beri bu evde benim sözüm dinlenmiyor! Benim izin verdiğim bir şeye sen nasıl hayır diyebiliyorsun! O kut kalacak ve İnci ne zaman isterse o zaman verecek arkadaşın! Sen de bir daha çocuklarıma el kaldırırsan, iki saniye düşünmeden boşanırım senden! Ben çocuklarımı şiddetle değil, sevgiyle büyüttüm! Benim kızım yanlış bir şey yapmaz! Ben biliyorum dedim, bu konuyu kapat! Şimdi çık şu odadan, daha fazla kalbini kırmayayım!” dedi ve annemi odadan çıkardı. Sonra bana dönüp: “Elini yüzünü yıka, güzelce uyu dinlen. Ablanı göndereceğim, dudağına ilaç sürsün. Bir de süt getirsin sana, sakince uyursun” deyince gülümsedim babama. “Seni çok seviyorum” dedim yalnızca. Bu da hissettiğim her şeyin özetiydi zaten. “Ben de seni çok seviyorum kızım. Eğer istersen kutuyu benim çalışma odamdaki kasaya koyalım. Orayı kimse açamaz” deyince aklıma yattı. Annem şimdi ne yapar eder bulurdu kutuyu nereye saklasam. “Çok iyi olur babacım,” deyince kutuyu aldı ve birlikte gidip kasanın içine koyduk. Sonra babam bana anahtarı koyduğu yeri gösterdi. “Anahtar burada, bir tek ikimiz biliyoruz. Olur da benim olmadığım bir zamanda kutuyu isterse Gökhan, sen açar verirsin” dedi. Kutuyu kasaya koyup elimi yüzümü yıkadıktan sonra da odama geçtim. Pijamalarımı giyip yatağıma yatmıştım ki ablam geldi. Elinde bir merhem ve bir bardak süt vardı. “Nasıl oldun?” dedi üzgün bir ifadeyle. “İdare eder,” deyince gülümsemeye çalıştı. “Hadi, sütünü iç şimdi. Bitince merhemi süreriz sonra uyursun” dedi ve sütü uzattı. İçerken ablamın merak ettiği her şeyi ona da anlattım. Çok üzüldü ve o da Gökhan’ın hırsız olabileceğine ihtimal vermediğini söyledi. Onu tanımıyor olsak da, ona güveniyorduk hepimiz. Ablam, hırsızlıkla para kazanacak olsa, köfte satarak bu kadar yorulmayı göze alamayacağını söyledi. O da merak ediyordu neden böyle olduğunu ama henüz cevabı bilmiyorduk. Sütümü içtim, merhemi sürdük ve ben de yatıp uyudum. Yormuştu beni olanlar, hemen daldım uykuya.   Sabah kızlarla karşılaşınca, ikisi de şok geçirdi halime. Annem öyle fena vurmuştu ki, dudağım patlamıştı ve kenarı morarmıştı. Babamın merhemi ağrıyı almıştı ama morarmasını önlememişti. Kızlara kutu konusunu anlatmamıştım, yine anlatmadım. Gökhan’ın sırrıydı o ve zaten çok fazla kişi de öğrenmişti. Dahasına gerek yoktu. Annemin bana vurduğunu, çok alakasız bir sebepten kavga ettiğimizi anlattım. Neyse ki odaklandıkları şey yüzüm oldu, sebebi değil. Yol boyu üzülüp durdular bana ama moral vermeyi de ihmal etmediler. Okula gelince kimseye görünmeden sınıfa girmeye çalışırken, körün taşı gibi Gökhan’la karşılaştık merdivenin başında. “Günaydın” dedi gülümseyerek. Ona yüzümü göstermemeye çalışarak “Günaydın” dedim ve yanından geçtim. Bir terslik olduğunu anlayıp hemen geldi ve önüme dikildi. Bakmamaya çalışıyordum ona. “İyi misin sen?” diye sorunca “İyiyim” deyip geçiştirmeye çalıştım ama önümden çekilmedi. “İnci bana bakar mısın?” deyince başımı yan tutarak baktım ama çoktan görmüştü. Çenemden tutup yüzüme iyice baktı ve bir anda sinirlendi. “Kim yaptı sana bunu?” diye öyle bir sordu ki, ürküp geri çekildim. Sinirlerim zaten bozuktu, onca tartışmadan sonra onun da bağırması bana gece olanları anımsatmıştı. Ben geri çekilince ses tonunu düşürdü. “Ne oldu yüzüne?” diye sordu yine. “Bir şey olmadı, sınıfa gideceğim” dedim ama bırakmadı. “Ne olduğunu söylemeden bir yere gidemezsin” dedi ama arkadan imdadıma yetişen kızlar sayesinde kurtuldum. “Sonra konuşursunuz. Şimdi sınıfa girelim biz,” diyen Işıl koluma girdi ve sınıfa girdik üçümüz. Şimdilik yırtmıştım. Derse giren bütün hocalara, komşumuzun küçük oğlunun vurduğunu söyledim. Kızlar da destek çıkınca inandılar ve hayali komşu çocuğunun yaramazlığına gülerek atlattık neyse ki. Öğle arasında yemekhaneye inmedim, kızlarla tost alıp köşeye oturduk. Biz tostlarımızı yerken beklediğim ama bir yandan da korktuğum şey oldu ve Gökhan geldi. “Şimdi konuşabilir miyiz?” diye sorunca kızlar hareketlendiler gitmek için ama durdurdum. “Gitmeyin” deyince mecbur oturdular geriye. Ona da komşu çocuğu hikâyesini anlattık kızlarla ama “Siz beni aptal mı sandınız?” oldu cevabı dinledikten sonra. “Neden öyle dedin ki?” diye sordu Tuğba konuya onu inandırmak istercesine. Gökhan gergindi. “Şakanın bıraktığı yarayla, gerçek tokadın bıraktığı yarayı ayırt edebiliyorum” dedi ve cevap ister gibi baktı gözlerimin içine. Kaçacak yerim yoktu, sadece zaman kazanmak istedim ve “Burada konuşmasak olur mu?” dedim kabul etmesini umarak. “Tamam, burada konuşmayalım. Ama çıkışta beraber gideceğiz ve sen bana neler olduğunu doğruca anlatacaksın tamam mı?” deyince biraz olsun rahatladım. “Tamam,” dedim gülümsemeye çalışarak. “Eğer bunu, başka yalan bulacak süre kazanmak için istiyorsan da boşuna uğraşma. Yalan söylemekte ne kadar beceriksiz olduğun aşikâr” deyince elim ayağım buz kesti. Kafamdan geçeni nasıl anladığına hayret etmiştim. “Merak etme,” dedim sadece. O da başını sallayıp gitti. Yapacak bir şey yoktu, ona olanları en sakin ve yumuşak şekilde anlatacaktım. Ama ondan önce bir şartım olacaktı…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE