Savaş demirhan
Aç ağzını" dedim Erdal’a Kızın bağlı olan ağzını açtı.
Küçük bir kız çocuğu... Uzun, sarı saçları dağınık, ağlamaktan kızarmış yeşil gözleriyle karşımda duruyordu. Biraz daha kısa olsa kesin çocuk derdim ama en az 170 boyu vardı. Üzerindeki ince hırka omzundan kaymış, parmakları titriyordu ama yumruk yapmıştı ellerini.
Gözlerinde korkunun dışında başka bir şey daha vardı: büyük, saf bir öfke. Oysa ona ben öfkeli olmalıydım, değil mi?
"Ne istiyorsunuz benden?" dedi. Sesi sertti ama içindeki korkuyu saklayamıyordu. Takdir ettim; güçlü görünmeye çalışıyordu. Dudakları titredi ama gözlerini kaçırmadı.
Yanına yaklaştım. Bir anlık tereddütle geri adım attı ama sonra sabit kaldı. Ne kadar korksa da gözümün içine bakıyordu bu küçük kız. Çenesini hafif yukarı kaldırmıştı, meydan okur gibi.
"Babanı," dedim sert sesimle.
Kaşları çatıldı. Gözleri kısıldı.
"Ne... Ne istiyorsunuz babamdan?"
Daha da yaklaştım. Nefesimi yüzünde hissetti.
"Canını."
Şu an elinde olsa beni öldürecek gibi bakıyordu. Gözleriyle bunu defalarca denediğine eminim. Çenesini sıktı, dişleri birbirine kenetlendi.
"Ne yaptı babam size? Ne istiyorsunuz ondan?"
Kolunu tutup sıktım. Direndi, geri çekilmedi. Omzunu geriye attı, gözlerini kısmadan bana dikti.
"Bana bak küçük yılan. Baban benim babamın katili. Babamı öldürdü ve bunu canıyla ödeyecek."
Olabilirmiş gibi kaşları iyice çatıldı. Gözleri büyüdü.
"Ne diyorsun sen be?! Ne babası, ne öldürmesi?!"
Kolunu daha da sıktım. Parmaklarım bileğine gömüldü.
"Bana bak. Bana sesini yükseltme. Bunu bir daha sakın yapma!"
Sustu. Bir şey demedi ama hâlâ kötü bakıyordu. Dudaklarını birbirine bastırmıştı, gözleri dolmuştu ama akmadı.
"Baban, benim babamın sağ koluydu. Bir mafya babasının. Ve onu öldürdü."
Gözlerinde şoka girmiş bir ifade vardı. Sanki inanmıyor gibiydi. Göz kapakları titredi, nefesi düzensizleşti.
"Benim babam bir fabrika işçisi. Ne mafyası, ne öldürmesi? Ne saçmalıyorsunuz siz?"
Çok iyi, saf numarası yapıyordu. Tıpkı babası gibi. Ama bu kız babasının kıymetlisi ve şimdi elimde. Bunu kullanacaktım.
Kolunu biraz daha sıkıp kendime iyice çektim. Bu defa yüzünü buruşturdu, acımış olmalı ama umurumda bile değil. Dişlerini sıktı, gözlerini kaçırmadı.
"Bana bak, babasının kıymetli kızı. Minik şeytan. Sen bana babanı getireceksin."
"Bilmiyorum yerini," dedi gözümün içine baka baka. "Günlerdir haber alamıyorum. Hem bilsem de söylemem."
"Söylemene gerek yok. O kendi ayağıyla gelecek nasılsa," dedim.
Biraz durup düşündü. Gözleri sağa sola kaçtı.
"Na... Nasıl?"
Babasını seviyor. Ona bir şey olur diye korkuyor. Onun için her şeyi yapar. Güzel. Bu işime gelir.
"Evleneceksin benimle," dedim.
Yüzündeki ifade beni mutlu etti. Allak bullak olmuş, şok olmuş halde öfkeyle bakıyordu. Aslında aklımda ilk bu yoktu ama babası bunu duyunca saklandığı delikten nasılsa çıkar gelir. Gelmezse de intikamımı bu kızdan alırım. Aynı soydan, nasılsa bu da babası gibidir.
"Ne... Ne saçmalıyorsun sen?! Asla evlenmem seninle!"
"Sana sormadım fikrini," dedim. "İki güne nikah kıyılacak ve karım olacaksın!"
Kolundan ittirdim. Sendeledi ama düşmedi. Şokla bakıyordu. Sonra kendini toparladı. Omuzlarını dikleştirdi.
"Asla!! Asla senin gibi bir psikopatla evlenmem!"
"Sen sabah kahvaltıda yürekmi yedin lan!" Diye kükredim.
Üstüne yürüdüm ama geri adım atmadı. Cesaret mi, yaptığı aptallık mı bilmiyorum. Gözleri parlıyordu, nefesi hızlanmıştı.
"Erdal!! Al şunu, üst kattaki odaya kapat!" dedim öfkeyle.
Üzerime yürüdü. Yumruklarını sıktı.
"Bana bak! Asla seninle evlenmem! Asla bu evde kalmam! Duydun mu beni?!"
Ben de üstüne yürüdüm. Göz göze geldik.
"Bana bak. Küçük aptallıkla cesaret arasında ince bir çizgi vardır. Sen aptallık ediyorsun," dedim.
Bir şey diyecekti ama fırsat vermedim.
"Erdal!" diye bağırdım. Bu defa sıçradı yerinden. Çünkü hayvan gibi böğürmüştüm. Ama hemen toparladı kendini. Gözlerini kıstı, çenesini kaldırdı.
Yapacağı bir şey kalmadığını anlamış olacak ki Erdal ona dokunacakken dönüp ona da bağırdı:
"Dokunma bana!!! Kendim giderim!"
Şuna bak lan, bir de benim adıma bağırıyor. Sonra babasının bahçesi gibi merdivenlere doğru hızla gitti. Hayretle arkasından bakıyordum. Merdivenin önüne gelince dönüp Mahir’e tekrar bağırdı:
"Nerede oda!?”
Bu kör cahil cesaretini şaşkınlıkla izliyordum. Erdal önden çıktı şaşkındı oda. Kızda arkasından pıtı pıtı gitti. En başta çok korkmuştu. Babası söz konusu olunca panter kesildi. Manyak. Ama ben o pençelerini kopartmasını bilirim. Küçük şeytan.
~~~
“Ne evlenmesi lan, bu da nereden çıktı? Ne zamandır masum bi kızdan çıkarıyoruz acımızı?” diye bağırdı Emir, yakama yapışmış, beni sarsarken. Söylediği cümlelere yüzümü buruşturarak bakıyordum.
Ellerini yakamdan düşürüp öfkeyle bağırdım: “Nereden biliyorsun masum olduğunu? O da babası gibi rol yapıyor işte! Masum ayağına yatıyor. Ben yemem bunları, duydun mu beni?”
Emir’in gözleri büyüdü, sesi çatladı: “Ne yapacaksın lan, zorla mı evleneceksin? Daha 19 yaşında!”
“Sonuçta reşit,” dedim, sesim keskinleşmişti. “Ve babasını bulmak için ne gerekirse yaparım. Duydun mu beni? Ne gerekirse!”
“Savaş, kendine gel,” dedi Emir, sesi çatlamıştı. “Bak bu sen değilsin. Otur bi, sakin konuşalım şu meseleyi.”
“Emir, yeter! Kafamı ütüleme. Benim son kararım. Dönmeyeceğim kararımdan. O şerefsizi yakalayacağım. O masum ayağına yatan kızın gözünün önünde öldüreceğim. Tabii ölümden beter hale getirdikten sonra.”
Emir öfkeyle bir sağa bir sola gidip duruyordu ama beni durduramayacağını biliyordu.
Yedi sülaleme sövdükten sonra öfkeyle çıkıp gitti.
Biraz aşağıda oturduktan sonra, küçük yılana bakmaya yukarı doğru çıktım. Bakalım hain odada ne yapıyor.
Kapının önüne gelince bir duraksadım. Sonra kapıyı çalmadan sertçe açıp içeriye girdim.
Girmemle “Çüşş!” diye bağıran asi kızla göz göze geldim.
“Ne diye pat diye giriyorsun içeri be hayvan herif!”
Hızla yanına gidip elimi kaldırdım. Aslında amacım iyi bi tokat atmak tı ama bu asi kız duruşunu hiç bozmadı. Sadece gözlerini kapatıp, yüzüne inecek darbeyi bekledi. Geri kaçmadı. “Yapma” da demedi. Elim bi an havada kaldı. Ardından kolundan tutup sertçe sarstım.
“Bana bak küçük yılan, kendine gel. Eğer bir daha bana sesini yükseltir, üslubunu bozarsan seni pişman ederim,” dedim ardından. “Duydun mu beni?” diye gürledim. Hafif yerinden sıçradı.
“Bırak beni... bırak. Bilmiyorum babamın yerini. Normalde de eve pek uğramaz. Haberim yok. Emin ol, bilsem de söyleyemezdim. Ama biliyorum da derdim bilmiyorum ama bilmiyorum. Benim eve gitmem gerek. Arkadaşım meraktan deliye dönmüştür. Bırak beni.”
Bırakmamı istiyordu ama bakışlarında meydan okuma vardı. Bu asi kızda değişik bir şey vardı.
“Bak, bi kez söyleyeceğim. Ben tekrar etmektek hoşlanman. Beni iyi dinle.”
“Baban senin benim elimde olduğunu duyacak. Seni ya korumak için böyle göz önünde tuttu, bizim salak olacağımızı ve seni bulamayacağımızı sandı ya da…”
Üstüme doğru geldi.
“Ya da ne?”
“Sen babanın umurunda bile değilsin,” dedim. Gözlerinde bariz bi korku vardı. Doğru olma ihtimalinden korkuyordu.
“Her yere seninle evleneceğimin haberini vereceğim. Baban eşek değilse seni ne niyetle aldığımı anlayacaktır. Eğer kendini feda eder gelirse ne âlâ. Evlilik olmaz. Koskoca iki gün var sonuçta.”
“Ya da seni umursamıyordur ve bana yem yapmıştır…”
“Babam öyle bir şey yapmaz!” diye bağırdı.
“Ben sana sesine hâkim ol demedimmi?” diye bağırdım yine.
“Dua et, baban iki gün içinde gelip teslim olsun bana.”
“Ya... ya gelmezse?” kekeleyerek sordu soruyu.
“O zaman karım olursun asi kız,” dedim, yüzümde alaycı bir ifadeyle söylemiştim bunu.