Bugüne kadar yaşadığınız ve asla unutmadığınız bir anınızı düşünün... Şimdi de yaşadığınız ve elinizin ayağınızın hala buz tuttuğu bir anı... Sonrasında yaşadığınız ve yaşamamış olmayı düşündüğünüz anınızı... Hayat böyleydi işte. Bazen unutmak istiyorduk. Kör olmak, sağır olmak, duygusuz olmak istiyorduk ama asla çaresiz kalmak istemiyorduk. Bazı zaman geliyordu ve o kaçtığımız, o yakalanmaya korktuğumuz an öyle bir gelip buluyordu ki bizi, neye uğradığımızı şaşırıyorduk. Sonra ortalık karışıyordu, taş üstünde taş kalmıyordu, beklediğim, o gerçek hayatın dertleriyle uğraştığımız ana giriş yapıyorduk ve fakat dediğim gibi öyle gerine gerine, 'Ben geldim amk,' diyemiyorduk. Buyurun, seyretme sırası sizde artık...
"Giderum diyeceksun ressamluk kizi," diyordu çok bilmiş reis bozuntusu. Ben de inadıma demiyordum.
"Giderim," dedim başımı kaldırarak. Sinirli bir nefes verip, "Giderum," dedi.
"Gidersen git, bana ne?" Musallat ettiler benim başıma bu adi herifi. Aga sinir oluyorum. Adımı biliyor ama ressamlık kızı diyor hala.
"Ruh hastasısın yemin ederim."
"Senin de beyninde bir hasar var ama tam çözemedim." Canım istiyor kızların yanına gitmek, reis gelmiş bana burada Lazca öğretiyor. Mis gibi 10 molamı kantinde bu uyuzla heba ediyorum.
Tam tamına 7 dakika 22 saniyedir karşımda oturuyor. "Giderum," dedi ısrar ederek. "Giderim."
"Amk anladık. Anladık giderin var." Amacım zaten sinir etmek, başarıyorum da.
"Uğraşmasana sen benimle. Gitsene sadrazamlarının, yeniçerilerinin yanına..."
"Gitmiyorum lan. İşini kolaylaştırmak için buradayım," dedi yavşaklarcasına gülerek. Sebastian gel aşkım yanıma.
"Allah aşkına de, ben de diyorum niye bu reis sürekli kıçımın dibinde bitiyor?"
"Senin için. Bir kere daha söylesene beni sevdiğini."
"Çok beklersin," dedim gözlerimi kısarak, "Sana bayılıyor olsaydım emin ol kendimi asar kurtulurdum." Atom tost aşkına. Bu ego nedir anam?
"Üç hafta oldu, üç." 2 hafta 4 gün. "Üç haftadan beri öğrenemedin giderum demesini. Ağzın söylemiyor ama inadın aynı lazlara benziyor. Beni yanında daha fazla tutmak için öğrenmemiş gibi yapıyorsun." Boşuna ben bu adama egolastik demiyorum, egosu lastik gibi uzuyor, gevşek herif.
"Zil çaldı," dedim ayağa kalkarak, "Çok şükür çaldı." Masaya eğilip ellerimi koydum. "Seni sinir etmek için yapıyorum, bir. İkincisi, dinleyerek de öğrenebilirim. O yüzden bir daha beni kendine esir almaya kalkma, gelmem."
Kantinin çıkışına doğru bir adım attım. "Paşa paşa esir olacaksın." İkinci adımı attım. "İstediğin kadar sinir et, senin oyunlarına gelmem." Nah gelmezsin, çoktan geliyorsun. "Geleceksin dersem, gelmek zorundasın." Üçüncü adımı atıp arkamı döndüm.
"Elektrik erkeklerine benzeyip paşa olacağıma, saltanatını yıkarım daha makbule geçer. Geleceksin dediğin zaman gelmeyeceğimi bilmek zorundasın."
5 adım atmama rağmen hiçbir şey söylemedi. Sınıfıma çıkıp kızlarla ders başlayana kadar edemediğim muhabbeti etmeye başladım.
"Of ya," dedi Ayşenur. "Pazartesi nöbetçi benim."
Nöbetçi olmayı hiç sevmeyen, ayrı bir nefret duyan kızlar olarak özellikle bölüm derslerinden geri kalmayı istemeyiz. Ve Pazartesi günü bölüm dersimiz var. Ve Ayşenur nöbetçi. Garibim benim, kıyamam sana.
Yeşil gözlerine hüzün çökerken sarı saçlarını dağıtarak başını sıraya koydu. "Üzülme çiçeğim, ben her teneffüs senin yanına geleceğim," dedi Sebasfidan. Buna da yazık. Ayşenur'la ilkokulda aynı okulda okudukları için, sırf Ayşenur bu okula geldi diye peşine takılmış gelmiş. Bence onun yeri kız meslekti. Ne işin var canım senin endüstri meslek lisesinde?
"Gelir misin lan?" dedi Ayşenur bir hızla başını kaldırarak. "Gelirim tabi. Gelmem mi kız?" Çak yaptılar.
Reis bok herif her teneffüs sınıf kapısından bakıp dudaklarını hareket ettirerek, "Giderum," dedi alay edercesine. Hayır niye benimle uğraşmak hoşuna gidiyor acaba? Sana ne karşim? Öğrenirim, öğrenmem. Zaten hafta sonları sabah erkenden evden çıkıp geç geliyorum diye babam söyleniyor. Yalnız kalınca canı sıkılıyormuş. Nasıl sıkılıyor onu da anlamıyorum. Koca gün sosyal medyada geziniyorsun, benden çok giriyorsun.
"Ezgi," dedi Ayşenur okuldan çıkarken, "Babanın fake hesabını buldum kız."
"Adı ne?" dedim heyecanla.
Telefonunu çıkarıp baktı. "Sevgilisevgilim." Ama yuh yani. O ne baba be? Valla billa acayip adamsın. Sevgilisevgilim nedir?
"Bak az önce ne paylaşmış, okuyorum. Güvendiğiniz dağlara karların yağdığını anladığınız an, o dağı yıkın, yok edin. Şayet yok etmezseniz, yağan karlar çığ gibi büyür ve sizin başınıza düşer." Kızlar kahkaha atıyorlardı, benim aksime. Ben ne günah işledim? diye düşünmeye başlamıştım. Annem için paylaştığı apaçık ortadaydı.
Fake hesabı nasıl bulduğunu sordum. "Konumdan baktım, sizin evi gösteriyor gülüm. Sen sosyal medya özürlüsü olduğun için bilmezsin böyle şeyleri, ablana sor."
Önce işe gidip, sonra eve yürüyerek gittiğimde babam sosyal medyada gezerken uyuyakalmış. Sanırım acıkmış, tepsisini sehpaya bırakıp elinde telefonuyla yatıyordu.
Bugünün hesabını vermediğim için minnet duyarak işimi halledip ben de yattım. Gökhan bey abi söz verdiği gibi haftadan haftaya paramı veriyordu. Hatta Pazar günü yanına çağırdı.
"Ezgiciğim babanın rahatsızlığı nedir?" Anlattım. Çok anlayışlı bir adama benziyordu. Ben anlattıkça üzgün bir ifadeyle dinledi.
"Bak sana şöyle bir teklifim var. İstersen babana yardımcı olabilirim. Mesela devlet hastanesine gitmesindense özel hastane daha iyi..."
"Hayır Gökhan abi. Beni burada idare ediyorsun zaten, daha fazla bir şey isteyemem senden. Biz idare ediyoruz."
"Ama dinle," dedi kahve gözleriyle bakarak. Bu adamı birisine benzetiyorum ama çözemedim.
"Ben zaten yardım etmeyi seven bir insanım. Seni burada idare etmiyoruz, sen hakkını veriyorsun. Ama ben duyduğum, tanıdığım, hasta olduğunu bildiğim insanlara yardım etmeyi severim. Babanın da ihtiyacı var. İstemez misin seninle daha fazla kalsın? Her şey gün geçtikçe pahalılaşıyor. Babanın ilaçları da aynı şekilde. Daha önce de yardım ettiğim insan çok oldu. Durumum gayet iyi, bu yüzden bir nevi zekat gibi düşün. Ve ben şimdi babana yardımcı olmak istiyorum..." Can damarımdan vuruyordu. Tabi ki babamın benimle daha fazla kalmasını isterim. Nasıl istemem? Hayattaki tek varlığım. Ne teyzem, ne dayım, ne amcam var. Hepsi babam hasta olunca elini ayağını çekti bizden.
Başımı eğip gözlerimi kapattım. "Şu anlık durumu iyi sayılır ama eğer bir sorun olursa, ilk geleceğim kişi sensin Gökhan abi," dedim başımı kaldırırken. Beklemediğimiz insanlardan, beklemediğimiz şeyleri görünce üzülmek mi gerekiyor acaba, sevinmek mi? Bilemedim.
Memnuniyetle gülümsedi. "Tamam. Unutma bu söylediğini." Arkasına yaslanırken odadan çıktım.
Eve gittiğimde babam yine söylenecek diye bekledim ama sesini çıkartmadı. Adam bıktı bence söylenmeye. "Nasılsın babam?" dedim yanına oturarak. "İyi be kızım. Geçinip gidiyoruz."
"Hayırdır?" diye sordum suratı asık olunca. "İyiyim yavrum, düşünme sen beni."
"Doktor tahlillerine ne dedi?"
"Daha iyisin diyor kızım, bende baktım tahlil sonuçlarıma. Ciğerlerimde ilerleme durmuş." Çok şükür lan. Gülümseyerek yanağından öptüm. 10 dakika 45 saniyede yemeklerimizi ısıtıp yanına götürdüm. Yedik, içtik ve kaldırdım.
"İyi geceler babam, ben yatıyorum."
"İyi geceler kızım," dediğinde o da uyumak üzereydi. İlaçların etkisiyle fazla uyuyordu. Bende zaten yorgundum. Sabahtan beri bulaşık yıkadım, çay yaptım, kahve yaptım.
Sabah 8 dakika 11 saniyede hazırlanıp uyuyan babamı evde bırakarak okula gitmeye başladım. Ayşenur karşimle girişte karşılaştık. Beraber Nuri hocanın odasının önüne gidip ben defteri alırken, o içeriye girdi.
"Yılan yap karşim," dedim onun gibi. Ama suratı beş karıştı. "Bölümüme benden selam söyle, çok özledim orayı." Altı üstü bir haftadır girmedi. Nuri hoca da bu duruma gülerken defteri alıp kapıdan çıkıyordum, elektrik direğiyle karşılaştım.
Kendi defterlerini alıp arkamdan hızlı hızlı gelmeye başladı. "Ne yapisun ressamluk kizi?" Geleni yapıyorum, kaçan kurtuluyor.
"Hiç," dedim yüzüne bakmadan. Neyse ki fazla uzatmadı. 10 molasında da beni rahatsız etmedi. Sebasfidan söz verdiği gibi her molada Ayşenur'un yanındaydı. Öğle arasında dönerlerimizi alıp devlete oturmaya gittik. Bu da iyi oldu yalnız. Koskoca devlete oturmaya gidip döner yiyoruz. Forsumuz kurusun.
"Çok özledim canım bölümümü," diyerek hepimize tek tek sıkı sıkı sarıldı Ayşenur. "Hem de nasıl özledim."
Bölümümüz canımız ciğerimizdi aga be. Ben olsam ben de özlerdim. Çünkü neden özlemeyeyim? Yaz tatilinde ne halt yiyeceğiz diye daha Kasım ayından düşünmeye başladık. Gerçi ben çalışacağım. Başka çaresi yok.
"Benimde 2 hafta sonra Pazartesi'ye denk geliyor," dedi Dilara. O da memnun değil. Hiç birimiz memnun değiliz. Hemen telefonumu açıp benim ne zamana denk geliyor diye baktım. "Benimki Perşembe'ye denk geliyor. Bölüm dersi değil." Kıskandılar mı? Hayır. Ama imrendiler. Bizim aramızda kıskançlık olmaz zaten.
Bugün işe gitmeyecektim. Ama maalesef müzik grubunun çalışmaları vardı. Sebasfidan Ayşenur'un yoklama listesini bilgisayara girmesi için beklerken benim yanıma geldi. Dilara Murat'ı bekliyordu. Yorulunca ara verelim demiştik. Bizimkilerin yanına gittiğimde Sebasfidan'ın telefonu çaldı.
"Ya anneannemlere gidecekmişiz, annem çağırıyor." Ayşenur'u aradı, işinin bitmediğini söylemiş. Kolay değil. A'dan Z'ye kadar yoklama listesi girecek. O gitti, biraz sonra bizim de işimiz bitince salondan çıktık. Ayşenur garibim hala yoklama listesi giriyormuş. Neden bu kadar uzun sürdü anlamadım. Normalde 1 saat 15 dakikalık bir durum, 2 saat 25 dakika oldu ama çıkamayacağını söylemiş.
Ertesi gün sabah söylemem gereken şarkıyı söyleye söyleye okula girdim. "Günaydun ressamluk kizi," dedi arkamdan kavak ağacı reis.
Adımlarımı saniyede bir atarken hızlandırdım. Ama kavak ağacı olduğu ve bacakları daha uzun olduğu için bana yetişti. Defterlerimizi Nuri hocanın odasından almaya geldik.
"Çalışmalar nasıl kızım?" diye sordu Nuri hoca.
"İyi hocam ama biz nerede şarkı söyleyeceğiz ki, yani bu grup ne işe yarayacak?"
"Ben ayarlayacağım kızım, aklımda bir şeyler var. Hadi iyi dersler." Kovar gibi konuşunca lafı uzatmadan defterimizi alıp çıktım. Kavak ağacı da yanımda geliyordu.
"Çok merak ediyorsun değil mi, kaç tane sevgilim olduğunu?"
"Bana ne senin sevgililerinden Kutay reis?" Evet ediyorum. Söylesene amk. Sayı ver bana sayı. Rakam söyle.
"Kirpiklerimi bile saydığına göre sayma takıntın var. Yada bana harbiden çok aşıksın." Yada defteri suratına yapıştırsam çok güzel olur.
"Takıntım var. Sadece sayılara. Yoksa aşık falan değilim. Aşık olmaya vaktim yok."
"Neden?" diye sordu kaşlarını çatarak, "Ev mi geçindiriyorsun?" Gülmeye başladı.
"Evet," dedim ciddi ciddi, "Sen bilmezsin böyle işleri, bilmene de gerek yok. Nasılsa sayısız kadar sevgilin var. Kimse seninle evlenmez."
"Sen evlenmek için mi ev geçindiriyorsun? Yada evli misin?"
"Yok devenin nalı." Sadrazamın sol yanı. Anasının şeyi. Ebeninki.
Bölümlerinin önüne geldiğimizde o durdu, bende durdum. "E niye ev geçindiriyorsun o zaman?" Merakla soruyordu ama ona ne?
"Seni ilgilendirmez," deyip merdivenleri çıkmaya başladım. Girişteki plaketi silip bölüme girdim. Hocamız gelmişti, sınıfın anahtarını alıp kapıyı açtım.
Bir adım attığımda herhangi bir sorun yoktu. Bölüm dün bıraktığımız gibiydi. İkinci adımı attığımda sınıfta tabi ki ses yoktu. İlk gelen bendim. Üçüncü adımı attığımda başımı kaldırdığım an bir manzarayla karşılaştım. Hayır bu gerçek olamazdı. Şu gördüklerim bana aklımın bir oyunuydu. Yada hala uyuyordum, kabus falan görüyordum.
"Ayşenur! Lan sen ne yapıyorsun?"
Elimden defteri ve çantamı atıp koşarak öğretmen masasına çıktım. Ayşenur tavanda sallanıyordu. Ayşenur kendisini bölümde asmıştı. Ayşenur intihar etmişti.
"Hocam yetişin," diye bağırdım. Öğretmen masasına çıktığım an bacaklarına yapışıp ipin boğazındaki baskısını azaltmaya çalıştım.
Hayatım boyunca benden ilk kez bu kadar yüksek bir ses çıktı. "Hocam koşun!"
Sadettin hoca sınıfa girerken bir kolumla hala Ayşenur'un bacaklarını tutuyordum, bir elimi uzatıp bileğinden nabzına baktım. Az da olsa hala atıyordu.
Sadettin hoca kapıda şoka girmiş bir halde bekliyordu.
"Hocam yardım edin!" diye bir kez daha bağırdım. "Nabzı hala atıyor, ipini keseceğim." Sesimin yüksek çıkışı bacaklarını harekete geçirdi. Benim gibi masanın üzerine çıkarak Ayşenur'un bacaklarını tuttu. Sınıftaki dolaplarda eğe vardı. Bir kenarı hafif keskin, bıçaktan daha kalın ama işe yarayacak bir şeydi. Elime aldığım gibi tekrar masaya çıktım. Eğeyi ipe sürte sürte kesmeye başladığımda sınıfa kızlar gelmeye başladılar. Hepsi şok olarak bağırıyorlardı. Bütün bina sesleriyle yankılanıyordu.
"Kapıyı kapatın," diye bağırdım hala ipi kesmeye çalışırken. Bölüm öğretmenlerimizden bir tanesi kızları dışarıya çıkartıp kapıyı kapatmaya çalışırken Kutay sınıfa girdi. Sadettin hoca titriyordu.
"Kutay Ayşenur'u tut," dedim bağırarak. Şu an yaşadığım ruh halini anlatacak bir kelime bulamıyorum. Tek düşündüğüm şey, 3 dakika 28 saniyedir kesmeye çalıştığım halatın bir an önce kopmasıydı.
Kutay Ayşenur'u tutup daha havaya kaldırırken ipi kesmem daha kolay oldu. 1 dakika 15 saniye daha uğraşıp ipi tavandan ayırabildim.
Elimden eğeyi atıp yere indiğimde Kutay Ayşenur'u kucaklayıp yere yatırdı. Yine nabzına baktım. Çok az bile olsa atıyordu.
"Ambulansı arayın, çabuk." Hastane yan tarafımızda zaten. 1 dakikadan kısa bir sürede buraya gelmeleri gerekir.
Bir yandan kalp masajı yapıp bir yandan suni teneffüs yapmaya çalıştım. Ellerim titremiyordu. Ayşenur'u kurtarmak zorundaydım. Korkmuyordum. Ayşenur'un yaşaması gerekiyordu.
"Hadi Ayşenur," dedim yalvarır gibi. "Ne olur bunu bize yapma." 1-1,1-2,1-3... şeklinde devam ederek hiç durmadan kalp masajı yaptım. Nabzını kontrol edeceğim zaman avuç içleri dikkatimi çekti. Ellerinin içleri ipin kalınlığı kadar, 1 cm, morarmıştı.
"Ölmeyeceksin Ayşenur. Yaşayacaksın," dediğimde içeriye sağlık ekibi girdi.
"Bize bırakın..."
Geri çekilip ne yaptıklarını boş gözlerle izledim. Ayşenur! Bunu nasıl yapmıştı? Üzerinde okul kıyafetleri vardı. Nabzı atıyordu. Ellerinin içleri ipten dolayı mosmor olmuştu. Çok belliydi. İpin kalınlığı ile ellerindeki morarmalar aynı ölçüdeydi.
Oksijen maskesi takıldı, kalp masajı biraz daha yapıp nabzına baktılar. Yeşil kıyafetli doktor başını sağa sola sallayıp ellerini Ayşenur'un üzerinden çekti.
"Ne yapıyorsunuz? Devam etsenize!" 35 cm önümde duran doktor başını bana çevirip bakışlarını yere indirdi.
"Kaybettik..."
"Ya ne demek kaybettik?" diye bağırıp ayaklandım. "Nabzı atıyordu, ben onu bulduğumda nabzı atıyordu." Elimle doktoru itip Ayşenur'un önünde diz çöktüm. Tekrar kalp masajı yapmaya başladığımda sinirle sayıyordum.
"1-1, 1-2, 1-3, 1-4... Hadi Ayşenur. 1-6, 1-7... Sen yapmadın bunu, biliyorum sen yapmadın. 1-10." derken kollarımla kuvvetle tutuldu. Bedenim bir hışımla geriye çekildi.
"Hadi Ayşenur. Hadi karşim, kalk..." dedim yalvarır gibi. Dışarıdan gelen seslerle irtibatım kesildi. İçeriye giren polisler resim çektiler. Savcı geldi. Ayşenur'un nefes almayan bedenine baktılar. "Otopsiye götürülsün..."
Yerde öylece oturmuş Ayşenur'un siyah bir torbaya koyuluşunu izledim. Etrafta bir sürü insan vardı. Sınıf, sınıftan çok her şeye benziyordu.
Torbanın fermuarını çekerlerken ruh gibi bir halde son kez yüzüne baktım Ayşenur'un. Karşim, gidiyordu. Karşim, intihar etmişti. Karşim, otopsiye alınacaktı. Karşim, o torbanın içine yakışmadı.
Kolumu tutan Kutay yerimden kaldırmak istedi. "Kalk hadi." Kalkamıyordum. Olduğum yere yapışıp götürülen Ayşenur'u izliyordum. Sınıf kapısından çıkarttıklarında Kutay ayağa kaldırdı. Gözüm Ayşenur'a suni teneffüs yaptığım yerdeydi. Gözüm ipin sallanan yerindeydi. Gözüm öğretmen masasına kaydı. Masanın üzerinde sadece ayak izlerimiz olmasını beklerken başka bir şey daha vardı. Masanın üzerinde bir damla kan vardı. Kendini asarak intihar eden kişinin ardından kan olmadı mümkün müydü?