RÜYA

1792 Kelimeler
Kitapta adı geçen yer/mekan isimleri tamamen kurgudur. Gerçek yer/mekan isimleriyle ilgisi yoktur. ~~~~ Karanlık her yere hakimdi. O karanlığın içinde inci beyazlığında bir parıltı vardı ve parıltının tam ortasında yerde yatan bir beden. Karanlığın ortasında tamamen kaybolmuş bedeniyle inci beyazı ışığa yaklaştığında yere yayılmış sarı saçlar kıpırdandı ve saçların kapattığı yüz göründü. Mavi gözlerin dalgası tsunamiye dönerken karaltının içindekine dikkatle baktı. ‘’Kurtar beni!’’ dedi acı dolu çaresiz sesiyle. ‘’Kimsin sen!’’ dediğinde sesi karanlığın içinde kayboldu. ‘’Kurtar beni!’’ diyen genç kız olduğu yerden karanlığa uzanmaya çalıştı ama kolundaki zincir geri çekti. Diğer kolunu uzattığında o da aynı şekilde zincirin gerilmesiyle geri çekildi. ‘’Kurtar beni!’’ Feryadı diğer sesin aksine karanlığın içinde yankılanarak dolaşıyordu. Kolları gibi ayaklarında da zincirler belirdi ve olduğu yere daha çok sabitledi. Karanlığın içinde yok olmuş siluet kurtarmak için yaklaşmaya çalıştı ama ne kadar yürürse yürüsün bir adım bile ilerleyemiyordu. Koşmaktan nefes nefese kalmıştı, bedeninden akan terlerin ıslaklığını hissediyordu ama yaklaşamıyordu. Genç kızın bedenine dolanan zincirler sıkılaşırken gözlerinin içine bakıp, ‘’Kurtar beni!’’ diyerek acıyla çığlık attı. Atılan çığlıkla yattığı yerden fırlayarak uyandı. Göğsü hızlı nefesleriyle inip kalkıyordu, terlediği için pijamasının üstü sırtına yapışmıştı. Yatağın başucundaki abajurun ışığını açıp odayı aydınlattı. Gözleri istemsizce odanın içinde dolaşarak gördüğü genç kızı aradı ama odası bildiği gibiydi. Dört aydır her gece aynı rüyayı görüyor, her gece aynı şekilde uyanıyordu. Yüzü netti, sesi netti, beni kurtar çığlıkları gerçekçiydi ama gerçek hayatta gördüğü, tanıdığı biri değildi. Yataktan çıkarken pijamasını da üzerinden sıyırıp attı. Abajurun hemen altında duran sigarasıyla çakmağını alıp odasının küçük yarım ay şeklindeki taştan balkonuna çıktı. Sigarasını yaktığında rahatlamak için derin bir nefesi içine çekti. Bir insan hiç tanımadığı başka bir insanın rüyalarına girip yardım isteyebilir miydi? Dört aydır her gece gördüğü bu rüyanın bir anlamı olmalıydı. İlk ay önemsememişti ama ikinci aydan sonra sokakta her yürüdüğünde yanından geçen insanların yüzlerine bakmaya başlamıştı. Sigarası bittiğinde balkondan atıp odasına geri girdi. Sabah ezanının sesi Bozkıran’ın sessizliğini melodisiyle doldurmuştu. Duş alıp üzerini giydikten sonra arabasına atlayıp son sürat Bozkıran’ın en yüksek noktasındaki eve geldi. Yaşlı adam çoktan uyanmış evinin önünde oturuyordu. ‘’Sabahın hayrolsun Alphan dedem.’’ dediğinde elini tutup öptü. ‘’O hayır hepimize olsun oğlum. Buyur otur.’’ Evin eski duvarına dayanmış tabureyi alıp düzelterek oturdu. Uzun boyuyla tabure altında çocuk taburesi gibi kalmıştı. ‘’Aynı mesele mi?’’ diye sordu Alphan dede. Emir başıyla onayladı. ‘’Bitmiyor dedem. Her gece aynı kız, her gece aynı acı dolu yardım çığlıkları. Tanımıyorum, kimdir bilmiyorum. Dört bir yanımda o yüzü arıyorum. Kurtar beni deyişi o kadar gerçekçi ki sanki canlı kanlı karşımda duruyor benden yardım istiyor. Yardım etmek istiyorum ama ne kadar koşarsam koşayım sanki orada yokum bir türlü ulaşamıyorum. İnanmazsın ama daha iki gün önce annemlere odamı arattım biri muska falan mı yapıp bıraktı diye öyle bir şey de bulamadılar.’’ Alphan dede son söylenenlere gülerek torunu bildiği adamın dizine birkaç kez vurup eliyle uzağı işaret etti. ‘’Şöyle bir bak bakalım ne görüyorsun?’’ Emir gösterilen yere baktı. Bozkıran önlerinde uzanıyordu. Kurak dağların arasında saklı kalmış bir yerdi. İçindeki insanların hayatlarını inandıkları töreye bağlı yaşadıkları farklı hayat mücadeleleriyle dolu topraklardı. Sevdiklerinin kanını içmiş bir mezardı. ‘’Bir ev, bir mezar.’’ ‘’Gözlerin küçükmüş.’’ Alphan dedenin elindeki bastonun ucu toprağa battı. ‘’Dünya evlat, dünya bu gördüğün kurak topraklardan ibaret değil. Yaşam dediğin mucizelerin birbirine bağladığı hayatların oluşturduğu bir zincirdir. Bir rüyayı dört aydır her gece aralıksız görüyorsan o artık rüya olmaktan çıkmıştır gerçekliğe bürünmüştür.’’ Emir, dedesinin konuşmasıyla tebessüm etti. Ne zaman bir konuda akıl danışacak olsa ona gelirdi sonra söylediği bilgece sözlerden bir şey anlamadan geri dönerdi. ‘’Dedem ben huzura ermek için ne yapayım sen onu söyle? Bir gece olsun rahat bir uyku çekmek istiyorum.’’ ‘’Huzura hangi derviş ermeyi başarmış ki senin gibi bir kul erebilsin. Bekle evlat sadece bekle o rüyaların belli ki bir yerde doğacak daha zamanı tamamlanmamış.’’ Emir, dedesinin elini öptüğünde arabasına binip dönüş yoluna girdi. Hep olduğu gibi Alphan dedesinin söylediklerini hem anlamıştı hem anlamamıştı. Çözüm istemişti çözümsüz dönüyordu. Konağa geldiğinde ev ahalisi de uyanan günü yaşamaya başlamıştı. İkinci kata çıktıktan sonra odasına gitmek için üçüncü katın merdivenlerine yöneldi. “Abbi.” diyen sesle durdu. “Koçum.” diyerek kardeşinin olduğu tarafa yöneldi. Kendisinden iki yaş küçüktü, zihinsel engelliydi. Konaklarının neşesiydi. “Sabah sabah ne yapıyorsun burada?” Tuğrul yarım gülüşüyle elindeki plastik kabı gösterdi. “Bunları uçurcam.” “Gel benim odamın balkonundan beraber uçuralım.” Kardeşini yanına alıp odasının balkonuna çıktı. Plastik kabın içinde Tuğrul’un kendi elleriyle kağıttan yaptığı kuşları uçsunlar diye birer birer havaya fırlattılar. Şansa esen rüzgar birini alıp yükseğe çıkardığında Tuğrul neşeyle olduğu yerde havaya zıpladı. “Uçdu, uçdu.” dedi. “Sen o yetenekli ellerinle yapmışsın hiç uçmaz mı!” Emir, kardeşinin saçlarını karıştırıp başının üzerinden öptü. “Seni tıraş edeyim ha olur mu sakalların uzamış yine?” “Ollmaz.” dedi kardeşi. “Senin sakalların gibi olcak benimki de.” “Ben büyüğüm sen küçük o yüzden ben sakal bırakırım sen bırakamazsın. Son kuşunu da uçur düş önüme.” Tuğrul dudağını büzüp küsmüş halde kuşunu uçurup karşı çıkmadan ağabeyinin banyosuna doğru ilerledi. Emir, bir sakal için kardeşini üzmek istemezdi ama temizliğini kendi yapabilecek durumda değildi ve ağzından akan salyalarına engel olamıyordu. O salyaları kendisi silebilse de sakalı uzun olunca tam bir hijyen sağlanmıyordu. Kardeşinin yüzüne tıraş köpüğünü sürüp uzamış sakallarını dikkatlice kesti. “Kıyafetlerini çıkar.” dediğinde Tuğrul bu duruma alışkın kıyafetlerini çıkardı. Kolunu havaya kaldırdığında, “Yine kessme.” dedi ağabeyine gülerek. “Hareket etmezsen kesilmez.” dedi Emir eline aldığı temiz jileti kardeşinin koltuk altına sürerken. İki koltuk altını da güzelce tıraş edip jileti değiştirdi. Boyunu kısaltmak için dizleri üzerine eğilip bacak arasını da aynı şekilde tıraş edip temizliğini yaptı. Çıkarılmış kıyafetleri kirli sepetine bırakıp kendi kıyafetlerinden giydirdikten sonra banyodan çıkardı. “Odada bekle balkona tek çıkma.” diye uyardı. Banyoya geri girip suyu açarak kıllarla kaplı yeri temizledi. Konakta çalışanları vardı ama bu kadarını onlara yaptırmazdı. Son olarak ellerini yıkayıp ıslanmış kıyafetlerini değişti. “Kahvaltıya hadi bakalım.” Tuğrul’u yanına alıp odadan yemek salonunun olduğu giriş katına indi. Diğer aile üyeleri çoktan toplanmıştı. “Geç kaldınız oğlum.” dedi annesi Neziha Hanım. “Abbim beni tıraş etdi, bakk.” diyerek pürüzsüz yüzünü gösterdi Tuğrul. Tam göstermek için pantolonunun düğmesine uzanmıştı ki Emir engel oldu. “Şştt otur bakayım yerine. Başkasına göstermek ayıp unutma.” Tuğrul gülerek yerine oturdu. Evdekiler onun bu hallerine alışkın olduğu için yadırgamıyorlardı. “Dün akşam Harun ağa Rezzan için konuşmak istediğini söyledi.” dedi ailenin babası Kudret Bey. “İstemiyorum.” diyerek anında karşı çıktı Rezzan. “Büyüklerin ne derse o, karışma.” Emir’in Tuğrul ile konuşurken merhametli olan sesi sertleşmişti. Kardeşine bakışları keskindi. “Okulum var, okuyacağım!” Rezzan okulun arkasına sığınmaya çalıştı ama ağabeyi karşılığını verdi. “Hangi okul Rezzan Hanım? İki kez sınıfta kaldığın okul mu? Bir hafta sonra okul bitiyor öğretmenlerin üçüncü kez kalacak bu notlarla mezun olamaz dedi. Üç kez kalınca okuldan zaten atılacaksın!” “Koskoca ağasın, ağa oğlusun konuşsaydın öğretmenlerimle verseydiler notları.” Emir'in bakışları iyice keskinleşmişti. “Sana ilk gün dedim okumak istersen arkanda dururum ama kendi zekanla okuyacaksın yok okumazsan arkandan çekilirim babam ne derse onu yaparsın diye. Yirmi yaşında liseye mi gidilir? Diğer öğrencilerden utan!” Kudret Bey elindeki çatalı kızına karşı salladı. “Kararımı vermedim düşünüyorum ama tamam dersem düğün için zorluk istemiyorum.” Rezzan, babasına karşı çıkamayacağını bildiğinden sessiz kaldı. “Emir baba beni okula sen götür.” dedi Mihriban, annesinin içirdiği sütten beyazlamış dudaklarıyla. “Önce ağzını sil küçük kedi.” Süreyya, kızının ağzını hızlıca sildi. Emir masadan kalktığında Süreyya’dan okul çantasını aldı. Mihriban’ın elini tuttuğunda arabaya doğru yürüdü. Yola çıktıklarında, “Dersler nasıl bakalım?” diye sordu. “İyi.” dedi küçük kız. “Ama öğretmen sürekli ödev veriyor.” “Ödevlerini yap, derslerini çalış halana benzeme.” Emir yüzünde tebessümle okulun önünde durdu. “İyi dersler küçük kedi.” Mihriban eliyle öpücük atıp arabadan indi. Koşarak arkadaşlarının yanına giderken Emir arkasından bakıyordu. Ağabeyinden ona kalan bir ağalık vardı bir de Mihriban. Süreyya yengesi doğum yaptığında hastane dönüşü yolda kaza geçirmişlerdi. Karısı, kızı kurtulmuştu ama kendisi o kazada son nefesini vermişti. Ondan sonra gelen en büyük erkek çocuk olduğu için babasından ağabeyine kalacak olan ağalığı üstlenmişti ve o gün mezarın başında ağabeyine Mihriban'a en iyi babalığı yapacağına ona eksikliğini hissetirmeyeceğine dair yemin etmişti. Okulun bahçesinde gülerek oyun oynayan Mihriban'ı içeri girene kadar izledi. O gidince gaza basıp tarlaların olduğu yere geldi. İşçiler arı gibi çalışıyor tütün olacak fideleri tarlalara ekiyordu. “Sıkıntı var mı Rüstem?” “Yok ağam her şey yolunda.” dedi Rüstem elleri önünde bağlanmış halde dururken. “Benimle gel deri fabrikasına gideceğiz.” Emir tarlaların başladığı yola doğru ilerleyince Rüstem de arkasından takip etti. Şoför koltuğuna oturduğunda adamı arka koltuğa oturmuştu. Koltuğu kirletmekten korkar halde uç taraftaydı. Fabrika yerleşim yerinden uzakta bir bölgedeydi. Ana yola girmiş giderken önüne kırılan arabayla son anda frene bastı. “Piç kurusu!” diyerek silahı elinde arabadan indi. “Çek lan arabanı yoldan!” “Sakin ol Emir ağa, Allah'ın yolu sana mı tahsis edildi ne bu sinir böyle?” Emir öfkesiyle yürüyüp Alemdar’ın karşısına geçti. “Varsa bir karın ağrın adam gibi söyle yoksa da eceli gelen köpek gibi kapıma işemekten vazgeç!” “Benim derdim ağabeyinleydi o da gitti girdi mezarın içine derdini miras alacaksan seve seve.” Emir’in silahının ucu diğerinin kalbine bastırıldı. “Yokluğu da benim, derdi de benim. Mesele neyse görürüz hesabını!” Alemdar’ın derdinin ne olduğunu bilmiyordu ama ağabeyi öldükten sonra karşısına çıkmıştı sonrası düşmanlıktı. Sekiz yıldır bu düşmanlık sessizlikte sürüyordu. Ağabeyi hayattayken sadece isim olarak bildiği biriydi. Gökbelen’in en büyük ağasının, Karataşların ikinci oğluydu. Bozkıran ile Gökbelen’in aralarında bir saatlik mesafe vardı. Normalde konuştukları, husumetleri olacak bir ailede değildi. Alemdar yüzünde gülümsemesiyle geri çekildi. “Derdin mirasını günü geldiğinde alırım bunu böyle bil.” Arabasına bindiğinde gaza basıp gitti. Emir silahını beline geri soktu. “O derdin neyse elbet öğreneceğim. Kim bilir ağabeyimle neyin düşmanlığındaydınız ki ölmesi bile içini soğutmadı.” Kendi arabasına bindiğinde tekrar yola çıktı. “Geceleri tarlalarda nöbetçi oluyor değil mi? Bu soysuza güvenmiyorum kendince güttüğü düşmanlık neyse bir yerde bela olur çıkar karşımıza.” “Var ağam sabaha kadar uyumadan bekliyorlar.” dedi Rüstem. Emir içindeki öfkeyle gaza yüklendi. Yollar ıssızlaştığında bir yanları dağlık alandı bir yanları uçsuz bucaksız tarlalar. Ne olduğunu anlayana kadar dağlık alandan yola biri fırladı. Frene son anda bastı ama zamanında duramayıp çarptı. Arabadan hızla indi. Öldürmüş müydü? Ne kadar hızlı çarpmıştı? Yerde yatanı gördüğünde bir adım geriledi. Yüzünü saklayan açık tondaki sarı saçlar, üzerindeki beyaz elbise… “Ağam!” diyen adamıyla kendine gelip yerdekine yaklaşıp eğildi. Sarı saçların arasından kırmızı kan sızıyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Afallamasının en büyük nedeni rüyasındaki kızı hatırlamasıydı. “İyi misin?” diyerek sarı saçları yüzünden geri çektiğinde nefesi kesildi. Bilinci kapalıydı ve bu o kızdı! Dört aydır her gece rüyalarına giren, kurtar beni diye yalvaran yabancıydı! Ve az önce ona çarpmıştı!
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE