41-Dönüş

1682 Kelimeler
Askerî Helikopter – Ankara’ya Sevk Aradan üç gün geçmişti ve timin bugün Ankara’ya sevki yapılacaktı. Bu üç gün boyunca Poyraz, ailesiyle telefonda görüşmüş, onları iyi olduğuna ikna etmeye çalışmıştı. Ama onun için en zor konuşma Naz’la olan olmuştu. Naz’ı telefonda bir türlü sakinleştirememiş, dakikalarca onun gözyaşlarını dinlemek zorunda kalmış ve her damla yüreğine kor gibi düşmüştü. Düşündükçe üzülüyordu; Naz’ın döktüğü her gözyaşı Poyraz’ın içini yakıyordu. Naz’ın masumiyeti ve aşkı, Poyraz’ın vazgeçilmeziydi. Nihayet kavuşacakları gün gelip çatmıştı. Tüm bu düşünceler eşliğinde timle birlikte helikoptere bindi. Güneş ufka doğru ağır ağır süzülürken helikopterin pervaneleri gökyüzünü yararcasına dönüyordu. Metal gövdenin içinde yankılanan titreşim, hem bir bitişin hem de yeni bir başlangıcın habercisi gibiydi. Umut Timi yaralıydı ama hâlâ ayaktaydı. Yorgun gözlerin ardında görevini tamamlamış olmanın huzuru, kalplerinde ise sevdiklerine kavuşma umudu vardı. Poyraz yorgun hâlde gözlerini kapadı. Kendini dış dünyaya kapatsa da zihni çoktan gökyüzünün üzerinde, bambaşka yeşilliklerdeydi. Naz… O masum gözleriyle “Dikkat et kendine,” deyişi hâlâ kulaklarında çınlıyordu. Ne kadar acı çekerse çeksin, ne kadar yara alırsa alsın, Naz’a tutunduğu sürece nefes alabileceğine inanıyordu. Berk sessizce yanına oturdu. Fatih, sarılı kaburgalarına rağmen dostça bir çarpışla Poyraz’ın omzuna dokundu. Semih’in bandajları daha yeniydi, Can’ın bacağı sargılıydı ama o hâlâ gülümsüyordu. Serkan gözlerini kapatmış, içinden şükrediyordu. Belki de en çok bu timin geri dönebilmesine şükrediyordu. “Komutanım…” dedi Can, hafif bir tebessümle. “Ankara bizi bekliyormuş.” Poyraz başıyla onayladı ama sesi çıkmadı. Çünkü zihni çoktan Ankara’da değildi… Naz’ın ormanı andıran derin gözlerinde gezinmekteydi. Helikopter Ankara’ya indiğinde hava, öğlenin sıcaklığına teslim olmuştu. Gülhane Askerî Hastanesine götürecek araçlar hazır bekliyordu. Tim araçlara alınırken Berk, Poyraz’a dönüp gülümseyerek fısıldadı: “Komutanım, sandalyeyle bayağı karizma görünüyorsunuz.” Poyraz dudak kenarını belli belirsiz kaldırdı. “Biraz daha toparlanayım, seninle özel olarak ilgileneceğim Berk…” diye karşılık verdi. Bu hissettirdiği şey güzeldi: Hepsi yaşıyordu. Hepsi buradaydı. Ve bu, hayatta kalmanın verdiği en büyük zaferdi. Hastanenin otomatik kapıları açıldığında içeride onları bekleyen kalabalık, Poyraz’ın zayıflamış yüreğine hem yük hem de nefes oldu. Hilmi Bey’in gözleri oğlunun her nefesini izliyordu. Gülay Hanım’ın elleri dua ederken titriyordu. Esin ve Tunç, endişeli bakışlarla birbirlerine anlamlar yüklüyordu. Murat ve Sevinç Teyze de oradaydı. Poyraz tekerlekli sandalyeyle babasının önünde durduğunda Hilmi Bey’in sesi titredi: “Hoş geldin oğlum…” Poyraz, gözlerinde zor tutulan yaşları hissetti. Babasının eğilip onu kucaklaması sırasında “Hoş geldin aslanım” sözleri, göğsüne ağır ama sıcak bir şekilde yerleşti. “Hoş bulduk baba Yorulmasaydınız keşke İyiyim ben,” dedi mahcup bir sesle. Gülay Hanım gözyaşlarıyla eğilip oğlunun alnına titreyen bir öpücük kondurdu. “Annen burada, aslanım” diye fısıldadı. “Anne lütfen ağlama, iyiyim,” dedi Poyraz, boğazı düğümlenerek. Ardından Esin, ardından Tunç sarıldı ona. Murat ve Sevinç teyzenin gözlerindeki rahatlama, gözle görülür şekilde büyüktü. Aile, tim üyelerine tek tek sarıldı; hepsinin sağ salim dönmesi herkesi tarifsiz derecede mutlu etmişti. Esin iki mutluluğu bir arada yaşıyordu; herkesin içinde Serkan’a sarılamamıştı ama ilk fırsatta boynuna atlamayı düşünüyordu. Kaçamak bakışlarla birbirlerine bir şeyler anlatmışlardı bile. Poyraz içten içe Asım Binbaşı’ya kızgındı. Normalde her şey sonlandıktan sonra ailesine haber verirdi ama bu defa işler kontrolden çıkmış, herkes her şeyi çok önceden öğrenmiş ve çok üzülmüştü. Bu kalabalık içinde Poyraz en çok beklediği kişiyi görememişti. Tunça sessizce yaklaşıp, Naz’ı sordu. Tunç başını hafifçe salladı. “Bilmiyorum abi, gelecekti ama geldiğimizden beri görmedim,” dedi o da meraklanarak. Şimdi Poyraz da endişelenmişti. Naz, herkesten önce burada olurdu. Tunça onun aramasını söyledi. Tunç biraz uzaklaşıp Naz’ı aradı ama aramalarına cevap alamadı. Yanına döndüğünde, “Abi cevap vermiyor,” deyince Poyraz daha da gerildi. O gece Poyraz, herkesin ısrarlarına rağmen tim dâhil herkesi evine gönderdi. Yorulduğunu söyledi. Ama gerçek sebep dinlenmek değildi. Bir an önce Naz’a ulaşmaya çalışacaktı. Geçen her saniye onu daha çok endişelendiriyordu. Naz… neredesin? Naz Naz, Poyraz’ın geleceği saati Esin’den öğrenmişti. Günlerdir gözlerini açık tutmakta zorlanan bedeni yorgun, ruhu ise alarm hâlindeydi. Poyraz telefonla iyi olduğunu söylemişti ama Naz için nefes almak, onu görmekle mümkündü. Dokunmak, kokusunu duymak, kalbinin attığını hissetmesi gerekiyordu… Arabaya bindi ve yola çıktı. Heyecandan eli direksiyonda titriyordu. Gözleri uykusuzluktan kızarmıştı ama kalbinde Poyraz’a kavuşma ateşi yanıyordu. Ama kaç günün verdiği yorgunluk bir anlık dikkatsizliğine sebep oldu ve Kırmızı ışığa yaklaşan bir aracın fren sesiyle irkildi ve refleksle direksiyonu kırdı. Çarpışma kaçınılmazdı. Küçük bir kaza Ama Naz için zaman kaybıydı. Ehliyetini çıkartırken gözlerinde yalnızca tek bir cümle yankılanıyordu: Gecikiyorum… Telefonuna uzandı ama ekran kararmıştı. Şarj bitmişti. Her şey üst üste geliyordu. Kaza işlemleri tamamlandığında arabasını servise bırakıp derin bir nefes aldı. Sonra bir taksiye atladı ve sadece fısıldadı: “Gülhane Askerî Hastanesi… Lütfen hızlı…” Kalbi göğsünden çıkacak gibiydi. Geliyorum, Poyraz’ım… Taksiden indiğinde nefesi düzensizdi. Hastanenin girişine koşarken ayakları sanki yere değil, kalbine basıyordu. Gözleri koridorları ararken zihni tek bir ismi tekrar ediyordu: Poyraz… Poyraz… Poyraz… Uzun bir koridorun sonunda Tunç’u beklerken gördü. Tunç’un yüzünde bir anda hem rahatlama hem öfke belirdi. “Naz!” diye seslendi, hızla ona yürüyerek. “Neredesin sen? Kaç saattir arıyoruz, meraktan öldük!” Naz nefes nefese, dudakları titreyerek kazayı anlattı. “Bir şeyim yok. Arabayı servise verdim.Telefonum da kapandı.Bu yüzden geciktim.” Sözcükler birbirine dolanıyor, sesi her kelimede titriyordu. Tunç, Naz’ın sözlerinden sonra bir an durdu ve gözleriyle onu baştan aşağı süzdü. “İyisin değil mi?” diye sordu, sesi hem endişeli hem abi şefkatindeydi. “İyiyim Tunç, söyledim ya, küçük bir kazaydı.” dedi Naz, fakat sesi hâlâ titrekti. “Poyraz nasıl?” diye sordu ardından, yutkunarak. Tunç’un yüzü bu kez hafifçe yumuşadı. Anlayan, sakinleştiren bir ifadeyle başını eğdi. “İyi Naz, merak etme.” Naz bu sözle rahatlamaya çalışırken Tunç devam etti: “Ama abim seni çok merak etti. Hatta biraz daha gelmesen kalkıp seni aramaya gidecekti.” Bu söz, Naz’ın kalbinde aynı anda hem huzur hem suçluluğu çarptırdı. “İçeride ama uyuyor olabilir. Yavaş gir,” dedi Tunç, odanın kapısını işaret ederek. Naz, elini kapı koluna uzattığında parmaklarının titrediğini fark etti. Ya iyi görünmüyorsa? Ya hâlâ acı çekiyorsa? Ya gözlerinin ışığı kaybolduysa? Bu düşünceler arasında derin bir nefes aldı ve sessizce kapıyı araladı. Poyraz, yatağında hafif doğrulmuş hâlde, gözleri kapalı derin düşüncelere dalmıştı. Uykuyla uyanıklık arasında, bilinçaltı hâlâ tek bir ismi fısıldıyordu: Naz… Kapı hafifçe açıldığında göz kapakları istemsizce aralandı. Ve onu gördü. Kapının eşiğinde durmuş, gözlerinden süzülen yaşlarla yalnızca ona bakan Naz… Zaman durdu. Kalp monitörünün sesi bile sanki uzaklara çekildi. Naz’ın dudaklarından yalnızca tek bir kelime döküldü: “Poyraz’ım…” Bu tek kelime, Poyraz’ın göğsündeki bütün ağırlığı bir anda söküp aldı sanki. Naz koşarak geldi ve ona sımsıkı sarıldı. Öyle hızlı sarılmıştı ki Poyraz’ın yarası hafif sızladı, fakat poyrazın yüzünde acı değil, huzurlu bir tebessüm vardı. “Orman gözlüm…” diye fısıldadı Poyraz, sesi neredeyse duyulmayacak kadar kısıktı ve çenesini onun saçlarına yasladı. Naz ellerini onun ellerine kenetledi, yüzünü göğsüne yasladı. Kalp monitörünün ritmiyle aynı anda çarpan kalbi, Naz’a huzur veriyordu.ve kaç gündür yaşadığı kabus nihayet son bulmuştu poyrazın kollarında. Bu kalp atıyor. O yaşıyor. O burada. Yanımda… “Özür dilerim güzelim…” dedi Poyraz, sesi sıcak ve kederle yüklü. “Seni korkuttum. Ağlattım…” Naz başını kaldırdı ve onun gözlerine baktı. Gözlerinde korkudan kalma kızarıklık hâlâ duruyordu. “Döndün ya başka hiçbir şey umurumda değil. Ama Çok korktum seni kaybedeceğim diye.” Sözlerinin sonunda sesi çatladı ve tekrar sarıldı. Daha sıkı. Daha çok. “Poyraz kaç gündür ilk defa nefes alıyorum.” Poyraz onun bu hâlini gördükçe kendine kızıyordu içinden kendine küfürler sayıyordu. Naz çok yıpranmış,Göz altları morarmış ve zayıflamıştı Bu kadar kısa zamanda naz çok yıpranmıştı. “Naz güzelim neredeydin biraz daha geç gelseydin, kalkıp seni arayacaktım,” dedi kaşlarını hafif çatarak. Naz utangaç bir gülümsemeyle küçük kazayı anlattı. Poyraz’ın yüzü hemen gerildi. “Kurşunlar değil ama sen beni öldüreceksin Naz… Ne demek ‘kaza yaptım’?” Naz ürkekçe başını eğdi, onu üzmek istememişti. Poyraz, konuyu uzatmamak için derin bir nefes aldı. Sert konuşamayacağını biliyordu. Elini uzatıp Naz’ı kendine doğru çekti ve yaralı olmayan koluna doğru nazikçe yaslattı.iyisin değil mi güzelim dedi gözleriyle onu kontrol ederken. İyiyim poyraz şuan çok ama çok iyiyim dedi poyrazın kokusunu derin derin soluyarak.sanki birkaç gündür üzerindeki bütün yükler kalkmıştı poyrazın yanında. Naz başını poyrazın göğsüne yasladı. Poyraz, Naz’ın elini kalbinin üzerine koydu. Kalbi, monitörün ritmiyle aynı anda atıyordu; güvenli bir liman gibi… “Buradayım Naz dedi poyraz , gözlerinin içine sevgi ve özlemle bakarak. Dakikalar geçti. Kelimeler sessizliğe bırakıldı; sadece bakışlarıyla konuştular. Poyraz eğildi ve Naz’ın dudaklarına uzun, derin bir öpücük kondurdu. İçinde birikmiş hasreti, korkuyu, sevgiyi bu öpücüğe yükledi. Tam o sırada kapı hafifçe aralandı. Tunç boğazını temizledi. “Komutanım…” dedi gülümseyerek, “Duygusal birlik görevini sonlandırıyoruz. Ziyaretçi süresi doldu.” Poyraz şaşkın bir şekilde, “Sen gitmedin mi?” diye sordu. “Abimi bırakıp gider miyim hiç?” dedi Tunç, gülümseyerek. Naz istemeye istemeye yataktan kalktı. Poyraz elini bırakacağı anda parmakları titredi. Naz onun bu çaresiz bağını hissetti ve son kez eğilip yanaklarına küçücük bir öpücük kondurdu. Poyraz, yanından gitmek istemediğini düşündü ama sustu. Bunun yerine Naz’ın elini sıkıca tuttu. “İyiyim güzelim. Git, güzelce dinlen. Yarın sevgilimi dinç bir şekilde yanımda görmek istiyorum,” dedi gülümseyerek. Naz eğilip tekrar yanağından öpecekken, Poyraz dudaklarına tutkuyla yapıştı. Onu tüketircesine öpüyordu. Naz utansa da öpücüğe karşılık verdi; çok özlemişti Poyraz’ı. Tunç, hafif öksürerek, “Ayıp ama ben duraydım,” deyince Naz utançla geri çekildi. Elleri titriyordu, ama Poyraz o bağı hissetti ve elini bırakmadan önce sıkıca sıktı. Poyraz, Tunç toparlanınca, “Senle özel olarak ilgileneceğim,” dedi. Tunç ise tebessüm ederek, “Sen iyileş, istediğin gibi ilgilenirsin abi,” dedi. Tunç pek göstermese de Poyraz’a çok düşkündü ve bu durum onu da oldukça korkutmuştu. Naz Poyraz’a, “Yarın erkenden geleceğim,” diyerek gülümsedi. Poyraz, sevgi dolu sesiyle, “Güzelim, güzelce dinlen. Bak, iyiyim ben ve Tunç da yanımda. Yarın seni dinç görmek istiyorum,” dedi. “Ve seni seviyorum,” diye ekledi Naz. Naz ve Tunç çıktıktan sonra Poyraz, Naz’ın geride bıraktığı kokuyu derin derin soluyordu. Artık yaşadığını gerçek anlamda hissediyordu. Tunç ve Naz’ı gönderdikten sonra, kaç gündür yaşadığı gerilir ve ağrılarından dolayı Poyraz derin bir uykuya daldı. Naz arabaya bindiğinde gökyüzüne baktı. İçten bir dua fısıldadı: “Allah’ım, onu bana sağ salim getirdin ya… Başka hiçbir şey istemem.” Bu kez yüzünde ağlamayan, umut dolu bir gülümseme vardı. Yorgun, ama huzurlu ve mutlu… Poyraz’a kavuşmanın verdiği sıcaklık, bütün yorgunluğunu silmişti.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE