Naz
Dudaklarım hâlâ titriyordu; kalbim sanki göğsümden fırlayacak gibiydi. Onun kolları arasında nefes almakta zorlanıyordum. Öpücüğünün ardından saçlarımın arasına yüzünü gömmüş, beni sarmalamıştı. Kalbimin deli deli atışını eminim o da duyuyordu.
Poyraz’ın nefesi ensemdeydi; sıcacık, yakıcı, ürpertici bir fısıltı gibiydi. İçimdeki her yer onunla dolmuştu. Kollarının arasında olmak, yaşadığım en tarifsiz duyguydu. Ne kadar süre o şekilde kaldığımızı bilmiyorum ama kendi kalp atışlarımın yanında onun kalp atışlarını da duyuyordum. Bu beni daha da heyecanlandırıyordu.
Dudaklarımı araladım ama ses çıkmadı. İçimde fırtınalar kopuyordu. Onunla bu şekilde olmayı hayal bile etmemiştim. İlk öpücüğüm hiç beklemediğim bir anda, Poyraz tarafından alınmıştı. Bu, hayatımda yaşadığım en güzel ve en özel andı.
Aramızdaki sessizliği kalbimin çarpıntısı dolduruyordu. Elimi bırakmıyor, parmaklarım avuçlarının içinde kayboluyordu. Yavaşça başını kaldırdı, gözlerimin içine baktı. O bakışta hem bir adamın tutkusu hem de yıllardır sakladığı bir sır gizliydi. Poyraz’ın gözlerinde sonsuza kadar kaybolmaya gönüllüydüm.
Poyraz
Onu öperken, yıllardır ördüğüm duvarlarım bir bir yıkıldı. Kendimi kontrol etmek için savaş veriyordum. Dudaklarının tadı hâlâ damağımdaydı. Sarıldığımda titrediğini hissettim. Naz korkuyordu ama benden kaçmıyordu. Bu, benim için en büyük işaretti.
Kalbinin atışı, gözlerindeki masumiyet, bana olan teslimiyeti… Tüm bunlar gururumu okşamıştı. Artık bana hissettiği duygulardan emindim.
“Güzelim…” dedim kısık bir sesle, alnına yeniden bir öpücük kondurarak. “Artık hiçbir şey saklanmayacak. Bu gece konuşacağız. Her şeyi.”
O ise tek kelime etmedi. Gözlerinde öyle bir bakış vardı ki… Hem teslimiyet hem de çaresizlik. Onu daha da sıkıca sardım; bir an bırakmaya niyetim yoktu.
Ellerinden tutarak biraz önce oturduğumuz üçlü koltuğa geri geçtik. Onu kendime çekerek sarılmaya devam ettim. Kafamda söyleyeceklerimi toparlamaya çalışıyordum. Yirmi dokuz yıllık hayatımda hiç bu kadar zorlandığımı hatırlamıyordum. Ama onunla geçirdiğim her an paha biçilmezdi ve her şeye değerdi.İçimde bir yanım bu anı uzatabildiği kadar uzatmak isterken diğer yanım ona bu kadar yakın olmaya devam edersem her şeyin daha da zorlaşacağını haykırıyordu.Dudaklarından soluklanmak istediğim kıza nasıl anlatacaktım bizim imkansız olduğumuzu
Bir süre sessizliği birlikte paylaştık. Sonunda, “Naz, konuşmamız gerekli,” dedim.
Kafasını göğsümden kaldırıp gözlerini yüzüme dikti. Bir an gözleri dudaklarıma kaysa da hemen toparlanıp bakışlarını yeniden gözlerime yöneltti. Ben de onun yüzünü inceliyordum; dudakları şişmiş, yüzünde utangaç bir ifade vardı. Keşke her şey daha kolay olsaydı bizim için.
Ne söyleyeceğimi bilmiyordum ama artık bir yerden başlamam gerekiyordu:
“Naz, benim için çok kıymetlisin. Hayatıma girdiğin andan itibaren, bebekliğinden genç kızlığına kadar her aşamada yanındaydım. Değişimini hayranlıkla izledim ve gözümün önünde harika bir genç kıza dönüştün.”
Tebessüm ederek beni dinlemeye devam ediyordu.
“Senin yanında olup da senden etkilenmemek mümkün değil. O kadar güzel ve özelsin ki insan bir şekilde senin büyüne kapılıyor. Bundan sebep, çevrende bir sürü… piç geziyor,” dedim sinirle.
Sonra derin bir nefes alarak devam ettim: “Yeşilim… Sana hissettiğim duyguları kabul etmem çok uzun bir süre aldı. Sana olan duygularımın büyüklüğü beni korkutuyor. Senin yanında kontrolümü kaybetmemek için ne kadar çaba harcadığımı tahmin edemezsin. Güzelim… bana olan hislerinin çok uzun zamandır farkındayım. İlk başlarda bende karşılığı yoktu ama zamanla sen de benim yüreğimde olan o tohumu yeşerttin.”
Beni sessiz, biraz da şaşkınlıkla dinliyordu. Bunları benden duymayı beklemediği belliydi; yüzündeki ifadeden, gözlerindeki şaşkınlıktan anlamıştım.
Derin bir nefes alıp devam ettim: “Seni üzmek bu hayatta isteyeceğim son şey. Benim için anlamını tahmin bile edemezsin. Ama biz olamayız…” dedim, kalbim can çekişirken.
Benden duyduğu sözlerle yüzünde tebessüm soldu, gözlerindeki parıltı yavaş yavaş söndü. Ama konuşmamı bitirmeyi bekliyor gibiydi; hiçbir şey söylemedi.
“Yeşilim, sen bana Selim’in emanetisin. Babanın gözünde benim küçük kardeşimsin. Bir de Can var; kan kardeşimin bana emanet ettiği adamın sevdiği kızısın. Bu kadar insanın üstüne basıp sadece kendi mutluluğumu düşünemem. Bu bana yakışmaz. Sana ne kadar derin hisler beslesem de bu kadar insanın mutsuzluğu üzerine mutluluk inşa edemem.”
Sesimde acı bir titreme vardı. “Sen de yapamazsın güzelim; bunlarla mücadele edemezsin, savaşamazsın. Yıpranır, yorulur, üzülürsün. Ben sana kıyamam. Başka şartlarda, başka koşullarda olsaydık senin için dünyayı karşıma alır, herkesle savaşırdım. Ama bu kadar sevdiğimiz insan varken… olmaz,” dedim.
Gözlerime öyle bir baktı ki… Hiç böyle bir acı hissetmemiştim. Yediğim kurşunlardan daha çok acıttı canımı. Bekledim, bekledim. Bir şeyler söylesin, en azından bağırsın, çağırsın, kızsın, korkak olduğumu söylesin diye. Ama hiçbir şey söylemedi.
Sessizce ayağa kalktı. Omuzları çökmüştü, gözlerinde kocaman bir hayal kırıklığı vardı. Tek bir kelime söyledi:
“Tamam…”
Ve beni öldürmek için o tek kelime yetti. Sonra sessizce kapıya yürüyüp çıkıp gitti.
Arkasından sadece baktım. “Dur” diyemedim, “Konuşalım” diyemedim, bir şey söyleyemedim. Hareket bile edemedim; sanki ayaklarım olduğum yere çizilmişti. Öylece sevdiğim kadının benden gidişini sessizce seyrettim.
Naz
Birkaç dakika önce beni dünyanın en mutlu kadını yapmıştı. Onun bana sarılması, dudaklarının tadı… Her şey bir rüya gibiydi. Ama söyledikleriyle mutlulukla kurduğum dünyayı başıma yıktı.
Ağzından çıkan her kelime beni öldürdü. “Seni seviyorum” demedi; “Sana güçlü şeyler hissediyorum” dedi. Sonra da birlikte olamayacağımızı sebepleriyle, bir öğretmen edasıyla anlattı bana. Onun için her şey bu kadar kolaydı işte.
“Keşke…” dedim içimden. “Keşke ona âşık olmasaydım. Keşke onu böyle delice sevmeseydim…”
Anlattığı sebepler kendine göre büyük sebepler olabilirdi. Ama eğer gerçekten sevseydi beni, benim ona hissettiğim gibi güçlü duygular besleseydi, hepsinin üstesinden birlikte gelirdik. Onunla yürüdüğüm yolda karşıma çıkan her engele göğsümü gere gere savaşırdım. Ama o bize bir şans vermeye bile cesaret edemedi. Bu yüzden onun yanından sadece “Tamam” deyip çıktım. Çünkü söyleyeceğim hiçbir şeyin o saatten sonra bir anlamı, önemi yoktu. O zaten bir şeylerin kararını başlamadan vermişti. Benim hislerimi göz ardı ederek ona ne hissettiğimi bile sormadı. Duygularımı dinlemedi. Bana kendimi anlatma fırsatı bile vermedi; kendi doğrularını anlattı ve sonuca bağladı.
Parçalanmış hissettim kendimi. İlk defa… ilk defa dönülmez bir yola girdiğimi hissettim. Kalbim öyle bir yara almıştı ki… Hem de en sevdiğimden. Bir süre sokaklarda tek başıma, amaçsızca gezdim. Daha sonra bir taksiye binip eve döndüm.
Annemle babam evde yoktu; iyi ki de yoklarmış. Bu hâlimi onlara anlatamazdım. Merdivenleri yavaş yavaş çıkıp odama girdim. Işığı bile açmadım; şu an hiçbir ışık içimdeki karanlığı aydınlatamazdı. Sessizce yatağıma uzanıp gözlerimi kapattım. Tek bir damla gözyaşı dökmedim Poyraz için. O kadar kırmıştı ki kalbimi… Sessizce uykuya teslim ettim kendimi.
Poyraz
Naz gideli saatler olmuştu. O gittikten sonra içmeye başlamıştım. Ne kadar zamandır içtiğimi bilmiyordum.Kadeh elime yapışmış gibiydi. Kaçıncı şişeyi açtığımı hatırlamıyordum. Her yudumda içimdeki yangın daha da büyüyordu. Naz’ın yüzü gözlerimin önünden gitmiyordu. Dudaklarındaki titreme, gözlerindeki umut, sonra da o umutla karışık hayal kırıklığı… Ve çıkarken söylediği o tek kelime:
“Tamam.”
Bir insanı öldürmek için bıçak ya da kurşun gerekmezmiş. Tek kelime yetermiş.
Masaya kapanıp gözlerimi yumdum. İçimdeki ses susmuyordu: “Korktun, Poyraz. Onu istedin ama sahip çıkamadın. Sevdin ama savaşamadın.”
Ben korkmuştum. Naz benim yeşilimdi, küçüklüğünden beri yanımdaydı. Ona hissettiklerimle hep savaştım. Kabul etmek istemedim. Sonunda kabullendim ama bu sefer de engelleri bahane ettim.
İçki tüm bedenimi yayılmaya başlayınca daha da isyan ettim Selimin Emanetiymiş… murat ın kızıymış… Can’ın sevdiğiymiş… Peki ya benim kalbim? Benim hislerim? Onları hiçe sayarak mutlu mu olabilecektim?
Kendime küfrettim. sikik herifin tekiydim. Onun gözlerindeki ışığı ben söndürmüştüm
Telefonu elime aldım, numarasını defalarca açıp kapadım. Arayamadım. Bir kelime etsem her şeyi daha da zorlaştıracaktım. Ama sessizlik de içimi öldürüyordu.
Sadece düşündüm: “Keşke başka bir hayatımız olsaydı. Keşke başka koşullar altında, korkusuzca ‘Ben seni seviyorum, Naz’ diyebilseydim.”Ama artık çok geçti.
Her şeyi mahvetmiştim; kendi elimle başlamadan bitirmiştim. Herkes mutlu ama ben mutsuz ve Naz’sız devam edebilir miyim hayatıma. Kendime sayısız küfürler ettim, hepsini hak ediyordum. Dudaklarının tadını şimdiden özlediğim, bakmaya kıyamadığım, deli gibi kıskandığım kızı kendi ellerimle kendimden göndermiştim. Zaferimle övünebilirdim şimdi…