•4• KADER Mİ? HİÇ SANMAM 3/1

1319 Kelimeler
“Alexander’ı yaralamak zorunda mıydın?” Mira, bu soruyu sorduğunda bana titrek öfke kıvılcımları saçan yeşil gözleriyle bakıyordu. Ona cevap vermedim. Sadece ona kısa bir bakış atarak üzerimde ki yeni giysilerle ilgileniyordum. Bana verdiği siyah renkli, düğmeli bluzun düğmelerini iliklemekle meşguldüm. Mira'nın yeşil gözlerindeki öfke beni gülünçtü, ona elbette cevap vermeyecektim. Alexander'ın o an bunu hak ettiğini düşünmüştüm aslında o şapka iğnesini Adrian Ruling’in eline saplamak isterdim. Odadaki sessizlik sadece Mira'nın hızlı nefes alışverişlerinden ibaretti. Sinirli olduğunu anlayabiliyordum ama ama umursamıyordum. Sonunda, sessizliği bozup cevap verdim. "Bu bir evlilik teklifi reddiydi. Hayır manasında.” Mira'nın suratında hala öfke vardı, ama gözlerinde bir miktar şaşkınlık belirdi. "Tanrım... hayır demek de yeterli olurdu Mia. " Bunu duyunca gözlerimi devirdim. "Bunun hakkında özür dilemeyeceğim." Saçlarımı toplayıp tepemde bir topuz yaparken, Mira da aynada ki yansımasında benim gibi göz devirdi. “Bu net bir hayırdı. Kesinlikle net bir hayır.” Mira'nın suratındaki öfke hala kaybolmamıştı, ama belki de biraz daha hafiflemişti. Ona bakarken, içindeki çelişkili duygularla başa çıkmaya çalışıyordum. Yeniden oluşan sessizlik de yine de Mira'nın hızlı nefes alışverişleriyle doluydu. Onun sinirli olduğunu biliyordum. Ne düşündüğümü bilmek istiyordu. Ne düşüneceğimi ben bile bilmiyordum. Ellerimi şifonyere koyarak başımı önüme eğdim. Yorgun hissediyordum aslında aklımı bir türlü toplayamıyordum. Mira'nın suratındaki öfke hala kaybolmamıştı, ama halimi gördüğünde biraz daha anlayışlı bir ifadeye bürünmüştü. "Sen... iyi misin? Nasıl hissediyorsun?" diye sordu, sesindeki hırçınlık da azalmıştı. “Alınma ama bayılacak gibi duruyorsun.” “Fiziken değil zihnen yorgunum.” Başımı tuttum. “Bütün gece uyuyamadım.” Yanımda belirip, kolumu tuttu ve bana destek oldu. “Endor’u görsek iyi olacak, sana yardımcı olabilir.” “Annem nerede?” diye sordum. “Endor’un yanında.” Kolumun altına girdi. Bedenimin yükünü ona bıraktım. “İşte.” diye mırıldandı.” Endor’u görmek için bir sebep daha.” “İyi gidelim.” Mira ile odasının kapısından çıkacakken Jasper karşımızda göründü. Öncesinde yaşanan an yüzünden hala şaşkın ve gergin görünüyordu. Yüzünde öfke de vardı. Belki bana ya da babasına. Ellerini söveye yaslayarak önümüze engel olarak durdu. Bana baktığında tüm dişlerimi gösterecek türden genişçe gülümsedim. Göz devirdi ama benden tiksindiği için değil sadece bir şey söylemeye hazır olduğu içindi. Asıl bu konudan tiksiniyordu. Söveye yaslı ellerini yumruk yaptı. “Yeni gardiyanına merhaba de, Valentina.” diye mırıldandı, gözlerini kısmıştı. “Abim Alexander iyileşene kadar görevinden azad edildi. Ağabeyim iyileşene kadar seni gardiyanın benim.” “Hım, bunu sanki yas içinde bir cenazenin yakını gibi söyledin Ruling.” Kollarımı gövdemde birleştirdim. Bende gergindim. Parmak uçlarımla kollarımı sıkıyor ve derin ama seyrek nefesler alıyordum. “Oysaki seninle Alexander’a kıyasla daha iyi anlaşacağıma eminim. Sen anlaşması kolay birisin. Çobanın güttüğü koyunlar gibi...” “Sus Anna Maria Mia Valentina.” Dişlerini sıktığı için sesi boğuk çıkmıştı. “Konuşurken iki kez düşün hatta üç.” Mira, “Jasper.” diyerek araya girdi. “Burada olma sebebin Mia’nın gardiyanı olmak ise sadece gözlerin işlev görsün, ağzın değil.” “Tüm Valentinalar sinir bozucu olmak geninizde mi var?” Omuz silkerek, eliyle kapıdan geçmemize izin verdi. Sessizce yürümeyi tercih etsem de Mira onun koluna çarparak yanında geçip yürümeyi tercih etti. Hizamdan yürüyordu. “Bu kadar aynı olmak korkutucu olmalı...” “Bilemeyiz.” dedim bıyık altından gülerken. “Ruling geni olabilir. Ancak büyükbabam Valery’nin bu kadar sinir bozucu olmadığına eminim.” Mira kıkırdadı. “Annemden kaynaklı olduğuna yüz de yüz eminim. Elbette babam etkeni de var.” Jasper, gözlerini devirerek sessiz kalmayı seçti. Omuzlarını silkerek, ellerini ceplerine soktu. Üzerin yeşil bir hırka, içinde uzun kollu bir tişört ve siyah düz bir pantolon bulunuyordu. Ona baktığımı fark edince bana sinir bir tavırla bakındı. Dişlerimi göstererek sırıttım. İkimiz de Mira’yı takip ettik. Ormanı gördüğüm ilk anda ayaklarım beni geriye dönmek istemişti. Güneşin altın ışıkları, ormanın karanlık kıyılarına düşüyordu. Devasa köklerin toprağın derinlerine salındığı ağaçların altında yürüyorduk. Ağaçların yaprakları, adeta ışık topları gibi parlıyor ve ince sis tabakası, ağaçların gövdelerine sarılarak onlara hayaletimsi bir görünüm kazandırıyordu. Her adımında yerdeki yapraklar hafifçe hışırdıyor, bu ses sanki doğanın gizemli bir melodisi gibi kulaklarına dolduruyordu. Başka seslerde duyuyordum. Ormanın sesi. Sanki bir zamanlar burada yaşamış ve ölmüş zihinlerin sesi. Ormanın derinliklerine doğru ilerledikçe, hava daha da serinliyordu. Çeşit çeşit çiçekler, yosunlarla kaplı kayaların arasından zarifçe çimlerde yeşermişti . Bu çiçekler, sıradan değillerdi; hafif bir parıltı yayıyorlardı, muhtemelen cadılar özel olarak toprağa ekmişler gibiydi. Çiçekler sanki kendi içlerinde saklı olan büyüyü kasten dışarı vuruyorlardı. Birden uzaklardan sürüyle uçan kargaların gaklamasını duydum. Bu sesler, rüzgarla birlikte etrafımızda dönerek yankılandı. Yolda ilerlerken karşılaştığın küçük bir göletin suyuna kargaların yansıması düştü. Hızlıca üzerimizde geçip gittiler. Jasper ve Mira başını eğdiler ve bense başımı kaldırdım. Üzerimize siyah tüyler bir bir döküldü. Kendi yansımanın yanı sıra belirsiz, kızlara benzeyen eterik figürler görülüyordu. Cadılar aklımla mı oynamak istiyordu? Bu ormanda sadece fiziksel varlıklar değil, ruhani varlıklar da vardı. Ormanın içine yaklaştıkça soğuk bir his içimi kaplıyordu ve eski çağlardan kalan eski mistik büyüler fısıldanıyordu kulaklarıma. Rüzgarın hafif uğultusu, ağaçların arasından ıslık gibi süzülüyordu. Ağaçların olduğu bir bölgenin ortasında, ahşap bir ev yükseliyordu. Eski taşlardan ve kalın ahşap kirişlerden inşa edilmişti. Üzerinde yılların yıpranmışlığını taşıyan yapının duvarlarını sarmaşıklar ve yosunlar sarmıştı. Bakımsız görünmüyordu. Aksine her sarmaşık ve yosun evin bir parçasıydı. Jasper kapıya yaklaştığında, ahşap kapının üzerinde karmaşık semboller ve eski runik yazılar olduğunu fark ettim. Bu sembolleri, okumak kolay değildi ama Hekate hakkında üç alıntı yazıyordu. Hekate, gece ve büyülerin hanımefendisi, bilgelik ve gizemlerle doludur. Onun ışığında yürüyenler, karanlığın en derin sırlarını keşfedenlerdir. Hekate, yolların ve geçitlerin koruyucusu, her zaman iki dünyanın sınırında durur. O, hem yaşamın hem de ölümün sırlarını bilendir. Hekate, üç yüzüyle geçmişi, bugünü ve geleceği görebilendir. Hekate cadıların atası sayılabilirdi. Jasper benim ve Mira’nın arasında geçerek varendanın merdivenlerinden çıktı. Kapının tam önünde durdu ve kapının tam ortasında, büyük bir demir halka bulunuyordu. Jasper o büyük kapı halkasını tutup sertçe üç kez art arda bıraktı. Kapı hiçbir kimse olmadan aniden açılıverdi. Jasper, “Önden hanımlar.” diyerek bize yol verdi. Mira ile birbirimize bakarak güldük. İçeri ilk giren bendim. Evin içine adım attığımda, yoğun bir bitki ve tütsü kokusu etrafı sarıyordu. Duvardaki raflarda, çeşitli boyutlarda ve şekillerde şişeler, kavanozlar ve iksirler dizilmişti. Cam kapların içinde parıldayan sıvılar, kurutulmuş bitkiler, ve egzotik otlar da vardı. Her biri, farklı bir büyü ya da iksir için hazırlanmış gibi görünüyordu. Ne işe yaradıklarını merak etmiştim. İlk kez böyle bir ortamı deneyimliyor olsamda içimde en ufak bir gerginlik ya da heyecan yoktu. Büyük salonun duvarları, eski kitaplarla ve büyü parşömenleriyle dolu raflarla kaplıydı. Bu kitapların kapakları, zamanın izlerini taşıyor ve içlerindeki büyülerin ne kadar eski ve güçlü olduğunu düşünüyordum. İşe yarar şeyler olabilirdi. Orta yerde, büyük bir kazan vardı. Kazanın etrafında, çeşitli ölçü kapları, tahta kaşıklar ve keskin bıçaklar yer alıyordu Köşede bir şömine vardı. Şöminenin içinde, sürekli yanan bir ateş, evin sıcak ve davetkâr bir atmosferde kalmasını sağlıyordu. Ancak bu ateş sıcak değil tersine soğuktu. Salonun diğer bir köşesinde, büyük bir masa bulunuyordu. Bu masanın üzerinde de, tarot kartları, kristal küreler ve çeşitli mistik objeler diziliydi. Masanın kenarlarında, mumlar yanıyor ve bu mumların alevleri, odaya loş bir ışık yayıyordu. Her mumun alevi, hafif bir melodiyle dans ediyor gibi görünüyordu. Burada teknolojiye dair bir unsur görünmüyordu. Pencereler, kalın perdelerle kapalıydı. Evin her köşesinde, tüyler ürperten ama aynı zamanda merak uyandıran eşyalar vardı. Ellerimi belimde birleştirdim. Yanlışlıkla bir şeye dokunup, kendime lanet bulaştırmak istemezdim. Duvarlarda asılı olan kurutulmuş bitkiler ve hayvan tüylerini görünce midem bulandı. Havaya yayılmış cılız bir leş kokusu vardı. Üst kattan gelen adım seslerini duyduğumda arkamı döndüm. Jasper yüzünü bir kristal kürenin önüne eğmiş, yüzünün aldığı komik şekilleri izliyordu. Mira ise kristal bir şişelere bakınıyordu. Annemiz Rose’un sesi salona doğru anlaşılacak şekilde geldiğinde bir kaç adım sonra onu görebiliyordum. Yeşil gözleri beni bulduğunda ellerinde ki şişeler düşmüş ve kırılıp parçalanmıştı. Hemen ardında Endor vardı. İkisini önemli bir konu konuşurken kesmiş gibiydik. Aslında öyleydi. Rosa, ortanca çocuğunun şeytani güçlerinin ortaya çıkacağından endişeleniyordu. Endor ise bu konu hakkında ona tavsiye veriyordu. “Evime... hoş geldiniz.” dedi Endor. Kendine sıkı sıkı sardığı kolları arasında kalın ciltli bir kitap duruyordu. “Özellikle de sen Mia Valentina.”
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE