3.Bölüm/ Misafirlik

2978 Kelimeler
Yalnızlığın anlamı hiçbir zaman kelime haznemde tam olarak anlam kazanamamıştı. Nedir bilmezdim. Rengini cinsini tadını kokusunu bilmiyordum. Çünkü bu yaşıma kadar yalnızlık çekmemiştim. Ama ilk defa şimdi yalnızlık aklıma kendini zorla davet ettiriyordu. Zihnim geçmişe dalmak istediğinde izin vermiş şimdi de dudaklarını gererek anılarımda yalnızlığımı arıyordu. Kuytu köşelerde sıkıştırılan anılarda eli boş dönen zihnim ilk sinyalleri yüreğime yollamaya başlamıştı bile. Korku. Yalnızlığın bendeki ilk karşılığı bende kocaman bir kokuydu. O an kalbimin düzensiz atışları artarken ailemsiz bir hayatın çorak bir çöle benzediğini anlamıştım. Bu evin içinde kalabalık bir ailem olmamasına rağmen akrabalarımla olan kocaman bir dünyam vardı. Kuzen sayısını bile tam olarak bilmiyordum. Doğu kökenli olmamız bizi batıdan ayıran belirgin özelliklerimizden biriydi. Bizde babamın amcasının oğlunun oğlu bile aileden gözükürken yalnızlık benim için kalabalık olmayan bir ortam sayılırdı. Ama işte aklıma sızan insanı delirten kelime bir anda beynimin kemirmeye başlamıştı. Üstelik deli gibi de korkuyordum. Ben annemsiz babamsız abimsiz yaşayamazdım. Onlardan ayrı bir hafta bile uzak kalmamışken yalnızlık şuan benim için ölüm kadar soğuktu. Dalgınlığımı küçülüp yok olduğum koltukta yaşarken ayak seslerini duydum ve başımı merdivenlerden inen babam ve abime çevirdim. Geldiklerinde oldukça yorgundular. Duş almış üstlerini değiştirerek aşağı inmişlerdi ama sanki hala o hastanede gördüğüm yitik adamlar gibiydiler. Açıkmış olduklarını biliyordum ama bir şey yemek istemediklerini söylediklerinde yine de sofrayı hazırlamış onları beklemiştim. Babamın ağır adımlarla masaya yaklaşıp yemeklere şöyle baktığında açlığın o parıltısını gözlerinde göremedim. Abim ise çoktan geniş koltuklardan birine kendini atmıştı. "Kızım aç değilim dedim. Ama abin bir şeyler yesin." dedi babam sofra başında. Eve geldiklerinde beri seslerine takılan tını fazla gizemli ve naifti. Özellikle babamın hastanede olan girişiminden sonra bu hali düşündürücü olmaya başlamıştı. Derin bir nefes aldım ve kararlılıkla ayağa kalktım. "Baba en son kahvaltıı yapmıştın. Sen kendini aç hissedemeyebilirsin ama miden şuan boş ve kazınıyor. O kadar yemek hazırladım ve siz de yiyeceksiniz." Bir anda üzerime çullanan üzüntüyle sözlerime devam ettim. "Olaylar yüzünden sizin ne halde olduğunuzu görebiliyorum. Dışarıya karşı tutumunuz bir anda değişiklik gösterdi. Bunları tabi ki de merak ediyorum ama önceliğim sizin iyi olmanız. Daha sonra bana gerekli açıklamayı yapacağınızı biliyorum ama şimdi lütfen iyi olduğunuzu biraz görebilmek için yemek yiyin." Sözlerimi bitirip abime baktığımda kısık gözlerle beni izlediğini gördüm. Düşünceli ya da dalgın hali bir müddet devam etse de daha sonra ayağa kalkıp masaya doğru yürümeye başladı. Bu sefer yüzümde oluşan cılız gülümsemeyle babama baktım masaya geçmesi için. Dünyadaki en güzel iki kahve çekirdeği babama verilmişti ama bu kahveler dumanlı olunca insanın canını o oranda yakıyordu. Yüzümde nasıl ifade oluşmuştu bilmiyorum ama babamın gözlerindeki dumanlar dağılmış sofraya yapay bir iştahla bakmaya başlamıştı. Yerine otururken çoktan yemeğe başlayan ama tabağındaki yemeklere işkence çektiren abime baktım. Düşünceli hali devam ederken hala babamın kahveleri gözlerimin önünde gitmiyordu. Onu daha önce ağlamaya yakın bile görmemiştim ta ki bugüne kadar. Ne yaşanmıştı ki babam ağlama noktasına gelmişti! Yemeklerimizi yemeye çalışırken kendi düşüncelerimizin derin sularında boğulmamaya çalışıyorduk. Göz ucuyla sofrada olan aileme baktım. Yemeklerinin yarısını yemişlerdi ama bir erkeğin o kadar yemekle doyacağını zannetmiyordum. Abimle babamın tabaklarca et yediğini gördükten sonra bir erkeğin yemesinden her zaman korkmuşumdur. Ama şimdi az yedikleri için üzülüyordum. "Nasılsın kızım başın dönüyor mu? Annen de iyi miydi? Az önce baktım uyumuş." Yemek faslının bittiğini haberdar eden konuşmanın içeriği ben ve annem olunca iki gözde dikkatle üzerime yoğunlaşmıştı. "İyiyim başım dönmüyor. Annemle bugün alışverişe çıkmıştık biraz onun yorgunluğu kaza haberi derken bitkin düştü tabi. Ben de yemek yedirip ilaç verdim daha sonrada yatağına geçti. Uyumayacaktı ama ilaçlar yüzünden uyumuş galiba." Babam ve abim başlarını ağır bir şekilde öncekinden daha çok eğip yemeklerine bakmaya başladılar. Annemi düşündüklerinden dolayı üzülmüş olduklarını biliyordum ama sanki daha kötü bir olay varmış gibi davranmaları yavaş yavaş korkmama neden oluyordu. Bu duygu seviyesi yüksek ortamda kalmamak için sofrayı kaldırmaya karar verdim ve işe ortadaki salata tabağını alarak başladım. Mutfağı salona bağlayan holde yürürken babamla abimin salona doğru gizemli ve kısık bir sesle konuşarak girdiklerini gördüm. Sofrada da buna benzer adlandıramadığım bakışmalar yakalamıştım ama denk gelmiştir diye düşünmüştüm. Ama şimdi diplerde gezen korkum yüzeye doğru tırmanışa geçmişti. Mutfaktaki son bulaşığı da kurulayıp yerine koyarken aklımda yerine oturtamadığım bir sürü eksik parça vardı. Abim kaza yapmıştı ama Allah! a şükür bir şey olmamıştı. Ne yazık ki birisine çarpmış ve çarptığı kişiye de ömrünün sonuna kadar bir engel vermişti. Bunun cezası elbette vardı. Hatta burada hata payı yüksek olan benim abimdi. Dikkatsiz bir sürücüydü. Üstelik çarptığı kişi de babamın tanıdığı arkadaşı bile olabilirdi ve bu kişi oldukça zengin ve güçlü birisiydi. O kadar güçlüydü ki polisleri bile kontrol edebiliyordu. Siyah... Sadece aklımda yıldızları bile kıskandıracak kadar parlak siyah gözlerin sahibi Siyah vardı. Şu durumda bile aklıma geldiyse kendine iyi bir yer bulmuştu zihnimin açık perdelerinde. Kapalı olsaydı keşke şu an o perdeler. Zihnimde yakışıklı bir adam olarak kalsaydı keşke. Çünkü o gözlerin gizemine öyle kendimi kaptırıyordum ki yakalandığımda ya korkuyordum gözlerindeki parıltılardan yada dikkatli bakışlarından utanıyordum. Ona bakmak bile farklıydı. "Kızım babanlar gelmiş neden haber vermedin?" Bir anda yoldan sapan düşüncelerime annemin yorgun ama mutlu sesi dur niteliğinde uyarıda bulunmuştu. Arkamı dönüp anneme mutluluğumu belirten bir gülümsemeyle baktım ve yanına yaklaştım. Eğer gelmeseydi şimdi nerede olurdum Allah bilir. "Uyandırmak istemedim, çok yorgundun. Ama bak ikisi de eve sağ salim geldiler. Sorun yok artık." Cıvıl cıvıl sesimle annemin ellerini tuttum. "Allah' a şükür kızım. Hadi gel içeri geçelim. Bir de aferin sana onlara yemek yedirmeyi başaramamış." Gururun tınısı kulaklarımı okşarken gülümsedim. "Hep böyle ol canım kızım. Kötü bir şey bile olsa ilk önce kendinin ve sevdiklerinin sağlığını düşün sonra sağlam vücutla her iş Allah' ın izniyle yoluna girer. Sağlık her şeyden önemli."Annemin nasihatını dinlemiş aklıma not etmiştim. Salonumuzda aile olarak tamdık ama bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordum. Varlığı soyutlamış sorunlar soyut bir şekilde ortada olmadığı sürece böyle devam edecekti bu eksiklik. Annemin abimin kanatları altında huzurlu oluşu ve benim babamın kalkanları arkasında yarı güvende yarı huzursuz olduğum vakit de her şey toz pembeydi. Sanki hiç o olaylar yaşanmamış gibiydi. Soru soramıyordum çünkü daha ilk geldiklerinde soru yağmuruna tutmuş ve karşılığında sessizlik ve daha da üzgün bakışlar yakalamıştım. O vakitten sonra soru sormamaya karar vermiş her şeyi kendilerinin anlatmaları için süre vermiştim. Eğer bu süreyi aşarlarsa karşılarında anlayışlı birini bulamayacaklardı ama. Sessiz aile saadetimizi bozan babamın çalan telefonu olurken abimin keskin kehribarları tedirginlikle kısılmıştı. Babam omzumdan kollarını indirdi ve çalan telefonunu da alarak mutfağa doğru yürümeye başladı. Giderken ki yüzü oldukça ciddi ve tedirgindi. Kimin aradığını görmemiştim ama içimden bir his kazayla ilgili olduğunu söylüyordu. Annem ve abime baktığımda annemin düşünceli abimin ise tedirgin olan bakışları yeni bir boyut kazanmıştı. Yaklaşık on dakika sonra gelen babamın surat ifadesi öncekine nazaran daha aydınlıktı ve bu haberlerin iyi olduğuna yorumlamama neden oluyordu. Belki babamın arkadaşı olan adam şikayetçi olmayacaktı ve abim böylelikle iyi bir avukatla özgürlüğünü güvence altına alabilirdi. Bu durumun ne kadar yanlış olduğunu bilsem de abimi göz göre göre parmaklıklar arkasına yollayamazdım düşüncelerimde bile. Babamın üstümüzde gezen bakışları bir süre devam etmiş sonunda derin bir nefes alarak konuşmaya karar vermişti. "Az önce Celal aradı. Oğlunun iyi olduğunu ve polis işini hallettiğini söyledi." "Baba!" diye koltuktan sırtını ayırıp öne doğru eğilen abimle şaşırdım. Dişlerini kısarak konuşması babamın devam etmesini engellemişti. Abim oturduğu yerde oldukça huzursuz ve sinirli bir şekilde babama bakıyordu. İlk defa gördüğüm manzara karşısında abime kızgındım da çünkü babama bir nevi saygısızlık yapmıştı. Ama babam konuşmasına iki saniye gibi duraklamadan sonra devam etti. "Bu meseleyi aramızda halledeceğiz. İkimiz de bu şehirde uzun süre yaşamamıza rağmen geleneğimizi töremizi unutmuş değiliz. Her şeyden önce ilk düşünülen barışın sağlanmasıdır. Bizim de barıştan yana olduğumuzu söyledim. Husumet olmayacak aramızda." "Nasıl?" Dudaklarının arasında bilmeden fırlayan kelimeyle ben bile şaşırmıştım. Babamın söyledikleri okuduğum töre kitaplarından alıntılar gibiydi. Trafik kazasında törenin işi neydi? "Evet baba nasıl olacak bu iş?" Abimin imalı konuşması ve agresif hali giderek çoğalıyordu. Babama karşı bir daha yine saygısızlık yapmamak için kendini sıktığını görebiliyordum ama başarılı olamıyordu. Babamın bir süre sessiz kalışı düşündüğünü gösterse de sonunda beklemediğim bir şey söyledi. "Balım kızım sen odana çık." Sakin çıkan sesiyle kibarca kovuyordu beni. Bu ailenin bir parçasıydım ve ne konuşulacaksa benim yanımda konuşulacaktı. Sinirle çatılan kaşlarımla başım yeniden ağrımaya başlamıştı. "Hadi kızım sen git yat, yoruldun bugün. Ben yarın seninle konuşacağım. Hadi bal gözlüm." Annemin babamın arkasında oluşu elimi kolumu bağlamıştı resmen. Şu an gerçekten çok sinirliydim. Annemin güven verircesine gözlerini açıp kapatması kabullenmemi sağlamıştı. Beni bu konuşmada yok sayan aileme bakarak ayağa kalktım. Abimin bakışları yerdeki halıya kayarken arkama bakmadan merdivenlere doğru hızla yürümeye başladım. İyi geceler demeyecektim işte. Beni yok saymışlardı. Gerçekten ama gerçekten şuan çok sinirliydim. Merdivenlerin son basamağına geldiğimde ağzımda sıkışıp kalan iyi geceler sözcüğü suratımı şekilden şekle sokmama neden oluyordu. Dudaklarımı dişlerimin arasına alarak bir süre bekledim ama yine geçmemişti şu adanı bilmediğim duygu. Sonunda pes edip son ses bağırdım duymaları için. "İyi geceler!" Yatağımda son iki saattir dönüyordum çünkü abimin evde kükrediği anları düşünüyordum. 'Ben hapse seve seve girerim baba! Sen yeterki..." Son kelimeyi duymamıştım ya da abim cümleyi yarım bırakmıştı. İlk duyduğumda korkudan kalbim öyle hızlı atmıştı ki bir an çıkacak sanmıştım. Ama sonra aklıma babamın polislik durumu Celal HAZMEROĞLU' nun hallettiğini söyleyen anı gözlerimin önüne geldi. Sorun artık polisle çözülmeyecek aralarında halledeceklerdi. Ama nasıl? Kan parasını milyarlık adam ne yapsın? 'Ben hapse seve seve girerim baba! Sen yeter ki..." Burada babamdan ne yapmasını yada ne yapmamasını istediğini anlayamamıştım. Birde istediği o kadar büyüktü ki seve seve hapishaneye girmeyi göze almıştı. İki saati devirmiş üçüncü saate giriyordum kafa karıştıran ve sonu tamamlanmamış cümlelerle. Üzerimdeki pikeyi ayaklarımla itim ve soğuk havanın vücudumu esir almasını izin verdim. Belki üşüyünce uykum gelirdi. Dizlerimin dört parmak altında biten pijamamla yatakta kendimi topladım ve başımı yastığımın altına gömdüm. Aşağıda olan konuşmayı deli gibi merak etsem de yarın annem anlatacaktı. Ama ne kadarı anlatılacak onu bilmiyordum. Karanlık ve soğuk beni esir alırken zayıf bünyem küçük bir serzenişte bulundu. Üşüyordum. Sonraki gün ve bütün bir hafta sessizlik ama huzursuzlukla geçmişti. Annem bana o geceki konuşmaların bir bölümü anlatmıştı ama o akşam duyduklarımla ilgili görünmüyordu. Anlamadığım bir şeyler vardı. Ama en azından şu Celal HAZMEROĞLU' nun kim olduğunu öğrenebilmiştim. Parasıyla devlete yön veren adam eskiden babamın iş vereniymiş. Babam gençken bir kavgaya karışmış ve babama çekilen silahtan son anda kurtarmıştı. Bunu duymamla Celal beye bir an da sevgi ve minnet hissetmiştim. O zaman babamı kurtarmasaydı... Ah düşünmek bile istemiyordum. Babamı kurtarması ve abimden şikayetçi olmayıp olayı ört bas etmelerinden iyi bir insan olduğunu anlıyordum ama ucu açık cümleler hala ortada seriliydi. Celal beyin daha sonra babamı tanıyıp iş vermesi iyi bir arkadaş olmaları yolunda zemin hazırlamıştı. Ama babam annemle evlendikten sonra rahat bir hayat isteğiyle ayrılmış ama aralarında ki dostluğu ve haberleşmeyi kesmemişlerdi. Babam kısa zamanda durumu düzeltmiş ve kendi işinin patronu olmuştu. Celal bey yıllar sonra arkadaşının yanına gelerek buraya taşındıkları ve isterse tekrar iş verebileceğini söylemişti. Ama babam nazik bir dille reddedip kendi başına yoluna devam edeceğini belirtmiş. Annemin dediğine göre hala görüşüyor konuşuyorlardı. Ama ben hiç Celal Hazmeroğlu' nun ismini aile içeresinde duymamıştım. Abimin Celal beyin oğlunun hayatına neden olduğu engelle rağmen iyi düşüncelere sahip olması o adama daha fazla minnet duymama neden oluyordu ama bunun böyle kuru kuruya olması da beni düşündürmüyor değildi. Hatta evimizde olan durgunluğunun kaynağı olabilirdi bu olayın sessizce hal oluşu. Akşam yemeği için annemle mutfağa girdiğimizde bu düşünceler beynimi kemiriyordu. Elimdeki domatesi soyarken işkence ettiğim zavallı meyve can çekişiyordu. Onu bırakıp başka bir domatesi aldığımda bu seferki düşüncelerimin yönü başka tarafa kaydı. Siyah... Adını bilmeden onu siyah diyip durmam garip geliyordu ama bu isim görüntüsüne çok yakışıyordu. O gözleri her akşam yatağımda düşüncelerden kemirdiğim beynimin intikamı olarak görüyordum. Uykuya geçtiğim an gözleri ruhumu sarmalıyor öyle uyuyordum. Çok yakışıklı bir adamdı. Suratının erkeksi hatları daha önce gördüğüm hiç bir adamda bulunmayan çizgilerdendi. Yetiştirme tarzı olarak da zaten bir erkek arkadaşım olmamıştı arada kendi tarzımda flörtleştiğimm birkaç kişi olmuştu. Fakat kıyas yapacak dipte değillerdi ama yine de bu adamın kiminle kıyaslasam en iyisi olacağı ortadaydı. Hatta onu kıyaslamak ihanet olurdu. Onu iki defa görmemin üstünden geçen süreye rağmen unutmayışıma şaşırıyor belki de birazcık seviniyordum. Onu unutmak istemiyordum. Çalan telefonla edepsiz hayal dünyamdan çıktım ve annemin babamla sohbetini dinledim. Bir kaç onaylar kelimeden sonra annem telefonu düşünceler içerisinde kapattı. "Akşam yemek yapmayacağız Balım. Bir yere davetliyiz" dedi dudaklarını gerip düz bir ifadeye bürününce. "Nereye gidiyoruz? Kim bizi davet etti? Amcamlar mı?" Annem art arda saydığım soruları düşünerek bir kaç saniye yüzüme baktı ve "Celal Hazmeroğlu' nun evine gideceğimizi söyledi baban. Geçmiş olsuna." dediğinde kaşlarımı şaşkınlıkla çattım. Hayatının belki de en büyük engelini verdiğimiz adamın evine yemeğe davetli olarak gidildiğini de ilk defa duyuyor ve görüyordum. "Anne ne duyduğuna emin misin? Abim bu adamın oğlunun ayağını ezdi kesilmesine neden oldu. Biz şimdi hangi yüzle gideriz ve onlarda nasıl bir ruh halinde ki bizi yemeğe davet ediyorlar?! Ben anlamadım doğrusu!" Annem sorumu duymazdan gelerek soyduğu patatesi derin cam kaseye koydu ve suyu üzerine doldurarak buzdolabına kaldırdı. Ben annemi gözlerim ile takip ederken o beni aldırmadan geri kalan işlerini hallediyordu. Bıkkınlıkla nefesimi dışarı üfledim ve bende domatesleri cam bir kaseye koyup buzdolabına kaldırdım. İşimiz bittiği gibi tekrardan anneme döndüm ve soru sorar bakışlarımı gözlerine diktim. "Babanın eski bir arkadaşı kızım. Aralarına girecek olan sorunları konuşacak anlaşacak kadar medeniler. Abinin mevzusunu kapattılar. Bir nevi de teşekkür için gidiyoruz." Annemin sıralayıp durduğu gerekçeler makul düzeydeydi ama beni tatmin etmiyordu. Bu işin de üstelik bu kadar hafif halledilmesi yine kafamı kurcalıyordu. Bu insanlar Mardin' liydi. Kana kan dedikleri bir coğrafyanın hükümlü insanlarıydılar. Görmediğim yoktu ama duyduğum bir çok hikayenin başı da sonu da kan ve intikam doluydu hem de böyle zengin bir topluluğun isteyeceği intikam nam salacak türden olandandı. Ama bu olmuyordu. Neye karşılık? "Hadi kızım çık yukarı üstünü giy. Biraz kapalı giyin." Anneme inanamayarak baktım. " Ne zaman açık giyindiğimi gördün anne. Beni beğenmeyecekler abimi affettikleri için teşekküre gidiyoruz. Ayrıca hala anlamış değilim niye onlara gidiyoruz ki? Babamla abim iş yerlerine gitsin teşekkürünü etsinler." "Babanın arkadaşı kızım dedim ya ailesinden de özür dileriz hem." Annemin beni bilerek anlamak istemeyişine duyduğum öfkeyi zapt ederek "Bizi parçalamasınlar da" dedim ve yukarı odama doğru çıktım. İçeri girdiğimde bütün düşünceler aniden beynimden uçup gitmişti. Çünkü onu görecektim. Biraz utanmıyor değildim onu ilk gördüğümde çok absürt bir şekilde bakmıştım ama üzerinden uzun zaman geçmişti her halde o halimi unutmuştur. Heyecanlı bir şekilde dolabın karşısına geçmiş renk renk elbiselerin içinde uygun bir şeyler arıyordum. Acaba bana bu sefer farklı bir şekilde bakar mıydı? Bu siyah elbise olmazdı fazla kapalı. Benim baktığım gibi bakmıyordu görüyordum ama en azından etkilemek istiyordum. Beyaz da fazla iddialı resmen gelin geldi diye bağırıyordu. Gözlerinden ruhuma akıttığı hissiyat o kadar derindi ki hala onu ilk gün ki heyecanımla anıyordum düşüncelerimde. Uçuş uçuş pembe elbisenin detayları güzeldi ama yazın fazla giydiğim için bir bıkkınlık vermişti artık. İki ailenin bu sebeple araya gelişi biraz ortamı gerecekti ama yine bu olanlar aramızda ki belki de tek taraflı elektriği etkilemezdi. Evet işte aradığım elbise buradaydı. Hemen dolaptan çektiğim elbiseyi alıp aynanın karşısına geçerek üzerime tuttum. Bordo renginde ince bedenimi saracak canlı bir elbiseydi. Küçükken kına yaktığımı zannettikleri saçlarımın tutamları zaman içinde açılmış turuncu ve kızılın arasında bir tonda kalmmıştı. Bütün hayatım boyunca da dikkat çeken bir özelliğim olmuştu. Saçlarımı şimdi ilk defa etkilemek için kullanacaktım. Hislerime yenik düşeceğimi bekliyordum günün birinde ama böyle bir zamanda oluşuna ve böyle bir adama olacağını asla tahmin etmiyordum. Zor neredeyse ben oradaydım yine. Duş almış saçlarımı kurutmuş ve saçlarıma şekil veriyordum elimdeki abime aldırdığım Dysonla. Doğal görünümlü bukleleri yaparken teker teker yüzüme düşmesi anlamsız bir mutluluğun vücudumda dolaşmasına neden oluyordu. Biten saçımın ardından hafif bir makyaj yaparak yüzümü doğal haliyle bıraktım. Sadece gözlerime yoğunluk vermiştim. Elbisemi giymiş ve çantamı elime almadan önce boynuma en sevdiğim çiçek kokularını sıktım. Bunu annemin bahçesinde topladığım çiçeklerin yağlarından kendim yapıyordum. Doğal kullanmak zorundaydım çünkü cildim çok hassastı. Aşağı indiğimde herkesin hazır olduğunu ve beni beklediklerini gördüm. Ama hepsinin gözlerinde gördüğüm duygu o kadar karmaşık ve üzgündü ki elimde olmadan sordum. "Ne oldu? Bir şey mi var?" "Hayır kızım yok bir şey. Çok güzel olmuşsun. Uzun zamandır seni böyle görmedik ondan." Annemin yumuşak duygu yüklü sesiyle başımı eğdim ve üzerimde basitçe duran elbiseye baktım. Tamam uzun diz altı dirsek kol bir elbiseydi ama abartı hiç bir yanı yoktu. Belki saçlarım biraz ilgi odağı olabilirdi. "Elbisen gayet uygun öyle bakma. Sen kendin güzelsin yavrum. Gel gir koluma." Babamın uzattığı kola büyük bir mutlulukla girdim ve en başından beri beni durgunlukla izleyen abime gülümsedim. Onu içinde yaşadığı kargaşayı ve hüznü görebiliyordum ve onu oradan çıkarma isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Bunu tüm sevgimle yapmak istiyordum. "Çok yakışıklı olmuşsun abicim." Başıyla onaylar gibi yaptı ve annemi koluna takarak bizi takip etti. Zamana ihtiyacı vardı. Bizim de olduğu gibi. Şehrin zengin muhitleri arasında bulunan semte geldiğimizde ağaçların arasında tek tük görünen evlere kabaca bakıyor burada yaşayan insanların gerçekte o görkemli evlerde mutlu olup olmadıklarını merak ediyordum. Burada yaşamak güzel olabilirdi ama burayı yuva yapacak mutluluğun ve huzurunda insanda var olması gerekirdi. Kocaman evde tek bir insan yüzüne güldürmüyor sana değer vermiyorsa yaşamak işkence olurdu herhalde. Geldiğimiz yolun sonunda büyük bir kapının önünde bekleyen iki adamı görmemle kaşlarımı çattım. Koruma benzeri iki adamın biri elini kulağına götürdüğü an kapı otomatik olarak açıldı ve biz yine uzun ağaçlı bir yolu geçmeye başladık. Bu yollar daha özenli temizdi ve yer yer çiçek topluluğu gözüme çarpıyordu. Durduğumuz sırada penceren eve baktım ve evin büyüklüğü ile neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Ne kadar penceresi vardı bu evin? Mimarisi doğunun etnik yapısını yansıtıyordu ama modern tarafları daha çok ağır basıyordu. Kocaman işlemeli bir dış kapısı bulunuyordu ve o kapının açılmasıyla başından beri zaptettiğim heyecanım artmış ve tedirginliğim elimin titremesine neden olmuştu. Bu insanlar bizi kılçığımızla yutacakken neden bizi özel misafirleri gibi ağırlayıp kapının önüne karşılamak için çıkıyorlardı? Yaşı ileri olan bir kadın göründüğünde arabadan tek inmeyenin ben olduğumu fark ettim ve yavaşça kapımı açıp arabadan indim. Etrafımı saran tuzlu suyun kokusuyla gözlerimi bir anlık kapattım. Denize nazır evlerden biriydi. Bu iyi gelmişti, şimdi biraz daha dinmişti duygularımın karmaşası. Yavaş adımlarla çıktığımız merdivenlerin başında yaşlı kadın samimi gülümsemesiyle bizleri karşıladı. Sanırım evin kahyası gibi bir şeydi. Babam önde annem abim ve ben sırasıyla içeri girdik. Hepimizin üstünde bir tedirginlik vardı ama en çok abimin omuzlarında ağırlık vardı. Neden olduklarının vicdan azabını gözlerinde her seferinde görüyordum.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE