Sessizlik artık rahatsız ediciydi ve daha fazla uyuyamayacaktım. Dakikalar sonra ben başımı cama yaslamış geçtiğimiz yol çizgilerini seyrederken kolu koluma sürtündü. Ona bakmadığımda bunu tekrarladı. Dikkatimi çekmek için kasıtlı yaptığını fark ettiğimde diretmek istesem de bu anlamsız çabaya girmedim. Onu görmezden gelemezdim. “Ne istiyorsun?”
Hışımla dönüşüm bizi yüz yüze getirmiş, aniden aramızda oluşan aşırı yakınlık beni duvara çarpmışçasına sarsmıştı. Bana doğru eğildiğini birkaç saniye beklesem saçlarıma çarpacak olan ama ona döndüğüm için yüzüme vuran soluğundan anlayacaktım ama öfke bedenimi kontrol altına almıştı. Ve gözlerini gördüğüm an o şiddetli deniz süt liman oluvermiş, kalbim dindirilen isyanıma inat gürültüyle çarpmaya başlamıştı. Bundan nefret ediyordum. “İrislerine yerleştirdiğim hayal kırıklığını oradan almayı.”
Yutkundum. Onu çoktan affetmiş, sadece söylememiştim. Aptal kalbim yüzünden onu aklayacak sebepleri listeleyip en başa da onda bıraktığım kırgınlığı eklemiştim. Bu bile tek başına yeterliydi. O yüzden omuz silktim. “Boş ver.”
Elini yanağıma yerleştirip başparmağıyla elmacık kemiğimi okşadı. “Nt” sesi çıkarıp beni diğer eliyle kendine biraz daha yaklaştırdı. Başımı omzuna yasladığında sıcaklığına sokuldum. “Olmaz.” Hareket eden âdemelmasına takılan gözlerimi onun oturduğu taraftaki cama çevirdim. “Hafsa, sensiz bir hayatı düşündükçe çileden çıkıyorum. Dünyayı yakıp yıkmak istiyorum ama senin yokluğun fikrinin beslediği o canavar seni üzgün görünce yüzüme tükürüyor.” Anlattığı şeyleri zaten biliyordum. Bana olan zaafını görmemek için aptal olmak gerekirdi ama kalbini koyduğu cümleleri duymak bir ihtiyaçtı. Bu yüzden anlattığı her şey benim için bir müzik dinlemek kadar huzur vericiydi. O konuştukça ben yürüdüğüm bir yolun sonunda yaslandığım ağacın gölgesinde dinleniyordum. “Ben insanlıktan çıksam da yalvarırım çekme kahvelerini benden, ben başka yere sığamıyorum.”
Yanağımdaki elini tutup kucağıma çektim. Ondan başkası yoktu ki kendi dünyama alabileceğim, ben tamamen onunla doluydum. Bacaklarımın üzerindeki elinin parmaklarıyla oynarken başımı eğdim. Hayatta elde edebileceğim en değerli şeyin aşk olup olmadığını bir süredir düşünüyordum, eğer öyleyse Korkut bana daha çocukken bahşedilmiş en kıymetli hediyeydi. Ve ben hiç armağanlara alışık olmadığımdan nankörlük ediyor olabilirdim.
Araba bir garajda durduğunda Korkut benden önce indi. Elime diğerlerinin taktığı maskelerden tutuşturdu. Beyaz, zırhlı bir Volvo’nun arka koltuğuna bindiğimde önümde durup kendi maskesini taktı. Sonra önümde eğildi ve uzanıp ellerime bir çift deri eldiven geçirdi. “Bir gün dövmelerin seni ele verecek.” İşaret parmağı bileğimden açıkta kalan dövmeyi okşadı. Onun da dövmeleri vardı ama benimki kadar çok değildi ve kıyafetleriyle kolaylıkla gizleyebiliyordu.
“Henüz olmadı.” Bir işte kendimi gösterseydim muhtemelen çoktan öldürülmüştüm. Böyle büyük bir hataya babamın tahammülü yoktu. “Arkamı toplarsın en kötü, yapmaz mısın?”
Göz devirip doğruldu ve kapımı kapattı. Ön yolcu koltuğuna geçti.
Merkeze uzak dört-beş katlı bir binanın önünde durduk. “Ne yapıyoruz?”
“Silahını al.” Sorumun tam cevabı sayılmazdı ama açıklama için geçti sanırım. İkiletmeden silahımı çıkardım. Bu tip durumlarda kanlı bıçaklı derecede kavgalı olsak bile hemen söylediğini yapardım. Kastettiği tabanca olmadığından inmeden etrafı bir gözlerimle taradım. O benden önce kontrol edecekti ama babam sağolsun tedbirli olmak konusunda hastalıklı derecede takıntılıydım.
Üst katına çıktığımız bina, bahçeli, büyükçe bir evi görebileceğim mesafedeydi. Korkut'un yönlendirmesiyle yerimi aldım. Camları bu kadar fazla bir ev tercih etmek böyle bir hayat yaşayan biri için aptalcaydı.
"Görüşün nasıl?"
"Net."
Atıf'ın kel kafasını da, karşısında oturan babamı da gayet iyi görüyordum. "Tamam, bekle."
Görev için kullandığımız telefonlardan birini çıkardı. O sırada evin etrafına birkaç tanıdık araç yaklaştı. Karşıdaki kimse çok hızlı cevap vermiş olacak ki “çıkmak için hazır ol, bahçe kapısı" dedi.
Arabalardan ikisi önden geçip sağa dönerek evin yan tarafına geçmişti. “Ne demek gelemem? Aylin vaktimiz yok. Kapatıyorum. İşareti alır almaz çık.”
Telefonu kapattı. Başıyla bir onay işareti yaptığında Atıf'ı başından vurdum. Adam kısa sürede sandalyesinde düşerken panikleyen korumalar arasından koşmaya çalışan Aylin'i kapıda gördüm.
Bizimkiler onu korumak için destek atışına başlamıştı. Arkasındaki bir adamı vurmak için nişan aldım. Ateş edemeden Korkut omzumu tuttu. "Gitmemiz lazım, hemen."
Derin bir nefes aldım. İkinci atışımı yapıp, hedefimdeki adamı vurdum. Kafamın içinde Orkun'un sesi dönüp duruyordu. "Silahını doğrulttuysan ateş edeceksin Hafsa. Yoksa ölürsün. Duydun mu?" Eğer ateş etmeseydim bu ses beni gece boyu boğacaktı. Yapmak zorundaydım. Hızlıca toparlandım.
Arabaya bindiğim gibi Korkut da peşimden girip kapıyı çekti. "Sür."
☯
O gün Aylin kurtulduğuna sevinmekten çok yaşadıklarına nefret doluydu. İzmir'e döner dönmez kendini odasına kapatmış akşam yemeğine dâhi inmemişti. Bu cesaretini babamın evde olmayışının körüklediği ihtimali olsa da bence Aylin'in sadakat bağı o gün kopmadıysa da ciddi bir hasar almıştı çünkü defalarca kez ölüm tehlikesiyle yüz yüze gelmiş olsak da güvendiği Orkun Balkan ilk defa alenen tacize uğramasına sessiz kalmıştı. Hatta onu özellikle bunun için görevlendirmişti.
Eve gelir gelmez hepimizin ne kadar iğrenç olduğunu haykırıp bir daha ağzını bile açmamıştı. Ona yardım etmediğimden bana da öfkeliydi ama aynı durumda olsaydım onun da bir şey yapamayacak olduğu gerçeğini unutuyordu. Bu evde Orkun Balkan ne isterse o olurdu, o istemezse kapıdan dışarı adım dâhi atamazdık. Atarsak o ayağı kırardı. Oğlundan bile zerresine kadar sakındığı tavizi başkasına sunacağını ummak pembe kar yağmasını beklemekten bile aptalcaydı.
Buna rağmen ne kapısına gidip kendimi savundum ne de su yüzüne çıkmaya hazır bekleyen suçluluk hissimi besledim. Hayatım boyu iyi biri olmamıştım, hatta iyiye yaklaşmamıştım bile çünkü hayatta kalmanın öyle bir şey olmadığını öğrenmiştim. Bir şeylerin seçimim olmadığını da bu evin ardiyesinde daha beş yaşında kavramıştım. Bir kabuğun içinde sıkışıp kaldığında çırpınırsan incinirsin, senden istenilen şekle girmek zorunda kalırsın. Duygularına fazla kulak verirsen tetiği çekemezsin. Babamın cümleleri mıh gibi aklımdaydı.
"Dalgınsın."
Kaşığımı yarısını içtiğim çorba kâsesinin kenarına bıraktım. "Yoruldum." İç dünyam başkalarının dertlerini ağırlayamayacak kadar kalabalıktı ama en azından artık karanlığın ortasında dururken ışığı görebiliyordum. Kalbim bunu düşününce heyecanla atıyordu. Korkut'un yeni hayatımda olamayacağını bilsem de kalan zamanımızı iyi değerlendirmek istiyordum. "Bu gece benimle kalır mısın?" Aslında son yaşananlardan sonra böyle bir şeyi asla söylemeyecek kadar gururum vardı tabii ki ama bu gurur biraz ertelenebilirdi. Öfkesinin haklı gerekçesini düşünen ve onu delicesine seven kalbim ne yaparsa yapsın yumuşuyordu ve şimdiden aramıza duvarlar örersem bunun pişmanlığını yaşayacağımı adım gibi biliyordum.
Yüzüme bakan gözlerinin içinde hüznün dalgaları olsa da yutkunup gülümsedi. "Olur." Nedenimi anlamıştı.
Arkama yaslandım. Çok bir şey yediğim söylenemezdi ama bir lokma daha yiyecek kadar da iştahım yoktu. "Hafsa..." dedi birden aklına yeni bir şey gelmiş gibi.
Beni suçladığından mı yoksa onu giremeyeceğini bildiğim bir yola tek sözümle sürükleyebileceğimi hatırlatmak istediğinden mi bilmem "sen istediğin sürece ben hep kalırım" diye devam etti.
Yanımda kalamazdı çünkü arkada kalması gerekiyordu. Çünkü o bir Balkan'dı. Soyundan bu soy ismini onun kadar esaslı taşıyan biri olmuş muydu merak ediyordum. Nasıl ki bir rivayette Balkanlar için bal ve kan diyarı diyorlardı, onun toprakları da öyle bal kadar tatlı ancak kanın oluk oluk akıp, hayatların heba olduğu bir diyardı. Korkut bana dünyaları verebilirdi ama o dünya her zaman ölüm kokardı.
Burada yaşarken çok şey öğrenmiş, Orkun Balkan'ın oğlu dâhil kimseye borçlu kalmama ve her işin bedelini ödeme takıntısı sayesinde hiç kullanamayacağımı sandığım kadar para biriktirmiştim. Böylece gittiğimde hiç var olmamış gibi ortalıktan kaybolabilirdim. Zaten başka türlüsüne ne babam izin verirdi ne de düşmanları beni rahat bırakırdı. Korkut da her zaman eksenimde kalırdı. Oysa hayatına devam edebilmesini istiyordum.
Ben de uzak, küçük bir yerde hayatımı kurabilir ya da bir gezgin olabilirdim belki.
Derin bir nefes aldım. "Ben bir sigaraya çıkayım." Kaçıyor, kaçarken de onda açtığım yaraları kanatıyordum.
Daha ben kalkmadan takım elbisesinin ceketinin iç cebinden bir çakmak çıkarıp masanın üzerinden bana doğru itti. Geldikten sonra evden çıkmamasına rağmen takım elbisesini giymişti. Gerçi evde eşofmanla gezen biri pek olmazdı. Her an bir iş çıkabilecek olması bir yana korumalardan dolayı ev hep çok kalabalıktı. O yüzden ben de gelince duş aldıktan sonra üstüme kazak ve kot pantolon geçirmiştim.
Kalkarken çakmağı aldım. Üst kata çıkarken yine birçok göz tarafından izleniyordum ki pek çok şeye alışmış olsam da bu hâlâ yadırgadığım bir durumdu.
Daha balkonun sürgülü kapısını açtığım an soğuk iliklerime kadar işledi. Dönüp mont almaya üşendiğimden geçip koltuğa oturdum. Daha sigarayı yakarken titremeye başlamıştım. Parmaklarım, burnum hızla kızarmaya başlamıştı.
Kazağımı sol elimin üstüne çekiştirdim. Bacaklarımı sıkıca birbirine bastırıp biraz öne eğildim. Tamamen psikolojik olarak, büzüştükçe daha az üşüyeceğime inanıyordum. İzmir'e kar pek yağmaz, yağsa da tutmazdı ama yaşadığımız yere İzmir demek de ne kadar doğru tartışılırdı gerçi.
Daha sigaramın yarısındayken arkamdaki kapı açıldı. Başımı geri çevirdiğimde Korkut omuzlarıma kalın montlarımdan birini bıraktı. "Gelecektim birazdan."
"Kendine hiç dikkat etmiyorsun." Beni böyle eleştirmesi artık alışkanlık olmuştu. Bazen haklıydı da ama bazı zamanlar abartıyordu.
Yanıma oturup masaya bıraktığım çakmağı aldı ve kendi de bir sigara yaktı. Orada öylece oturup sessizce kendimizi zehirledik.
İkimiz de çok konuşkan insanlar değildik, uzun cümleler kurmazdık da. İç dünyalarımız ne kadar kaotik, gürültülü, kalabalık olsa da dışarıya bir o kadar sessiz ve soğukkanlı duruyorduk. Bu kadar aynı olmamız bizi büyüten kişi aynı olduğu için miydi yoksa en başta tohumlarımız hüzün toprağına ekildiğinden miydi bilmiyordum.
Soğuğa rağmen sigaramı bitirdiğim halde onu bekledim. O sigarayı keyif alırcasına yavaş yavaş çekerdi ciğerlerine, ben telaşla bir yere yetişmeye çalışır ya da bir şeyden kaçar gibi. Bu da aynılıklarımızın içinde terse bakan yüzlerimizdi. "İzmir bu günlerde Ankara gibi" deyiverdim aniden. Bu soğuklar çocukluğumu bıraktığım gri şehri anımsatıyordu. Bazen hiç çocuk olmamışım da acı dolu, perişan çocukluk günlerimi bir kitaptan okumuşum kadar uzak gelirdi o zamanlar ama bu soğuk tenime çarpınca yeniden dönerdim o küçük kızın bedenine. Gerçi kapağını karaladığım o eski kitap açılmasın diye mücadele de ederdim, saçlarımı hiç göğsümün üstüne kadar kestirmezdim mesela. Annem ne zaman saçlarım omuzlarıma dökülmeye başlasa o soluk gözleriyle bakar, yine uzadı çalı saçların der ve çekiştire çekiştire keserdi. Sırf çalı gibi kalsın diye hiç düzleştirmemiştim saçımı. Çürüyen, moraran ve kıyafetin her zaman örtemediği her yerimi baktıkça aklıma gelmesin diye dövmelerle örtmüştüm. Bu yüzden sol kolumun neredeyse tamamı dövmeyle kaplıydı. Sağ kolumdakiler de hatırı sayılacak kadar fazlaydı. Ve en önemlisi Ankara'ya bir daha adım atmamıştım. İş için bile olsa, asla gitmeyi kabul etmemiştim.
Bir elinin tersiyle yanağımı okşadı. "Sen hep İzmir gibisin ama." Boynuma inen parmakları köprücük kemiğimde durdu. Aralık dudaklarımdan bıraktığım soluğum bir dumanla soğuk havaya karıştı. "Geçmişin kapısını kapattığını söylemiştin. Ne oldu da araladın yine?"
Bir omzumu hafifçe silktim. İnsandan dünlerini kesip almak mümkün müydü ki? Gözlerini kapatsan da görüyordun, etinden kesip atsan da derinin altına işliyor bütün vücuduna dağılıyordu. "Haklısın" dedim yine de. "Kapattım."
Sigarasını söndürüp bedenimi kendine çekti, sıkıca sarıldı bana. Bunu yapmasaydı kaçacaktım yine ya da böylesine sıkıca sarılmasa düşecektim dehlizlere. "Anlatabilirsin bana. Dök içini güzelim. Birlikte dağılırız. Biz seninle dağılmaya ant içmişiz."
Boynuna değen dudaklarım bir gülümsemeyle kıvrıldı. Biz alışmıştık tuz buz olmaya ve dediği gibi yeminliydik öyle kalmaya.
"Burası" dedim kollarının arasını kastederek. "Dünyanın en güzel ve en güvenli yeri..." Sesim teninde boğuluyordu. "Göğsüne abıhayat dolu bir okyanus mu sakladın?"
Yüzünü görmesem de gülüşüne dokundum. Saçlarımı okşamaya başladı. Artık o kadar da soğuk gelmiyordu, ısıtmıştı beni etten duvarlarıyla. Cevabını bildiğim ama duymayı çok sevdiğim o soruyu sordum. "En çok beni seviyorsun, değil mi?"
"Şüphen mi var? Benim her şeyim sana ait, en çok da kalbim, sevgim."
Boyun nabzından öptüm. Her kalp atışı dudaklarımın arasındaydı şimdi.
Aniden beni kucağına alıp ayaklandığında başımı boynundan çekip yüzüne baktım. Burnumun ucunu öptü. "Çok soğuk, hasta olacaksın."
Odasına kadar taşıdı beni. Açık kapıdan içeri girip büyük yatağa nazikçe bıraktı. Sigara koktuğundan ve evin içi sıcak olduğundan bir omzu düşmüş olsa da diğer omzuma emanet şekilde tutunan montumu çıkarıp yere bıraktım.
Korkut kapıyı kapatıp yanıma döndü. Çok yakınıma benimle yüz yüze bakacak şekilde oturdu. Yakasından tutup "üşüdüm" diye mırıldandım. "Bence beni ısıtmak için daha etkili yollar bulabilirsin."
"Bir bakalım bulabiliyor muyum" diye mırıldandı ilgiyle.
Kazağımın eteklerinden tutup yukarı çektiğinde kollarımı kaldırdım. Çıkardığı kazağımı yerdeki montumun yanına bıraktı. Düz siyah sutyenimle çok da çekici sayılmazdım.
İşaret parmağının tersi kolumun iç tarafında dolaşıyor, içimi ürpertiyordu.
Eğilip kolumun üstüne bir öpücük bıraktı. Sonra omzuma, boynuma, çeneme ve en son dudaklarıma uzandı dudaklarının yolculuğu.
Alt dudağımı dudakları arasına aldı. Öpüşüne karşılık verdiğimde iki elini belime yerleştirip beni daha çok kendine çekti. Sıcak ellerinin teması hoş bir iz bıraktı.
Öpüşmeyi kesmeden sutyenimin kopçasını açtı. Dudaklarımı bırakıp rotasını boynuma çevirdiğinde sıkışmışlıktan kurtulan göğüslerim havayla doldu.
Köprücük kemiğimde durdu. "Çok güzelsin. O kadar güzelsin ki şimdiden içinde olmak için can atıyorum."
Yatakta dizlerimin üzerinde duruyordum ve bu şekilde ondan uzun görünüyordum. O yüzden eğilip kulağına fısıldadım. "Ol öyleyse." Kulağının hemen aşağısını iki parmağımla ensesine kadar okşadım.
Ceketini çıkarıp gömleğinin düğmelerini açmak çıkarmak için eğildiğimde hâlâ kollarımda duran sutyenim aramıza düştü. Gömleğinin düğmesini açtıkça ortaya serilen tenine ıslak öpücükler bıraktım. Nihayet gömleğini omuzlarından geri attığımda beni geri itti. Dengemi kaybedip yatağa düştüğümde o da hemen üzerime eğilmiş, açıkta kalan göğüslerimden birini eliyle kavrarken diğerinin ucunu dişleri arasına almıştı. Sırtım kavislendi. Diğer elini kalçama koyup pantolonun üstünden okşamaya başladı.
Seks konusunda da ben öyle istediğim için nazik ve ilgiliydi. "Çıkar şunu" diye söylendim. Engelleri tamamen ortadan kaldırmak istiyordum.
Sağ elimi aramıza sokup kumaş pantolonunun düğmesini açtım. Aşağı itmeye çalışsam da ikimiz arasına sıkışan kumaş orada kaldı. Üstüme uzandığı için yetişemiyordum da zaten.
Omuzlarını kavrayıp dönmek istedim, üstte olursam kontrol bana geçecekti ama izin vermedi. Sırıtıp kulağıma yaklaştı. "Uslu dur" dedikten sonra kulak mememi emdi.
Oyalanmasına sinirleniyor ama aynı zamanda zevk alıyordum. Tekrar göğsüme döndüğünde kızıp saçını çektim. Sertliği pantolonlarımıza rağmen bacağıma sürtünüyordu.
"Seni hissetmek istiyorum" diye inledim.
Kalçamdaki eli kadınlığıma yöneldi. Pantolonumun üstünden bastırıp "burada mı" dese de göğsümü asla rahat bırakmıyordu. Çamaşırıma sızan ıslaklıktan rahatsız olarak "evet" diye sitem ettim. "Evet, orada istiyorum."
Aşağı kaydı ama hâlâ üstümde olduğundan bedenimin hareketi kısıtlıydı. Pantolonumun düğmesi ve fermuarını açarken göbek deliğimin altını emdi. Daha aşağı gitmesine izin vermeyeceğimi biliyordu ve duracağından emindim ama gerildim.
Dili iç çamaşırımın çizgisinde dolaştı. Tehlikeli sularda yüzüyordu. Ayak bileklerimden pantolonumu çekip aldığında bir an ayaklarıma yaklaştı ama serbest kaldığımdan hızla uzanıp ensesinden onu kendime çektim ve dudaklarına uzun bir öpücük bıraktım.
Nefes almak için çekilip alnımı alnına yaslarken "hayır" dedim kararlılıkla. Fanteziler, fetişler bana göre değildi. Kirli konuşma da dâhil seksin pek çok unsurundan hoşlanmıyordum ve bu beni sıkıcı bir partner yapıyor olabilirdi tabii. Ama kabul etmiyorsa saygı duyardım.
Hoşlanmasa da yorum yapmak yerine tekrar dudaklarıma kapandı. Öpüşmeyi seviyordum, sabaha kadar öpüşebilirdik.
Artık sadece iç çamaşırım kaldığından elini daha net hissediyordum ve o da ıslaklığımın farkındaydı. "Hazırsın."
Tekrar meme ucumu ısırdı ama bu sefer daha sertti. Ona hayır dememin intikamını alır gibiydi. Bununla yetinmeyip göğsümün pek çok yerini emerek işaretlerini bıraktı.
Madem böyle istiyordu ben de ona güzel bir hediye bırakabilirdim. Dudaklarımı boynunun yüzüne yakın bir noktasına koyup oraya belirgin bir işaret bıraktım. Ben gizleyebilirdim ama onun gömleğinden kesinlikle görünecekti. "Hiç utanmanın yok Hafsa Hanım" dedi.
Eli iç çamaşırımın içine girmiş çıplak tenime dokunuyor, vajinamın arasında geziniyordu. "Yarın herkes seviştiğimizi bilecek."
Elini çekip burnuna götürdüğünde yüzümü buruşturdum. Bana iğrenç gelse de her şeye itiraz edip onu her zevkten mahrum bırakmak istemedim. "Bilsinler, fark eder mi?"
Bir katildim ve o da bir katildi. İnsanların gözü önünde birilerini öldürüyorduk ve hiç utanmıyorduk da seviştiğimizi bilmelerinden mi mahcubiyet duyacaktım?
"Tadına bakmak için ölüyorum." dese de bunu yapmadı. Cevap beklemeden beni tekrar geri itip bacaklarımı açmam için iç tarafına vurdu. Birbirine çarpan tenin sesi kulaklarımda yankılandı. "Kızaracak." diye homurdandım.
"Yüzün kızarmasın da, bu önemli değil."
İç çamaşırımı da çıkarıp kendi pantolonunu indirdi. Saçlarım yatağa dağılmış, çırılçıplak altında uzanıyordum ve o dizleri üzerinde durduğu için beni yukarıdan görüyordu. Kravatı olsaydı tutup çeker ve hayran bakışlarına tutkulu bir öpüşmeyle karşılık verirdim. "Sen dünyanın en güzel manzarasısın. Bu tapılacak bir şey."
"Bence..." dedim ve biraz aşağı kayıp kadınlığımı bacağına sürttüm. "Sen burayı doldurduğunda daha hoş bir manzara olabilir."
"Sikeyim." Bir parmağını içime soktu. "Mükemmelsin."
İşaret parmağımı karın kaslarına koyup tırnağımı bastırmadan aşağı doğru çekerken "yap o zaman" diye meydan okudum.
Beklemediği bir anda aniden doğrulup omuzlarından tutarak onu yana ittim ve bir bacağımı üstünden atarak kucağına oturdum. Saçlarım ani hareketimle savrulup sağ omzumun üstüne döküldüğünden parmaklarımı saçlarımın arasından geçirip geri attım. "Altında kıvranacağımı mı sanıyorsun?"
İç çamaşırının üstünden yeterince belirgin olan sertliğini okşadım. Gözlerinde yıldızların aydınlattığı bir gökyüzünü görebiliyordum.
"Yapacaksın." diye hırladı. "Hem de zevkle."
"Hmm" dedim tehditkâr bir gülümsemeyle ve ıslak kadınlığımı penisinin üstüne yerleştirip kalçamı geriye oynattım.
Homurdandı. Hareketimi ağır ağır sürdürürken "siktir" diye söylenip ellerini kalçama koydu. Beni yönlendirmek istiyordu. "Kıvranan sen gibisin ama koca adam."
Alaycılığım kaşlarını çatmasına sebep oldu. "Öyle mi dersin?"
Beni kucağından indirip son çamaşırını da çıkardı. Ardından bacağımdan tutup sertçe çekti ve hiç beklemeden iki parmağını içime soktu. Rahatça git gel yapabileceği kadar ıslanmıştım, meme uçlarım dimdik ve sertti. Soğuk olmamasına rağmen derimde hafif nahoş bir ürperti geziniyordu.
İnleyip kendimi eline daha çok bastırdım. Nefes alış verişim hızlanmıştı. "Daha fazla" diye talep ettiğimde diğer parmağını da hissettim.
İçim çok sıcak ve dışım buzdandı sanki. Hareketleri beni çıldırtmak için özen gösterircesine düzensizdi. Çıkardığım iniltilerden fazlasıyla zevk alıyordu, o da ter içinde kalmıştı.
"Gir artık." Daha fazlasını istiyordum, daha hızlı olmasını, daha çok varlığını...
"Parmaklarım sana yetmiyor mu, oysa onları nasıl da kavrıyorsun. Benim için sırılsıklamsın."
Şişmiş klitorisim zevk ve acıya aynı anda ev sahipliği yapıyordu. Sabrım tükenirken içgüdüsel olarak ona uzandım ama elimi tutup engelledi. "Sakin ol."
Sanki kalbim durmuştu, nabzım tamamen bacaklarımın arasında atıyordu ve o da onun elleri arasındaydı.
Dilinin ucunda çok daha kirli konuşmalar, arzularında çok daha sert bir seks olduğunu okuyabiliyordum. Baskın olmayı seviyordu ve beni daha uysallaştırmayı diliyordu ancak bunu denediği hiçbir seferde başarılı olamamıştı.
"Eline mi gelmemi istiyorsun?" diye öfkeyle haykırdım.
Sırıttı. "Hiç utanman yok."
Damarıma basıyordu ve öfkem de garip bir şekilde zevkimi besliyordu. "Parmakların içimde ve s****i istiyorum sence utanmak için doğru pozisyonda mıyım" dedim ama sesim kesik olsa da öyle yüksek çıkmıştı ki sadece bir saniyeliğine gerçekten utandım.
Beni doruk noktasına yaklaştırıp öylece durduğunda çığlık attım. "Bu oyundan nefret ediyorum." Ulaşamadığım doyum yüzünden kalçam yukarı kalkıyor tekrar en azından parmaklarını hissetmek için can atıyordu.
İçimdeki ateş yeniden biraz sakinleştiğinde parmakları az önceki yerini aldı. "İkna et beni."
"Penisini keseceğim."
Kahkahası kulaklarıma dolup inlemelerime karıştı. "Onu istediğini sanıyordum."
Küfür edecektim ama aklım o kadar zevke odaklıydı ki cümleler dudaklarıma erişemeden kafamda dağılıyordu.
Beni tekrar yaklaştırıp durduğunda gerçekten kalkıp boğazına yapışmak üzereydim. "Onu parçalara ayıracağım."
"Dehşete düştüm, seni vahşi."
Onu itip yatağın başındaki komodinin çekmecesini açtım. Hâlâ bacaklarımın arasındaydı ve elleri üzerimdeydi. Çekmeceden aldığım prezervatifi üstüne attım. O ise daha çok eğlendi. "Eğer beklersen yemin ederim seni vururum."
Prezervatifi takıp klitorisimle biraz daha oynadıktan sonra bu defa çok beklemeden penisini girişime hizaladı ve içime girdi. Erişebildiğim saçlarını sertçe çektim ama acı çekiyor gibi görünmüyordu. "Çok sıkısın. Benim için, yuva kadar sıcaksın."
Birbirine çarpan bedenlerimizin sesiyle birlikte kalp atışlarım da kulağımda uğulduyordu.
"Daha hızlı."
Hızlandı ama "lütfen demeyi bilmez misin sen?" diye söylendi.
Onu duymazdan geldim. Sekste kendi zevkini öne koyan bir bencildim. "Korkut daha fazlasına ihtiyacım var."
Bacaklarımı daha fazla açtı, daha derine gidip geliyordu. Bir eli göğsümü parmaklarının izini bırakacak kadar sıkıca kavramıştı.
"Hafsa..." adımı söylemek bile sanki zevk veriyordu.
Bütün vücudum zevkle titrerken yalıtıma şükredecek kadar gürültülüydük ikimizde. Nihayetinde zevk çığlıkları arasında ikimiz de rahatladığımızda kendini yanıma attı. Nefes nefese tavana bakıyorduk.
Yan dönüp başımı göğsüne koydum ve çıplak tenine dudaklarımı bastırdım. "Pisliksin." Ben de öyleydim ama konumuz bu değildi.
"Beni penisimi kesmekle tehdit ettin. Bu kadar vahşiyken içine girebilecek kadar sert kalmam mucize." Hâlâ dalga geçiyordu. "Gerçi sana hep sertim ama olsun."
Yüzümü buruşturdum. "Ergensin de ayrıca." Başımı kaldırıp çenesine baktım. "Beni banyoya götür."
Çok tembeldim, yine de itirazsızca kalkıp beni kucağına aldı. Banyoya yürürken sırıtıyordu. "Bence de duşta sevişmek bir başka oluyor." Omzuna vurdum. Doyumsuz biri değildi ama bazen öyle bir yüzü ortaya çıkıyordu ve bundan şikâyetçi değildim.
Bu gece de o Korkut'un o yüzüyle uzun geçecek gibi görünüyordu.