1. BÖLÜM

4209 Kelimeler
Bazen sessiz ya da hiç olmak gerekir. İkisi de çevresindeki insanlar için zehir gibidir ama bir o kadar da kendisine zarar verir. Sessizlik, çevrendeki insanları sana çekerken hiçlik ise seni yokluğa sürükler. Bundan sadece seni sevenler etkilense de senin için artık bir sorun teşkil etmez. Sen sadece bir olaya odaklanmışsındır. Diğerleri umurunda olmaksızın bencilce bu doğrultuda ilerlersin ve kapana kısılmazsın. Daha iyi bir yol bulursun kendine. Ben de bu yolu seçtim ama benim yolumda da bir sorun vardı. Bu iki seçenek arasından C seçeneği çıkartılıp ikisi de seçilirse başıma ne gelebilirdi ki? -------*------- Oturduğu yerde çizgi filminin bitmesiyle sıkılmış annesinin gitmeden önce hazırladığı sütünü içiyordu. Evet, daha yedi yaşında olmasına rağmen sütü bir türlü bırakamamış küçük, şımarık bir kızdı o ama yine de annesinin sözünü dinlemiş ve her hazırlanan öğünü zevkle yemiş, televizyonun başından da kalkmamıştı. Annesi, saatte gözüken o kısa çubuğun 3 yazan rakamın üzerine geldiğinde geri döneceklerini söylemişti ama gelmelerine ne kadar kaldığını bilmiyordu. Büyük çubuk hep dönüyordu ama o küçük çubuğa sinir olmuştu. Hep yavaş dönmüştü. Şimdi ise annesinin dediği gibi çubuk tam orada durmuştu. Üç denen şeyi gösteriyordu hatta biraz aşağı bile kaymıştı. Hay Allah! Çizgi film izlerken zamanın nasıl geçtiğini yine unutmuştu. Kaşları çatıldı. Ayağa kalktı ve "Anne," diye seslendi. Duyduğu televizyonun sesi ile en sevdiği çizgi film başlamış olsa bile sesini kıstı ve tekrar seslendi: "Anne!" Belki gelmişlerdir de haber vermemişler diye oturduğu koltuktan kalktı ve mutfağa doğru ilerledi. Annesi genelde orada olurdu ama açık olan kapıdan içeriye baktığında annesi yoktu. Diğer odaları yavaşça gezmeye başladığında annesinin ve babasının hâlâ gelmediğini gördü. Bu onun daha da huzursuz olmasına neden oldu. Tekrar televizyon izlediği odaya gitti. Balkona çıkıp gözleri ile dışarıyı taradı. Arabalarının her zamanki yerinde park edilip edilmediğine baktı ama park yeri boştu. Gözleri etrafta dolandı. Belki geliyorlardır diye oturdu, demir parmaklıklara tutunarak geçen arabaları izledi ama çok uzun oturduğunu düşündüğünde içeriye gitti ve saate baktı. O küçük çubuğun şimdi üçü değil de dördü geçmek üzere olduğunu görünce gözleri doldu. Anında o küçücük aklı ile ailesinin gelmeyeceğini düşünerek şelale gibi akıtmaya başladı yaşlarını. Beklemek istedi. Balkona çıktı, mutfağa gitti, yatak odasına baktı... Evlerinde kendisinden başka hiç kimse yoktu. Her odayı dolaştı, kimseyi göremeyince daha da sesli ağlamaya başladı. Kimse yoktu. "Gelmeyecekler." diye düşünmeye başlayıp korktu. Kapıyı açtı ve anahtarı bile almadan kapatıp asansörü çağırdı. Gelen asansöre bindiğinde de ağlamaya devam ediyordu. Binadan zar zor çıkınca sesini kesmeye çalıştı ama hâlâ gözlerinden damla damla yaş akarken etrafına bakındı. Arka bahçeye gitti belki oradadırlar diye, ama değillerdi. Geri binanın önüne geldiğinde dış kapıyı da açıp çıktı dışarıya. Arabalar caddeden hızla geçiyordu. Annesinin uyarısını hatırladı ve karşıya geçmeden kaldırımda ileri geri gitmeye başladı. Gözleri bulanık öylece ilerlerken kendisine bakan büyük insanların yanından hızla koştu. En sonunda ise etrafına bakınıp salya sümük ağlarken kaybolduğunu fark etti, çok korktu... Etrafına bakıp bağırarak, "Anne!" dedi. Kaldırımdan yürüyenler ona dokunmak istediğinde, "Dokunma bana!" diye bağırdı. Çünkü annesi, yanında o yokken tanımadıklarının kendisi ile konuşmasını yasaklamıştı. Küçük, ağlayan kıza yaklaşmak isteyen yaşlı adam ise çocuğun böyle çıkışmasına şaşırsa da yaklaşmak istedi ama kız korku ile kaçtı. Koştu, koştu, koştu... Önemsenmeyen bu fakirhane mahallesinde, bozuk kaldırım taşlarına takılarak düştü. Arabalar her kornaya bastığında korkuyor, kendisini durdurmaya çalışan insanlardan olağanca hızı ile kaçıyordu. İnsanlar onu yakalamak istedikçe bağırıyor, onlara kendisine dokunurlarsa polise şikâyet edeceğini söylüyordu. Eli kanıyordu, altında olan eski, soluk eşofmanı düştüğünden dolayı yırtılmış, dizi de kanamıştı. Düşmeye alışmıştı ama canı acıyordu işte... Ona da içli içli ağladı küçük kız koşarken. Hıçkıra hıçkıra, yanından geçenlerin şaşkınca bakmasını sağlayacak kadar çok ağladı ama genç bir insanın onu tutmak için yönlenmesi ile diğer tarafında da onu tutmak için bekleyen adama karşın korktu. "Onlar kötü insanlar." dedi kendine. Oysaki ona yardım etmek istiyorlardı ama orasını nereden bilecekti bu yedi yaşındaki kız? Tek kaçış yolu olarak işlek caddeyi gördüğünde burnunu çekti ve elinin tersi ile gözünü silip oraya doğru koştu. Kenara park edilmiş arabaların arasından sıyrılmıştı. Arkasından bağırmaları ile daha da korkmuş ve caddeye sağa sola bakmadan atmıştı kendisini ama yola çıktığını o anda fark eden küçük kız kendisine yüksek bir korna sesi ile gelen siyah arabaya olduğu yerde bakakaldı. Araba yüksek bir fren sesi ile caddeyi inletti, küçük kız gözlerini kapattı. Çok korkmuştu. Öyle çok korkmuştu ki ağlamayı bile unutmuştu. Annesinin onu bıraktığını, kaybolduğunu, arkadaki kendisini yakalamak isteyen insanları bile unutmuştu... Gözleri sımsıkı kapanmışken öylece durdu orada. Kollarında hissettiği eller ile öyle bir hıçkırdı ki kendisine korku ile bakan adama dolu dolu, boncuk kahve gözleri ile bakıp çocukların içten ağlamasını hissettirecek kadar yüksek sesle ağladı. Caddede herkes durmuş küçük kıza ve takım elbiseli adama bakıyordu. Adam az önce lüks, siyah araba tam kıza çarpacakken son anda durması sayesinde ölmekten kurtulduğu arabadan inmişti. Ön kapıdan inen adamla şoförü olduğunu anlamışlardı ama arkadaki takım elbiseli, uzun, yakışıklı adamın hızla koşup kızı tutması ile herkes olduğu yerde dikkat kesilmişti. Trafik durmuş herkes sessizce, öylece kalmıştı. Tek duyulan, küçük kızın hıçkırıkları ve haykırışlarıydı. Ona bakan adam, şaşkınlıkla kıvırcık, saçları omuzlarına bile gelmeyen sarışın kıza baktı. Küçücük gözlerinden akan o damla damla yaşlar, burnunu içine çekip ağzını açarak ağlaması... Ne yapacağını bilmeden baktı yakışıklı adam bu küçük kıza. Kız ise ağlayarak, "Anne!" diyordu sadece... Uzaktan birisi seslendi, "Annesi nerede bu kızın? Nasıl bir sorumsuzluk bu?" diye. Adam öylece bakındı etrafına, küçük kızının sokağa atladığını bile fark etmeyecek kadar sorumsuz ebeveynleri aradı ancak kimse ortaya çıkmadığında iki elinin arasında duran incecik kıza baktı. Bir elini kaldırıp şoförünün şok olmasını sağlayacak kadar şefkatle kızın sarı saçlarını okşadı. "Şşşh... Tamam güzelim. Sakin ol, ağlama. Ağlarsan anneni bulamayız..." dedi. İşte o anda, genç kızın yüksek, ağlayan sesini durduracak şey sağlanmıştı. Genç kızın yaşlarla dolmuş gözleri kocaman açıldı ama hıçkırıkları durmadı, sadece bağırmayı kesmişti. Öyle tatlı hıçkırıyordu ki... Onu tutan adam kızın yanağından akan damlaları yavaşça, kocaman parmakları ile sildi. "Ne kadar güzelsin sen öyle... Annen nerede bakalım senin?" dedi adam, bir kıza hayatında ilk defa bu kadar yumuşak konuşarak. Küçük kız ise yine hıçkırdı. Birkaç damla daha yaş düştü ve hıçkırıklarından zar zor anlaşılacak şekilde konuştu: "Annem yok... Gitmiş... Beni bırakıp gitmişler..." İşte benim hikâyem böyle başlamıştı... Saçlarına kır düşmüş o adam beni kollarının arasına alıp arabaya bindirmiş ve yeni hayatıma adım attırmıştı. O zamanları pek hatırladığım söylenemez. Sadece annemin ve babamın o günden sonra bulunamaması ve benim saçlarına kır düşmüş, namı diğer Ahmet abiyle yaşamam ile başlamıştım yeni hayatıma... Annem ve babamla yaşadığım şartlardan çok daha iyi bir yerde yaşamış, hiçbir şeyin eksiğini görmemiştim. Ahmet abinin çocukları beni diğerlerinden ayırmamış, kardeşi gibi hatta çocukları gibi görüp her şeyimle ilgilenmişlerdi. O kadar güzeldi ki... Kocaman bir oyuncak odam vardı. Prenseslerim, yüzü geçmiş Barbie bebek koleksiyonum, büyük prenses evim, boyumdan uzun bebekler... Bir kız çocuğunun isteyeceği her şeye sahiptim. Yaşım ilerledikçe onlara ilgim kalmamış, bu sefer de genç kızlığa adım attığımda bütün arkadaşlarımdan önce elime telefon verilmişti, zararlı olmayan organik makyaj malzemeleri ile küçük aklımla süslenmiştim... Zaman geçmiş, olgunlaşmış ve artık liseye başlamıştım. Her şey harikaydı. Çevremde çok az insan olmasına rağmen herkesten farklıydık. Zengin bir insan değil de hayatın akışını gerçekten yaşayan insanlardık. Çok güzeldi. Paramız vardı ve istediğim her şey için sınırları zorluyorduk. Hayatım adrenalinle doluydu. Dedim ya, hayal edilecek bir hayatım vardı. Ta ki Ahmet abi ölünceye kadar... Ta ki benim bu çöplüğe gelmeme kadar... Ta ki hayatımın köklü bir değişimden geçene kadar... Şimdi ise kendi odamdan bile küçük olan bir ev tutmuştum. Elimde rahat bir şekilde yaşarsam dört sene, eğer kendimi kısıtlarsam on beş sene yaşayabileceğim bir miktar para kalmıştı. Ahmet abi miraslarının arasında bana bu kadar bırakmıştı. Ona o kadar minnettardım ki... Ölümünden sonra kendimi kocaman bir boşlukta bulsam bile geçtiğimiz hafta da yeni bir karar vermiştim, çok yeni ve beni değiştirecek bir karardı. Şimdi ise o kararı uyguluyordum. Yeni hayatıma başlıyordum... Tuttuğum ev eskiydi. Sokaklarından hiç geçmeyeceğim kadar eski ve yıkık dökük evlerin olduğu yerde. Bolluktan bir anda yokluğa düşmek bir insana ne kadar koyuyorsa o kadar kenarda kalmış gibi hissediyorum. Oturduğum koltuğu ikinci elciden bulmuştum mesela. Karşımda duran küçük televizyon da öyle ama ev... Hiç de bana uygun olacak yerde değil. Ben; bolluk içerisinde büyümüş, şımarık, herkese yukarıdan bakan insandım. Şimdi ise yukarıdan baktığım mevkiden bile aşağıda olan insanlar statüsü arasındaydım. Hayır, paradan değildi bu... Çevremdeki insanlardan, paraları sayesinde her şeyiyle övünüp ego kasan insanlardan bahsediyorum, nefret ederdim ben. Arkadaşlarım da benden olduğundan, farklıydık biz. Kendilerini paraları ile güzelleştiren kızlar yüzüne ne kadar makyaj yaparsa ben o kadar yapmaya karşı kalan taraftım her zaman. Onlar ne kadar pahalı bir şey alırsa ben de gider tam zıddını alan taraftım ama güvencem vardı işte. Param vardı. Olduğunu bilerek istediğim kadar harcıyordum. Şimdi ise kısıtlama girmiş normal statünün altında kalmış insanların arasında kısıtladığım limitimin içerisinde yüzüyordum. Sıkıntıyla nefesimi bıraktım ve derin bir nefes alıp verdim, kendime kızdım. Kararlarımın arasında geçmişi unutmak varken neden şimdi durmuş, geçmişimde olanlarla şimdikileri karşılaştırıyordum ki? Yerimden kalktım ve etrafta fazla gözlerimi gezdirmeden boş olduğunu bildiğim dolabıma karşın montumu duvara çivilenmiş askılıktan alıp üzerime geçirdim. En azından kıyafet konusunda sorunum olmayacaktı. İki odayı dolduracak kadar kıyafetim ve kozmetiğim vardı. Bu evde sadece kullanacağım yer odam ve oturma odası olacak gibi duruyordu. Diğer iki oda ise kıyafetlerimle dolmuştu zaten. Eski ve kesinlikle güvenlik denen şey barındırmayan kapıyı açtım ve dışarıya çıktım. Rutubet öyle bir etrafı sarmıştı ki ağır kokuya karşın cam bile olmayan binadan hemen çıkmak için nefesimi tutmak zorunda kalmıştım. Asansörün olmadığı binadan çıkıp içime derin bir nefes çektiğimde bile soba kokusu burnuma gelmişti. Sesli bir şekilde yutkundum. İster istemez etrafıma bakındım ve içten içe yakındım. Neden ben? Neden her şeyde bozguna uğrayan tek taraf benim? Daha yedi yaşında bozguna uğramıştım. Buna mı yakınıyordum şimdi? Başımı olumsuz anlamda salladım. Bana bakan birkaç gözü umursamadan, gelmeden önce gördüğüm fırına doğru ilerledim. Sokağın ortasında plastik topla futbol oynamaya çalışan çocuklara baktım. O topla nasıl oyun oynayabildiklerini anlamaya çalıştım. "O top bebek topu değil mi?" diye sordum kendi kendime. Sonra ise yine para ile karşılaştırdığım geldi aklıma ve sessiz bir şekilde durup önüme döndüm. Alışacaksın Cosmos... Alışacaksın... Başka çaren yok. -*- Sevilmek bazen hayatımızdaki başrol olmuştur. Eğer sevilirsen varsın, yaşıyorsun. Sevildiğini bilmek; mutlu olmak, küçük şeylerin de dahi olsa farkına varmak demektir. Sevildim mi? Annem ve babamın beni terk etmesi üzerine sanırım pek de sevildiğim söylenemez ama ne hikmetse bir şeyler farklı oldu. Sevilmesem de mutlu olabildim. Küçük şeyleri görüp var olduğumu bilebildim. Zor muydu? Sevilmek hiç de zor olan bir unsur olmamıştı bu hayatta ya da ben bilmeden beni sevenler olduğu için sevilmek benim için bu kadar kolay olmuştu. Burada da sevilecek miydim? Bir platonikmişçesine beni sevenler kendilerini göstermeseler de sevilebilecek miydim? Karşımdaki eski duvarlara sahip ve bazı yerleri dökülmekte olan devlet okuluna bakmaya devam ettim. Dış görünüş hiçbir zaman insanların gerçekliğini ortaya sürmezdi. Fakirler her zaman iyi insanlar olmuştu hikâyelerde. Zenginlerse bencil ve kötü olanlardı. Şu zamana kadar zenginlerin arasında geçen hayatım, nedense bunların gerçek olmadığını ortaya sürmüştü. Tabi ki aralarında kendilerini beğenmiş insanlar vardı. Hatta gereğinden çoktu ama bir şey daha vardı: Ben değişiktim. Benim yanımda da benden farklı insanlar olmazdı. En azından ben öyle sınırlama koyduğum için bana yaklaşamazlardı. Omzuma çarpan kişi yüzünden yerimden sarsıldığımda çarpana baktım. Ama bakmama kalmadan yanımdan koşarak gitmeye başladı. Saçlarını ensesinde kestirmiş olan kız eteğinin açılmasını umursamadan koşuyordu. Sağ elinin altında da çantası duruyordu. Kaşlarımı çatıp arkasından bakarken arkadan da bir başka seslerin geldiğini duydum. Arkamı döndüğümde dört erkeğin sesli bir şekilde küfür ettiklerini duydum. Hiç çekinmeden rahatlıkla herkesin arasında küfür edebiliyorlardı. Bu itici bir durum olsa da giyiniş tarzları ve saçlarının salaş duruşu sayesinde hiçbirisinin özenli erkekler olmadığı açık ve netti. Deri ceketleri ya da ince hırkalarının altında sade tişörtleri gereğinden fazla ilgi çekmelerini sağlıyordu. Hepsi kendi aralarında konuşup daha önce hiç duymadığım küfürleri sarf ederken yanımdan geçip gittiler. Arkalarından biraz daha bakarken esen rüzgâr sayesinde kendime geldim. Eminim böyle gruplaşan ve karizmatik bulduğum erkekler bu okulda çok vardı. Sonuçta eski okulumda erkekler bile kızlar gibi paraya kıyıp sürüsüyle kıyafet alıyorlardı. Sorun şuydu ki hiçbirini beğendiğimi hatırlamıyordum. Beğenmememin sebebi her yerinden ben pahalıyım demesiydi. Oysaki ucuz bir tişörtle neler yaratılırdı çok iyi biliyordum. Az önce de yanımdan geçen serseri tipli erkekler de bu duruma dahil gözüküyorlardı. Tekrar yeni okuluma baktım. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu daha az önce bana çarpıp koşarak giden kızla ve değişik serseri tiplerle açığa çıkmıştı. Sorun şuydu ki ben zaten eskisi gibi olmasını istemiyordum. Sessiz olmak mı gerek yoksa insan olmak mı? İnsan olmakla sessiz olmanın arasındaki fark ne? Hayvanlar da sessizdir. Konuşamazlar ama en azından eşeğin kendisini ortaya sereceği bir tabiri var. Köpeğin, kedinin... Peki, ya ben? Düşünebiliyorum diye insan olmak zorunda mıydım? İnsanların en önemli özelliğiymiş düşünebilme özellikleri. Peki, hayvanlardan da beter duruma düşecek hareketler yapanların düşünmesi neye yarıyor ki? Oysa kendimizi hayvanlardan üstün görürken biz hayvanlardan bile acizdik... "Hey!" Sırada oturmuş bunları düşünürken gözlerimin önünde bir el sallanıyordu. Kendime gelip elin sahibine baktığımda sınıfa girenin Edebiyat Öğretmeni olduğunu fark ettim. En azından herkesin edebiyat kitaplarını açmasından bunu anlamıştım. Kadına baktığımda gereğinden fazla sinir bozucu duruyordu. Bir insan neden bütün makyaj malzemelerini yüzüne boca edip her pürüzünü kapatma gereği duyardı ki? Eminim kırk yaşındaydı ve bu kırışıklıklar önceden yaptığı makyajlar yüzündendi. Saçları sarıya boyatılmıştı. Buradan bile beyazları çıkmış olan saç diplerini görebiliyordum. Saçları önceden siyah olduğu dip boyasından çıkan birkaç telden anlaşılıyordu. Bu kadın ne için yanıma gelmişti ki? "Daldın gittin." dediğinde kaşlarımı çatmadan edemedim. Ne demeye dalga geçiyordu bu kadın benimle? "Seninle dalga geçmiyor. Sadece seni derse döndürmeye çalışıyor. Kendine gel." diyen iç sesimin beni uyarması üzerine, belli belirsiz gözüken sinirimi fanusuna geri kapattım. "Pardon," dediğimde kadın gülümsedi ve "Ayağa kalk ve bize kendini tanıt." dediğinde kendi masasına doğru gidiyordu. Bu cümlesi emir içerikli olsa da sesinin tınısında bir rica bulunuyordu. Yumuşak seslere sahip bir kadındı. Hiç istemesem de sandalyemi yavaşça geri ittim ve ayağa kalktım. Sınıf buradan çok daha belli oluyordu. Bazıları bana bakarken bazılarıysa umursamaz bir şekilde yanındakiyle konuşuyordu. Bunların çoğu kızken şu erkek grubundan da birkaç erkeğin aralarında olduğunu gördüm. Hocaya geri döndüğümde kadın merakla bana bakıyordu. "Cosmos Fahren." dediğimde kadın gülümsedi ve kalçasını öğretmen masasına yasladı. Onu izlerken tahmin ettiğim soruyu sordu: "Yabancı mısın Cosmos?" dediğinde olumsuz anlamda kafamı salladım. "Anlamı ne peki?" dediğinde, ben kısa kesmek istedikçe kadın konuşuyordu. Sabırla sorularına cevap vermeye devam ettim. En kısa cevap olarak, "Çiçek adı." dediğimde sınıftan birisi hemen atıldı. "Normal adını çiçek koyacakları yere neden Cosmos?" dediğinde gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Bana bu soruyu soran kişi bir kızdı. Kızıl saçları ve beyaz teniyle ilgi çekerdi büyük bir ihtimal. "Bilmem, nedenini sormadım." "O zaman sana bir ödev. Eve gidince annen ve babana neden sana saçma, dikkat çekmen için bir isim koyduklarını sor." dediğinde dişlerimi sıkmak zorunda kaldım. Ellerim, sıranın kenarını avuçlamışken belli etmeden derin nefesler almaya çalıştım. Bana dışarıdan bakan insanların sinirlendiğimi anlamaları hiç de kolay olmazdı. "Hazal, sus." diyen hocaya döndüğümde hâlâ kendimi kötü hissediyordum. "Hangi okuldan geldin?" Hoca sorularını sormaya devam ederken o kıza vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Ellerim gereğinden fazla sırayı sıkıyordu ve bu da kollarımın karıncalanmasını sağlamıştı. "Sakin ol!" dedim içimden. "Devran koleji." dediğimde çoğu kişi bu duruma şaşırmıştı. Ben olsam ben de şaşırdım. Sonuçta şehrin en pahalı kolejinden devlet okuluna geçiş yapan çok az insan görülmüştü. Hocanın da bu durum dikkatini çekmiş olacak ki yine o can alıcı sorulardan birisini sordu: "Annen ve baban ne iş yapıyor?" dediğinde bu sefer belli etmeden yutkunamadım. Ailemle zorları neydi bunların? "Bilmiyorum. Hiç sormadım..." dediğimde yalan söylememiş oldum. Hiç sormamıştım. Soramamıştım desek daha doğru olurdu en azından. "Kızım insan babasının ne iş yaptığını bilmez mi?" dediğinde yine sınıftan birisi duruma atlamıştı. "Hocam Devran Koleji'nden devlet okuluna geldiyse kesin batmıştır." dediğinde yutkundum. Kıza tepkisiz bir şekilde bakarken, "Basit tahminler ve basit kelimeler... Boyunu aşan soruları sormaktan vazgeçmelisin..." dediğimde sınıf hocası kaşlarını çatmıştı. Ben de daha soru istemezcesine, "Oturabilir miyim?" dediğimde hoca olumlu anlamda kafasını salladı ve ben de yerime oturabildim. Ders bazı kızların bana bakarak dedikodu yapmasıyla geçerken dışarıya bakmayı tercih ettim. Anlamadığım konuysa bildiğim kadarıyla devlet okullarında arka sıralar hep serserilerin olurdu ama ben boş bir arka sıra bile bulmuştum. Zil çaldığında herkes yerlerinden kalkıp dışarı çıkarken bazılarıysa oturmuş bir şeylerle uğraşıyordu. Etrafıma bakındım. Herkes düz ve sadeydi. Bazı kızlar abartmışlardı ama yine de güzeldi. Telefonum cebimde titrediğinde biraz kolay olmasa da cebimden çıkartabilmiştim. Mağazanın biri indirimli ürünlerden bahsediyordu. O indirimler hiçbir zaman umurumda olmamıştı. Çünkü onları alacak param her zaman fazlasıyla vardı. Şimdi olanın aksine... "Hey şımarık ve zengin kızı! Ne işin var bu okulda?" denildiğinde kaşlarımı çatmadan edemedim. Telefonumdan kafamı kaldırdığımda bana yine o derste laf atmaya çalışan kızıl olduğunu fark ettim. "İlgilendiriyor mu?" dediğimde umursamazlığım her hâlimden belli oluyordu ve bu her zaman insanları gereğinden fazla sinirlendirirdi. Eski arkadaşlarım her zaman umursamaz durduğumda gereğinden fazla ifadesiz ve korkutucu olduğumu söylerlerdi. Bense bu beyaz tenli hâlim ve sarışın bir kıl yumağı olduğum için kendimi hiçbir zaman onların dediği gibi öyle bir insan olarak görmezdim. Kıza çıkışmam üzerine hızla benim sıramın olduğu yere doğru geldi. Yüzünden anlaşıldığı üzere sinirlenmişti ama bu çıkışmasının arkasında bir artistlik ya da özgüven saklı olduğu açık ve netti. Sınıfın bana karşı kolejden geldiğim için bir tutumu vardı ama dediğim gibi dış görünüş hiçbir zaman gerçeği ortaya sürmez. "Şuna bak sen. Küçük hanım bize meydan okuyor." dediğinde gözlerimi devirdim. Sadece ona meydan okurken diğerlerini de işin içine katıp bana doğru püskürtmesi hiç de on yedi yaşında olgun bir kızın ya da kendini beğenmiş olmayan birinin yapacağı iş değildi. "Size değil. Sana karşı konuştum ama meydan okumak değildi amacım." dediğimde kendisine bir koz verdiğimden hemen düzeltme isteği duydum. Ona korktuğum izlemini mi vermiştim az önce? "Ama sen anlamak istediğin yönden anlayabilirsin. Benim için bir sorun içermez." dediğimde kız yine kaşlarını çatmıştı. Elaya çok yakın olan kahve gözleri bile kendisini itici birisi olarak göstermeye yetiyordu. "Burada ben herkesin adına konuştum ve sen de bize meydan okumuş oldun." "Neden? Sen bu sınıfın ya da bu okulun çete başı gibi birisi misin?" dediğimde kızın kaşları çatılmıştı. Doğru yolda ilerlediğimi biliyordum. Bu durumda hem ona soru sormuş hem de diğerlerin üzerine gitmesi için bir açık sürmüştüm. "Ben öyle bir şey demedim." dediğinde kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırmış kedi gibi duruyordu şu anda karşımda. Gülmemek için kendimi zor tuttum. "Ama herkesin adına soru sorduğunu söyledin." dediğimde kız kaşlarını daha fazla çatmıştı. Tam ağzını açmış bir şey diyecek aralarından birisi geçti. Esmer ve kısa boyluydu ama ilk ilgimi çeken giyiniş şekli olmuştu. Kaşlarım merakla havaya kalktı. Bu kadar tarz giyinmiş birisine kolay kolay rastlamazdım. Esmer ve fazlasıyla gideri olan bir yüze sahipti. "Kızlar, sıra arkadaşımı rahat bırakın. O benim korumam altında." dediğinde yüzünde neşeli bir hâl vardı. Gülümserken yanağında bir çukur oluşuyordu ama bir gamze değildi. Bana gülümseyerek döndüğünde yanıma geldi ve deri salaş olan çantasını yanımdaki sandalyeye koymuştu. Sıra arkadaşım derken benden bahsettiği belli olmuştu. Az önce bir tespitte bulunmuştum: "Arka sıralar her zaman dolu olup serseriler oturmaz mıydı?" diye. Aslında oturuyorlarmış ama değişik bir durum vardı, bu çocuk gereğinden fazla neşeli bir tipe benziyordu. "Aslında bu sıraya kimseyi oturtmam ama şanslısın, seni yanımda oturmaya layık gördüm." Yanımdaki esmer fötr şapkaya sahip olan sıra arkadaşıma baktım. Bana bunu nispet yapar gibi değil de bir arkadaşına söyler gibi söylemişti. Gülümsemesi her insanı gülümsetecek kadar güzelken ben yine de gülümseyemedim. Yalandan yere gülümseyebilen bir insan hiç olmamıştım çünkü. En azından gülümsemeyi denemiştim. Bu da yanımdaki yakışıklı ama kısa boylu erkeğe ısındığım gözlemini çıkartıyordu ortaya. "Ne güzel." diyerek önüme döndüğümde içimden kendime saydırıyordum. Gerçekten bir erkekten daha çok odun bir kişiliğe sahip olan insandım. Derin bir nefes aldım ve az önceki hareketimi düzeltmek için ona geri döndüm. Gülümsemesi hâlâ yüzündeyken sınıfı inceliyordu. Bozulmamıştı ya da bozulduğunu belli etmiyordu. "Gel." dedi ve hızla ayağa kalktı. Sırası, bu hızla geriye doğru sürterken rahatsız edici bir ses çıkartmıştı. Kaşlarımı çatmış ona bakarken o beni umursamadan yürümeye başladı ve "Öyle bakmayı kesip yanıma gelmeye ne dersin? Eminim bu okulda ben olmazsam kolaylıkla kaybolabilirsin." dedi. Etrafıma kısa bir göz attığımda bazı kızların benim hakkımda konuştuklarını açık bir şekilde belli ettiklerinin farkına vardım. Öğretmen masasına oturan erkekler ise bir maçtan bahsedip beni takmıyorlardı bile. Derin bir nefes aldım. En azından bir kişi takıyordu ve o da çok tatlı bir kişiliğe sahip gibi duruyordu. Tabi ilk önce bu yüzünü sonra da diğer yüzünü gördüğüm çok insan olmuştu ama tanımadan bilemezdim sonuçta. Denemekten zarar gelmezdi. Ayağa onun aksine yavaşça kalktığımda sıram arkaya falan sürtmemişti. Sınıfın kapısına kadar ulaşmışken beni beklemeyeceğinin farkına vardım ve adımlarımı her zamankinden biraz daha hızlandırdım. Yanına ulaştığımda eski okulumun aksine bazı yerleri dökülmüş olan duvarların ve eski dolapların önünde dikilmiş öğrencileri izledim. Bazı kızlar ellerinde meyve suları ya da gazozlarıyla kendi köşelerinde gülerken bazı kızlar da birkaç erkekle bakışıyordu. Erkek gruplarının yanından geçerken yanlarında kızlar da vardı. Bazı erkekler ise kollarını kızların omuzlarına atmışlardı. Bu durumdan pek hoşlanmazdım. Erkeklerle gereğinden fazla yakınlaşmak başka bir amaç olmasa bile bana yanlış geliyordu. En azından Ahmet abi hep öyle derdi. Ben de ona uyardım. En azından sözlerini dinlememde bir sorun olmazdı. Kolumda bir el hissettiğimde başımı hemen elin sahibine çevirdim. Ani bir hareketle beni sola doğru çekmişti ve yanımdan bir gölgenin geçtiğinin farkına vardım. Merakla yanımdaki, hâlâ adını bilmediğim sıra arkadaşıma bakıp, "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" diye gereğinden biraz fazla bağırmış ve birkaç kişinin duymasını sağlamıştım. Esmer çocuk bana düz bir ifadeyle bakarken gözlerini bir yere odaklamıştı. Onun baktığı yere dikkatle baktığımda o büyük gölgenin sahibi olan çocukları fark ettim. Bu sabah dışarıda gördüğüm erkeklerdi. Gerçekten tarzları beni gereğinden fazla etkiliyordu. Güzel giyinmeleri ve tarzlarına uygun hareketleri her insanın dikkatini çekecek cinstendi. Kaşlarımı çatmış onlara bakarken daha az önce benim olduğum yere doğru yürüdüklerini fark ettim. Aramızda neredeyse bir metre varken diğer insanların da önlerinden çekildiğini fark etmiştim. Yanımdan geçerken birkaç erkeğin bana göz ucuyla baktığını gördüm. Bunlar sınıfta gördüğüm erkeklerdi. Aralarında dışarıdaki insanları umursamıyormuş gibi konuşuyorlardı. Anlaşılan okulun tehlikeli çocuk imajı veren insanlarıydı ama bir sorun vardı... Burnuma gelen o koku şaşırmamı ve kaşlarımı çatmama sebep olmuştu: LES LARMES SACREES DE THEBES! Bu parfüm bildiğim en pahalı parfümlerden birisiydi ama bu parfümün burada kokma ihtimali yüzde kaçtı? Ah, tabi ki kafayı yemeye başlıyordum. En azından bu zengin alışkanlıklarından kurtulmam gerekiyordu. Önüme döndüğümde herkesin yine eski hâlinde takıldıklarını gördüm. En azından erkekler hâlâ kendi hâllerindeydi ama bazı kızlar, o erkek grubunun arkasından bakıyorlardı. Gözlerimi devirmeden edemedim. Kızların erkek düşkünlüğünü bir türlü anlayabilmiş değildim. Eğer erkek seni beğeniyorsa sen o erkeklerin farkına o zaman da varabilirsin. Ne bu bir erkeğin peşinden koşma merakı? Esmer çocuğa geri döndüğümde bana baktığının farkına vardım. Ona yukarıdan bakmak gerçekten güzel bir histi. Kısa olması hem sevimli hem de komikti ama ben sevimli kısmının üzerinde durmayı tercih ediyordum. "Kim olduklarını sormayacak mısın?" dediğinde omuz silktim. "Eminim okulun serseri tiplemeleri. İlgilenmiyorum. Okulu gezdirmeye devam etmeyecek misin?" dediğimde kaşlarını şaşkınlıkla havaya kaldırdığını fark ettim. Aslında pek de merak ettiğim söylenmezdi. Sonuçta serseri oldukları her hâllerinden belliydi. Özel okullarda, en azından benim okuduğum okullarda bu tip insanlar paralarıyla ön planda olurlardı. Esmer çocuk beni okulda gezdirirken adını da öğrenmiş oldum. Adı Orkun'muş. Yakışan bir adı vardı. Okul ise tam bir karmaşaydı. İki yerden de merdiven vardı ve ben bu dikdörtgen okulda sınıfımı bulmak için büyük bir çabaya girebilirdim. Biyoloji sınıfı, Matematik sınıfı, Kimya sınıfı... Ah! Gerçekten ölmem için büyük sebeplerden birisiydi. Bir okulu bu kadar büyük ve karışık yapmalarının sebebi neydi? Asıl sorun ise Orkun bu okulun nerede ne olduğunu nasıl ezberlemişti? Ah! Sinir krizi geçirmemek için tek bir sebep bulamıyordum. Sonunda okulu gezmeyi bırakıp kantine indiğimizde buranın güzel oluğunun kanaatine vardım. Eski okulum kadar görkemli döşenmese de döşenmeye çalışılmıştı en azından. Sıraya bile girmeden birbirlerini itekleyerek isteklerini almaya çalışan öğrenciler ise gözümü korkutmaya yetmişti. Ben buradan nasıl yemek alacaktım? "Kazım abi!" diyen Orkun'un hiç acele etmeden ve sıraya girmeden bağırdığını duydum. Kaşlarımı çatıp onu izlerken kantinden birisi kafasını bize uzattı, "Neyli tost seversin?" dediğinde merakla "Kaşarlı." diyebildim. "Bize iki kaşarlı tost." dedi. "Hemen geliyor!" dediğinde şaşırmıştım. Etrafıma bakındığımda bunu sorun etmeyenlerin farkına vardım. Ben olsam o kadar sıkışarak girdiğim sırada birisinin rahatlıkla aldığı tostu burnundan getirtirdim. Tostlarımız ve benim çikolatalı sütüm geldiğinde Orkun bana gülerek bakıyordu. Elimdekilere baktım. Çikolatalı sütüm bir sorun muydu? Şahsen ben çok severdim. "Ne var?" dediğimde omuz silkti ve tostundan bir ısırık aldı. Gözlerimi devirmeden edemedim. Bu çocukla gereğinden fazla uğraşacaktım anlaşılan. Dışarı çıktığımızda erkeklerin tam önümde maç yaptıklarını gördüm. Futbol sahası ne güne duruyor diye etrafıma bakındığımda oranın da dolu olduğunun farkına varmıştım. Aslında futbol sahası demeye bin şahit isterdi. Sonuçta geniş ve çimle döşenmiş bir alan yoktu. Kısa ve küçüktü. Kendime, "Her şeyi eski okulunla karşılaştırmaktan vazgeç." dedikten sonra derin bir nefes aldım ve başımı iki yana salladım. Vazgeçmem gerekiyordu, artık bir devlet okulundaydım. ---------------------------- Çıkışta o yıkık dökük evime geri dönmüştüm. Ne kadar bu evden nefret etsem de en azından benim evimdi. Benim paramla alınmış olmasa da bana aitti. Kimse elimden alamazdı, bu güzeldi. En azından elimden kayıp gidecek bir varlığım yoktu. Sadece bana on beş sene yetecek param vardı. Bunu da az harcayarak daha fazla bir zaman dilimine sığdırmaya çalışıyordum. Bir elimdeki ütü makinesine bir de şortuma baktım. Bu ütü sıcaktı ama eskiden hizmetçimiz olan Sultan abladan gördüğüm kadarıyla içerisine su koyuluyordu. Gidip ütüyü suyla doldurdum. Ütü yapması zor değildi. Asıl sorun çamaşır makinesiydi. Ben bunu nasıl çalıştıracaktım? Dönen kasa şifresi açma şeyine benzer ibresi vardı. Bunu kaça getirmem gerekiyordu ki? Kıyafetlerimi berbat etmek istemiyordum. Hepsi normal kıyafetlerin beş-altı katı civarında fiyatlara sahipti. Akşam on bire doğru bütün her şeyi hâlletmiştim. Sultan ablayı izlemem gerçekten çok işime yaramıştı yoksa çamaşırları yıkadıktan sonra çırpmaz ve kırışık bir şekilde asardım. En azından çamaşırları çırpmayı, bulaşıkları sıcak suda yıkamayı ve ütünün nasıl yapılacağını biliyordum. Eminim, telefonum çaldığında ütüyü bilmesem kıyafetin üzerinde bırakırdım. Rahat bir şekilde kırmızı koltuklarıma yığıldığımda belimin ağrısı yok olmuştu. Küçük plazmamı uzaktan kumandayla açtıktan sonra kanalları teker teker gezmeye başladım. Ne zamandır televizyon izlemiyordum ben? Üç sene? Dört sene?
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE