Beni öpmüştü. Hem de ağzımdan. Bu, bu çok başka bir şeyi. Hem korkutucu hem de tuhaf. Dudaklarım hala ısırgan otuna değmiş gibi zonkluyor sızlıyor ve yanıyordu. Üstelik yanan sadece dudaklarım değildi. Tüm bedenim de sanki küçük bir yangın başlamıştı. Bacaklarımın arasında en mahrem bölgemde yangın çıkmış gibiydi. Böyle hissi nasıl anlatırım bilmiyordum ama galiba çok fazla çişim gelmiş de ben yapamıyor muşum gibiydi.
Gözlerimi kapadım. O anları sanki yeniden yaşıyor gibi olunca hemen açtım. Kalbimin hızlanması göğüs kafesimi acıtırken çoktan parmak uçlarım dudaklarımda dolanıyordu. Sıcaktı. Bıyıkları dudak kıyılarımı gıdıklamıştı. Oflar gibi soluğumu bırakırken aklım karman çormandı. Kaç dakika öylece düşündüm ya da durdum bilmiyorum ama içeri önce hemşire sonra da Cevahir girdi. Hemşire bana “Ağrınız olduğunu söyledi eşiniz. Doktorunuzla konuştum. Seruma bir ağrı kesici daha ekleyeceğim” dediğinde başımı salladım. Teşekkür edip bakışlarımı hiç yanı başımdaki adama değdirmezken işini halledip giden kadınla yine baş başa kaldık.
“Fidan yarım saate gelmiş olur. Çıkana kadar burada seninle kalıp ilgilenecek.”
Sadece “Tamam” diyebildim. Siyah gözleri birer kuyu gibi beni içine çekerken öyle bir karmaşanın içine düşmüştüm ki dört bir yanımda yollar vardı ve ben o yolları denedikçe sonunda yine onun önüne düşüyordum.
Dediği gibi yarım saat kadar sonra içeri Fidan girdi. Yüzünde merak telaş ve üzüntü vardı. Gözleri merhametle parlıyordu. Galiba artık yaşayacağım konakta en iyi arkadaşlarım Esma ve Fidan’dı. Cevahir ona bakıp “Sana emanet. Savaş kapıda bir sıkıntı olursa ona söyle” dediğinde saygıyla “Emrin başım üstüne ağam merak etme. Gelin ağamı en iyi şekilde bakacağım” deyip elindeki çantayı odadaki dolaba yerleştirmeye başladı.
Cevahir bana döndüğünde siyah kuyular yine beni esir aldı.
Başını omuzuna yatırırken o koca bedenle hem çok ürkütücü hem de farklı duruyordu.
“Bir an önce iyileşmeye bak İnci.”
Odadan çıkıp gittiğinde istemsiz sinirlenmiş homurdanır gibi “Emrin olur ağam ne demek. Hemen iyileşir kalkarım” dediğimde Fidan kıkırdadı. Yanıma gelip elimi tuttuğunda merakla “Nasılsın? Daha iyi misin?” diye sordu.
“İyiyim desem yalan değilim desem Allah’ın gücüne gider. Orta yollu bir haldeyim Fidan.”
Kaşları çatılırken “O cadı kim bilir ne yaptı da bunu başına getirdi” deyip dudaklarını birbirine bastırdı. Soluğumu bırakıp “Boşver.” Demekle yetindim. Çünkü galiba herkes kendi karakterini ortaya çıkarıyordu. Benimse o konakta resmen cehennemi yaşayacağım belli olmuştu. Üstelik kimse de biz bu kızı kandırdık yalanla getirdik demiyordu. Olan bitenden haberi olmayan tek kişi bendim ama düşman ilan edilen de bendim. Fazla düşünmekten mi yoksa yorgunluktan mı bilmem başım ağrırken yapılan ağrı kesicinin etkisiyle uykum geldi. Fidan oturdu ben uyuklamaya başladım. Bazen kabuslarım olurdu ya da kötü rüyalarım ama irkilerek kendime geldiğimde gördüğüm şey bir rüyadan çok daha fazlasıydı.
Terlemiştim. Biraz olsun oturmayı denediğimde bedenimdeki ağrı ilaç sayesinde uyuşmuş gibiydi. Fidan uyuyordu. Dilim damağım kurumuştu. Komodinin üzerindeki su şişesine uzanmak istediğimde elim yatağın kenarına çarptı. Çıkan tok ses sayesinde Fidan birden uyandı ve gözleri büyümüş şekilde “Aman hanımım ne yapıyorsun sen bana seslensene” değip kalktı. Suyu bana verdiğinde kana kana içtim.
Şişeyi elimden alan Fidan yüzüme baktığında kaşlarını kaldırdı.
“Çok terlemişsin. Hemen değiştirelim.”
Zaten sıcak bir memlekette olunca rüyalar bile fazladan ter atmak için yeterli oluyordu. Temmuzun onu olmuştu. Urfa’ya geleli iki hafta olmuştu neredeyse ve benim başıma gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemişti.
Fidan sayesinde üzerimi değiştirdim. Sıkıştığımı hissettiğimde lavaboya gitmek istedim. Yardımla da olsa işimi halledip yatağa geri döndüğümde bir süre tavanı izledim. Uykum kaçmıştı. Saat gece yarısına geliyordu. O sırada küçük bir mesaj bildirim sesi odaya doldu. Başımı çevirdiğimde yüzündeki parlak bir tebessümle Fidan telefonun ekranına gömülmüş bir şeyler yazıyordu.
Mutluydu belliydi. Onun adına sevindim. Sessizlik uzayıp gidince dikkatini çekmiş olacak ki başını kaldırdı ve baktı. Onu izlediğimi görünce “Şey Hanımım kusuruma bakma hemen kaldırıyorum telefonu” dedi. Ona kaşlarımı çatarak baktığımda “Allah aşkına şu hanımım lafını yalnızken kullanma ve neden kusura bakayım ki. Anlaşılan önemli biriydi. Benim yanımda çekinmene lüzum yok.” diyerek söylendim.
Başını eğip kıkırdadı.
“Nişanlım” dedi bir solukta. Gözleri öyle güzel parlamıştı ki bende gülümsedim.
“Çok seviyorsun belli. Gözlerin parlıyor.”
“Seviyorum ya. Biz aslında onunla çocukluktan sevdalıyız. Kadem Ağa yani Cevahir ağamın babasına ailelerimiz hizmet ediyordu. Bir konağın içinde büyüdük desem yalan olmazdı. Onun hayalleri vardı. Kadem Ağam toprağı bol olsun yatağa mahkûm olunca biz de ailelerimizle işlere koyulduk. İkimizde okuyorduk ama babam ölünce ben anneme yardım için okulu bıraktım. O ise okumaya devam etti. Yani Onur. Avukat oldu. Askerliğini tecil ettirdiği için de mezun olunca gitti. Az kaldı ama şükür. İki ay sonra geliyor. Gelince de Cevahir ağam ona iş verecek ve evimizi düzeceğiz. Ardından düğünümüz olacak.”
İç çektim.
“Keşke sende okusaydın. Elinde bir mesleğin olurdu. Hoş sana diyorum ama bende orta okulu bitirip daha okuyamadım.”
Fidan omuz silkti. Yüzü gölgelenmişti.
“Aslında bende isterdim okumayı ama Vildan Hanım konağın hanım ağası olarak başa geçince izin vermedi. İşler yetişmiyor dedi durdu. Annemin de halini görüyordum. Liseden sonra okumadım.”
Kaşlarım merakla kalkarken aslında kaçan uykuma şükrettim çünkü konakla ve içindekilerle ilgili Fidan’dan bilgi alabilirdim. Geçmişi bilirsem şimdi ona göre yeri geldiğinde kendimi savunur kırmızı çizgilerini öğrenirsem geçmezdim.
“Vildan Hanım sonradan mı geldi? Yani Cevahir ile Cihangir abi kardeş ama anneleri bir değil mi?”
Fidan, önce kapıya baktı. Orada Cevahir’in bir adamı vardı ve duymasından çekiniyor gibiydi. Koltuğu yanıma kadar yanaştırıp sesini de alçalttı.
“Anlatacağım ama kurban olayım benden duyduğunu söyleme emi.”
“Söylemem söz. Aramızda.”
Yutkunan kız gözlerime baktı. Ardından başladı anlatmaya.
“Kadem Ağam aslında Züleyha Hanımla evliydi. Sağlam kadındı Züleyha Hanım. Ben çok iyi hatırlıyorum desem yalan olur ama bildiğim kadarıyla Kafkas güzeliydi. Hanım ağa gibi hanım ağaydı ama işte kaderi önemli insanın. Meğer Kadem ağa Vildan hanımla hanım ağamı aldatmış. Cihangir Bey doğmuş bu ihanetten. Yıllarca başka bir evi daha varmış. Sonra bir gün tutuyor Cihangir beyin elinden tutup konağa getirdi. O günden sonra Vildan Hanım da kuma niyetine geldi.”
Gözleri buğulandı. İç çekerken devam etmesi için bekledim ve asla araya laf karıştırıp bölmedim.
“Züleyha Hanım bu ihaneti kaldıramadı. Cevahir ağama yaslandı ondan güç almaya çalıştı ama olmadı. Kadın, olaylar bu denli ortaya çıktıktan sonra çöktü resmen. Öyle ya ağamı çok sevmiş. Severek evlenmiş ve ailesine rest çekmiş bu evlilik için sonra da ihanetle dünyası başına yıkılmış. Kimse dayanamazdı. Birkaç ay sonra hanım ağamı kilerde kendini asmış halde buldular. O gün Kadem ağa yıkıldı ama iş işten geçmişti. Cevahir ağam çok ağladı günlerde kaçıp kaçıp anasının mezarına gitti ama ölen öldü bir kere. Tabi Vildan Hanım fırsattan istifade daha Züleyha Hanım’ın kırkı çıkmadan nikah kıydırdı. Resmi şekilde de ağa karısı oldu. Konağın başına geçince de bizim için resmen eziyet başladı.”
Yutkundum. Ne büyük bir acıydı bir kadın için çok sevdiği biri tarafından ihanete uğramak. Hele hele de onun için her şeyden vazgeçtiysen eğer daha bir koyuyordu demek ki. Züleyha Hanım için üzülmüştüm. Çünkü o evladı ile bir düzenin yuvanın içindeyken o yuvaya giren yılan yüzünden canından olmuştu. Aslında Vildan Hanıma da bir şey demiyordum. Hatanın en büyüğü ve affı olmayanı Kadem Ağaya aitti.
Fidan duraksayınca “Kadem ağa yatalak oldu dedin? O nasıl oldu ki?” dedim. Merakım kamçılanmıştı. Normalde asla insanların hayatlarını geçmişlerini sormazdım.
“He o mu? Kadem ağam Züleyha Hanımdan sonra çok pişman oldu. Oğlu Cevahir ağa da babasına karşı sertti. Asla konuşmuyor onunla bir arada bulunmuyordu. Çocuktu belki ama annesinin neden öldüğünü anlıyor biliyordu. O dönemler öyle böyle geçti ama bir sabah Vildan Hanım çığlıklarla konağı inletti. Ağama yatağında inme inmişti. Meğer kalbine ve beynine pıhtı atmış. Baya boynundan atında felç vardı. Ölmedi ama o şekilde yıllarca yaşadı. Öldüğünde ise günlerce kimse kendine gelemedi. Bir etkisi yoktu ama sevilirdi. Karısına yaptıklarına rağmen yine de saygı duyulan bir adamdı.”
Başını sağa sola salladı. Üstelik Cevahir’i anlatırken duyduğu saygı ve sevgi belirgindi. Devam ettiğinde aslında merak ettiğim kişiye neler olduğunu öğreneceğimi hissediyordum. Doğru da hissetmiştim.
“Ağalık da bir süre kardeşi Sadık ağaya geçse de Cevahir ağam askere gidip gelince diğer büyük ağalar onu istedi. Kandemir ailesinin genç varisi ağalık minderine oturdu. O da birkaç yıl sonra bir kaza geçirdi. Arabası resmen konserve kutusu gibi ezilip kalmıştı ama şükür sağ salim kurtuldu. Yine de sol tarafındaki felç durumu öylece kaldı. İyileşir mi bilmem. Yıllardır bu şekilde devam ediyor. Her ne kadar son birkaç yıldır ağalık için Vildan Hanım Cihangir beyi öne sürse de ağalar Cevahir ağamı seviyor ve sayıyor. Onun ağalığından işinden memnunlar. Bu nedenle de anne oğlun Cevahir ağama tepkisi gözle görülür büyüklükte.”
Bu defa derince soluyan ve “Baya olaylıymış Kandemir konağı” dedim. İkimiz de gülüştük. Anlaşılan büyük kaosların içinde yaprak misali savrulup duracaktım.
******
Doktorun da tavsiyesi ile hastanede bir hafta daha kaldım. Temmuz’un yirmisine doğru çıkabileceğim söylendi. Cevahir’in adamı Savaş çıkış işlemlerini hallederken acaba gelecek mi diye kapıya ara ara göz atmadan duramıyordum. Fidan tüm eşyaları toplamış bana da koyu mavi düz renk bir eşofman takımı giydirmişti. Çok sıcaktı. Durduğum yerde terliyordum.
Kapı tıklandığında Savaş içeri girdi. Bir haftadır neye ihtiyacım olsa Fidan ona söylüyor hemen yerine getirmesini sağlıyordu. Saygılı bir adamdı. Kendini bilen dik bir duruşu vardı. Bana karşı asla bakışları yerden kalkmıyor “Hanım ağam” aşağı “Hanım ağam” yukarı konuşuyor görevini yapıyordu. Bu bir hafta da Cevahir’i sadece üç kez gördüm. Şimdi ise odadan çıkarken hemşirenin getirdiği tekerlekli sandalyede oturuyordum. Asansöre bindiğimiz de “Ağam sizi arabadan bekliyor” dediğinde anlık nefesimi tuttum. Yaşadığı kaza ve sonrasını göz önüne alırsak hastanelerden fazla hoşlanmaması doğaldı.
Çok görmedim davranışını ki zaten istesem de sitem edemezdim. Adam kocamdı ama yalanla dolanla kocam olmuştu. Hastaneden çıktığımız da biri büyük siyah bir araç bekliyordu. Kapısı açıktı. O içeride oturmuş telefonla konuşuyordu. Bizi gördüğü an “Ben seni arayacağım” değip kapadı.
Savaş ile Fidan’ın yardımıyla arabaya yanına bindiğimde yine bir çift kuyu beni esir aldı. Aslında tam siyah diyemezdim. Kahverenginin fazlaca koyu bir tonuna sahipti ama yine de siyahı andırıyordu.
Konağa doğru yol aldığımız da “Geçmiş olsun. Artık konağa dönüyorsun sonunda” deyip tepkime baktı. Bense gergindim. Hem onun varlığından hem de o konağa bir daha gireceğim için. Bunu anlamış olacak ki sakin ama baskın bir tonla konuştu.
“Merak etme. Ben söylenmesi gereken her şeyi açıkça söyledim. Kimse sana tek bir kelime edemez.”
İçimde beliren suçluluk duygusu ile “Benim yüzümden ailenle kötü olmasaydın. Sonuçta o senin kanından kuzenin.” Dediğimde bana bir bakışı vardı ki oturduğum yerde daha da küçüldüm.
“Sende karımsın ve kimse karıma o tür bir muamele yapamaz. Kendini küçük ya da ezik görmekten vazgeç. Sen İnci Kandemir’sin bunun farkına var.”
Sesimi çıkarmadım. Ne diyebilirdim ki zaten. Yarım saat olmadan konağa geldiğimiz de kapıda küçük bir kalabalık vardı. Kapının girişine bir koç devrilmişti. Araba durup biz indiğimiz de önce dua okundu ardından da koç kesildi. Kanı ikimizin de alnına sürüldüğünde Cevahir “Hanım ağanın sağlığına kavuşması şerefine aşirette ve diğer aşiretlerde ihtiyaç sahiplerine hayır yapılsın. Kurbanlar kesilip etleri dağıtılsın. Kimsesiz çocukları sevindirin. Unutmadan ağustos gibi de şu toplu sünnet işini halledelim kâhya” dedi. Orta yaşlarda olan adam ellerini önünde birleştirip “Emrin olur ağam” diyerek diğer adamların yanına gittiğinde konağın kapısından girdik.
Fidan koluma girmiş Savaş çantayı taşıyordu. Avlunun sonuna yukarı çıkan merdivenlere geldiğimiz de “Sen çık İnci ben geliyorum” diyen adamla anlık duraksadım ve şaşkınca baktım. Başını yüzüme doğru eğip “Duydun değil mi?” demesiyle de hemen geri çekilip arkamı döndüm ve Fidan’ın yardımı ile basamakları çıkmaya başladım.
İlk kata geldiğimiz de orada beni Vildan Hanım, Cevahir’in yengesi ve kuzeni bekliyordu. Amcası ise babacan bir tavırla önümde durup gülümsedi.
“Hoş geldin kızım. Çok geçmiş olsun. Allah bir daha böylesine bir sıkıntıyı yaşatmasın.”
Sesim içime kaçmış gibi olsa da ondan böyle bir sıcaklık görmek içini ezmişti. Ben anne baba sevgisini bilmemiştim. Amcamla yengem ise çocukluğumu elimden acımasızca almıştı. Sevilmeye layık olmadığımı öyle çok hissettirmişlerdi ki şimdi biri başımı okşayınca kalbim ılıyordu.
“Hoş buldum efendim. Teşekkür ederim.”
Kaşları çatılan adam sahte bir kızgınlıkla “Efendim de neymiş amca diyeceksin kızım. Ben Cevahir’in amcasıysam senin de amcan sayılırım. Olur da bizim deli oğlan seni üzerse hemen bana gel çekeyim kulağını” değince gülümsedim. Elbette gülümsemem arkasındaki kadınları ve en arkada duran Cihangir’i görünce solmuştu.
Hepsi ağız ucuyla geçmiş olsun derken samimi olmadıkları resmen paçalarından akıyordu. Yorulduğum için odaya çıktık. İçeri girdiğimiz de her yer mis gibiydi ve karşı duvardaki klima sayesinde oda serindi. Yatağın kıyısına oturduğumda başımdaki bandaj hala duruyordu. Bir hafta sonra dikişler ve sargı için gidecektik. O zamana kadar günlük pansuman yapılacaktı ve duş alırken dikkat edecektim.
Eğilip üzerimi kokladığımda ilaç kokusundan midem bulandı. Fidan elindeki çantayı boşaltırken “Ben bir duş alsam iyi olacak” dediğim an hemen “Ben yardım ederim” diye atıldı. Kapı açıldığında ise bana banyo için kıyafet ayarlıyordu. Cevahir, yatağın kıyısındakilerden anlamış olacak ki Fidan’a bakıp “Ben hallederim sen in yemekleri hallet. Buraya getir tepsiyle yesin ilaçlarını alsın dinlensin” dedi. Gözlerim büyürken başımı olumsuz anlamda genç kıza sallıyordum ama o kıkırdayıp belli etmemeye çalışarak bana göz kırptığı gibi kaçarcasına çıktı.
Ayağa kalktığımda yavaş hareket etmem gerektiğini unutmuş olacağım ki acıyla inledim. Bir süre bedenim bunun acısını çekecek gibiydi.
“Sen hiç zahmet etme ben hallederim” dedim kendimden emin olmaya çalışarak lakin pek işe yaramamış gibi duruyordu. Çünkü karşımdaki adam üzerindeki ceketi çıkarırken “Sen gir geliyorum” demişti. Onun karşısında anadan üryan durmak mı? Bu adam aklını kaçırmış olmalıydı. İstediği ya da yapmayı umduğu şeyi ben yapamazdım. Bir erkekle zaten tek başıma odada olmak benim için zorken bu erkeğin kocam olması ve hastane odasında beni hiç zorluk çekmeden öpmesi, benimse günlerdir rüyalarımda bunu tekrar ettirmem her şey daha zorlaştırıyordu.
Sakin kalmaya çalışarak “Cevahir, ben yapamam. Yani sen içerideyken karşında o şekilde duramam.” Dediğimde bana kaşları çatık bir vaziyette baktı. Başını sol omuzuna yatırdığında bu haliyle ne kadar da şey olduğunu fark etmek yüzüme inen tokat gibiydi. Şeydi işte. Fazla karizmatik.
“Karım olduğunu hatırlatmama lüzum var mı?”
“Biliyorum ama yine de yapamam.”
“İnci. Sen benim karımsın. İyileştiğinde GERÇEK anlamda karı koca olacağımızı da biliyor olman lazım. Yani nasıl ki ben senden çekinmiyor yanında giyinip soyunuyorsam hatta bana sen yardım ediyorsan sende benim yanımda giyinip soyunabilirsin. Duş almama yardım edeceksin ki bende sana edeceğim. Bunlar karı koca arasında olması gereken şeyler. Umarım anladın. O yüzden dediğimi yap ve içeri geç.”
Yutkundum. Karşımdaki adama hiçbir söz işlemiyordu. Bense bunu yapabileceğim konusunda kendime güvenemiyordum. Lakin elimden de bir şey gelmiyordu. Başım önüme eğilirken kıyafetlerimi aldım ve önünden geçip banyoya girdim. Duşakabin haricinde karşıda büyük bir küvet vardı. Resmen olduğum yerde sağa sola tedirginlik ve şaşkınlıkla bakarken başı kesilmiş tavuk gibi hissediyordum.
Elimdeki kıyafetleri sanki beni koruyabilecekmiş gibi göğsüme bastırırken iliklerime kadar titrediğimi biliyordum. Damarlarımdaki kan resmen çekiliyordu. Hani insan yutkunmak istediğinde kocaman bir yumru boğaza otururdu ya öyle bir yumru ile resmen boğuluyordum.
Arkadaki kapı açıldığında bile hala öylece dikiliyordum. Banyonun içine yayılan ses tonu sakin ama buyurgandı. Bedeni ise neredeyse sırtıma değiyordu.
“Soyunmamışsın.”