5

1023 Kelimeler
2008, Eylül Ağlamaktan şiş gözlerle izlediğim suretim bir dudağı yerde bir dudağı gökte korkunç masal karakterlerinki gibiydi gözüme. Yorgundum, bıkkın, tüm umudunu çoktan kaybetmiş ve pes etmiştim. Anneme, "Gelsinler."dediğim o günden bugüne kaç gün geçtiyse saymadan bir sonraki günü beklerken ablamın yatağında, ranzanın üst katında uyuyup uyanmış ve aklımı kaybedecek gibi sürekli ağlamıştım. "Telef olacaksın."demişti bir keresinde annem. "O tıynetsiz adamın ardından telef olacaksın." Bir gün evvel dayısının karısı ile birlikte geldi Zahit'in annesi, duruşumu, çay tutuşumu, karşılarında başım önde duruşumu beğendiler. "Zahit başı örtülü ister ama yenge."dedi annesi. Dayısının karısı, yaşını başını almış, bir elinde bastonu ile ancak yürüyen görmüş geçirmiş bir kadındı. "Kendileri konuşsunlar Münevver."dedi mahcup bir tavırla. Bunun böyle dile getirilmesinden hoşnutsuz bir tavırla geçti önüne. Zahit, daha evvel bir evlilik yapmış, karısını altı aylık evlilerken kaybetmişti. Varlıklıymış, İstanbul'da mobilya mağazaları varmış, deniz gören bir dairesi... Aslen anne tarafından hemşeriydik ama babası eski İstanbulluydu. Dini bütün, abdestli namazlıydı. Yarı hafız diyorlardı ona, yirmi iki yaşında hacca gitmişti. "Kız gibidir benim oğlum, başı önde işine gider gelir." Kendisinden on yaş büyük, başı önünde, hacı, yarı hafız bir adam... Ertesi gün kapıdan girerlerken peş peşe en arkadan girip ayakkabısını düzgünce bırakıp sahiden de başı önünde girmişti salona. Salonu pvc bir kapıyla zamanında ikiye böldürmüştü babam, bir tarafı erkek misafirler, diğeri kadın misafirler için. "Şöyle buyur oğlum."derken annesi erkeklerin ağırlandığı tarafı gösterdi. Annesi ile yengesi bir gün evvel oturdukları aynı yere oturdular. Annem çaktırmaz gibi açtı kapıyı bana, "Geç."dedi belli belirsiz. Sadece dudakları kımıldadı. Kapı açık kaldı ben içeri geçerken. Annem misafirlerinin yanına geçti. Zahit, babamın oturduğu tekli koltuğa oturmuştu. Başını kaldırmış, bana bakmış değildi. Biraz mesafe bıraktım aramıza ben de oturdum ve bakmadım ona. Öteki odaya baktım, annemi gördüm. Uzunca bir süre her iki tarafın da sessizliği dolaştı aramızda. Zahit'in yengesi havalar da hala ne sıcak diye yakındı. Annesi İstanbul'u özlemiş, baba memleketinden soğuyalı seneler geçmiş. Yenge, oraların neminden yaşanılmaz olduğunu iddia etti. Buralarda da çöl iklimi vardı, sıcak ayaz gibi suratına çarpıyordu adamın. En azından trafik yoktu buralarda. Trafik yoktu ama boğaz da yoktu. "Bir bardak su alabilir miyim?" dedi Zahit o zaman. Sesini ilk kez duydum. Güvenilir insanlara özgü tok bir tınısı vardı. Yerimden kalktım, kadınların arasından geçip bir bardak suyla geri döndüm. Dantelli tepsiye serilirdi bizde misafirlerin suyu. Dantel sermemiştim tepsiye, bardağı dantelsiz olana da koymamıştım, bardağı altından tutup öylece götürdüm. Babam öyle öğretmişti bize, belinden tutulmaz bardak, avuç içi altına konulur, su isteyene uzatılır, suyu bitirene dek başı beklenilir demişti. Suyu uzattım, başını kaldırdığını gördüm, ne kadar koyu dedim teni, babam bana kara kız derdi, bu adamın yanında açık tenliydim ben. Demek o da kara adamdı. Bir yudum, iki yudum... "Otursana." dedi. "Ben yavaş içerim." Oturdum. Aynı yerime, yabancı bir tutumla, ellerimi kucağıma koydum, başımı önüme eğdim. "Benim adım Zahit."dedi su bardağı yarısı dolu halde elinde dururken. Biliyordum, annesi söylemişti, büyüklerden birinin adıydı belki de, orasını kaçırmıştım. Meğer, babasının kadim bir dostu varmış, şehit olmuş tek evladı, onun adını vermişler Zahit'e. Din buyruklarını yerine getiren kimselere denirmiş. İlk duyduğumda yabanıl ve anlaşılmaz bulmuş uzunca bir süre de alışamamıştım adına, varlığına da olduğu gibi. " Otuz yaşındayım." Yaşının üzerine bilhassa bastırdı. "Sen çok genç görünüyorsun?" Göz göze geldiğimiz ilk andı. Yaşımı bilmeyişine şaşkınlıkla baktım. Benimle oynuyordu, erkekler bilhassa küçük olsun istemezler miydi eşleri? "Okula devam etmiyor musun?" "Etmiyorum." "Neden?" Babam üniversitelerin uygun koşullarda eğitim vermemelerinden şikayetçiydi. Yoksa bizim de hakkımızdı eğitim almak, meslek sahibi olmak. Bize değil çevreye güvenmiyordu, göz bebeği iki kızını kendini kaybetmiş gençlerin arasına salıp feda edemezdi. Açıklamadım. Sessizliğim sıkıcı bir ortamda bıraktı bizi. Yan taraftakiler bizi dinlemediklerini ilan edercesine anlamsız, kesik kesik laflar ediyorlardı. "Neden bu kadar genç yaşta evlenmek istiyorsun?" "Babam öyle istediği için." "Sen istemiyor musun?" İstiyorum diyemedim. Oysa öyle çabuk gitmek istiyordum ki bu evden. Bir an önce bir başkasının adının yanında anılmak, üzerime sinen Can'ın kokusundan arınmak, onu unutmak, kendimi unutturmak... "Beş sene evvel evlendim ben. O zamanlar benim için çok erkendi ama nasipmiş. Eşimi kalp hastalığından kaybettim. Rahmetliden sonra hemen evlenmek olmadı, şimdi, biraz da çevre baskısı. Acaba ben de mi istemiyorum diye düşünüyorum şimdi?" Söyledikleri dikkatimi çekmesine yetti. Ağzım hafif aralık, bir dolu söyleyeceklerim varmış gibi bakakaldım yüzüne. "Dikiş nakış biliyormuşsun?" Öylesine soruyordu. Hiç de umursadığı yoktu meziyetlerimi. "Yetenekli değilim o işe. Matematiğim iyidir benim." Bunu niye dedim ki şimdi diye düşündüm. Günler sonra birisiyle konuşmak kötü görünmemiş olmalı gözüme. Yas tutmaya devam etmeyeceğim anlamına geliyordu belki de. Biraz da olsa mutlu olabilir miydim bu hayatta? Hiç umudun yoktu. "Benim de matematiğim çok zayıftır. Muhasebeden anlar mısın?" Başımı iki yana salladım. "Düz lise mi okudun?" "Süper lise." "Çalışkanmışsın." Öyleydim diyemedim. Yeniden neden okula devam etmedin desin istemedim. Sohbet edilebilir oluşuna içerledim. Kötü huylu, kadına kıymet vermez, aksi bir adamla karşılaşmayı umarken karşıma medeni tavırlı birinin çıkması anlamlı gelmedi. Ona da haksızlık yapacak, şimdi hissettiğimden daha berbat hissedecektim. En iyisi anneme bu iş olmaz demeliydi. O sırada oldu olan. "Müsaade istesek, nehrin oradaki kafeteryalardan birinde birer çay içsek annen razı olur mu?" "Annem değil de..." cümleyi tamamlayamadan seslendi içeriden dayının karısı yenge. "Gitsinler Fatma, konuşsun, anlaşsınlar." "Eh."dedi annem. "Babası gelmeden gidip gelsinler." Kot ceketimi verdi annem elime. Gelin olacaktım hala erkek gibi kot pantolon giyiyordum. Huzursuzdu bundan ötürü, benimse ne giydiğimi önemsediğim yoktu. Peş peşe çıktık evden. Arabası evin hemen önündeydi. O zamana göre gözüme oldukça lüks görünmüştü, gittiğim yerde yokluk bile çekmeyecektim. Daha da mutsuz oldum, içime kapandım. Zahit kapımı açtı ön koltuğa geçmem için. Annem balkondan arkaya otur diye işaret ediyordu. Önü bıraktım arkaya oturdum. Güldüğünü gördüm, bozuldum biraz. Ne salak kız demişti belki de benim için, anne baba esaretinde bir zavallı. Lisede okulu kırıp gittiğimiz nehir kenarı kafeteryalardan birine girdik birlikte. Garson çaylarımızı verirken belli belirsiz selam verince bana peşi sıra baktı Zahit. O anda da verdi kararını besbelli dökülmeli ayan beyan ne varsa diye. "Sevdiğin biri mi var?" Damdan düşer gibi zonklattı beynimi bu soru. Allak bullak oluşumu önemsemedi. "Ailene uygun olmayan bir serseri mi?" Böylece gidecekti laf anneme, hatta babama kadar. Ne olduğunu herkes duydu, rezil rüsva olduk diye diye dizlerine vuracaktı her ikisi de. Belki babam sadece dizlerine vurmayacak bana da vuracaktı. "Aramızda kalacak. Anlatabilirsin bana." Ona serseri demesine göz mü yumacaktım yani? Çattım kaşlarımı ve pervasız bir tavırla cevap verdim. "Serseri değil. Polis."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE