Mercan...

2285 Kelimeler
Kayalıkların arasından sızan gün ışığı, suyun derinliklerinde yaptığı kırılmalar ve yansımalarla belkide hayatın en güzel renklerini açığa çıkarıyordu. Güneş ışınları Muğla'dan giderek uzaklaşırken, benim de son keyfi dalışlarımdı bunlar. Fotoğraf makinemin odağını ayalayıp son kez deklanşöre bastığımda artık yüzeye çıkmak için hazırdım. Yüzeye çıkmayı hiç istemesem de; henüz deniz altında yaşayabileceğim bir donanım geliştiremediğim için buna mecburdum. Solungaçlarım olmalıydı en nihayetinde ve onlar çok isteyince çıkan organlar değildi. Klavuzu takip edip tekneye ulaştığımda ise Engin abi, keyifsiz bir ifade ile bekliyordu beni. Bir şey olmuş olmalıydı. Onun bu asık yüzünü gören çok az kişi vardı buralarda. Tüpü ve techizatı çıkardığım anda bir havlu ile beni saran adama sorgular bir bakış attım. - Hayırdır, ne bu surat? - Amcanız aradı Mercan hanım. Şirketteki toplantıya gitmediğiniz için sinirliydi biraz. Sizi şirkete değil de buraya getirdiğim için bana da kızgın tabii. - Ona şirketle bir alakam olmadığını daha kaç kez söyleyeceğim? - Ama efendim biliyorsunuz, babanızın hisselerinde söz sahibi olan kişi sizsiniz. - İstemiyorum hisseleri. Alsın elimden umrumda da değil. Hem daha önemli işlerim var benim, kendi işim var Engin abi. Biraz da benim isteklerime saygı duyması gerektiğini öğrenecek artık. - Öğlen yemeği için marinadaki restorana geçmeniz gerektiğini söyledi. - Offf!... of. Şahin Giritli kesinlikle 'hayır'dan anlamayan bir adamdı. Yıllar önce beni bu dünyada yalnız bırakıp giden anne ve babamın ardından bana sahip çıkmış, eyvallah çok da iyi yetiştirmişti ama babamın hatırasını yaşatma işini biraz fazla abartmıştı. Benim anne ve babama karşı olan kırgınlığımı anlamıyordu bir türlü. Ben henüz dört yaşındayken, aralarındaki sorunları gidermek için çıktıkları mavi turdan dönmeyen iki sorumsuz insandı onlar bana göre. Dört yaşında bir çocuğu amca ve yengesine bırakıp haftalarca sürecek bir yolculuğa çıkmak sorumsuzluk değil de neydi? Benim akıbetimi düşünmeyen insanların hatırasını ben neden düşünecektim? - Bazen şu suyun dibine dalıp çıkmamak istiyorum biliyor musun Engin abi? Onlar da sorumluluklarından kurtulurlar böylece. - Bu şekilde düşünmeniz çok üzücü Mercan hanım. Şahin bey ve Nesrin hanım sizi çok seviyorlar. İnanın dışarıdan gören birisi sizi onların öz kızı sanabilir. - Ama değilim... neyse Engin abi bırakalım böyle duygusal şeyleri. Hadi dönelim, eve gidip hazırlanmam gerekiyor daha. Ama gitmeden Aydın'ı arayabilir misin, benim şu karışımdan hazırlasın. - Yine ağrınız mı var Mercan hanım? - Ne yapıyoruz engin abi, amcama bu konudan kesinlikle bahsetmiyoruz öyle değil mi? Suyun derecesi biraz düşmüş, ondan etkilendim heralde. İdare ederim ama yemek boyunca sıkıntı çekmek istemiyorum. Yüzümden anlıyor biliyorsun. - Şahin bey sizinle ilgili her konuda oldukça dikkatli Mercan hanım. Ayrıca benden sır çıkmayacağını biliyorsunuz. Amcam, biraz da uzaklaşma fikrini babama veren kişi olduğu için suçlu hissediyordu kendini. "Dilim tutulsaydı da gidin kendinizi toplayın gelin demeseydim." diye yakınırdı her fırsatta. Bazen sırf bu yüzden kimi suçlamam gerektiğini bilmediğim zamanlar olurdu. Belki de suçlu aramıyordum, kırgınlıklarımdı ağır basan. Bana ailem gibi davranmalarına rağmen emin olamıyordum bir türlü. Suçluluk duygusunun ağır bastığı bir sevgi değildi çünkü istediğim. Teknenin içerisinde üzerimi giyinip, özel eşyalarımı da aldıktan sonra marinanın otoparkındaki arabaya doğru sessizce yürüdük. Bugün Engin abi ile geldiğim için kendi arabam evde bırakmıştım. Çantamın içinde telefonum titreyince daldığım düşüncelerden uyanıp yanıtladım. - Günaydın bebeğim, mal hazır. Seni bekliyorum, takip edilmediğinden emin ol ama. Beni Şahin amcayla papaz etme. - Saat 11 oldu Aydın, ne günaydını? Ayrıca suç ortağımla beraber geliyorum, Engin abi yanımda. - Kızım suç ortağı deyip durma şu adama. Ben korkuyorum ondan. - Kapat Aydın kapat. Geldim kliniğin önündeyim. Aydın benim çocukluğumdu, çocukluk arkadaşımdı. Gerçek ailemin artık yaşamadığını öğrendiğim, farkına vardığım zamanlardan sonra hayatıma giren dört kişiden birisiydi. Koca evin dışında bana aile sıcaklığı yaşatan, kurallardan, kaidelerden azade bir hayat neşesi olmuşlardı benim için. Beş kişilik sıcacık bir ailem vardı. Gökhan, Aydın, Melike ve Vildan. Her birinde tonlarca sırım, hepsinin omzunda litrelerce göz yaşım vardı. Aydın genelde benim en pis yanlarımı gören adamdı. Onu boşuna okutup hekim etmemiştik sonuçta. Pilastik cerrahtı ama yine de olsun. Ağrılarıma iyi gelen devaları vardı. En çok da yüzümü güldürdüğü için geçerdi ağrılarım. - Benim de gelmemi ister misiniz Mercan hanım? - Gerek yok Engin abi. Aydın bırakacak beni. Sen kendi işine dönebilirsin. - Pekala Mercan hanım. Ne zaman isterseniz beni arayabilirsiniz. Ben ona abi diyordum ama o adımın önüne 'hanım' sıfatını eklemekten asla vazgeçmiyordu. Kıymetli dedem ve babaannemin kesin talimatıydı bunlar. Kendileri Giritli soy ismine sahip olan kimseye ismi ile hitap edilmemesini şart koşuyordu. Küçükken bile çalışanların bize hanım ve ya bey diye hitap etmesi can sıkıcı derecede komikti. Ancak bazı teammülleri ne yazık ki değiştiremiyordunuz. Fakat benim hitap yöntemlerime kimse karışamıyordu, ailenin gözdesi olduğumdandı sanırım. Babaannemin kaybettiği evladından, Doğan Giritli'den geriye kalan tek hatıraydım. Biraz da bu imtiyaz bunaltıyordu beni. Engin abiyle vedalaştıktan sonra oldukça işlek bir muhitte yer alan kliniğe doğru adımladım. Daha kapıdan içeri girer girmez bir sürü botokslu kadının sizi karşıladığı bir yerdi burası. Sevgili arkadaşım genelde uzun bacaklı, ideal ölçülü ve modern "güzellik" algısına en uyan hanım kardeşlerimizle çalışırdı. Bu sebeple resepsiyondan kat sekreteryasına kadar herkes aynı tornadan çıkmış gibi kusursuzdu. Kısacası Aydın'ın seçkin bir barbie koleksiyonu vardı. - Mercan hanım hoş geldiniz. Aydın bey sizi odasında bekliyor efendim. İçmek için bir şeyler arzu eder miydiniz? Aman Allah'ım ne kadar da sıkıcı ve zoraki bir karşılama bu böyle. - Yolu biliyorum, teşekkür ederim. Hanım kızın yüzü biraz asılsa da yapacak bir şeyim yoktu. Buraya defalarca kez gelmeme rağmen, ve Aydın'la aramdaki münasebeti bilmelerine rağmen beni potansiyel müşteri gibi karşılamaları sinirimi bozuyordu. Asansöre binip ikinci kata çıktığımda sevgili arkadaşım beni asansörün önünde karşıladı. - Performansında büyük düşüş var Aydın. Kapıda karşılamanı beklerdim. - Iyy suratsız. Sana kaç kez gel de sana güzel bir surat yapalım dedim ama dinletemedim. - Boş yapma güzellik, nerede benim mal? - Şaka maka bu ara sıklaştı bu serum işi Mercan. Kendine dikkat etmiyor musun? - Bugün daldım yine. Hem tüpün ağırlığı hem de suyun soğukluğu bozdu biraz dengemi. - Ekimin ortasındayız Mercan. Suyun sıcaklığı tabana yakın. Sana iyi gelmediğini bilmiyor musun Allah aşkına? Omurganı neden bu kadar zorluyorsun canım arkadaşım benim? - Biraz daha abartırsan babaanneme benzeyeceksin. - Tövbeler olsun, Allah yazdıysa bozsun. - Öyle kulağını çekip kıçını kaşımakla olmuyor o işler bebeğim. Hurafe hepsi onların. Neyse sen benim ilacımı ver de Şahin beyin öğlen yemeğindeki paylamasına karşı dik durabileyim. - Hasiktir! Bugün genel kurul toplantısı vardı ve sen dalmaya mı gittin? O yüzden mi Kartal Giritli beni güzellik uykumdan uyandırdı? - Ouvv Kartal abim de mi buradaymış? - Haberin yok mu, dün gece gelmiş. - Bilmiyorum, ben erken çekilmiştim odama, görmedim o yüzden. İki yıl önce yediğim orta dereceli vurgun nedeniyle omurgamda ne yazık ki ağrılı ataklar geçirmeme sebep olan ve dağılması sıkıntılı olan bir ödem kalmıştı. Şant takılması ya da açık ameliyatla alınması bir seçenekti ama her ikisinde de kalıcı felç riski vardı. Ne ailem ne de ben bu riski bir türlü göze alamıyorduk. Kartal abim ve amcam sürekli bir arayış içinde olsa da hiçbir yaklaşım onları tatmin etmemişti. Kartal abim mi? O, sevgili amcamın en büyük oğlu ve Giritli hanedanlığının en güvendiği adamıydı. Şu sıralarda Amerika'daki şirketin yaşadığı bir takım aksaklıklar bahane ettiği için bizden uzaktı. Bu nedenle Muğla'da olması açıkça beni şaşırtmıştı. - Bu kadar sık kortizol alman iyi değil biliyorsun değil mi? Omurganı düzeltelim derken kalbini ve böbreklerini haşat edeceğiz. - Sen bir çözümünü bulup bir tür botox geliştirene kadar yolumuz bu aslan parçası. - Dalgaya vurma artık Mercan. Şu dalışları azıcık seyreltsen daha az sıkıntı yaşayacaksın. - Bu yıl sondu zaten Aydın. Kış geldi artık, istesem de dalamam. - Neyse, sana güvenmek istiyorum. İlacı aldıktan sonra yapman gerekenleri biliyorsun. Alkol ve iyotlu şeylerden uzak duracaksın. Deniz konusunda az önce anlaştık zaten. Duş aldığın suyun sıcaklığını iyi ayarla. Ne sıcak olacak ne de soğuğa yakın. Omurganın sıcak soğuk şokları yaşayıp kasılmaması lazım. Uzun süre ayakta kalma ve lütfen sinirlenme. - O son dediğin biraz zor be yakışıklı. Amcam öğlen yemeğini marinada yiyeceğiz diye tembihlemiş. Kartal abim de burada dediğine göre ve yemeğin ana gündem maddesi benim katılmadığım toplantı olduğu için mesele sıkıntılı. O senin bebek gibi baktığın sinirlerim yaklaşık iki saat sonra hallaç pamuğu gibi olacak. - Yakışıklıyım değil mi? - Pes. Gerçekten pes. O kadar şey söyledim, senin cımbızla çekip aldığın lafa bak. Hem kesinlikle iltifatları tolore edemiyorsun. Ben sana böyle mi öğrettim, onay almana gerek var mı Allah aşkına? - Sen söyleyince o kadar etkisi olmuyor aslında. Başka birileri söylese hiç fena olmayacak. Ama onun beni neredeyse gördüğü bile yok. Kanka mıyım ben kızım ya, benden kanka olur mu, tipim güven vermiyor bir kere. Ama çok güzel sevgili olurum, denese bi görecek ama... - Sen yine kendi kendine konuşmaya başladın ama mesele de tam olarak bu. Sen Melike'ye o güveni vermiyorsun. Arkadaşken yanında çok rahat ancak seninle sevgili olduğu taktirde sinirlerine hakim olacağını düşünemiyor. - Ya hu tek sorun etrafımda alımlı kadınların olması mı? Ama onların hepsi bir araya gelse bir Melike etmez, bunu anlamıyor mu bu kız? - Anlaştıracaksın o zaman Aydın. Bir araya geldiğinizde hep tanımadığımız hatunların memelerinden götlerinden konuşmayacaksın. - İyi de kızım iş onlar. Bir jinekolog her gün vajina görüyor nasıl olsa diye aşık olmasın mı? - Bilmiyorum Aydın. Ne sen kendini adam gibi anlatabiliyorsun ne de o seni anlamaya yanaşıyor. - Neyse boşver sen şimdi bizi. Serum bitti, git ve Giritli'lerin canına oku. Ha bu arada bizim mekanda bu akşam konsept karaokeymiş. Ayrıca sadece üç gurubun şarkıları çalacakmış, biri de Moğollar, sen seversin. - Sanki bu organizasyonda sizin de parmağınız varmış gibi geliyor ama olsun. Eğer yemekten sağ çıkarsam araşırız. Melike'yi de çok takma kafana. Ben bir ara konuşurum onunla. - Hadi gel seni eve bırakayım. Bugün pek hastam yok, öğleden sonra camış gibi yatıp akşam için sesimi dinlendireceğim. Aydın'la birlikte klinikten çıktıktan sonra Giritli ailesinin o gösterişli malikanesine geldik. Ailemin İstanbul'da ve Muğla'da iki yaşam alanı vardı. İşlerin yoğunluğuna göre iki şehirde de yaşayabiliyorduk. Ama yaz ayları gelince benim favori mekanım burası olurdu. Dostlarımın hepsi buradaydı. En güzel günlerimi burada geçiriyordum anlayacağınız. Aydın'la vedalaştıktan sonra ana kapıdan içeri girip eve çıkan merdivenlei tırmandım. Eğer Aydın'ın o şahane serumları olmasaydı sanırım koşmak yerine sürünerek çıkardım bu dört basamağı. Aydın'ın asıl büyük endişesi ilaçlara karşı bir bağımlılık geliştirmemdi. Ona hak vermekle beraber, yaşadığım sıkıntıları gidermenin de başka bir çözümünü bilmiyordum, aramadım diyemezdim, bulamıyor; bulamadıkça o ağrıların beni ömrüm boyunca bırakmayacağı gerçeği ile yüzleşiyordum. Kapıda beni karşılayan çalışana duş alacağımı, benim için bir papatya çayı demlemesini söyledim. Sinirlerimi önceden gevşetmemin benim faydama olacağı kesindi. Üzerimi çıkarıp kendimi duşun içine attığımda aslında elim direk soğuk suya gitmişti ama Aydın'ın sözleri aklıma doluşunca bundan hemen vazgeçtim. Deniz suyu ısısna alışmış bedenim genelliklle o serinliği arıyordu. İşlerimi halledip duştan çıktığımda çalışanın papatya çayını komidinin üzerine bıraktığını gördüm. Biraz ılınsın diye beklerken ne giyeceğime karar verebilirdim. Şahin ve Kartal Giritli dışarıda resmi giyinmeye özen gösterirdi. Ev içerisinde ve dostlarımlayken ne kadar serbestsem; iş yemeği konseptinde geçen ve marina da yenilen aile yemeklerinde o kadar resmi olmam beklenirdi. Islak saçlarımı kremleyip, ensemde salaş bir topuz yaptıktan sonra kalın askılı, boyu dizlerimin hemen altında biten krem rengi elbisemi giydim. Yüzüme de hafif bir makyaj yaptıktan sonra rujumu sürmeden papatya çayımı içmek istedim. Son kontrollerimi de yaptığımda artık çıkmak için hazırdım. Ayaklarım her ne kadar geri gitse de o yemekte olmak zorundaydım. Uzun bir nasihat, ardından geleceğimle ilgili endişeler ve beni ne kadar sevdiklerini söyledikleri anların sonunda kapanış vakti gelecekti. Arabama atlayıp yeniden marinanın yolunu tuttuğumda buluşma saatine neredeyse geç kalmak üzere olduğumu anladım. Sanırım biraz daha hızlansam fena olmayacaktı. Az ilerideki trafik ışığının kırmızıya dönmesine saniyeler kaldığını farkettiğimde hızımı biraz daha arttırdım. Saniyelik bir hamleydi aslında yaptığım. Ancak yan şeritten benim gibi acelesi olan biri önüme kırınca bugünün kesinlikle benim hayrıma olmadığını anlamış oldum. Sanırım beni biraz daha beklemek zorundaydılar. Arabadan inip sıkıntılı bir nefes aldım. Aslında benim için asıl mesele; arabama gelen zarar değil, diğer araçtaki kişinin sağlığıydı. Bu nedenle sıkışan trafiğe aldırmadan diğer aracın başına gittim. İçindeki adam direksiyona başını dayamış öyle duruyordu. Ve açıkçası baygın olduğunu düşünüp oldukça endişelendim. Tam kapısını açıp iyi olup olmadığını soracaktım ki; ellerini direksiyona bir kaç kez vurup Allah kahretsin diye isyan etti. - Beyfendi iyi misiniz? - İyim, iyi olmaz mıyım, çok iyim hem de. Sayenizde çok iyim. - Beyfendi bakın hemen bir ambulans çağırabilirim, gerçekten iyi görünmüyorsunuz. - Lütfen bir yeri aramayın. Benim çok acelem var ve bir an önce gitmek zorundayım. - Anlıyorum ama... - Zamanla yarışıyorum hanfendi. Lütfen plakamın fotoğrafını çekin ve beni rahat bırakın. Gerçekten inanılır gibi değildi. Açıtığım kapıyı elimden çekip sertçe kapadı ve geri geri hareket ederek bir üst yola hızla saptı. Arka arkaya çalan kornalarla burada boşuna beklediğimi anlayıp arabama yeniden bindim. Neredeyse on dakikamı burada yemiştim ve Şahin bey için bu on dakika on yıl gibi geliyor olmalıydı. Tekrar marina yoluna saptığımda ise telefonum çalmaya başladı. Arayan Engin abiden başkası değildi. Çünkü Şahin Giritli bana sinirli olduğu zamanlarda iletişimi Engin abi aracılığı ile sağlardı. - Gelmek üzereyim Engin abi. Ufak bir kaza atlattım, lütfen kimseye çaktırma olur mu. Kavşakta kaza olduğunu, bu yüzden trafiğe takıldığımı söylersen sevinirim. Ben de aynı yalanı söyleyeceğim çünkü. - Öyle mi küçük hanım, demek sen de aynı yalanı söyleyeceksin. Bu yakaladığım kaçıncı yalanın acaba? - Kartal abi? - Evet Mercan benim. Sakince buraya gel, restoranın girişinde seni bekliyorum. Ufak bir kaza olduğuna önce benim ikna olmam lazım. İşte bu hiç iyi olmamıştı. Özellikle Kartal abimin kaza yaptığımı öğrenmesi benim için kabus gibi bir şey olurdu. Çünkü yediğim vurgundan sonra bütün o sancılı sürece şahit olan tek kişi oydu. Amcamlara ve babaannemlere bir şey belli etmemek için beni apar topar İstanbul'a götürmüş ve aylarca yurt dışında olduğuma dair bahaneler üretmişti. Ailemle konuşuyor ve her seferinde onları Amerika'da olduğuma ikna etmeye çalışıyordum. Amcam gerçeği öğrendiğinde onunla büyük bir kavga etmiş ve araları uzun süre bozulmuştu. Onun şimdi Amerika'da olmasının sebebi de biraz bendim. Marinanın otoparkına geldiğimde derin bir nefes alıp indim. Ekim ayının ortalarında olmamıza rağmen hava yeterince sıcaktı. Ve ben yaşadığım stres yüzünden ekstra bunalmış hissediyordum. Şu an burada olmak yerine denizin metrelerce altında yeni girintiler keşfetmek için sanırım her şeyimi verirdim...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE