📖 8. BÖLÜM – KENDİNİ BULMANIN AĞRISI
Bazen insan bir gecede büyümez.
Aylarca, hatta yıllarca canını yakan şeyler, bir anda değil…
sadece doğru anda anlam kazanır.
Ben de o noktaya geldiğimi o sabah anladım.
Gözlerimi açtığımda içimde garip bir sessizlik vardı.
Sanki uzun zamandır bağıran bir yanım sonunda yorulmuş, susmuştu.
Ama bu suskunluk korkutucu değildi.
Tam aksine…
rahatlatıcıydı.
Yıllarca kendimi başkalarına anlatmaya çalışmıştım.
Duyulsun diye, görülsün diye, değer bulsun diye çırpınmıştım.
Ama o gün fark ettim ki:
İnsanı en çok yoran şey, yanlış insanlara kendini anlatma çabasıymış.
Çünkü seni anlamak istemeyen biri için
en doğru kelime bile boşa gider.
En yüksek ses bile duyulmaz.
En samimi dertleşme bile duvara çarpar geri döner.
Ve sonunda insan şunu öğreniyor:
Gerçekten görmek isteyen göz zaten görür.
Duymak isteyen kulak zaten duyar.
Değer vermek isteyen kalp, bahaneye ihtiyaç duymaz.
Ben, o sabah tüm bunları ilk kez bu kadar net hissettim.
GEÇMİŞİN AYDINLANMASI
Bir zamanlar kırıldığım şeyleri düşündüm.
Haksızlıkları, susarak kabullendiklerimi, içime attıklarımı…
Bana ağır gelen ne varsa tek tek gözümün önünden geçti.
Ama bu kez farklıydı.
Eskiden “neden ben” diye sorduğum yerde,
şimdi “iyi ki ben” diyordum.
Çünkü yaşadıklarım beni küçültmedi.
Tam tersine güçlendirdi.
Sessizlik beni susturmadı, olgunlaştırdı.
Kırılmak beni yıkmadı, karakterimi keskinleştirdi.
Ve belki de ilk kez şunu kabul ettim:
Beni ben yapan şey yaşadıklarım değil, yaşadıklarıma rağmen duruşumdu.
Kendime dönüp baktığımda artık o eski kız yoktu.
O hemen kırılan, affetmek için kendini parçalayan,
herkesi memnun etmeye çalışan biri değildim.
Suskunluğumun içinde yeni bir ben doğmuştu.
İYİLEŞMENİN BEDELİ
İyileşmek sanıldığı kadar kolay değildi.
Acı çekmek kolaydı.
Yara almak da.
Ama o yarayı kabul edip kendini yeniden kurmak…
İşte asıl güç oradaydı.
Ben kendimi kurarken fark ettim ki:
İnsanı iyileştiren zaman değil, cesaretidir.
Cesaretin varsa toplarsın kendini.
Korksan da yürürsün.
Tek başına olsan bile dimdik durursun.
Yıkıldığına inanıldığında bile ayakta kalırsın.
Ve en önemlisi,
kimsenin elini tutmadığı yerde
kendi elinden tutmayı öğrenirsin.
İşte o gün ben,
ilk kez kendimin elini tuttum.
YENİ BENİM DOĞUŞU
Bir zamanlar “hayat beni yordu” diyordum.
Oysa artık anladım:
Hayat beni yormadı.
Ben yanlış insanları taşıdım.
Yanlış cümlelere inandım.
Yanlış kalplere emek verdim.
Hayat sadece beni uyarmıştı:
“Bırak artık.”
Ben de bıraktım.
Tutunduğum her şeyi, beni geri çeken ne varsa hepsini…
Kendime döndüm.
Kırılgan yönlerimi sevdim.
Suskun tarafımı anladım.
Ve içimde saklanan o güçlü sesi sonunda duydum:
“Artık yeter.
Artık sen varsın.”
Bu, uzun zamandır beklediğim sesti.
KALBİMDEN GEÇEN SON CÜMLE
Bugün dönüp arkama baktığımda gururla söyleyebiliyorum:
Ben kendimi kaybetmedim.
Sadece daha iyi bir hâl buldum.
Acılarım bana ayna oldu.
Hatalarım bana yol gösterdi.
Gidenler bana ders verdi.
Kalanlar bana değer öğretti.
Ve şimdi biliyorum:
Bir insanın gerçek gücü,
kimse yokken bile ayakta durabilmesidir.
Ben ayaktayım.
Hem de hiç olmadığım kadar dimdik.
Artık yol benim.
Seçimler benim.
Gücüm benim.
Ve ben bu gücü kimseyle paylaşmak zorunda değilim.
Kendim için güçlüyüm.
Kendi için iyileşen bir insan artık kimseye eğilmez.
Bu bölüm burada bitiyor.
Ama içimde büyüyen şey…
hayatın bana sunduğu en temiz başlangıcın ta kendisi.
Hayat garip bir öğretmendir.
Ne zaman bir şey öğrendiğini sanırsın,
hemen başka bir sınav çıkarır karşına.
Bir adım ileri gidince, iki adım geri itmez seni…
Sadece şöyle der:
“Daha öğrenmedin.
Biraz daha yakından bak.”
Ben de o sabah bu cümlenin anlamını ilk kez gerçekten hissettim.
Meğer benim yorgunluğum dışarıdan değil, hep içimden gelmiş.
Kalabalığın sesi değil beni boğan…
kendi içimdeki gürültüymüş.
Dışarıdan güçlü görünmeye çalışırken
içimde ne kadar yorulduğumu fark etmiyormuşum.
İnsan en çok kendine iyi davranmadığında tükeniyormuş aslında.
Ben kendime yıllarca yük olmuşum, fark etmeden.
KENDİNİ AFFETMENİN AĞIRLIĞI
Geçmişe dönüp baktığımda en zorlandığım şey kimseyi affetmek değildi.
Asıl zor olan, kendimi affetmekti.
Kendimi kandırdığım için…
yanlış insanlara güvendiğim için…
susmamam gereken yerde sustuğum için…
benden gitmesi gerekenlere “kal” dediğim için…
Kendime en büyük darbeyi hep ben vurmuşum meğer.
Ama sonra şunu anladım:
Kendini affetmeyen insan özgürleşemez.
Çünkü insan, en büyük zinciri kendi bileğine kendi takar.
Ve o zinciri kırmadıkça
yeni bir hayatı da, yeni bir bakışı da kucaklayamaz.
O gün aynaya baktım.
Kırık, yorgun ama kararlı bir yüz gördüm.
Kendime fısıldadım:
“Artık seni suçlamıyorum.
Sen sadece elinden geleni yaptın.”
Bu cümleyi kurduğum an
yıllardır içimde biriken ağırlığın yarısı silindi gitti.
ZORUN BİTTİĞİ YERDE GERÇEK BAŞLIYOR
İnsan en çok zorlandığı yerde kendini bulurmuş.
Ama ben bunu geç anladım.
Yorulduğumda sandım ki bitiyorum.
Meğer yeni başlıyormuşum.
Kırıldığımda sandım ki çöküyorum.
Meğer sağlamlaşıyormuşum.
Yalnız kaldığımda sandım ki unutuluyorum.
Meğer kendimi duyuyormuşum.
Hayat hiçbir zaman boşuna yormuyormuş insanı.
Sadece öğretmek istediği bir şey varmış:
“İçindeki gücü gör.”
Ben de gördüm.
Ve o güç, sandığımdan çok daha büyükmüş.
KAYBETMENİN ARDINDAKİ HAYAT
Bir şeyleri kaybettiğim her an
hayatın bana kızdığını düşünmüştüm.
“O neden gitti?”
“Neden bana böyle oldu?”
“Neden yine ben?”
Oysa kaybetmek… ceza değilmiş.
Kaybetmek… bazen korunmakmış.
Hayat bazen sana yük olanı senden alıyormuş.
Sen ona tutunuyorsun diye değil…
senin iyiliğin için.
Bunu geç öğrendim.
Ama öğrendiğime pişman değilim.
Çünkü bazı gidişler
en güzel başlangıçların kapısıymış.
Bazı bitişler
insanı kendine getirirmiş.
Ve bazı kayıplar…
insanın yeniden doğuşunun temel taşıymış.
Ben kaybettim.
Ama kaybolmadım.
SEÇMENİN GÜCÜ
Eskiden herkes kalsın isterdim.
Şimdi değil.
Şimdi bilerek seçiyorum.
Kim kalabilir,
kim sadece misafirdir,
kim kalbime dokunabilir,
kim kapının dışında durmalıdır…
Artık biliyorum.
Çünkü insan ne kadar büyürse,
o kadar az kişiyi yanına alırmış.
Ben de büyüdüm.
Bunu gururla söylüyorum.
Artık herkes için yer yok kalbimde.
Çünkü kalbim çöplük değil.
Kime yaslanacağımı, kimin yük olacağını ayırt edebiliyorum.
Buna “soğumak” diyenler olur.
Hayır.
Bu bilgeliğin sessiz hâlidir.
SABAHIN GETİRDİĞİ FARKINDALIK
O sabah balkona çıktım.
Hava serindi ama içim sıcaktı.
Gökyüzü açıktı ama ben kendi içimde yeni bir sayfa açmıştım sanki.
Uzun zamandır ilk kez
kendimi bu kadar net, bu kadar sade, bu kadar gerçek hissettim.
Artık kim olduğumu biliyordum.
Artık kendi hikâyemi taşıyabileceğimi biliyordum.
Kimseye ihtiyaç duymadan,
kimseye yaslanmadan,
kimseyi ikna etmeye çalışmadan…
İlk kez kendim olmaktan korkmuyordum.
Kendim olmak…
benim en büyük gücümmüş meğer.
SONUÇ DEĞİL, YENİ SAYFA
Ve o gün anladım:
Ben bitmedim.
Ben yeni başlıyorum.
Ne geçmişim beni sınırlandırıyor,
ne kırıklarım beni engelliyor,
ne de gidenler beni eksiltiyor.
Ben artık kendimin yanındayım.
Ve insan kendisinin yanındaysa,
kimse onu deviremez.
Bu bölüm burada bitti…
ama içimde yazılan yeni hayat
daha yeni başlıyor.
Ve o sabah, kendi içimde bir kapı kapandı.
Ama aynı anda, hiç bilmediğim bir kapı açıldı.
O kapının ardında ne olduğunu bilmiyorum…
Ama ilk kez korkmuyorum.
Çünkü artık biliyorum:
Kendini bulan bir insanı, hiçbir fırtına yolundan döndüremez.
Bu benim başlangıcımdı.
Ve başlangıçların en güzeli…
Kendime doğduğum gündü.