📖 11. BÖLÜM – TECRÜBENİN SÖYLEYEMEDİKLERİ
Bazı cümleler hiç kurulmaz.
Bazı acılar, ifadeye kavuşmayı hak etse bile kelimelerin dar kalıplarına sığmaz.
İnsan, en çok da susmak zorunda kaldıklarının ağırlığıyla büyür.
Ben büyüdüm…
Ama bir parçam hep çocuk kaldı.
O çocuk hâlâ içimdeydi.
Sessiz, ürkek, kimseye yük olmamaya çalışan bir çocuk.
Herkesin güçlü sandığı, gülüşlerinde yürek yırtıkları saklayan bir çocuk.
Bazen geçmiş sandığın şey aslında hâlâ seninle yürüyormuş; bunu çok sonradan fark ediyorsun.
Bugün bir şey oldu. Çok basit bir şey belki… ama içimde yıllardır dokunulmamış bir kapıyı açtı.
Bazı kapılar vardır, kimse çalmaz; ama sen arkadan kilitlesen bile hayat bir şekilde içeriyi görür.
Ben de gördüm.
Sabah pencerenin perdesini araladığımda, hava griydi.
Gri hava beni hep çocukluğuma götürür; o rengi hatırlatan şey hep aynı: umut ile umutsuzluk arasındaki o ince çizgi.
O çizgide büyüdüm ben.
Pencerenin ardından aşağıdaki sokağı izlerken kendime şu soruyu sordum:
“Ben ne zaman bu kadar yoruldum?”
Yorgunluk bazen uyku ile geçmez.
Bazen beden değil, kalp uyumak ister.
Ama hayat, kalbe izin vermez.
Telefonum çaldı. Basit bir aramaydı, ama sesin tonu bile içimde eski bir yaranın kabuğunu kaldırmaya yetti.
Karşımdaki insanın niyeti kötü değildi. Öyle olmasına bile gerek yok.
Bazen sıradan bir söz, yıllardır susturduğun bir anıyı uyandırır.
Hatırlamak istemediğin bir şeyin tokadı yüzüne iner.
Sessiz ama acıtan.
Tam kapatmaya yakın kendimi duvarda buldum, elim titredi.
O anda anladım ki bazı tecrübelerin söyleyecek çok şeyi var…
Ama insan, ancak hazır olduğunda duyar.
Kafamı toparlamak için dışarı çıktım.
Adımlarımı ağırlaştıran şey hava değildi; içimde taşıdığım sessizlikti.
Yürürken fark ettim ki yaşamak biraz da bu:
Bir yanın kırılırken, diğer yanın yürümeye devam eder.
Sokak kalabalıktı ama kalabalıklar beni eskiden olduğu gibi korkutmuyordu.
Küçükken insanların arasında kaybolacağımı sanırdım.
Şimdi ise insanların içinde kendimi daha çok hissediyordum.
Kendi içime sıkışmışken dışarının kalabalığı rahatsız etmiyor.
Çünkü bazen insan, kalabalığın içinde bile yapayalnızdır.
Ben bunu erken öğrendim.
Bir bank bulup oturdum.
Gözümden tek bir damla yaş akmadı.
Çünkü bazen insan ağlamayı bile unutur.
Ama içimde biri fısıldıyordu:
“Konuş artık… anlat… söyle… bırak içinden taşsın…”
Tecrübe konuşuyordu işte.
Ben yıllarca sustum, o yıllarca biriktirdi.
İçimde yılların ağırlığıyla eve dönerken kendimi aynanın karşısında buldum.
Aynadaki kişi bendim ama gözleri başka birinin gözleriydi sanki:
Daha olgun, daha sakin ama bir o kadar da yaralı.
Kendime baktım ve dedim ki:
“Bunca şey yaşadın… ama hâlâ ayaktasın.”
Bu cümle öylesine söylenmiş değildi.
Ben bu cümleyi hak ederek kurdum.
Eskiden biri bana haksızlık yaptığında kendimi suçlardım.
Biri uzaklaştığında, beni sevmemiş sayardım.
Ben uğraştıkça gitmek isteyen insanların arkasından koşardım.
Kendimi ispatlamak için çok çabaladım.
Şimdi geriye dönüp baktığımda şunu görüyorum:
Değer vermeyen birine değer anlatılmaz.
Gitmek isteyen kimse, kal diye ikna edilmez.
Yorulduğun yeri tutmak zorunda değilsin.
Bunları söyleyebilmek… işte tecrübe dediğin tam olarak burada konuşur.
Eskiden güçlü olmayı; hiç ağlamamak, hiç yorulmamak sanırdım.
Şimdi biliyorum:
Gerçek güç, hiçbir şey olmamış gibi davranmak değil…
Gerçek güç, yeniden başlayabilmektir.
Akşamüstü odanın ışıkları solarken, odamın sessizliği dolmaya başladı.
Duygularım, düşüncelerim, çocukluğum, gençliğim… hepsi sanki sandığın içinden çıkmış gibi ortalığa yayıldı.
Her biri ayrı bir hatıraydı.
Her biri ayrı bir acıydı.
Her biri ayrı bir beni anlatıyordu.
Küçük Nehir’i düşündüm.
O karanlık gecelerde kendi kendine büyümek zorunda kalan o kızı.
O kızın kimselere söyleyemediği şeyleri…
İçinde tuttuğu çığlıkları…
Hiç konuşmayan çocuklar aslında en çok şey yaşayan çocuklardır.
Ben de öyleydim.
O yüzden bugün bile dilim dönmez bazı cümlelere.
Kelimeler boğazımda düğümlenir.
Ama tecrübe…
O hiç susmaz.
Yıllarca susmana izin verir ama sonunda seni kendinle yüzleştirir.
Bir anda içimden geçenleri yazmak istedim.
Kalem elimde titredi.
Çünkü bazı gerçekleri yazmak, yaşamaktan daha zordur.
Ama yine de yazdım:
“Ben kimsenin anlamadığı bir kız çocuğuydum.
Ama bugün, kendisini anlamayı seçen bir kadınım.”
Bu cümleyi yazarken gözüm doldu.
Geri kalan tüm satırlar kendiliğinden aktı.
Çünkü insan kendine gerçekleri söylediği anda ağırlık hafifler.
Sonra aklıma bir şey geldi:
Biz bazen insanları affetmeyi, onları hak ettikleri için değil; kendimizi özgür bırakmak için yaparız.
Ben kimleri affetmişim aslında fark etmeden…
Kimlerin yükünü sırtımda taşımışım…
Kimlerin sözünü bugüne kadar içimde saklamışım…
Bazen bir insanın bir cümlesi, yıllarca içinden çıkamadığın bir düğüm olur.
Bazen bir bakışı, kendine olan güvenini alır.
Bazen biri gider, sen kalırsın…
Gidişlerden çok, kalışların ağırlığı vardır.
Ben kaldığım yerlerde büyüdüm.
Gidenlerin ardından değil.
Bugün bunu fark etmek bile bir iyileşme adımıydı.
Gece olduğunda dışarıdan gelen hafif bir rüzgâr sesi beni ürpertti ama aynı zamanda rahatlattı.
Bazı rüzgârlar insanın içini üşütür, bazıları temizler.
Bu temizleyen cinsten bir rüzgârdı.
Pencereyi açtım.
Soğuk hava yüzüme vurdu ama hoşuma gitti.
Çünkü bazen insanın ruhu üşür ama bedeni ısınır.
Benim ruhum üşümüştü yıllardır.
Kendime bir çay yaptım ve yatağın ucuna oturdum.
Bugün yaşadıklarımı, hissettiklerimi düşündüm.
Sonra şunu fark ettim:
Ben hâlâ iyileşiyorum.
Ve bu kötü bir şey değil.
İyileşme bir sonuç değil, bir süreçtir.
Bazen bir gün gidersin, başka bir gün düşersin.
Ama düşmek bile ilerlemenin bir parçasıdır.
Bugün yoruldum.
Ama aynı zamanda hafifledim.
Çünkü tecrübenin söyleyemediklerini duymaya başladım.
Elimi kalbimin üzerine koydum.
Uzun zamandır hissetmediğim bir sıcaklık vardı.
Acıdan değil…
Kendime olan şefkatten.
Belki de yıllarca ilk kez kendime “iyi ki” dedim.
“İyi ki savaşmışsın…”
“İyi ki pes etmemişsin…”
“İyi ki bugüne kadar gelmişsin…”
Bu cümleleri kurmak bile beni başka birine dönüştürdü.
Kendimi ilk kez bu kadar net gördüm.
Hayat bana çok şey öğretmişti,
ama en önemli ders şuydu:
Kendini seçmek de bir cesarettir.
Bugün öğrendiklerimi şöyle özetleyebilirim:
• Her yara, konuşmasa bile bir şey öğretir.
• Her sessizlik bir hikâye taşır.
• Her kırılma yeni bir yön gösterir.
• Her terk ediliş aslında bir başlangıçtır.
• Her tecrübe, seni sen yapan görünmez bir imzadır.
Benim imzam artık daha belirgin.
Çünkü acılarımla barışmayı öğrendim.
Onları yok saymadım; isim verdim, kabul ettim, bıraktım.
Bugün içimde bir cümle daha yankılandı:
“Geçmiş beni yaraladı ama beni bitiremedi.”
İşte bu yüzden,
hayatın bana öğrettiği en büyük tecrübe şu:
Sustukların seni öldürmez; kabul ettiklerin seni güçlendirir.
Ve ben bugün bir kez daha güçlendim.
Kafamı yastığa koyduğumda gözlerimi hemen kapatamadım.
Düşünmek bazen uykudan daha güçlüdür.
İnsan uykuyu erteler ama düşünceleri asla erteleyemez.
Ben de bugün yaşadıklarımın içimde bıraktığı yankıyı dinledim.
Geçmişimde kaç kere susturulmuşum…
Kaç kere “abartıyorsun” denmiş…
Kaç kere kırılmışım ama kimse fark etmemiş…
Kaç kere “hallederim” deyip kendi kendimi tamir etmeye çalışmışım…
Bugün fark ettim ki, benim bütün sessizliklerim aslında bir çığlıkmış.
Ama çığlığı kimse duymayınca insan kendi sesine bile yabancılaşıyor.
Kendimi uzun zamandır böyle net görmemiştim.
Belki de ilk kez kendime dışarıdan bakmayı başardım.
Gördüğüm şey acınacak biri değildi.
Gördüğüm şey; çok yorulmuş, ama yorgunluğunu bile sessiz taşımayı öğrenmiş bir kadındı.
Ben buyum işte.
Kimse alkışlamasa da ayağa kalkan,
kimse anlamasa da mücadele eden,
kimse tutmasa da kendi saçından çekip kendini karanlıktan çıkaran biriyim.
Ve bugün kendime teşekkür ettim.
Belki başkası etmez ama ben ettim.
İnsan bazen kendi kahramanı olmak zorunda kalır.
Ben kaç yıl başkasından bir kurtuluş bekledim bilmiyorum…
Ama artık şunu çok iyi biliyorum:
Kimsenin beni kurtarmasını beklemiyorum.
Çünkü kendi kendimi kurtaracak kadar güçlüyüm.
Bu cümleyi içimden değil, sesli söyledim.
Sanki ilk kez duyuyormuşum gibi.
O anda boğazımdaki düğüm çözüldü.
Gözlerimden yaş akmadı ama içimdeki ağırlık hafifledi.
Kendimi özgür hissettim.
Belki ilk defa.
Telefonum masada sessiz duruyordu.
Kimse aramadı, kimse sormadı.
Kimsenin merak ettiği biri olmamak
bir zamanlar çok üzerdi beni.
Ama artık biliyorum:
Herkesin merak edeceği, herkesin değer vereceği biri olamazsın.
Bazen insanlar seni anlamaz, bazen unutur, bazen umursamaz.
Bu senin eksikliğin değildir.
Bu, onların kapasitesidir.
Bugün bir şey daha öğrendim:
Kendimi yanlış insanlara anlatmaktan yorulmuşum.
Belki de bu yüzden tecrübeler, en sonunda konuşmayı bana bıraktı.
Gece ilerledikçe içimde başka bir his doğdu:
Kabulleniş.
Bazı şeylerin geri gelmeyeceğini,
bazı insanların değişmeyeceğini,
bazı yaraların iz bırakacağını,
bazı hikâyelerin yarım kalacağını…
kabul ettim.
Kabul etmek; pes etmek değil.
Kabul etmek; savaşmaman gereken yerde savaşmayı bırakmak demek.
Ben yıllarca her şeyle dalaştım.
Kaderimle, insanlarla, koşullarla, kendimle…
Meğer en büyük savaş hep içimdeymiş.
Bugün o savaşı durdurdum.
Bugün kendime bir ateşkes verdim.
Derin bir nefes aldım.
Ve ilk kez nefesimin tam içime dolduğunu hissettim.
Bu his bile bir mucizeydi benim için.
Yatağın içinde doğruldum, ayaklarımı yere uzattım.
Odanın içi karanlık ama huzurluydu.
Karanlık her zaman korkutmaz; bazen seni sarar, saklar, dinlendirir.
Işıkları açmadım.
Sessizliği bozmak istemedim.
Kendi iç sesimle konuşuyordum çünkü.
Ve o ses bana ilk kez şöyle dedi:
“Artık korkma.”
Korkmuyordum da.
Ne geçmişten, ne gelecekten, ne yalnızlıktan…
Çünkü insan kendini gerçekten tanıdığı anda, korktuğu şeyler küçülür.
Ben büyüdüm.
Korkularım küçüldü.
Belki hâlâ bazı yaralarım kabuk tutmadı.
Belki bazı cümleleri söylemeye hazır değilim.
Belki bazı geceler yine zor geçecek.
Ama artık biliyorum:
Kendi içimde bir ev kurdum.
Ve o evde üşümüyorum.
Bugün anladım ki, hayatın en büyük tecrübesi şudur:
KENDİNE DÖNMEK.
Dışarıda cevap ararken, yıllarca kendi içimde saklı olan cevabı görmemişim.
Herkesten beklediğim şeyi, kendime verememişim.
Herkesin beni anlamasını isterken, kendimi anlamayı ihmal etmişim.
Şimdi ise…
her şey yerli yerine oturuyor.
Tecrübelerimin sessizliği,
artık fısıltı değil,
net bir cümle gibi içimde yankılanıyor.
Ve o cümle şudur:
“Sen güçsüz değildin; sadece çok sustun.”
Sustuğum için kırıldım,
sustuğum için yanlış anlaşıldım,
sustuğum için yük sandım kendimi…
Ama bugün öğrendim:
Susmak bazen zayıflık değildir.
Susmak, hayatta kalma şeklidir.
Ben o sessizlikle büyüdüm.
Ve bugün o sessizlik bana konuşmayı öğretti.
Pencereden dışarı baktım;
gecenin en karanlık saati bile sabaha teslim olmaya hazırlanıyordu.
Bir günün daha sonuna gelmiştim ama içim ilk kez bu kadar başlangıç gibiydi.
Kendimle barış içindeydim.
Geçmişimle kavga etmiyordum.
Tecrübemin ağırlığı artık omuzlarımı ezmiyor, beni taşıyordu.
Ve ben şunu hissettim:
“Söyleyemediklerim beni yaraladı ama sustuklarım beni güçlendirdi.”
Bugün…
tecrübenin söyleyemediklerini en sonunda ben söyledim.
Ve iyileşmeye bir adım daha yaklaştım.
DERİN & GÜÇLÜ SÖZLER
1.”Bazen en büyük devrim, insanın kendi içine dönmesidir.”
(Kurduğumuz cümle – çok güçlü, çok derin.)
2.”Kimse bilmez… en sessiz savaşları güçlü kadınlar verir.”
3.”Ben kırıldığım yerden başlamayı öğrendim. İşte bu yüzden güçlüyüm.”
4.”Hiç kimse beni ben kadar yıkamaz… ama ben kadar da ayağa kaldıramaz.”
5.”Tecrübe acıtır; ama acıtan, aynı zamanda uyandırandır.”
6.”Kendini seçmek, insanın hayatındaki en sessiz ama en büyük zaferdir.”
7.“Sustum sanıyorlar… Oysa ben sadece güç topluyorum.”
8.“Gitti sandıklarının yerinde, daha güçlü bir ben bırakıyorum.”
9.“Hayatın beni diz çöktürdüğü yerde, ben kendime yemin ettim.”
10.“Yaralarımı saklamıyorum artık. Onlar benim imzam.”
11.”Ve o gece anladım… sustuklarım değil, sonunda konuşmayı seçen ben kurtardı beni.”
12.”Bütün yolculuk aslında kendime dönmekmiş; meğer en büyük zaferim benmişim.”
13.”Tecrübenin söyleyemediklerini ben söyledim… ve o an, yıllardır ilk kez gerçekten özgür kaldım.”
• “En büyük devrim, önce kendinde başlar.”
• “Dünya değişmez… ama sen kendinle yüzleştiğinde her şey dönüşür.”
• “Kendine dönen kadın, kaybolmaz; güçlenir.”