2.BÖLÜM

966 Kelimeler
"Neden?" dedim titreyen sesimle. "Neden yapıyorsun bunu?" Çenem öfkeyle kasılmış, göz pınarlarım sinirden yaşarmış, artık ağlamaya yüz tutmuştum. Ölen abisinin intikamı mıydı bu? Yoksa ablamın Atakan'ı daha bebekken bırakıp gitmesinin mi? Bir intikamdı, belli. Koca bir nefretti bize karşı hissettiği... Tekrar; "Neden?" dediğimde boğazımı zorlayan hıçkırığıma engel olamadım. "Hiç haberin yok değil mi Alina..." Boynuma solumaktan vazgeçmiş yine üstten üstten bakışlarıyla yakıyordu çehremi. "Hiç haberin yok. Yeğeninin ne halde? Kaç yaşında, boyu kaç santim? Hiç bilmezsin değil mi..." dedi alayla sinir karışımı bir gülüş savururken. Yutkunarak diklendim. "Beş yaşında!" Neredeyse bağırıyordum. "Beş yaşında ve onu bir kez bile göremediysem bunun müsebbibi sizsiniz!" Parmağımla yeri gösterip hâlâ sinirle bağırıyordum ki Alpaslan sözümü kesti. "Biz değiliz." dedi dişlerinin arasından keskince. "Ablan! Onu daha bir aylıkken bırakıp giden ablan! Peşinden abimi kahrından öldüren o orospu ablan!" "Düzgün konuş!" dedim gürleyen sesimle her yeri inleterek. Bu kadar bağırmama gelen hiçbir korumamız yoktu, çünkü artık hepsi Şahsuvarlarındı. Üç gün önce kıvılcımı kopan kıyametimi, o gündeyken tanıyamamıştım. Bugün ise o kıyametin mahşerine hapistim. "Düzgün insan hakkında düzgün konuşulur! El kadar bebeğini bırakıp başka adama giden kadına diyebilecek daha düzgün bir kelimem yok benim!" Kelimeler ağzının içinden bir bıçak gibi savruluyor sinirle başını keskin dönüşle dikte ediyordu. Sinirine sinirle karşılık verdim ben de; "Neden acabaa?! Neden?! Bizi bile görmek istemiyor ablam! Ne oldu da bizden bile kaçıyor acaba?!" "Sikerim ablanı! Bana ne lan senin ablandan!" dedi sinirle iğrenir gibi bakarken. Gözlerim yaşlı elini savurmasına baktım. Derin bir solukla kendini sakinleştirdi. "Umurumda değil," dedi öfkeyle hâlâ derin derin solurken. "Umurumda değil... Umurumda değilsiniz! Sen. Alina!" Keskin ve kararlı bakışlarını bana kaldırdı hüküm verir gibi. "Sen Atakan'a bir donör doğuracaksın. Hatta on donör doğuracaksın." Duyduklarımı anlayamadım. Kelimeler zihnimde bir yere oturmuyordu. Ona şaşkınlıkla bakmaktan öteye gidemezken, Alpaslan Şahsuvar kesin kesin konuşmaya devam ediyordu. "Olana kadar... Olana kadar doğuracaksın," dedi odamın içinde elleri arkasında boğaz manzarasına kadar ilerlerken. Damızlık olarak kullanılmamdan ziyade başka bir şeye takılmıştım. "Ne donörü?" dedim hayretle. Gözlerini Arnavutköy sahil kıyılarına doğru sabitledi. "Myeloblastik Lösemi..." diye fısıldadı. Anlamak için gözlerimi kıstım. "Atakan'a donör lazım. Avrupa, Amerika, Asya.... Aramadığım yer kalmadı. Yok amına koyayım. Yok." Konuşurken kendi kendine sinirlenmişti ama onun sinirinden ziyade ellerimi ağlayarak ağzıma kapattım. "O..." diye mırıldandım Atakan'ın adını ağzıma bile alamazken. "O hasta mı? Aman Allah'ım!" Elimi ağzıma kapatmış zamansız bir çığlık atmamak için dudaklarımı zaptetmiştim. "Çok da umurunuzdadır ya amına koyim..." diye mırıldandanan Alpaslan, bana bakmadan boğazı izlemeye devam ediyordu. "Ama... Ama olmaz..." diye mırıldandım göz yaşlarımı silerken. "Yeğen olmaz. Yani yeğen, kardeş gibi olmaz..." dedim art arda şaşkın bir hüzünle başımı iki yana salladığımda. Alpaslan bir anda bana yüzünü dönüp keskin bir şekilde bakarken, tahammülsüzce gözlerini devirdi. "Abim, ablan yüzünden öldü. Ne kardeşi?!" diye tısladı umursamaz ve bir o kadar da küçümser bir tavırla. "Ama ablam..." dedim yutkunurken. "O yaşıyor." Ona ablamla yat diyordum resmen. Alpaslan bir ok misali keskin bakışlarını, tam gözlerime sabitledi. "Bir hafta sonra," dedi soğukça. Tekrar üzerime doğru yürüyordu. "Bir hafta boyunca hiçbir şeyin olmadan bi'düşün sen Alina. Kalman için bir gecekondu ayarladım," dedi zevkle büyük büyük gülerken. Hayretle soluduğumda; "Aşağılıksın Alpaslan!" dedim tükürür gibi. "Seçim senin Alina... Hayatına veda etmeyi tercih edersen, mecbur ablanla yatacağım artık," dedi dalga geçer bir hâlde gözlerimin içine içine bakarken. "Bir hafta sonra..." der demez eliyle korumasına beni işaret etti ve devam etti. "Bir hafta sonra The Bosphorus Hotelde." Yakın koruması beni götürmek için kolumdan tuttuğumda kolumu savurdum; "Bırak beniii!" "Bırak Sansar. Bırak... Yolu göster hanımefendiye..." diyen Alpaslan çok eğlenmiş gibiydi ve kendini gülmekten zapteder bir haldeydi. "Ha bir de dedi elini cebine atarken..." "Bak," dedi gülerek bana bir kart gösterdiğinde. "Sana akbil çıkarttırdım. Aylık doldurdum ama bir hafta sonra ben gecekonduda yaşamaya devam edeceğim dersen, parasını alırım ha ama, ona göre..." Kahkahasını zapt edememiş karnı sarsılarak sırıtıyordu. Neye bu kadar güldüğünü anlayamadım. Akbil neydi ki? Afallamış ve garipseyen gözlerle ona baktım. "Kafayı yemişsin sen Alpaslan Şahsuvar!" Son dediğimle Alpaslan sinirlenmiş, Sansar'a beni götürmesi için el işareti yapıyordu. "Bırak!" dedim elimi tekrar kurtarıp kapıya ilerlerken. Ardım sıra Sansar gelirken hızla merdivenlerden indim. Gayem evden çıkmaktan ziyade salona gitmekti. Odam gibi boğaza bakan ve boğazdan gelen meltemin, ön camlardan süzülerek içeriye yayıldığı geniş salonda, başını dertli bir şekilde elleri arasına almış babamı gördüğümde gürledim. "BUNU NASIL YAPARSIN BABAA!!" Babam ağladığı belli ela gözlerini bana kaldırdı. "Alina..." dedi titrek bir sesle. Üç gün önce iflas ettiğinde daha çok ağlamıştı sanki. "Sen Şahsuvarların ne bok olduğunu bilmiyor musun baba?! Şahsuvarlara bir kızını daha nasıl verirsin?!" Gümüşlükten bir antika vazoyu yere çaldım. Vazo paramparça olurken ben babama bağırmaya devam ediyordum. "Alpaslan benim odama kadar girmiş, neler saçmalıyor baba! Ne demek gecekondu?! Ne babaa?! Neee?! CEVAP VER!" Oturduğu sedef kalmaları olan antika koltuktan kalkmaya babamın hiç mecali yoktu. "Ben..." dedi titrekçe. "Ben iflas ettim... Her şeyimizi aldılar. Bu evi bile. Onlara borçlandım ve..." dedi ağlamaya başladığında. "Borçlandıklarımın Şahsuvarlar olduğunu bile bilmiyordum." Altından zigon sehpanın üzerindeki el işi çini vazoyu yere serdim bu sefer de yerde binbir parça olacak şekilde hışımla. "Ne demek bilmiyordum?! Onlara borçlandın ve bilmiyordun öyle mi?! Ya tüm olanlardan sonra senin Şahsuvarlarla ne işin olabilirdi baba!" Arkamdan tok adımlarla inen Alpaslan Şahsuvar'dı ki gür ve tok bir sesle konuştu. "O vazoların parasını nasıl ödemeyi düşünüyorsun!" Sinirle arkamı döndüğümde aynı hiddetle Alpaslan'a bakıyordum. Bu borç işinde kesinlikle onun bizzat parmağı hatta komple onun tuzağı vardı. Bir vazoyu daha alıp, Alpaslan Şahsuvar'ın ayaklarının dibine saldım paramparça olacak şekilde. "GÖTÜMLEE!" diye bağırdım. Alpaslan bir an şaşırsa da ardından gözleri muzip bir parıltıyla parladı ve kahkaha atmamak için alt dudağını ısırdı. "Seninle çok eğleneceğiz Alina Sonat..." dedi zevkle sırıtırken. Babamı düşürdüğü bu derbeder hâlden de ayrı bir memnundu. Lâkin babam üç gün önce zaten bunu bilmesine rağmen benden gizlemişti. "ZEVKİNE SIÇAYIM!" dedim sinirle çıkışa doğru beni gecekonduya götürecek korumalara ilerlerken. Ardımı bir an babama döndüğümde o gelmiyordu çünkü o zaten üç gün önce anlaşmasını yapmıştı. Yalıda kalacaktı, bir sığıntıdan farksızdı. Ve artık ben de...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE