Bir hafta neredeyse bitecekti. Cuma günü gelmişti anlamadan. Geçen günlerde Ali’den uzak durmaya çalıştım. Bunu Beril istedi diye değil, sadece sevgilisi olan bir adamla yakın olmanın doğru olmadığını düşündüğüm için yapıyordum. Ali’den uzak kalmak benim için de iyiydi aslında, ona yakın oldukça daha çok düşünüyordum çünkü. Bir kez kafeteryada karşılaştığımızda bana verdiği selama oldukça soğuk bir karşılık verdim. Yüzü düştü ama bir daha o da bana gülümsemedi, hatta selamlaşmıyorduk bile. Bu canımı sıksa da katlanmak zorunaydım.
Sabah servisle okula geldiğimizde Efsun’la kafeteryaya geçtik ve sıcak birer çay ve simit alıp kahvaltı yapmaya koyulduk. Ablam sabahları kahvaltı yapmıyordu ama benim için hazırlıyordu. Ben kahvaltımı okulda yapabileceğime onu ikna ettikten sonra iki gündür kahvaltı hazırlamıyordu. Zaten okuldaki simitler çok güzeldi.
Biz aceleyle tıkınırken Ali ve çetesi (ben de alışmıştım bu benzetmeye) karşı masamıza oturdu. Ali bana arkasını dönerek oturmuştu. Beril ortalarda yoktu.
Efsun “A ben sana anlatmadım Ali’yle Beril okul bitince söz keseceklermiş” dediğinde öyle şaşırdım ki hızla aldığım nefesle simidin susamları genzime kaçıp beni boğma eğilimine girdiler. Ben deli gibi öksürüp nefes almaya çalışırken Efsun da panik olmuştu. Nefes almakta çok zorlanıyor ve sürekli öksürüyordum. Ali’yi yanımda gördüğümde güç almak ister gibi elini tuttum. Ali önce birkaç kez yavaşça sırtıma vurdu ve öksürüklerimin arasından bana su içirmeyi başardı. Su boğazıma inince bir parça rahatlamıştım ama hala öksürüyordum. Herkes başıma toplanmış bana bakıyordu. Daha fazla gücüm kalmadığı için dizlerimin üzerine çöktüm. Ali de bana su içirirken dizlerinin üzerine çökmüştü. Yavaş yavaş su içmeye devam ettikçe kendime geliyordum. Sonunda normal şekilde nefes almaya başlamıştım. Başımı kaldırıp gözlerimde yaşlarla ona baktığımda yüzünde endişe gördüm. Korkmuş gibiydi. Başımı çevirdiğimde ise bana ateş saçan gözlerle bakan Beril’i gördüm. Üzerime atlayacak gibiydi.
Ali kolumu tutarak yavaşça beni yerden kaldırdı.
“Biraz bahçeye çıkalım hava almak iyi gelir” dediğinde itiraz etmedim. Koluma girip merdivenlerden çıkmama yardımcı oldu ve bahçeye çıktık. Soğuk hava yüzüme çarpınca kendime gelmiştim.
“Çok korkuttun beni” dedi birden. Öyle şaşırmıştım ki ne diyeceğimi bilemedim.
“Ben de korktum, nefes alamamak çok kötü” dedim öksürmekten kısılmaya başlayan sesimle.
“Bir daha simit yeme” dediğinde “Simitle ilgisi yok ki” dedim
“Neden oldu o zaman”
“Efsun bir şey söyledi de” dedim. Ama söyledikten sonra pişman oldum.
“Ne dedi seni boğulma tehlikesine sokacak kadar” diye sorunca
“Önemli değil, aramızda” diye cevap verdim. “Geçelim mi içeri”
“Tamam, geçelim” diyerek beni yeniden kolumdan tutarak içeri doğru yürümeme yardım etti. Birlikte sınıfımın önüne kadar geldik.
“Teşekkür ederim Ali” dediğimde elini kolumun üzerinde gezdirip hafifçe okşadı
“Önemli değil, dikkatli ol” dedi ve ikimiz de sınıflarımıza girdik. Henüz hoca gelmemişti, ben de hemen sırama geçtim.
“Kızım neredeydiniz?” diye heyecanla soran Efsun’a olanları anlattım. Efsun kafasının üzerinde bir lamba yanmış gibi
“Ben asıl soruyu unuttum. Sana Ali’yle Beril’in sözleneceğini söylediğimde neden boğulacak kadar etkilendin?” diye sorduğunda kızardığımı hissettim. Ben ne cevap vereceğimi düşünürken hocanın sınıfa girmesiyle birlikte Efsun da susmuştu Allah’tan. Göz ucuyla Beril’e baktığımda göz göze geldik. Bana öyle büyük bir nefretle bakıyordu ki ders boyunca bir daha ona bakmadım.
Okuldan sonra Efsun’u bize davet ettim. Birlikte vakit geçirmek iyi geliyordu bana ve neyse ki o da kabul etti. Eve girip üzerimizi çıkardık ve koltuklara yayıldık.
“Artık kaçamazsın Sinemis. Ali’yle Beril’in sözleneceğini söylediğimde neden bu kadar etkilendin?” diye sorduğunda ondan içimdeki karmaşayı saklamama kararı aldım.
“İnan bana ben de bilmiyorum. Sana Ali’yle nasıl tanıştığımızı anlatmıştım. O gün onu bir daha görmeyeceğimi düşünürken bile aklımda bir yere kazınmıştı. Okulda karşılaştığımızda gerçekten hem şaşırdım hem de içten içe sevindim. O sanki çok güzel ama dokunulmaması gereken bir taş gibi. Ben ondan uzak kalmam gerektiğini kendime söyledikçe sanki içimde bir şeyler inatla ona yaklaşmamı istiyor. Benimle her konuştuğunda, bana her baktığında içim titriyor Efsun. Ve ben bundan çok korkuyorum” diye ne var ne yok anlattığımda yanıma gelip elini yüzümde gezdirdi. Ağladığımı o an fark ettim.
“Sen âşık oldun” dediğinde hayretle ona baktım.
“Ama onun sevgilisi var…”
“Olabilir, birinin sevgilisinin olması ona âşık olunamayacağı anlamına mı geliyor? Bu yürek işi, mantık değil. Üzülme her işte bir hayır vardır” dedi ve bana sarıldı.
Efsunla konuşmak iyi gelmişti. Beni rahatlatmak için bir sürü şey söyledi ve hep yanımda olacağına dair sözleri verdi. Daha sakin bir duruma gelmiştim artık ben de.
“Odana bakabilir miyim” diye yalvarınca onu odama götürdüm. Tek tek her şeyi incelerken gözü akordeonuma takıldı.
“Bu nedir?”
“Akordeon, hiç görmedin mi?”
“A gördüm, Ciguli de çalıyor” dediğinde gülmeye başladık ikimiz de.
“Ben onunla aynı türden çalmasam da evet çalgılarımız aynı” deyince merakla bana baktı
“Sen mi çalıyorsun?” diye sordu heyecanla
“Evet. Niye şaşırdın o kadar?”
“Ne bileyim, bizim okulda ve benim çevremde müzik aleti çalan bir kız yok da o yüzden”
“Anladım. Biz Çerkesiz, bu da bizim geleneksel çalgımız. Bana babam öğretmişti bunu çalmayı” dediğimde ikimiz de bir süreliğine sustuk.
“Çalar mısın peki?” dedi yine dayanamayarak.
“Çalarım tabi, umarım komşular rahatsız olmaz” dedim ve akordeonu elime aldım. Askılarını kollarımdan geçirip kısa bir süre düşündükten sonra ne çalacağıma karar verdim, Ağlatan Kafe.
Ben çalmaya başlayınca Efsun’un gözleri dolu dolu oldu. Etkilenmişe benziyordu. Fazla uzatmadan bitirince “Harikaymış bu” dedi coşkuyla.
“Ben de çok seviyorum. Dinlendiriyor beni” derken kapı çalınca yerimde sıçradım panikle.
“Komşulardır… Dedim ben sana” diyerek kapıya koştum hemen. Açtığımda karşımda uzun boylu kirli sakallı, üzerinde eşofman olan biri dikiliyordu.
“Buyurun” dedim
“O müzik sesi buradan mı geliyor?” derken burnundan soluyor gibi görünüyordu. Cevap vermekte bir an tereddüt etsem de
“Evet, buradan geliyordu” dedim sonunda. Benim korkmuş halimden sonra biraz yumuşayan yüz ifadesiyle
“Rica etsem kesebilir misiniz?” dedi.
“Ben…” derken lafımı kesti ve
“Ben dün gece çok geç yatmak zorunda kaldım. Okuldan geldim ve uyumaya çalışıyorum. Lütfen sesini kısın müziğin” dedi.
“Şey, özür dilerim. Arkadaşım çalmam için ısrar edince ben…” derken yine sözümü kesti. Bu çocuğun böyle bir özelliği vardı sanırım.
“Çalmak derken?” diye kaşının birini kaldırıp sorunca,
“O ses akordeona ait, ben arkadaşımı kıramadım da biraz çaldım. Ama tekrar etmeyeceğim, lütfen kusura bakmayın” diye cevapladım ben de. Önce birkaç saniye şaşkın şaşkın yüzüme baktı sonra da
“Tamam, çalgıcılığa merakınız ilginç, ama bir daha çalmazsanız sevinirim” dedi ve arkasını dönüp gitti. Kaba ve korkutucu bir ifadesi vardı. Kızılla kahverengi arasında kalmış sakalları onu daha da kaba gösteriyordu. Uykudan uyandığı şişmiş gözlerinden belliydi. Ve bu kaba adam karşı dairemizde oturuyordu. Çok sevimli bir komşuya sahipmişiz de farkında değilmişiz diye içimden söylenerek odama geçtim.
“Kimmiş?” dedi Efsun ben odaya girince.
“Ben dedim sana komşular rahatsız olur diye. Karşı komşu geldi, beni dövmekten beter etti. Uykusundan uyandırmışmışız da bir daha yapmayacakmışım. Gıcık ya” diyerek öfkemi döktüm.
“Tamam, boş ver gitsin ya. Çalmazsın bir daha. Benim yüzümden oldun zaten. Gidip ağzının payını vereyim istersen” dediğinde
“Hayır, hayır gerek yok, ne hali varsa görsün. Galiba üniversite okuyor. Gece uyumamış da okuldan sonra yatmış. Her neyse… Gel bir şeyler yiyelim” deyip ayağa kalkınca
“Yok canım, ben artık gideyim karanlık oldu zaten. Başka zaman yeriz olur mu?” dedi Efsun. İtiraz etmeden onu yolcu ettim ve ablamın gelişini bekledim.
Efsun servise binmemişti ve bu yüzden okula tek başıma gelmiştim. Hava o kadar soğuktu ki sıcak bir çaya çok ihtiyacım olduğu için kafeteryaya indim. Kendime bir simit ve çay aldıktan sonra köşedeki masalardan birine geçtim. Ali ortalıkta görünmüyordu. Onunla karşılaşmadan bir an önce sınıfa girmek istiyordum. Aceleyle simidimi yerken “Boğulma dikkat et” diyen sesle irkildim. Ali…
“Günaydın, oturabilir miyim?” dedi gülümseyerek. Ben de “Tabi” dedim mecburen.
“Kusura bakma biraz kaba bir şaka oldu ama dikkat etmeni istedim. Yine aynı şey olmasın” dediğinde yüzüm kızardı. Haklıydı, simidin susamı yüzünden neredeyse boğuluyordum.
“Sen kahvaltı etmiyor musun?” dedim konuyu değiştirmek için.
“Ben evde kahvaltı ediyorum. Yardımcımız Zeliha teyze kahvaltı etmeden bırakmıyor. Hala çocukmuşum gibi davranıyor da” dedi yüne gülümseyerek. “Ama senin annen ya sana söz dinletemiyor ya da fazla düşmüyor üzerine” dediğinde elimdeki çay bardağını masaya düşürdüm. Ali ne olduğunu anlamadan şaşkın bir halde bana bakarken ben çantamı alıp merdivenlerden koşarak çıktım ve kendimi dışarı attım. Okulun yan tarafında duran banka gidip soğukluğuna aldırmadan oturdum ve gözyaşlarımı serbest bıraktım. Annem aklıma gelmişti. Onun bana kahvaltı yaptırmadan asla evden çıkarmadığı, çantama koyduğu yiyecekleri elleriyle hazırlayışı, beni öperek uğurlayışı… Canım Ali’nin sözleriyle çok yanmıştı. Anneme olan özlemim hiç geçmemişti ama böyle karşımda annemi hatırlatan birini görmek sanki yarama bıçak saplamıştı. Etrafımdaki herkes bu konuda dikkat ederdi. Eski okulumdaki arkadaşlarım, öğretmenlerim, mahalledekiler, dernektekiler, akrabalarım ve ablam… Ama herkes aynı şeyi yapamazdı değil mi? Burası benim korunduğum kaleden çok uzakta bir yerdi…
Karşıdan koşarak gelen Efsun’u görünce gözyaşlarımı sildim ve ona gülümsemeye çalıştım.
“Neyin var senin?” diye sorduğunda pek başarılı olamadığımı anladım ve ona olanları anlattım ağlayarak. Bana sıkıca sarılıp teselli etmeye çalıştı. Onun yanıma gelmesi biraz iyi hissettirmişti bana.
Zilin sesini duyunca toparlanıp sınıfa girdik. İlk ders neyse ki Felsefeydi. Dilediğimce sıkılıp dersi dinlemeden durabildim. Ders bitince Efsun kafeteryaya indi ama ben onunla gitmedim. Sınıfta kalanlar da yavaş yavaş çıkmaya çalışırken kapıda Ali göründü. Beril’i almaya geldiğini düşünürken bana yaklaştığını gördüm. Önümdeki sıraya ters oturup yüzüme baktı. Onun bakmasıyla, tuttuğum gözyaşlarımı yeniden bıraktım. Bu onu daha da endişelendirdi.
“Sinemis neden ağlıyorsun lütfen söyler misin? Neden kalkıp gittin öyle? Ben yanlış bir şey mi söyledim, bilmeden seni üzecek bir şey mi yaptım?” dediğinde başımı önüme eğdim. Eliyle çenemden tutup başımı kaldırdığında göz göze gelmiştik ki
“Ali?” diyen o rahatsız edici sesiyle Beril başımızda dikildi.
“Ne oldu Beril!” diyen Ali’nin sesi oldukça sinirli çıkmıştı.
“Ne demek ne oldu? Bu kızın yanında ne işin var? Üstelik sınıfıma gelip bana selam bile vermiyorsun!” dediğinde Ali sinirle yerinden kalktı ve karşısına dikildi.
“Ne zamandan beri sana yaptığım şeylerin hesabını veriyorum? Bu sınıfa senin için gelmedim, Sinemis’i görmek için geldim ve sana da selam vermek içimden gelmedi. Aslında baksana, seni görmek bile içimden gelmiyor biliyor musun!” dediğinde Beril’in yüzü kıpkırmızı oldu.
“Beril, seninle sevgili değiliz biz. İnsanlara böyle göstermekten vazgeç artık! Seni sevmediğimi bile bile böyle davranmaktan hiç utanmıyor musun? Hiç gururun yok mu senin?” diye devam eden Ali’nin söyledikleriyle şaşkına dönmüştüm.
“Ali sen ne diyorsun!”
“Ben seninle evlenmeyeceğim. Artık bu aptal oyunu oynamaktan vazgeç”
“Öyle mi? Beni sevmiyorsun yani! Ne değişti Ali? Başkasını mı seviyorsun? Yoksa bu aptalı mı seviyorsun! Söyle onu mu seviyorsun Ali” diye bağıran Beril’in bana aptal demesi beni de sinirlendirmişti Ali gibi ama bir şey söylemedim. Ben onları izlerken
“Evet, onu seviyorum. Şimdi git buradan” diyen Ali’nin söyledikleriyle kulaklarım uğuldamaya başladı. Beni mi seviyordu? Ali? Beni?
“Bu varoşu seviyorsun yani? Doğru! O kadar basit ki tam da oyalanıp kenara atılacak biri. Artık bir süre yatağını doldurur sonra da tekmeyi basarsın değil mi?”
“Ne diyorsun ya sen? Düzgün konuş benim hakkımda” diye bu kez dayanamayarak girdim araya.
“Ne oldu tatlım zoruna mı gitti? Birkaç günde birinin aklını bu kadar başından aldığına göre işini iyi biliyorsun. Ali gibi birinin koynuna girmek için herkes yanıp tutuşurken sen ustalığını konuşturdun. Basit varoş, ucuz!” demesiyle Ali’nin elinin yüzünde patlaması bir oldu.
“Ali!” diye bağırarak önüne geçtim. “Ali ne yaptın sen?”
Aliyse gözü dönmüş gibi Beril’e bakıyordu. “Sevdiğim kız hakkında doğru konuş!” diyerek bağırmaya devam ederken teneffüs bitmişti. Ali içeri gelen öğrencileri fark edince kalabalığın arasından öfkeyle geçip dışarı çıktı.
“Bunu ödeyeceksin!” diye bana dişlerinin arasından tehditler savuran Beril de onu takip ederek dışarı gitti. Efsun benim şaşkın ve şokta halime bakarak “Neler oldu?” diye sordu. Sesimi bile çıkaramadan sıraya geçip oturdum. Hangi birini anlatacaktım ki? Ali’nin beni sevdiğini söylemesini mi, Beril’in hakaretlerini mi yoksa Ali’nin Beril’e attığı tokadı mı?
İçine düştüğüm durum kalbimi sıkıştırırken, bu işin sonunun nereye varacağını düşünmeye başladım.
Teneffüs zili çalar çalmaz koşarak sınıftan çıktım ve Ali’nin sınıfının önüne gittim. Tamamen irademin dışında, duygularıma göre davranıyordum. Normal şartlarda Ali’yle konuşmaktan kaçardım. Ama onunla yüzleşmek istiyordum. Söylediklerinin nedenini bilmeye ihtiyacım vardı.
Ali beni sınıfın kapısında gördüğünde, bu anı beklermiş gibi hiç şaşırmadı. Ona benimle gelmesini söyleyerek dışarı doğru yürüdüm. Okulun arkasına doğru hızla ilerlerken peşimden geldiğini duyabiliyordum.
“Ali sen ne yapmaya çalışıyorsun?” diye bir anda dönüp bağırdım
“Biraz sakin olur musun?”
“Olamam! Beni yok yere o kızla karşı karşıya neden getiriyorsun?”
“Kimseyle karşı karşıya gelmeyeceksin, lütfen biraz sakinleş”
“Sa-kin-le-şe-mem!” diye hece hece karşılık verdiğimde artık onun da yüzü gerilmişti.
“Sinemis beni bir kez dinle, sonrasında ne yapmak istiyorsan saygı duyacağım” dediğinde önce nefes aldım sonra da başımı öne eğip düşünmeye başladım. Bir anda aramızdaki mesafeyi kapatarak yanıma geldi.
“Lütfen…” dedi fısıltıyla ve nefesi saçlarımda esti birden. İçimin ürperdiğini, öfkemin azaldığını hissettim.
“Tamam” dedim sert olmaya çalışan ama daha çok titrek bir sesle.
“Sinemis, ben Beril’i zerre kadar sevmiyorum. İnan bana onunla tek bir dakika yan yana olmaya katlanamıyorum. Ama babalarımız ortak ve annelerimiz bizi evlendirmek için can atıyor ve ben bu baskıdan boğuluyorum.”
“Ali bunların benimle ve Beril’e söylediklerinle ne ilgisi var Allah aşkına” dedim bezgin bir sesle.
“Anlatacağım, lütfen dinle” dediğinde zilin çaldığını duyduk. Ben ağzımı açıp içeri gitmemiz gerektiğini söyleyecekken
“Beni burada bekle ve kaybolma” dedi ve koşarak okula girdi. Beklerken çoktan ders başlamıştı ama ben onun söylediğini yapıp beklemeye devam ettim. Biraz sonra elinde montum, atkım ve çantamla; üzerini giyinmiş olarak geldi.
Ben “Ali?” diye sorarken o önce atkımı boynuma doladı, sonra da montumu giydirdi ve benim şaşkın bakışlarıma aldırmadan koluma girip beni sürüklemeye başladı.
“Ali ne yapıyorsun? Okul?” dediğimde bana dönüp gülümsedi.
“İzinliyiz. Senin karnın ağrıyor ve ben de seni evine götürüyorum.”
“Nasıl yani? Kimden izin aldın?”
“Müdürden”
“İnanmıyorum Ali, iyi de sen neden götürüyorsun demedi mi? Hem karın ağrısı için izin mi verir müdür. Nasıl başardın sen?” diye merakla sormaya devam ettim.
“Hayır demedi, demez ki. Senin karın ağrının dinlenmeden geçmeyeceğini söylediğimde hiç itiraz etmedi” derken sırıttığını gördüm ve o anda ne kadar saf duruma düştüğümü anladım. Yüzüm kızarırken bir yandan da Ali’nin omzuna vurdum.
“Utanmaz! Böyle konuları kendi işlerine nasıl alet edersin!”
“Özür dilerim ama başka bir şey gelmedi aklıma” dedi masumca ve arabasının kapısını açıp binmeme yardım etti. Bense hem utancımdan hem heyecandan sesimi çıkaramıyordum.
Yola çıkalı yarım saat kadar olmuştu ki:
“Nereye gidiyoruz diye sormayacak mısın?” dedi yüzüme bakarak.
“Hayır” dedim sakince.
“Neden? Merak etmiyor musun?”
“Büyük ihtimalle konuşmak için sakin bir yere gidiyoruzdur.”
“Bu kadar eminsin yani?” diye sordu yine. Neden böyle dürtüyordu anlamamıştım.
“Ali! Beni nereye götürebilirsin ki? En fazla bir kafeye ya da bir…” derken lafımı bıçak gibi kesti
“Evime!”
Önce yutkundum ve cevap vermeden önce doğru duyup duymadığımdan emin olmak istedim. Sakin olmaya çalışarak
“Neden evin?” diye sordum. Neyse ki içimdeki titreşim sesime yansımamıştı.
“Çünkü bildiğim en rahat yer orası. Korktun mu?” dedi değişik bir ima ile.
“Hayır, neden korkayım” diye yanıtladım. Rahat davranmak için kendimi o kadar sıkıyordum ki birazdan damarlarımdan biri patlayıp kan fışkırtmaya başlayacak diye endişe ediyordum.
“Ali senden korkmam için bir nedenin mi var?” dedim dayanamayarak.
“Kötü biri olabilirim”
“Sanmıyorum”
“Sana kötülük de edebilirim”
“Sanmıyorum Ali” dediğimde frene bastı ve durduk.
“Ne yapıyorsun Ali?”
“Sinemis sen bana güveniyor musun?”
“Ali neden bana böyle sorular soruyorsun?”
“Sinemis sen bana güveniyor musun dedim”
“Güveniyorum Ali!”
“Neden?” dediğinde bir an düşündüm. Evet, Ali’ye güveniyordum ama bunun nedenini ben de bilmiyordum. Ona verecek bir cevap bulamadığım için sadece “Bilmiyorum” diyebildim.
“Bilmiyorum Ali, içimden güvenmek geliyor” diye devam ettiğimde önüne dönüp arabayı tekrar çalıştırdı.
“Tamam, teşekkür ederim. Nedenini bilmiyor olsan da bana güvenmen iyi hissettirdi” dediğinde zorla da olsa gülümsedim. Her dakika bu çocuğun çekimine giriyordum. Ama bu tuhaf tavırları kafamdaki soru işaretlerini de her saniye arttırıyordu.
“Ali, evine ya da başka bir yere, nereye gidiyorsak gidelim ve konuşalım şu konuyu. Ben eve gecikmek istemiyorum. Ablam merak eder” dediğimde bir şey hatırlamışçasına bana baktı.
“Şey… Ben sana bir şey sormak istiyorum ama seni ağlatmaktan da korkuyorum.”
“Nedir o?” dedim ve gülümsedim.
“Sabah kafeteryadan ağlayarak gittin ya? Neden?” dediğinde boğazıma bir düğüm yerleşti birden. Annem… Annemi hatırladığımda ağlamadan duramazdım ki…
“Ali, bunu sonra anlatsam?” dediğimde başını anlayışla salladı.
Biraz daha yol gittikten sonra bizim Kayseri’deki evimizden biraz daha büyük bir villanın önünde durduk. Bizim evimiz gibi bahçeliydi ve dışı beyaz boyalıydı. Bir anda kendimi Kayseri’de gibi hissettim.
Arabayı bahçeye sokmadan büyük demir kapının önüne bıraktı.
“Hadi gel” diyerek bana bahçe kapısını açtı.
“Ailen?” derken bu kez heyecanımı gizleyemedim.
“Evde değiller, yurt dışına çıktılar merak etme. Evde sadece yardımcımız Zeliha Hanım var, o da dünyanın en tatlı kadınıdır.” Dediğinde biraz olsun rahatlamıştım.
Zili çaldığında bizi güler yüzlü bir kadın karşıladı.
“Hoş geldiniz” derken yüzünden bütün samimiyeti okunuyordu.
“Hoş bulduk Zeliha teyze. Bu arkadaşım Sinemis.” diyerek beni tanıştırdı.
“Merhaba yavrum, içeriye gelin hava çok soğuk” dedi ve bizi içeri aldı. Montlarımızı çıkarıp ona verdikten sonra Ali beni merdivenlerde doğru sürükledi. Bir yandan da
“Zeliha teyze, bize o muhteşem tostundan yapar mısın?” dedi nazikçe.
“Tabi paşam, siz yukarı çıkın ben birazdan getiririm” diyen Zeliha Hanıma gülümseyerek merdivenleri tırmanmaya devam ettik. Üst katta 6 tane kapı vardı. İçerisi de dış kısmı gibi beyazdı evin. Duvarlarda tablolar, yerlerde biblolar vardı. Ev o kadar modern duruyordu ki, kim dekore etmişse çok zevkli biri olmalıydı. Ben etrafı incelerken Ali beni yine merdivenlere yöneltti. Biz bir kat daha çıkarak çatı dairesine geldik.
“Benim odam burası” dediğinde buranın bir oda mı yoksa ayrı bir ev mi olduğuna karar veremedim bir an. Tek bir kapıyla içeri giriliyordu. Boydan boya camla kaplı bölümün önünde çift kişilik bir yatak duruyordu. Tam camın önündeyse büyükçe iki koltuk ve ortalarında bir sehpa vardı. Kapı olmayan ama iki kapı büyüklüğünde girişlerle buraya bağlanan iki bölme daha vardı. Odanın içine iyice girip keşfetmeye başladım. Bölmelerden birinde duvarları kaplayan raflar ve içlerine özenle dizilmiş kıyafetler vardı. Burası Ali’nin giyinme odasıydı anlaşılan. Diğer bölmedeyse oldukça büyük bir kitaplık vardı. İçinde yüzlerce kitap bulunuyordu. Kitaplığın bittiği yerde yine boydan boya cam ve camın önünde de bir çalışma masası vardı. Üzerinde birkaç kitap ve diz üstü bilgisayar duruyordu.
Giriş kapısının dışında oda içinde bir kapı daha vardı. Banyo ve tuvalete bu kapıdan gidiliyordu. Ali yüzünü yıkamak için buraya girdiğinde anlamıştım içeride ne olduğunu.
Ali’nin yatağının baş uzunda iki tane çekmeceli mobilya vardı. Birinin üzerindeki kitabı göründe şaşkınlığımı gizleyemedim.
“Diriliş?” dedim.
“Evet, ne oldu ki?” diye baktı Ali şaşkınca.
“Ben de onu okuyorum da…” dediğimde gülümsedi.
“Zevklerimiz aynıymış, buna sevindim”
Biraz sessiz kaldıktan sonra dayanamadım.
“Ali, geç olmadan anlatsan artık şu konuyu. Benim çok geç kalmamam lazım” dediğimde beni başıyla onaylayıp camın önünde duran koltuklardan birine oturttu. O sırada kapı çaldı ve Zeliha Hanım bize iki büyük fincan çay ve muhteşem kokan tostlar getirdi. O odaya girince ayağa kalktım. Ali bu hareketime şaşırarak bakarken Zeliha Hanım da “Otur yavrum, rahatsız olma” dedi.
“Ellerinize sağlık, size zahmet verdik” dediğime gülümseyerek bana baktı.
“Afiyet olsun yavrum, zahmet ne demek. Zevkle “dedi ve başka bir isteğimiz olup olmadığını sorarak odadan çıktı.
“Sinemis, sen Zeliha teyze gelince neden ayağa kalktın” diye sordu Ali o çıktıktan hemen sonra
“Bizde büyük geldiğinde ayağa kalkılır Ali Kanşav. İsminin hakkını vermiyorsun” diye yanıtladım. O ise sadece garip bir şekilde yüzüme bakıyordu.
“Evet, haydi başla” dedim ve çayımı elime alıp onu dinlemeye koyuldum.
“Önce yiyelim” dediğinde biraz sinir olsam da tost bitene kadar bekleyebileceğimi düşünüp sesimi çıkarmadım.
Tostlar bittiğinde Ali de konuşmaya başladı nihayet.
“Dediğim gibi Beril’le tek bir dakika geçirmek istemiyorum. Ama ikimizin ailesi de bize çift gözüyle bakıyor. Ben hiç istemedim baştan beri. Ama annem bir kez denememi, yapamıyorsam devem etmek zorunda olmadığımı söylediği için denemeye karar verdim. İnan çok kısa sürede anladım onunla yapamayacağımı ve ayrıldım.”
“Ama şimdi birliktesiniz”
“Değiliz, o öyle sanıyor ve herkese öyle söylüyor. Ben ondan ayrılınca intihara kalkıştı. Ailesi perişan oldu. O tek çocukları ve ailesi üzerine titriyor. Babam da arada kaldı ve Beril iyi olana kadar idare etmemi istedi. Ben de mecburen kabul ettim. Her uzaklaştığımda intiharla tehdit etti beni. Onun bu dengesizliği yüzünden babalarımızın ortaklığı bozuluyordu neredeyse. Beril’in babası tam bir sonradan görme. Beril de ona benziyor. Kendini bilmeyen bir adam ve Beril ne isterse yapıyor. Onun bu şımarıklığının sebebi babasıdır.”
“Peki Ali, bu olayların arasında benim rolüm nedir?”
“Senden yardım istiyorum.”
“Ne yapabilirim ki ben?”
“Sevgilim olabilirsin” dediğinde şaşkınlıktan
”Ne?” diye bağırdım.
“Yani sevgilim rolü yapabilirsin. Daha önce bir kaç kez denedim ama Beril hepsini korkuttu, tehdit etti, bir şekilde okuldan attırdı ve başaramadım. Ama sen güçlü bir kızsın. Bana ancak sen yardım edersin”
“Ali, anlamadığım şey şu; bu kız sana hasta derecede âşık ve sen, bir sevgilin olduğunu görünce senden vazgeçeceğini mi düşünüyorsun”
“Öyle değil tam olarak. O beni ondan daha fazla seven birini bulursam yolumdan çekileceğini söyledi. Ama ona kimse direnemiyor. Sen yapabilirsin”
“Ali, o beni de tehdit ediyor.”
“Korkma, ben seni koruyacağım ve zarar gelmesine izin vermeyeceğim. Ama ne olur en azından şu okuldan mezun olana kadar bana yardım et.” derken öyle masum bakıyordu ki ona hayır demek mümkün görünmüyordu.
“Yardım edecek misin?” diye sordu umutla. Kısa bir süre düşündüm. Bu durum mantığıma hiç yatmasa da kalbim ona yardım etmem gerektiğini söylüyordu.
“Tamam, en azından deneyebilirim” diye yanıtladığımda çocuk gibi sevindi ve elimi tutup bana teşekkür etti.
“Ah Ali…” dedim içimden. “Gözlerin öyle güzel bakıyorlar ki, sana hayır demek cehennem azabı gibi acıtırdı içimi, bunu hissettim… Her şeye karşı yanında olacağım, söz…”
Ali’yle anlaştıktan sonra biraz daha sohbet ettik, planlar yaptık ve sonra Ali beni evime kadar bıraktı. Bir yola çıkmıştım. Hayırlısı dedim kendi kendime, hayırlısı.
Gece olup yatağıma girdiğimde bütün olanları düşündüm. Ali… Onun bakışlarından bu kadar etkilenirken, yanında hiç hissetmediğim gibi hissederken nasıl rol yapacaktım? Ya umutsuz ve karşılıksız bir aşkın eline düşersem, nasıl kurtulurum bundan diye düşünerek kendimi kemirdim sürekli. Korkuyordum, ama Ali’ye de yardım etmek istiyordum. Bunu hem onu kurtarmak, hem de on bir parça daha yakın olabilmek için kabul etiğimi kendime itiraf ettikten sonra Diriliş’i elime alıp Ali’yi düşünerek okumaya başladım. O da aynı kitabı okuyordu. Ne kadar güzel bir tesadüf olduğunu düşündüm. Aslında kendimi özgür bıraksam, başka bir sürü şey de geçerdi içimden ama izin vermedim. Tehlikeliydi bu kadar kaptırmak, dönüşü olmayan yerlere götürebilirdi beni…