Genç kadın kaya oyuğunda sakladığı sırt çantasını alarak fermuarını çekti. İçini kontrol ederek hiçbir şey alınmadığını anlayınca kayanın dibine çöktü. Zaten evden çıkarken yakalanma korkusuyla adrenalin tavan yaparak, kadını nefes nefese bırakmıştı. Biraz dinlenip sakinleştikten sonra kaya dibinden kalktı. Üstüne başına çeki düzen vererek çantasını sırtına taktı. Saçlarını bileğine taktığı siyah lastik tokayla toplayıp yola koyuldu. Yürürken etrafı kolaçan etmeyi de bırakmıyordu. Öğlendi ve ailesi evdeydi. Otobüs bileti sipariş ederken özellikle bu saatleri seçmişti. Güneş en tepede yazın geldiğini belli etmek ister gibi etrafı kavurucu sıcak havayla kuşatmıştı.
Evden kaçıyordu.
Çok sevdiği, doğup büyüdüğü, ilk kez aşık olduğu, yollarında onunla el ele yürüdüğü Şanlıurfa`sını terk ediyordu.
Gideceği yeri düşününce sırt çantasının kulplarını sıktı. Heyecanlıydı. Nasıl karşılanacağını bilmiyordu. Ya kovarlarsa? Ya inanmazlarsa?
Kafasını salladı. İnanacaklardı. İnanmazlarsa kanıtlayacaktı.
Otobüs durağına gelince geçmesini beklediği otobüse ucu ucuna yetişmişti. Yetiştiği için sevinerek otobüse bindi. Durağa yaklaşırken saçlarını açarak başına tülbentini bağlamıştı. Tanınma şansını en aza indirmeye çalışıyordu. Otobüse binerek otogara geldiğinde sorunsuz geçen yolculuk için rahat nefes almıştı. Yarım saat sonra Kütahya`ya giden otobüse binerken kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Koltuğa oturduktan sonra kucağına koyduğu çantasından yazılı adres olan kağıdı çıkardı. Ezbere bildiği şehri, sokağı, evin numarasını tekrar okudu. Kağıdı tekrar katlayarak çantasına koydu. Çantasına iyice sarılarak bakışlarını yola dikti. İçindeki korkuyu ötelemiyordu. Ellerini korkuyla karnına bastırdı.
Babası ve ağabeylerinin bir yerden çıkacaklarını hayal ederek kendine eziyet ediyordu. Heyecandan sıcak basıyor tülbentini açma isteğiyle dolup taşıyordu. Sıradaki dinlenme tesisine kadar uyumak en iyisiydi. Hiç olmazsa zihnine dolan kötü düşünceleri kendinden uzak tutabilirdi. Zaten Kütahya`ya dokuz saat elli dakika süre vardı. Gideceği yeri düşünerek gözlerini kapattı ve durumundan dolayı derin uykuya daldı. Saatler sonra Kütahya`ya vardığında vakit çoktan gece yarısı olmuştu. Otobüsten inip otogarın bekleme salonuna doğru yürüdü. Bilet gişelerine göz gezdirdi. Rastgele birine yaklaşarak şehirde en yakın oteli sordu. Kadın görevli en yakın otelin adresini kağıda yazarak ona uzattı.
Hilton Otel...
Kadın teşekkür ederek otogardan çıktı ve otogarın önünde bekleyen taksilerden birine yaklaştı. Boş olduğunu görünce hemen bindi ve az önce görevlinin yazdığı adresi şoföre uzatıp kendisini oraya götürmesini istedi. Otele doğru giderken uzun zamandır biriktirdiği iki bin lirayı düşündü. Paranın bir süre kendisini idare edeceğini umut ederek paranın bulunduğu çantayı göğsüne bastırdı. Yarım saat sonra adresini verdiği otelin önünde durduğunda ücreti ödeyerek indi arabadan. Otele girerek lobide kendisine gülümseyen resepsiyon görevlisine yaklaştı.
“İyi geceler. Tek kişilik odanız var mı?”
“İyi geceler efendim. Hoşgeldiniz. Tek kişilik odamız var elbette. Kaç gece kalacaksınız?” diye sordu kadın hala gülümserken.
“Hoş bulduk hanımefendi. Tek gece kalacağım. Ücreti ne kadar peki?”
“Gecelik 160 lira hanımefendi.” dedi görevli kadın. Genç kadın etrafa bakındı. Otel oldukça ferah ve temizdi. Bakışlarını resepsiyondan çekti ve çantasından cüzdanını çıkardı. Kimliğini kadına uzatarak
“Bir oda verin o zaman” dedi
Kimliğiyle işlem yapıldıktan sonra parayı ödeyerek oda kartını almıştı. İkinci kattaki odasına asansörle çıkarken yarın sabah yapacağı ziyareti düşünüyordu. Acaba ne tepki verecekti?
Heyecanla kalacağı odaya girdiğinde ilk önce lavaboyu kullanarak ihtiyaçlarını giderdi. Sonra duş alarak üzerine pamuklu geceliğini giydi. Örtüsünü çekerek yatağa girdiğinde yoldayken yediği krakerle ayakta kaldığını hatırladı. Her zaman formunda olan iştahı kapanmıştı. Hepsi yoğun stres yüzündendi. Kendine güzel bir kahvaltı sözü vererek gözlerini kapattı ve derin uykuya daldı.
Gece geçirdiği bölük pölçük uykudan sonra ter içinde uyanan kadın gördüğü farklı kabuslar yüzünden nefes nefeseydi. En sonki kabusunda büyük kara bir yılan zehirli dişlerini kadının boynuna geçiriyordu. Eli gayri ihtiyari boynuna giden kadın yutkundu. Yılanlardan çok korkardı. Adını bile söyleyemez ürperirdi. Şimdi bu kabusu neden görmüştü ki?
“Allah`ım sen rüyamı hayırlara vesile et.”diye dua ederek yataktan çıktı. Çoktan sabah olmuştu. Duvardaki saate baktı. Saat 07:26`ydı. Camı açarak içeri serin havanın dolmasını sağladı. Demek yazın Kütahya Şanlıurfa kadar boğucu sıcak değildi. Banyoya girerek elini yüzünü yıkayıp ihtiyaçlarını giderdi. Elini yüzünü kurulayıp çıktıktan sonra üzerini giyindi. Beline kadar uzanan gür siyah saçlarını tarayıp çantasını kontrol etti. Geceliğini çantasına koyarak çıktı odadan. Şanlıurfa yazın ne kadar sıcaksa Kütahya yazın o kadar serindi. Havadan haberi olduğu için çiçekli elbisesinin üzerine giydiği ince cekete sarındı.
Otelin restoranında kahvaltı ettikten sonra ara ara hatırladığı kabusun etkisinden çıkmaya çalışarak otelden ayrıldı. Yolda boş giden taksiyi durdurarak bindi ve ezberindeki adresi verdi. Birkaç dakika sonra uzun zamandır gelmenin hayalini kurduğu evin olduğu sokaktaydı. Fakat sokakta bir gariplik vardı. Elinde bayraklarla ilerleyen insanlara şaşkınlıkla bakan kadını şoförün sesi kendine getirmişti.
“Abla buradan sonra yaya gideceksin. Bu sokakta yine bir eve ateş düşmüş. Allah rahmet eylesin” diye dua etti şoför.
“Tamam abi. Teşekkür ederim. Borcum ne kadar?” diye sorduğu sırada arabayı kenarak çekerek insanlara yol veren şoför kendisi de indi arabadan. Kadının olduğu tarafa yürüyerek kapısını açtı. Kadın indikten sonra arabayı kilitleyen şoför
“Borcun yok abla. Ben de cenazeye katılacağım zaten. Sen buradan sonra kendin devam et.”
“Şehidin kim olduğunu biliyor musunuz?”diye sordu genç kadın. Acı bir gülümseme belirdi adamın yüzünde.
“Adı önemli değil yiğidimin. Canını vatan için feda eden her asker benim kardeşimdir.”
“Allah sabır versin”
“Amin abla.”
“Hoşça kalın” dedi kadın. Kafasını salladı şoför.
“Güle güle”
Genç kadın arkasında bıraktığı şoförün dediklerini düşünerek kalabalığın olduğu evin önünde doğru yürüdü. Yaklaştıkca kalbi hızlanan kadın içinden Allah`a yalvarmaya başlamıştı.
“Allah`ım lütfen orası olmasın” duası kabul olmamıştı. Cenaze tam da O`nun evinin önündeydi. Acı tıpkı kabusundaki kara yılan gibi kalbini zehirlerken bedenini taşıyamayan bacaklarına güç vermek için duvara tutundu. Cenaze erkeklerin omzunda yola koyulurken arkasında gelen kadınlara takıldı bakışları. Her iki koluna girdikleri orta yaşlı kadın sessiz ağıtlarla yürüyordu cenazenin arkasından.
Annesiydi o kadın. Hissetmişti.
Yanaklarından süzülen yaşları silmeye tenezzül etmeyerek elini ağzına kapattı. yüreği acıyla çığlık atarken dili “Cenk.” diye feryat etti.
Sessiz olmaya çalışarak duvarın dibinde büzüldü. Al bayrağa sarılı tabut yanından geçerken boğazını parçalayan çığlığı yutmaya çalışırken üzerinde dolaşan üzgün çokca öfkeli gözleri gördü. O bakışlar gözlerine çıktığında ürpererek alt dudağını ısırdı. Gözleri içine korku ekerken kendini koruma içgüdüsünü devreye sokmuştu. Titreyen kollarını kendine sararak görünmez olmak ister gibi duvarın dibine sindi. O karışıklıkta nasıl başardıysa adamı inceleme fırsatı bulmuştu. Yapılı vücudu, güneşin dans ettiği açık kahverengi saçları, öfkeli çehresi vardı. Bakışlarını öfkeli adamdan çekip son yolculuğuna çıkan Cenk`in tabutuna baktı.
“Sevgilim” dedi titrek sesle. Kalbinin ucuna düşen ateş içini dağlarken ruhu acı içinde feryat ediyordu. Eli bayraklı kalabalığı gördüğünde yüreğinde filizlenen acı, tabutu gördüğünde içine akan gözyaşlarıyla büyümüş göğsünü parçalamıştı.
Acıyla gurur aynı anda üzerine çullanır, hangisinin ağır bastığını anlamıyordu insan. Bu vatan bir yiğit daha kaybetmişti. Bir yiğit daha canını vatanı için feda etmiş, en yüksek zirveye; şehitlik zirvesine ulaşmıştı.
Acıyla pişen kalbine bastırdığı elini çekerek duvara tutunmak isterken başının dönmesiyle etrafının nasıl karardığı görmüştü. Zihni karanlığa çekilirken acıyla inlemişti.
Bir birine yapışmış kirpiklerini koparmak istemese de burnuna dolan ilaç kokusundan nerede olduğunu anladı. Hastanedeydi. İstemese de gözlerini açan kadının nefesine dolmuş acısı boğazından aşağı yuvarlandı. Yutkunmakta zorlansa da etrafa bakındı. Klasik hastane odasındaydı. Buraya nasıl geldiğini düşünürken aniden kalkmak istese de ağrı giren başını tutarak geri yattı.
“Düşerken başını çarptın.”
Odada yankılanan naif sesin sahibini aramak için kafasını çevirdiğinde koltukta oturan kadını gördü. Tam onun kim olduğunu soracakken içeri giren adamı tanımıştı. Kendisini Cenk`in evinin önüne bırakan taksiciydi. Uyandığını görünce gülümsedi.
“Uyanmışsın abla.”
Ağzını açmak istediğinde çatlayan boğazı yüzünden yüzünü acıyla buruşturdu. Kadın ayağa kalkarak sürahiden bardağa su doldurdu ve genç kadına uzattı. O suyu doldururken elini kafasına götüren kadın sargıya dokundu. Bayılmadan önce duvara çarptığı kafasının acısını hissetmişti.
“İç kızım” diyen kadına baktı. Bardağı uzatmış anlayışlı gözlerle kendisine bakıyordu. Titreyen eliyle bardağı kavrayıp dolu gözlerle suya baktı. Sevdiği adam kara toprağın altındayken o suyu nasıl içecekti? Nasıl nefes alacak, nasıl gülecekti? Yutkundu. Yutkunurken kuru boğazı canını yakmıştı. “İç kızım. İç ki karnındaki sabiye kan, can gitsin. Günlerdir uyuyorsun.” Dedi kadın anlayışlı sesle. Kafasını kaldırıp ona baktı.
Taşıdığı canı, sevdiği adamın emanetini hatırladı. Bardağı dudağına dayarken kırptığı gözlerinden yaşlar süzüldü. Suyunu içtikten sonra bardağı alan kadına
“Siz kimsiniz?” diye sordu. Kadın ona dönerek gülümsedi. Gülümsemesi samimiydi.
“Seni baygın bulan taksicinin annesi Sevcan. Hastaneye getirdikten sonra bebeğim diye sayıklamışsın. O yüzden oğlum Sait de beni çağırdı.” Naif sesi Sahra`nın kalbini okşarken Sevcan yanındaki sandalyeye oturup elini tuttu. O an genç kadın göğsünü parçalayan acıya yenilmiş Sevcan`ın elini sıkmıştı. “Sait cenazeyi görünce kötü olduğunu ve bayıldığını dedi. Düşerken başını çarptığını görünce seni hastaneye getirdi.” Başınını kaldırarak duvara dayanaran onları sessizce dinleyen fazlaca genç adama baktı. Sait bakışlarına üzgün gülümsemeyle karşılık verdi.
Bakışlarını Sait`ten alıp Sevcan`a çevirirken zihninde beliren kesik anılardan birinde arabaya bindiriliyordu. Demek onu buraya getiren taksici Sait`ti. Tekrar bakışlarını Sait`e yönlendirdiğinde bu sefer minnetle gülümseyen kendisiydi.
*******
Dört gün sonra hastaneden çıktıklarında Sevcan`a sıkıca sarılan kadın yine ve yeniden ona teşekkür etti. onu anne sevgisiyle saran Sevcan bebeğine ve kendisine iyi bakmasını ve üzülmemeye çalışmasını tavsiye etmişti. Ondan ayrılan Sahra çalışır vaziyetde kendisini bekleyen arabaya bindi. Sait onu götürdüğü yere tekrar götürürken kalbini dilimleyen acıya dayanmaya çalıştı. Göğsünden kopan kara bulutlar gözlerinden yağmur olarak aktı. Dudaklarını bir birine bastırarak hıçkırığını engellemeye çalışsa da başarılı olamadı. Sait tek kelime etmeden kutudan peçete çekerek ona uzattı. Cılız bir teşekkürle kendisine uzatılan peçeteyi alan kadın yanaklarını kuruladı. Araba durduğunda gözlerinden akan yağmur hızlanmıştı.
“Teşekkür ederim Sait. Her şey için” daha fazla konuşamadı. İki cümleyi zar zor kurmuştu zaten.
“Lafı bile olmaz abla. Allah sana sabır versin. Şehidim şu an cennette. Sen kendine ve yeğenime iyi bak yeter.”
“Allah razı olsun”
Arabadan inerek sarsak adımlarla diğer evlerden seçilen eve yürürken birkaç metre kala tökezleyerek düştü. Dizleri düşmenin etkisiyle acıdı. Zor durdurduğu yaşları bu bahaneyle yeniden akmaya başladı. Ellerini yere dayayarak ağlarken
“Abla iyi misin?” biri ona seslenmişti. Kafasını kaldırıp baktığında kendisine doğru eğilmiş on, on iki yaşlarında erkek çocuğunu gördü. Kızarık gözlerinden ağladığı belli oluyordu. Yanaklarını silerek çocuğun kendisine uzattığı eli tutarak ağırlığını yere verip ayağa kalktı.
“Bu ev şehit düşen askerin evi mi?” diye sordu evden çıkan insanlara bakarken. Çocuk burnunu çekti. Kadın çocuğun şehidi tanıdığını anlamıştı.
“Evet” dedi çocuk.
“Kim o?” bildiği sorunun cevabını beklerken boğazı daraldı. Çocuk eve kısa bakış atarak kendisine döndü.
“Komşumuz Cenk abinin” dedi kederli sesle. Kadın verdiği son nefesini içine çekmek ister gibi ağzını açmıştı. Canından nasıl can koptuğunu hissetmişti. Ailesinden kaçarak sığınmak için geldiği adamı kara toprak yutmuştu. Onu yapayalnız ve ölümle başbaşa bırakmıştı. Ailesinin onu aradığını biliyordu. Şilvan aşiretinin eli silah tutan erkekleri çoktan Urfa`nın altını üstüne getiriyorlardı. Çocuk elini bırakmadan boş çuvalı andıran bedenini kendiyle beraber bir yere sürüklemeye başladı. Acısı öyle büyüktü ki nereye gittiğini bile bilmiyordu. Bir evin önünde durduklarında çocuk bahçe kapısını açarak onu bahçeye soktu. Yavaşça eve doğru yürüterek dış kapıyı açtı ve kadını içeri doğru ittirdi. Ayakkabılarını çıkarmasına yardım ederek küçük salona götürüp geniş kanepeye oturttu. Yaşı küçük olsa da az önce evine getirdiği kadının durumunun hiç iyi olmadığını anlamıştı. Belli ki Cenk ağabeyini tanıyordu. Daha önce onu buralarda görmemişti. Buna emindi. Çünkü kadın bir kere bakıldığında hafızalara kazınacak güzelliğe sahipti. Belki de üniversiteden arkadaşıydı. Daha fazla düşünmedi.
“Abla” diye seslendi dikkatini çekmek için. Kadın boş bakışlarını kendisine çevirdi.
“Adın ne senin?” diye sordu kadın çocuğu yeni görmüş gibi. Endişelendi çocuk.
“Adım Emir. Senin adın ne?”
“Sahra” etrafa bakındı nerede olduğunu anlamak ister gibi. Aldığı darbe duygularını dondurarak kuklaya dönüşmesine neden olmuştu. Az önceki acı en derinine gömülmüştü. Aniden hissizleşmesi hayra alamet değildi. Biliyordu.
“Su ister misin abla? Ya da başka bir şey?”diye sordu çocuk. Konuşurken dikkatle kadını izliyordu.
“Su iyi olur.” Birden gelen susuzluk, ismi gibi bütün hücrelerini kupkuru bırakmıştı. Çocuk salondan çıkıp mutfak olduğunu tahmin ettiği yere giderken kadın sırtındaki çantasını çekerek kucağına aldı. Sanki içinde çok değerli hazine varmış gibi sıkı sıkı göğsüne bastırırken boğazından kaçan hıçkırığa engel olamamıştı. Hayatı bu çantadaydı. Başkası için önemsiz birkaç fotoğraf, mektuplar, küçük hediyeler onun için hayatın ta kendisiydi. Sevdiği adamı düşününce içine düşen ateş yanaklarından yaşların süzülmesine neden olurken içeri elinde su bardağı giren Emir`in sesiyle irkilmişti.
“Ağlama abla” dedi titrek sesle. Yanına yaklaşarak bardağı sehpaya bıraktı. Genç kadın ağladığı için içten içe sevinmişti. Çünkü az önce hislerinin donduğundan şüphelenmişti. Kendini boş ve yararsız hissetmişti. Neyse ki geçmişti. Emir onun için üzülerek yanına gitti. Çekine çekine yüzüne baktı dolu dolu gözlerle. Kadın karşısındaki sevimli çocuğun isteğini anlamıştı.
“Sana sarilabilir miyim?” diye sordu çatallı sesiyle. Küçük tebessüm eden çocuk kollarını açarak ona yaklaştı. Kadın o küçük bedene sarılırken yüreğinin kıyısına vuran ağlama dalgasına yenilerek sessizce ağlamıştı. Hiç tanımadığı bu çocuk ona sığnak olmuştu. Emir ona babasından beklediği şefkati veriyor, saçlarını okşayarak her şeyin olacağını söylüyordu.
Olmayacağını bile bile.
Uzun süre öyle kaldıktan sonra geri çekilen kadının acısı şimdilik dinmişti. Yanaklarını Emir`in verdiği mendille kurulayıp suyunu içerken üzerine çullanan yorgunlukla baş etmeye çalışıyordu. Emir elinde gazlı bezle geldiğinde dizlerini incittiğini anladı. Kalp acısı öyle büyüktü ki, fiziki acısını hissetmemişti. Dizlerini çocuğun getirdiği bezle sildi.
Uyku tutkulu aşık gibi gözlerini sararak kendine çekiyordu. Ona direnmenin gittikçe zorlaştığını fark edince bardağı sehpaya bıraktı. Ayağa kalktı. Kalkarken o kadar hızlı hareket etmişti ki, başı dönmüştü. Hafif sendelediğinde koluna yapışan küçük eller sayesinde dengesini sağlayabildi. Geri oturdu. Kafasını kendisine bir şey söyleyecekmiş gibi bakan küçük adama çevirdi.
“Abla, annemler Cenk abinin mezarını ziyarete gittiler. Belli ki sen de Cenk abiyi tanıyorsun” dediğinde kadın fazlasıyla yakından tanıyorum hem de diye geçirdi içinden. Ağzını açmadan konuşmasını dinledi. “Onlar gelene kadar azıcık uyu istersen. Ben başında beklerim.” Son cümlesini büyük adam edasıyla söylemişti. Kadın gülümsedi. Uzanıp çocuğun sarıya çalan açık kahverengi saçlarını okşadı.
“Tamam” dedi sevgi dolu sesle. Küçük adamını sevmiş ona güvenmişti. Ona öyle bir zamanda elini uzatmıştı ki, ölse unutmazdı.
“Sen uzan o zaman buraya. Ben sana battaniye getireyim abla” sevinçten parlayan gözleri, mutlu olduğunu gösterek sesine karşılık gülümseyen ya da gülümsediğini düşünen kadın oturduğu kanepeye uzandı. Gözlerini kapatırken üzerine örtülen battaniyenin yumuşaklığını hissetmişti. Sevdiği adamı kanlar içinde gördüğü rüyasından irkilerek uyandı. Gözlerini daha açmadan yanıbaşında fısıltıyla konuşan kişileri duymuştu. Biri Emir diğeri de bir kadındı. Büyük ihtimalle Emir`in annesiydi. Kendisini soruyordu oğluna. Nerede bulduğunu, kim olduğunu. Çocuk anlatırken gözlerini zor da olsa açabilmişti. Onun uyandığını gören Emir yanına geldi.
“Nasılsın abla?” diye sordu.
Genç kadın kendisini izleyen kadına bakarak oturur pozisyona geçti. Otuzlarının başında, gözlerinden yaşadığı acıların yuvalandığı soluk mavi renk gözlere sahip çirkin olmayan bir kadındı. Üzerinde uzun kollu bluzu, uzun eteği, başında kumral saçlarının yarısını saklayan yazması vardı. Eğer bu kadın Emir`in annesiyse oğlu gözlerini babasından almıştı. Çünkü Emir`in gözleri kahverengiydi.
“İyiyim canım. Kaç saattir uyuyorum ben?”diye sordu kadın.
“Akşam oldu.”dedi Emir`in annesi olduğunu düşündüğü kadın.
“İyi akşamlar. Ben özür dilerim size rahatsızlık vermek istemedim. Çok yorgundum ve burada uyuya kalmışım. Şimdi gidiyorum.”
Kadın gitmesine elbette izin vermedi. Önce kendini tanıttı. Adı Esma`ydı ve tahmin ettiği gibi Emir`in annesiydi. Biraz konuşup çay ikram ettikten sonra Cenk`i nereden tanıdığını sormuştu. Arkadaşı olduğunu demişti kadın. Başka ne diyebilirdi ki?
Bir süre onun hakkında konuşup kanayan yarasını deşen Esma hanım başsağlığı için gitmek isteyip istemediğini sordu. İstiyordu elbette. Oraya sadece başsağlığı için değil çok önemli bir haber vermek için de gidiyordu. Dakikalar sonra çantasını alıp evden çıktıklarında duruşunu dikleştirdi.
Sevdiği adamın doğup büyüdüğü eve yaklaştıkça kalbi hızla çarpıyordu. Nasıl tepki vereceklerini merak ediyordu. Nihayet evin önüne geldiklerinde derin bir nefes alarak Esma`nın kapıyı açarak kendisini içeri davet etmesini izledi. Ayaklarına komut vererek içeri girdi. Esma`nın bu kadar rahat olmasından çok yakın komşu olduklarını anlamıştı. Ayakkabılarını çıkartıp Esma`yı takip ederek salona girdi. Evde birkaç kişi vardı ama gündüz olduğu kadar kalabalık değildi. Esma`nın ardından sade ama şık döşenmiş salona girdiğinde ilk Cenk`in annesini fark etti. Salondaki kişiler onu gördüğünde birbirilerini dürterek dikkatle bakmaya başladılar. Hatta fısıltılar arasında güzel olduğu hakkında bir iki yorum duymuştu. Umursamadı.
Şu an onun hedefi haberi vereceği kadın; yani Cenk`in annesi Songül Hanımdı. İsmini yeni hatırlamıştı. Cenk annesini anlatmıştı ona uzun uzun. Onu ne kadar sevdiğini, ne kadar iyi anne olduğu hakkında konuşmaları hiç bıkmadan dinlemişti.
Yavaş adımlarla kadının önünde durdu. Ağlamıyordu ama sessizce ağıt yakıyordu ömrünün baharında kara toprağa verdiği gencecik oğlu için.
“Songül Hanım” dedi kadının dikkatini çekmek için. Songül Hanım kafasını kaldırıp kızarmış gözlerle baktı kadına. O gözleri gören kadının içi cız etmişti.
“Sizinle yanlız konuşabilir miyiz?”diye sordu. Bakışlarını onları merakla izleyen kadınların üzerinde dolaştırıp tekrar yaşlı kadına baktı. Songül Hanım onu baştan aşağı süzüp kaşlarını çatarken eliyle kadınlara çıkmaları için işaret etmişti. Teker teker odadan çıkan kadınların ardından bakan Sarha orada sadece ikisi kaldığında çantasını koltuğa bırakarak Songül Hanımın önüne geldi. Dizlerinin üzerine çökerek ellerini kadının dizlerine koydu. Neler olduğuna anlam veremeyen yaşlı kadın kendisine şaşkınlıkla bakmıştı.
“Benimle neden yalnız kalmak istedin?” diye sordu zayıf çıkan sesiyle. Başını eğdi kadın. Az sonra söyleyeceklerini toparlamak için bir iki saniye bekledi. kadına bakmadan
“Cenk” ismi dudaklarından çıkıp havaya karışırken ciğerlerini yakmıştı. Oğlunun ismini duyar duymaz elinin altındaki dizler titredi. Başını kaldırarak kadına baktığında dolu gözlerle kendisini izliyordu.
“Oğlumu tanıyor musun?” diye sordu Songül hanım.
“Biz..” derin nefes alarak sustu. “birbirimizi seviyorduk Songül Hanım.” Bir tepki beklerken gerilmişti. Aralarındaki sessizlik devam ederken kadın gözlerini kapatmıştı. Duyacağı kötü sözlere kendini hazırlarken yanağında hissettiği sıcak avuç yüzünden afallamıştı. Gözlerini açarak şaşkınlıkla kadına baktı.
“Demek bana anlata anlata bitiremediği kız sensin. Sahra.” Gözlerinde yaşlar parlıyordu. Ağladı ağlayacaktı.
Sahra yaşlı kadının sesinden akan sevgiyi yudum yudum içti. Beklediği kadar kötü tepki vermemişti. Gerilen bedeni anında rahatlamıştı.
“Evet. Sahra benim. Bana da sizden o kadar bahsetmişti ki, görmeden seviyordum.” O konuşurken kadının yanaklarından akan yaşları silmek için doğruldu. Yanına oturarak avuçlarını yanaklarına bastırarak yaşları sildi.
“Bana nasıl tanıştığınızı anlat kızım.”
“Tamam”
Kadın anlatmaya başlarken içeri giren adamı fark etmemişti bile. Adam öfkesini saklayarak elleri ceplerinde kadını dinlemeye başladı.
“Geçen sene Cenk Urfa`ya sınıf arkadaşlarıyla gelmişti. Pazarda dolaşırken beni fark etmiş. Dikkatini çekmişim” yaşlı kadın kendisini süzdü alıcı gözle. Fark edilemeyecek kadın değildi ki. “Peşimden geldi. Biraz çekingendi ama inatçıydı. Orada kaldığı hafta boyunca beni takip etti. Hiç konuşmadan gözlerimizle iletişim kurduk. Bana o kadar güzel bakıyordu ki, içim gidiyordu. Son gün gitmeden önce pazarda bana yaklaştı ve numarasını verdi. Yine konuşmamıştık. Öylece baktık birbirimize. Arkadaşları çağırmasaydı saatlerce öyle duracaktık. Gidecekken bana yaklaşarak boynumdaki tülbenti çekti. Burnuna götürerek kokladı. Kendine saklamak için benden gözleriyle izin istediğinde titreyerek kafamı sallamıştım. O kadar güzeldi ki. Tıpkı filmlerdeki gibi. Tülbentimi ceketinin cebine koyarken gülümseyerek baktı ve gitti.”
“Ah güzel yavrum. Kara topraklara verdim seni.” diyerek dövünmeye başladı yaşlı kadın.
“Lütfen kendinizi bu kadar harap etmeyin.” kadını sakinleştirmeye çalıştı Sahra. Biraz sonra sakinleşen kadın devam etmesini istedi. “O gittikten sonra verdiği numarayı aradım. Okulu bitene kadar konuştuk. İki defa da beni görmeye geldi. O kadar mutluydum ki, ayaklarım yere basmıyordu. Hele askerliğini Urfa`da yapacağını öğrendiğimde benden mutlusu yoktu. Askerliği boyunca her izin gününde buluştuk. Suriye`ye gitmeden önce..” susarak nefes derin nefes aldı. Hikayenin can alıcı yerine gelmişti. “bana taşımam için dünyanın en tatlı yükünü emanet etti.” dedi. Songül Hanım anlamayarak baktı yanında oturan kıza. Sahra kızarıp acılı annenin elini kavrayarak karnına götürdü. Kadının elini tam karnına koyacakken duyduğu sert sesle donup kalmıştı.
“Sakın!” diye hırladı bir adam. Kafasını çevirip ses gelen yöne baktığında şok olmuştu. Cenk`in cenazesini omuzlayarak götüren, koyu karamel rengi öfkeli gözlerin sahibiydi o. Burada ne işi vardı?
Adam hırsla ona yaklaşarak kolunu canını acıtacak kadar sertçe kavradı. Kaba bir şekilde oturduğu koltuktan çekerek kaldırdı. Songül Hanım ayağa kalkarak adamın koluna yapıştı. Yüzünde bariz şaşkınlık vardı.
“Oğlum ne yapıyorsun?” diye sordu dehşet içinde. Genç kadının az önce oğlunun emanetini; bebeğini taşıdığını öğrenmişti. “Sahra kızım kardeşinin bebeğine hamile.”
Adam öfkeden kızarmış yüzünü annesine çevirdi. Birkaç saniye ona baktıktan sonra öfkeli bakışlarını tekrar kolunu sıktığı kadına çevirdi. Tiksintiyle süzdü cenazeyi götürürken gördüğü kadını.
“O bebeğin kardeşimden olduğuna inandın mı?” duyduğu zehir zemberek kelimeler gururunu zedelerken sertçe kolunu adamın kıskacından kurtardı. Adam öfkeli bakışlarını kadına dikti.
“Haddinizi bilin! Ben bu hayatta bir adam sevdim o da Cenk. İster inanın ister inanmayın. Umurumda değil. Ben diyeceğimi dedim gerisi size kalmış.” diye hırladı öfkeyle. Adamın yüzünde küçümseyici bir tebessüm peyda olmuştu. Cevabını almıştı. Ona asla inanmayacaktı. Yakışıklı suratının ortasına bir yumruk çakmak istese de kendini tutup çantasını koltuktan hırsla kaparak kapıya doğru yürüdü. Artık onu arkasından seslenen Songül Hanım bile onu durduramazdı. İstenmediği yerde durmak onun adeti değildi. Salondan çıkarken kendisine merakla bakan kadınları umursamadan çıktı evden. Esma`nın da arkasından geldiğini gördü göz ucuyla. Bahçe kapısına varmadan koluna yapışan kişinin Esma olduğunu düşündü.
“Esma abla lütf-” kolundaki elin sahibi bedenini arkaya doğru çekince hazırlıksız olduğu için sendelemişti. Düşmemek için o kişiye tutundu. Elinin altındaki sert kaslar ateşe dokunmuş gibi geri sıçramasına sebep olmuş şaşkın bakışlarını kendisini ifadesiz yüzle izleyen adama çevirmişti. Hızla toparlayan kadın kendini ikinci kere adamdan kurtardı. Bakışları etrafı taradı istemsizce. Neyse ki evden görünmeyecek köşedeydiler.
“Ne cüretle bana dokunursun?!” kısık sesle bağırmıştı. Adam üzerine giderek kadının bahçe kapısının demirlerine dayanmasını sağladı. Heybetli bedeninin, uzun boyunun verdiği avantajını kullanarak kadına tepeden baktı. Karanlıkta yüzüne vuran sokak lambasının ışıkları sayesinde gözleri daha ürkütücü, büyük nefret doluydu.
Genç adam gözlerini kadının kara gözlerine dikti.
“Seni bir daha bu evin önünden geçerken görürsem olacaklara karışmam kadın. Git karnındaki piçe başka baba bul. Buradan sana ekmek çıkmaz!”