2.Bölüm "Şehit Annesi"

1893 Kelimeler
2. Bölüm “Şehit Annesi” Aybige Türkeli… Gözlerimi bir iki zorlama ile açtım, sanki göz kapaklarıma beton dökülmüş gibiydi. Evet, defalarca bu cümlelerle sahne yazdım; kadın karakterlerimi hep kaçırıyorlardı. Şimdi yazdıklarım bir bir başıma geliyor. Gözlerimi açtığımda en fazla izbe bir depo ya da kulübe gibi bir yerde bulurum kendimi diye düşünmüştüm. Çok masum bir düşünceymiş. Şu an gördüğüm kadarıyla bir mağaradayım, gerçekten asla bu kadarını tahmin edememiştim. Kendi hâllerinde üç beş zibidinin kurduğu bir örgüt tarafından kaçırılıyorum diye düşündüm. Bu örgüt tahminimizden daha mı kalabalık acaba? Ya da daha mı güçlü? Mağaraya nasıl getirdiler beni.? Tüm sorularıma cevap alacağım eminim ama ne zaman!? Babamın emniyetteki dostları harekete geçmiştir çoktan, beni kurtarırlar… Bu olaylardan sonra kitaplarım daha çok satar, bu da beni kaçıran örgüte kapak olur diye masum hayallerim var. Bu hayallerimin yanında pembe ejderha bile gerçekçi kalacak sanırım. Omuzlarım, kollarım ve bacaklarım çok ağrıyor. Kollarım arkamda bağlanmış, ayak bileklerim de birbirine bağlı. Galiba bu şekilde sabit bir pozisyonda saatlerce kaldığım için şu anki ağrıyı çekiyorum. Siyah postallarıyla biri gelip tam başucumda durdu. Hafifçe bakışlarımı yukarı doğru kaldırdım; videodaki gibi kar maskeli biri… Sadece gözleri görünüyor. “Söyle bakalım, Kalem-i Tomris… Bundan sonra asker kurgusu yazacak mısın?” dedi. Kahkaha attım, sinirlerim bozuktu. Kendi hâlinde, öylesine hayal dünyasını kitaplara döken genç bir kızım. Bunun için mi kaçırıldım yani? Daha büyük suçlarım olmalıydı… Karnıma bir tekme yiyince kahkaham yarıda kaldı. “Ne gülüyorsun manyak? Vazgeçeceksin! Bir daha asker kurgusu yazmayacaksın!” dedi. Öksürdüm istemsiz… Daha sonra kararlı bir ses tonuyla; “Buradan çıkınca daha güzellerini yazacağım. Okuyan her genç, kadın erkek demeden asker olmak için can atacak. Bireysel silahlanmanın ne kadar kötü olduğunu özellikle belirteceğim.” dedim. Yeni yetme ergen, sen daha karşında kim var farkında değilsin. Polis kızıyım ulan ben… Sizler gibi vatan hainlerine pabuç mu bırakırım!? Bir tekme daha yedim; “Ulan seni bana sayıyla mı verdiler?” deyip tekme atmaya devam etti. Üstelik nereye vurduğuna hiç bakmadan. Yüzüm, gözüm, kafam, göğüs kısmım ve karnım… Daha sonra acıdan bayıldım. Bu baygınlık arasında omzuma bir iğne saplandığını hissettim. Niçin böyle bir iğne vurdular bilmiyorum… 🌼🌼🌼🌼 Babam ve kardeşlerimle memleketteyiz. Bayramdan bayrama ya da düğün, cenaze gibi durumlar olduğunda toplanıp memlekete geliyoruz. Her geldiğimizde de aile mezarlığına uğrayıp dedemin ve babaannemin kabrini ziyaret ediyoruz. Yine ailece kabir ziyaretindeyiz. Babam ve kardeşlerim dualarını okuyup Elif sıkılmaya başlayınca mezarlıktan çıktılar. Ben babama bakıp: “Az ileride şehit mezarı var. Bayrak gördüm. Orayı da ziyaret edip geliyorum. Siz arabayla geçin, ben amcamlara yürüyerek gelirim, zaten mesafe yakın.” dedim. “Tamam kızım, çok oyalanma. Biliyorsun Elif’in krizi tutunca senden başkası susturamıyor.” “Merak etme baba, oyalanmam. Gelirim hemen. Elif’in ağlamasına izin vermem.” dedim. Bayrağın dalgalandığı o şehit mezarlığına doğru dikkatli bir şekilde mezarların arasından geçerek adımladım. O an, inleme gibi… Aslında daha çok ağıt gibi bir ses duymaya başladım. Mezarlığa yaklaştıkça o sesin ne olduğunu öğrendim. Mezarlığın başında, orta yaşlarda kapalı bir teyze hem ağlıyor hem de kendi kendine konuşuyordu. “Sen hiç mi anneni düşünmedin? Tamam, görevini yapsaydın, devredaşlarını korusaydın ama azıcık anneni de düşünseydin evladım… Annem bensiz ne yapar diye hiç mi düşünmedin?” diyordu. Sitem, kırgınlık ama en çokta kıyamamazlık… Şehit annesinin yanına yaklaştım. Elimi açıp dua ettim. Gözlerimden yaşlar yağmur gibi akıyor… Yürek dayanmaz ama şehit annesinin yüreği bir şekilde dayanıyor. Bir zaman sonra benim de orada olduğumu fark etti. Şehit annesiyle göz göze geldik. “Allah rahmet etsin…” dedim. “Vatan sağolsun.” dedi. “Gurur duyun evladınızla. Şehitlerimiz olmasaydı belki de biz bu toprağın üzerinde bu kadar güvenli ve huzurlu olmazdık.” diyebildim güç bela. “Gencecik kızsın… Bu şuura sahip olmana çok sevindim.” deyip kenara çekildi, yanına oturmam için bana yer açtı. Oturdum. Elini dizime koydu ve; “Ciğerim yanıyor… Bu ateş ölene kadar sönmeyecek.” dedi. “Ne isterdin annem?” dedim. “Bir şehit annesi veya bir asker yakını olarak siz bizlerden ne istersiniz?” diye sordum. Derin bir nefes alıp verdi; “Asker demek vatan demek. Bu bayrak hep dalgalansın, askere saygı duyulsun. Unutmasınlar… Çanakkale’den beri verdiğimiz hiçbir şehidi unutmasınlar. Şehit yakınıyım dediğimde tıpkı senin yaptığın gibi saygı duysunlar. Tesellisi yok. Teselli etmeye çalışmasınlar. Ama biz: Askerin dirisine de, şehidine de, gazisine de saygı duyulduğunu bilelim, şahit olalım…” dedi. İşte bu ilk dakikadan itibaren askerler için elimden ne gelir diye sorgulamaya başladım. Zeynep’miş bu mezarın başında ağlayan şehit annemizin adı. Dertli dertli anlatmaya başladı; “Oğluma kız istemeye gittiğim bir evde dediler ki, askermiş… Bir yerde ölür kalır, kızımızda genç yaşta dul mu kalsın. İkinci bir cümle kurmasına fırsat vermedim o koca adamın. Ayağa kalkıp dimdik durdum karşısında ve; Askerlik diri bir insanın yapacağı en kutsal meslek. Bu mesleğin sonunda ölüm varsa, o ölümün ucunda da cennet ve şehitlik var… deyip çıktım gittim. Oğlum ‘boşver anne, bizim meslek pekte evlenip yuva kurmaya müsait değil’ dedi. Kendince haklıydı, o dağda görevdeyken ben ona kız bakıyordum. Zaten bu olaydan 47 gün sonra şehadet haberi geldi. Oğlumu tanıyamadım. Sakalı neredeyse göğsüne inmişti. Dağlarda aylarca kaldı. Görevi neydi bilmiyorum ama silah arkadaşları dedi ki: ‘O görevi başarıyla tamamladı. Hayatta kalsaydı ömür boyu bu başarısıyla gurur duyacaktı. Şimdi şehitliğiyle gurur duyuyoruz.” Nefesim kesildi, boğazım düğümlendi. Elden bir şey gelmiyor… Sıkıca sarıldım. Teselli istemiyorum dediği için ağzımdan teselli edecek herhangi bir cümle çıkmadan sadece: “Bu vatanın gençleri daima askere, bayrağa sahip çıkacak teyzem. Hiçbir zaman şehitlerimizi unutmayacağız. Her zaman dualarımızda olacaklar; hem şehitlerimiz, hem askerlerimiz hem de yakınları. Sen kalbini ferah tut, kan aynı kan.” deyip vedalaştım ve ağlaya ağlaya çıktım o mezarlıktan. Eve geldiğimde, haliyle babam gözlerime bakıp hemen sordu; “Ne oldu Aybige'm… Neye üzülüp ağladın!?” dedi. O kadından dolayı ağladığımı zannetmesin diye şehit annesi ile aramda geçen konuşmayı anlattım. Sırtımı sıvazladı babam ve; “Korktum be kızım… Annesiz kaldın, o yüzden ağlıyorsun sandım. Sen ağlayınca yüreğim sızlıyor, nefesim kesiliyor benim. Hiç ağlama, hep gül.” “Sen bana hem annesin hem de baba. Ben ne annesiz kaldım ne de babasız. Lütfen artık ‘anne’ kelimesi geçmesin aramızda.” dedim. Sessiz kaldı babam. Bir şey demedi… 🌼🌼🌼 Bacağıma gelen darbe ile yeniden gözlerimi açtım. Rüya mı gördüm, hayal mi bilmiyorum ama geçmişe kısa bir yolculuk yapıp geldim sanırım. Zeynep Teyze ile hep görüşmüştük, sonra vefat etti. Oğlunun acısına daha fazla dayanamadı sanırım. Eminim şu an cennette, “Cennet kuşum.” dediği oğluna kavuşmuştur. Ciğerim yanıyor, bu yangın hiç geçmeyecek, demişti. Artık o yangın sönmüştür. Bir tekme daha geldi. Sonra ses duydum; “Bir daha askerlerle ilgili kitap yazmayacaksın! O kitaplar dizi ya da film olmayacak! Gençleri bizim dediğimiz konulara özendireceksin!” deyip tekmeliyor. Aynı ses, aynı tehditler… Umursamadım. Nasıl olsa babam beni kurtarır. Defalarca amirleri tarafından plaket almış, başarılı bir polis. Emniyetle bağlantısını hiçbir zaman bırakmadı, selamı her karakolda geçiyor. Çoktan beni aramaya başlamışlardır. Bu mağara nerede bilmiyorum ama şuna eminim: Babam beni bulacak.! Kendimden çok Elif’i düşünüyorum. Okula bırakıp vedalaşıp çıkmıştım. O çocuğa benimle ilgili ne söylediler acaba? Çok hassas; her şeyden çok çabuk etkilenip hasta oluyor. İnandırıcı ve onu üzmeyecek bir yalan uydursalar Elif’e keşke… deyip yeniden bayıldım. Omzumda yine ince bir sızı hissettim; bana yine iğne yaptılar. Gözlerim kapandı. 🌼🌼🌼 Evimizin salonundayım. Çamaşır, bulaşık ve temizlik derken yorgun düşmüşüm. Biraz dinleneyim diye kahve molası verdiğim o kısa andayım. Salonda oturup kahvemi içiyorum. Telefonum çaldı. Şule arıyor. Ekranda adını görünce tebessüm ettim, hemen cevapladım ve; “Kayıp ilanı vermek üzereydim hanımefendi, nerelerdesiniz?” “Özür dilerim Aybige’m, inan kasıtlı değil. Çok yoğunum.” “Biliyorum yoğun olduğunu, boşver, takılıyorum öylesine.” “Yardımına ihtiyacım var, imdat diye çığlık atmak üzereyim!” “Yine ne oldu?” “Bu yayın editörlüğü işi gerçekten zormuş, hiç hayallerimdeki gibi değil. Tamam, beyaz yakalıyım, masa başındayım ama vücudum değil de beynim, zihnim iki kat fazla yoruluyor. Bazen diyorum ki, istifa edip manav, market… Ne bulursam işe girip çalışayım. Daha az sorumluluk, bedenen daha çok yorgunluk.” Atıldım hemen; “Sakın deneme! Hayallerine kavuştun, şimdi o hayalleri yaşama zamanı. Sen kolay kolay pes edecek birisi asla değilsin.” dedim. “Pes etmemi istemiyorsan sen de yazacaksın o zaman!” “Ne yazacağım!?” “Bak dergimiz, ‘Bilime Mola’ diye bir bölüm açtı. İyi biliyorum; lise yıllarından beri ufak tefek hikâye, öykü tarzında bir şeyler yazıyorsun. Defalarca kompozisyon yarışmalarında birinci oldun. Kalemine güveniyorum. Her hafta bu bölümde yayınlanması için bana bir kurgu yazacaksın. Senden başka kimseye güvenemem. O bölümler haftalık yetişecek, ben de yayınlayacağım, sen de para kazanacaksın. Tamam çok yüklü bir meblağ değil… Telefon faturasını ödesen kâr.” Derin bir nefes alıp verdim; “Doğru söyle Şule, ‘Bilime Mola’ adlı o bölümü sen mi uydurdun? Sırf ben yazayım diye?” “Hayır, yayın editörüyüm ama o kadar da yetkili değilim. Sadece şunu teklif ettim: ‘Arkası yarın’ tarzında bölüm bölüm kurgu yayınlayalım.’ dedim, kabul ettiler. Senden başkasına güvenemiyorum. Lütfen beni bu yolda yalnız bırakma.” “Denerim ama beğenmezlerse sen de kimseyi zorlamayacaksın. Bana da açık sözlülükle gerçekleri söyleyeceksin. Beğenmediler, olmadı diyeceksiniz. Sonra başka bir şey eklersiniz artık.” dedim uyarır tonda. “Tamam, söz veriyorum. Sen yeter ki yaz ve gönder.” dedi. Vedalaşıp kapattık telefonu. Hemen o akşam karar verdim ne yazacağıma. Zeynep Teyzeye verilmiş bir sözüm var. Aklımdaki bu hikâyemi okuyanlar beğenirse, şehit haberleri nedir, asker nedir eminim daha farklı gözlerle ve daha farklı duygularla izleyecekler. O yüzden tabii ki vazgeçilmez olan askeri tema ile ve mahalle aşkı tarzındaki kurgumu kaleme döktüm. Mahlasım belli: Kalem-i Tomris. Hayranım Tomris Hatun’a; nasıl da koca bir orduyu alt etti kadın zekâsı ve gücüyle… İşte o gün başladı benim yazarlık serüvenim. Şule’nin yayın editörlüğünü yaptığı bilim dergisinde “Bilime Mola” adlı bir bölüm ayrıldı. Ben her hafta Suskun Asker isimli kurgunun bölümlerini o dergiye gönderdim, onlar yayınladı. Çok fazla mail, mesaj ve telefon almışlar; beğeniler çığ gibi büyümüş. Şule, yayınevleri ile görüşüp editör çevresiyle iletişim kurdu. Basılı kitap haline getirdik. Benim gizli kalmam mı yoksa kurgunun kendini çok sevdirmesi mi bilmiyorum ama kitabım çok tuttu. Açtığım sosyal medya hesabından devamını okumak istediklerini hep belirttiler. Ben de okurları kırmamak adına Suskun Asker’i seri haline getirdim. İkinci, hatta üçüncü nesil tim çocuklarını da yazdım. Devamı da aynı şekilde çok sevilip okundu. Tabii ki serinin birincisi yani Suskun Asker’in tadı bambaşka… Çünkü hepimizin ilk göz ağrısı. İşte böyle başladı yazarlığım ve devam etti. Babam da dahil eş, dost, akraba, yakın çevre… Kimse bilmiyor yazarlık yaptığımı. Babam sadece Şule’ye editoryal anlamda yardımcı olduğumu zannediyor. Akşamları iki saat odaya kapanıyorum; ‘Şule ile çalışacağız.’ diyorum ve kitaplarımı yazıyorum. Kimse bir şey anlamıyor. Yayınevi imza günleri düzenlemek, hayranlarla beni bir araya getirmek istiyor. Ancak kabul etmedim. Benimle mezara gidecek bir sır olarak kalsın istiyorum çünkü önemli olan ben değilim; kitaplarım.! Çok sevilsin, çok okunsun derdinde değildim aslında… Amacım sadece bir kalbe dokunmayı başarmaktı. Aldığım geri dönüşlerden anladığım kadarıyla o amacıma ulaştım. # Çok sevdik, defalarca okuduk, aktı gitti. Hiç anlamadık… # dediler hep… Televizyonda bir şehit haberi gördüğümüzde iki kat daha fazla üzülüyoruz. Sokakta askerle karşılaşınca durup sohbet etme isteği oluşuyor. ‘Ortaç Suskun’u tanıyor musunuz?’ diye sormak istiyoruz. Hatta Sarıkamış İlçe Jandarma Komutanlığı’nı ziyaret etmeyi bile düşünmüşler. Durduruyorum; ‘Sadece hayal dünyası, gerçek hayat böyle değil.’ diyorum, ikna ediyorum sevgili okurlarımı. 🌼🌼🌼 Şimdi burada beni dövüyorlar. Ne olduğunu bilmediğim bir iğne yapılıyor. Değil dövmek, işkence de etseler… Öldürseler de vazgeçmeyeceğim. Benimle böyle uğraştıklarına göre doğru yoldayım demektir. Bu doğru yolu asla bırakmayacağım. Elif… Ahh canım kardeşim… Yaşamayı sadece senin için istiyorum. Biliyorum, babam beni kurtaracak ve biz kavuşacağız… Acılar içinde yeniden o dipsiz kuyuya çekildim…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE