Çarşaf denen şeyin ne olduğunu elbette biliyordu, Deniz. Kadının üzerine basa basa söylediği şu cümlenin altında başka sebepler araması ise saçmalık olurdu. Kadın açık açık fi tarihinden kalma adetlerin peşindeydi , işte.
"Ne çarşafı? " diye sorarken, zaman kazanmak niyetindeydi, Deniz. Önce burada olan bitenleri annesine anlatacak, sonra onun gel demesini fırsat bilip gidecekti. Ama annesi gel demeden kafasına göre çıkıp gidemezdi, kaldı ki kuru bir çarşaf uğruna buradan gönderilmesini de gururuna yediremezdi.
Kadın, mevzuyu açık açık konuşamayacak mahcubiyette gözlerini kaçırdı; sonra da: "Kirliler yıkanacak da gelin hanım." açıklamasını yaptı.
Kirliler yıkanacaktı, anladığı manada bir çarşaf töreni değildi bu. Filmlerde bunu yapamayan sözde erkeklerin, gelinin avucunu ya da kolunu kesip kanını çarşafa akıtma durumu mevcuttu ama bir kan uğruna kimse bir yerini kestiremezdi Deniz'e: "Çarşaf kirlenmedi, Sultan teyze." derken içinden bu kadının kendini anlamasını diliyordu. Sonra ani bir karar verip, kadının yüzüne yayılmış insaniyet tarafını kullanabilmek adına, başını eğip dudaklarını büktü. Bir çocuk acıtasyonu yapma eğilimde : "Beyim bana elini bile sürmedi," dedi. Öyle ya birinin adı kötüye çıkacaksa o bey olmalıydı.
Sultan, kendisine verilen görevi tamamlayamadığını Semiha Hanım'a nasıl anlatacağını düşünürken, Deniz'den bir hamle daha geldi: "Sultan Teyze, bu çarşaf şeyleri yani adetleri falan çok saçma değil mi? Bu evdekiler fosil çağından mı kalma Allâh aşkına" diyerek?
Sultan, önce gülmek istedi ama sonra zora ki de olsa kendini tuttu.
"Daha alışırsınız birbirinize, ilk gün bu; birbirinizi tanımıyorsunuz. Ben hanıma çarşafı gördüm gelin utandı vermek istemedi derim. Ben de haz etmiyorum bu işlerden ama napalım, emir demiri keser. Hadi gel de sana kahvaltı hazırlayayım mutfakta; acıkmışsındır. "
Acıkmıştı sahiden de Deniz; ancak, önce şarj cihazı bulmalıydı. Elinde ki telefonu gösterip derdini anlatmak üzereyken Deniz, kadın bu şarj cihazı meselesini oğlu Yunus'a sormalarının daha iyi olacağını söyledi.
Deniz, kadının ardından mutfağa indiğinde bahsettiği gibi oğlu da orada yemek masasında gazete okuyordu. Sultan: "Yer aç oğlum, gelin hanıma sofra kurayım" dediğinde yanlış bir şey yapıyormuş gibi korkak bir tavırla kalktı yerinden, Yunus. Kalktığı yerin karşısına geçerken Deniz, kendi yaşlarındaki genç adama telefonunu uzatarak: "Bunun şarj cihazı var mı sende?" diye sordu. Hayır, Ceylan Hanım emir vermek dışında kendisi ile muhatap olmazdı; fakat, bu yeni gelin biraz farklı birine benziyordu. Uzattığı telefona uzandı Yunus, eski model bir şeydi.
"Bunun şeyini... " konuşmaktan acizce dili sürtünce kendine mani olup susturdu dilini ve sonra da devam etti:" Eski model gelin hanım bu, isterseniz gider alırım ama... "derken, Deniz tereddüt dahi etmeden sözünü kesti: " Görüşme yapabileceğim, bir telefon gösterir misiniz bana? "dedi. Yunus, hiç tereddüt etmeden ona kendi telefonunu uzattığında Deniz konuşabilecek uygun bir yer aradı önce, sonra da bulunduğu yerde konuşmaya karar verdi. Nasılsa burada herkes her şeyi biliyordu. Bildiği numarayı ezbere çevirdiğinde, Rüzgar'ın denizden yeni geldiğini ve evde çay keyfi yaptığını hayal etti. Burnuna tüten o deniz kokusu onu ciğerlerine kadar yakarken, telefon karşıdan açıldı ve Rüzgar'ın sesi duyuldu. Deniz, onun sesini duyduğunda bu kadar yerle bir olacağından habersizdi. Önce derin bir nefes aldı, sonra ağlamaklı bir sesle kedi miyavlaması tonunda:
"Abi? " dedi. En çok korktuğu şeydi Rüzgar'ın onun sesini duyduğu anda telefonu yüzüne kapaması ve korktuğu olmadı. Önce biraz sessizliğe, Deniz'in:" Çok özledim seni " lafıyla karşılık geldi.
" İyi misin? "
" İyiyim, sizi daha şimdiden özlemem dışında... Seni bu gece rüyamda gördüm, ağın kova kova balıkla dolmuştu. Bana sen gittin denize bile bereket geldi dedin. "
Rüzgar o gün balığa bile çıkmamıştı oysa.
Sultan gelini dinliyor gibi görünmemek için arkasını dönüp işini yaparken, Yunus sırtını yasladığı tezgahtan onu izliyordu. Deniz'in ise gözleri çoktan dolmuştu.
" Doğru bilmişsin " dedi Rüzgar, yalan yere konuşmaktan korkmadığı ender zamanlarda olduğu gibi.
"Çok muydu balık?"
"Ohoo hemde sürüsüne bereket. "
" Bereketli olsun. "
" İyi davranıyor mu sana? "
" Kim? "
" Kocan? "
Abisi onun bir kocası olduğunu ve bu evliliğin sıradan olduğunu sanıyordu. Her şeyi ona anlatmadan evvel annesine anlatması şarttı. Yoksa Rüzgar önce Kerim'i öldürür sonra da bu evi birbirine katardı.
" İyi. "
" Eğer seni üzerse... "
" Ağzını kırarsın. "
" Burnunu da. "
" Merak etme, öyle bir şey olursa sana söylerim. "
Sözleri bitmişti adeta, birbirleri ile her fırsatta konuşacakları olan iki kardeş şimdi birbirlerine yabancı gibi susuyorlardı. Boğazlarına kadar boğulmuştu her söz ikisinde de. Sonunda Rüzgar olması gerekeni yaptı ve telefonu sessizce annesine uzattı. Annesi, abisine göre daha kuvvetli konuşuyordu. Belki de rol yapıyordu ama bu duruma içerledi biraz Deniz ve:
"Sana söylemem gerekenler var" deyip, annesinin sıradan hal hatır sormasını yarı da kesti.
Meral, usulca mutfağa geçerken konuşulacakları biliyor olduğundan Rüzgar'a belli etmemeye çalışıyordu.
"Bu adam başka bir kadınla evli burada, çocuğu olmadığı için beni üzerine kuma olarak getirmişler. "
Sultan bildiği gerçekleri kızın dilinden dinlerken bir an kaskatı kesildi. Bu masum kızcağızın hiçbir şeyden haberi yok muydu yani?
" Dayım bize yalan söylemiş anne, düşünebiliyor musun? "
" Abin duymasın Deniz! "
Ne yani tek mesele Rüzgar'ın duyması mıydı?
" Abim, yok! Anne sen biliyor muydun? "
Korktu Deniz alacağı cevaptan sorarken ve bu yüzden titredi sesi.
" Bak beni dinle, çocuğun olduktan sonra resmi nikahı olan kadından daha kıymetli olursun sen. Doğuran sensin düşünsene Deniz. Adamlar çok zengin, bugün babana bakıyorlar tamam ama ömrünün sonuna kadar da sana bakarlar. Hep lüks içinde yaşarsın, üstün başın balık kokmadan kimsenin yaptığına ettiğine heves etmeden. "
Deniz, artık kendini tutamazdı. Yanında birileri olup olmadığını önemsemeden göz yaşları içinde haykırırken, Sultan'ın kızları Gül ile Suna da kapının ağzında kalakalmıştılar.
" Ben kimsenin hiçbir şeyine heves etmem anne. Sen ne dediğini duyuyor musun? Beni ikinci kadın olarak getirmişler diyorum, bir adamın iki karısı olur mu anne? Ben burada yanaşma gibi... "
" Dayın, aklını kullansın adamı kendine bağlasın diyor. Zaten karısını da aşık olup almamış ki adam, seni severse korur kollarmış, nikahı bile sana kıyarmış. Hanım olursun Deniz, düşünsene."
"Şaka yapıyorum de, anne! "
" Geri dönüşü yok bu işin Deniz. Ya baban ölecek ya sen orada kalacaksın. İmkanımız yok, başımıza talih kuşu kondu. Kimler ister öyle bir evde gelin olmayı, kimler bir bilsen. "
" Ben geleceğim anne, burada kalamam. "
" Deniz, etme eyleme sen ne zaman bu kadar akılsız oldun. Gelmek fikrini aklından çıkar, sakın Rüzgar'ın aklını da bulandırayım deme. Fedakar bir evlat ol, adam güçlü kuvvetli, güzel yüzlü... Kocam de; sımsıkı sarıl, kendini sevdir, güler yüzlü tatlı dilli ol. Öteki karısını bırak sen ya, sen ondan hem gençsin hem daha güzel. Kerim dedi bana, Bey'in gözü zaten dışarıda, bağlarsa Deniz bağlar dedi. Hadi kızım, sil gözünün yaşını aklını başına al, uslu ol; bana babana söz getirme. Kaderine razı ol! "
İşte bütün mesele buydu, kaderi neyse ona razı olacaktı. Telefonu hışımla kapatırken başını masanın üzerine koydu ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sultan da çocukları da ne yapacağını bilmez hâlde bu biçare yeni gelini izlerken daha fazla dayanamayan Yunus, geline doğru yanaşırken elini çırpınan omzuna uzattı. Beyin karısına dokunmak mümkün değildi, tereddütü, eline mani olurken:
"Bizim burada da alabalık ile sazan olur. Şu az ötede bir göl var. Küçük yer ama istersen ben seni balık tutmaya götürürüm. " dedi. Oğlunun cür'eti ile uzanıp kolunu tutan Sultan'ın aksine şaşkın bir halde başını kaldırıp Yunus'a göz yaşları içinde gülümsedi, Deniz ve :"Tatlı su balığı ile deniz balığı hiç bir olur mu?" dedi.