BÖLÜM-8-

2432 Kelimeler
●BAY R: • Tamam söz ağızdan bir kez çıkar :) • Sen kaşındın güzelim ○SERRA: • Öhm • Lafın gelişi olduğunu biliyorsun değil mi? ●BAY R: • Az kaldı :) • Sonunda göreceksin beni Derin bir nefes aldım ve telefonu kapatıp pencereden dışarıya baktım. Yaklaşmıştık cidden. İnsanların bu saatte bile buralarda dolaştıklarını görünce rahatlasam da içimdeki o heyecan kıpırtıları karnımı deşecek gibiydi. Heyecandan bayılabilirdim. Birkaç saniyemiz kalmıştı meydana ulaşabilmek için. Sonrasında yürüyecektim. Meydana ulaşmak için birkaç adım atmam gerekecekti. Sonra... O gizemli kişiyi görecektim. Hazır mıydım? Kesinlikle değildim. Tanrım! Nasıl olabilirdim ki? Onu tanımıyordum. Kim olduğunu bilmiyordum ve gecenin 1'inde onunla buluşmak için geliyordum.  Araba yavaşladı ve tahmin ettiğim gibi durdu. Yutkundum. Arabadaki adamların hepsi arabadan indiler ve şoför koltuğundaki adam acele ile kapımı açtı. Kendimi asker gibi hissettim. Birazdan pusuya yatacaktık ve ateş açtıklarında karşılık verecekmişim gibi...  Arabadan indiğimde çevredeki arabanın yanından geçen insanların bakışları üzerimize çekilmişti. Oh! Şükürler olsun! En azından etrafta hâlâ insanlar vardı. Yazı seviyordum. İnsanların geç saatlerde sokaklarda evleri yokmuş gibi dolanmasını seviyordum.  Ah! Teşekkürler tanrım. Söz veriyorum aç doyuracağım.  Şükürlerimi de sunduktan sonra görme engelli olduğunu öğrendiğim adam yanıma geldi ve "İlerleyebilirsiniz Efendim." dedi. Ama sanki topuklularım yere çakılmış gibiydi. Hareket edemiyordum. Ah! Düşüp bayılmama ramak kalmıştı. Ama önümdeki adamlar bana öyle bir baktı ki korkudan ilerlemeye başlamadan edemedim. Kapıcıya yaptıklarından sonra benim gibi çelimsiz kıza ne yapmazdı bunlar kim bilir? Meydana doğru ilerlerken sadece topuklularım ve kalp atışlarımın sesini duyabiliyordum. Oysaki her yerde insanlar vardı ve gündüz kadar olmasa da yine de ses getiriyordu. Derin nefesler al kızım. Sakinleş. Adamın karşısına çıktığın an kusmak istemezsin değil mi?  Kusmak demişken... Midem bulanıyordu.  Ah!  Meydana girdik. İşte burası gündüz olduğu kadar kalabalık değildi ve karanlıkta gözüme çarpan tek takım elbiseli adam arkasını dönmüş denizi izliyordu. İriydi. O kadar iriydi ki bir an o olmaması için dua ederken buldum kendimi. Ama üzerindeki açık renk olan takım elbisenin pembe rengi olduğunu görmem biraz daha yakınlaşınca anlamamı sağlamıştı.  Oydu. Oradaydı işte. Balkonda gördüğümden daha iri ve uzun duruyordu. Tanrım! Onun yarı boyunda olabilirdim. Bu adam nereden bulmuştu da beni beğenip takıntı haline getirmişti?  Kalp krizi geçirebilirdim. Her adımımda artan bu artış kalp krizine delalet ediyordu.  Yavaşça ilerlerken benim geldiğimi anladığına nedense yemin edebilirdim. Ama yine de karanlık denize bakmaya devam ediyordu. Yutkundum. Boğazıma dizilen yumruları temizlemeye çalıştım ama nafileydi. Bugün bedenimle anlaşmamız mümkün değilmiş gibi duruyordu.  Derin bir nefes aldım ve ondan neredeyse 10 adım uzakta durakladım. O ise doğruldu ve yavaşça etrafına bakındı. Yan profilinin çok azını görsem de beyaz teni sokak lambalarının altında oldukça aydınlık gözüktü gözlerime. Sonrasında onu biraz daha görme arzusu kapladı her yanımı.  Yutkundum. Bütün dikkatimi ona verip birkaç adım daha attım. Yaklaşmamı istiyor olmalıydı. Tanrım! Bunu yaptığıma hala inanamıyordum. Ama yüzünü çevirmesini ve o yüzünü göstermesini istiyordum. Biraz daha görsem belki bu istek kül olup gidecekti ama o arkası dönük durmaya devam ediyordu.  Birkaç adım daha attım. İşte şimdi arkasına gelmiştim. Yakındık. Topuklularımla bile omuzlarına kadar zor yetiştiğim adam karşımda duruyordu. Kimdi, neydi, öğrenecektim ama öyle heyecanlıydım ki yüzünü dönmeden tahtalı köyü boylayacağıma emin olmaya başlamıştım.  İşte o an olduğu yerde hareketlendi. Yavaşça vücudunu bana çevirdi. Nefesimi tutup bekledim. İşte. 1 haftadır merak ettiğim o adam karşımda duruyordu. Yüzünü görecektim. Kim olduğu artık ortaya çıkacaktı. İşte o an, yan profilinin belirginleştiği o an kulağıma güzel, yumuşak, akıl almaz bir ses tonu ilişti. "Sonunda." Karşımda gördüğüm o iri beden sonunda pembe takımı ile birlikte bana doğru dönmüştü. Bütün dikkatimi yüzüne odaklamış, arkasını dönsün ve bana baksın diye bekliyordum. Dönen adamın yüzü yavaşça netleşti. Netleşen her an sanki ne kadar şaşırabilirsem o kadar şaşırıyordum. Evet. Bahsettiği gibiydi. Gecenin karanlığına meydan okuyan simsiyah gözleri vardı. Öyle bir ışıldıyordu ki beyaz tenine işlenmiş en güzel ayrıntı gibiydi. Elmacık kemikleri belirgindi. Muazzam denilecek kadar kusursuz bir burnu ve çenesi vardı. Köşeli sayılacak erkeksi bir çene... Yeni tıraş olduğu belli bir şekilde tertemiz teni... Saçları... Tıpkı tarif ettiği gibi. Simsiyah. Hafif uzun, hatırı sayılır kadar. Arkaya doğru özenli bir şekilde taranmış gibi. Yine beyaz tenine çok uyumlu. Sanki, genç kadınları peşinden sürüklemek için tasarlanmış oyuncak bebek gibi. Ama daha irisi ve uzunundan. Sesli bir şekilde yutkundum. Karşımda durmuş bana bembeyaz dişlerini sunarcasına gülümseyen adama bakıyordum. Yanaklarında iki tane gamze vardı. Tanrım, o gamzelerin içerisine gömülebilirdim! Beni sadece belinde olmasıyla kandırmıştı. Ah! Ben de inanmıştım.  O beni izliyor, ben de onu izliyordum. Ne kadar sürdü bu bakışmamız? Dakikalar, saatler? Hiçbir fikrim yoktu. Dilim damağım kurumuştu. Bu yüzden ilk konuşan o oldu.  "Çok güzel olmuşsun."  Bir kaçığa benziyordum. Ama ses tonu o kadar güzeldi ki her dediğine inanabilirdim. Ah! Beklediğim şey kesinlikle böylesi değildi.  "Teşekkür ederim." dedim. Ama sesim bir kurbağayı andırıyordu. Utançtan yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Tanrım! Kendine gel Serra, ne oluyor sana?  "Pembe takım... Yakışmış." dedim son an toparlayıp üzerindeki takımı incelerken.  Özel dikim olduğu belli olan takım, üzerine tam oturmuştu. Normalde bu takım elbisenin onu komik göstermesi gerekiyordu ama bu tanrının gafleti olmalı ki karşımdaki adama akıl almaz derecede yakışmıştı.  "Sen aşık olmadan gitsek mi geç kalacağız yoksa."  Dirseğini kırıp bana uzatması üzerine gözlerimi kırpıştırıp ciddi mi diye ona bakmadan edemedim.  "Ne münasebet! Ben kim sana aşık olmak kim?" diyerek çıkışmam üzerine gülümsemesi daha da genişledi. "Yanakların al al olmuş." dedi. Ellerim otomatikman yanaklarıma gittiğinde konuşmaya devam etti. "Ses tonunu ve hayranlık dolu göz bebeklerini söylemiyorum bile." demesi ile cinlerim tepeme çıkmıştı. Ellerimi acele ile yanaklarımdan çektim ve birkaç adım geri gittim.  "Koluna falan girmem. Mümkünse benden birkaç adım ötede yürü. Yoksa hiç acımam bağırırım." dedim ve ona ters ters baktım. Kafayı yemiş olmalıydım. Karşımdaki adamı hayatımda ilk defa görüyordum. Bir haftadır internet üzerinden konuşuyor olabilirdik ama benim küçüklüğümden beri sapığımdı. Tanrım! Sapığım deyince kulağa ne kadar aptalca geliyordu öyle.  Yine de çıkıştığım insanı kendime hatırlatmadan edemedim. O ise dudaklarındaki gülümsemeyi silmeden konuşmuştu.  "İyi. Arkanı kolla ama ben önden yürüyeceğim." semesi ile ayrı bir şok daha yaşadım. Dengesiz miydi bu adam? "Sokak köpekleri burada gece vakitleri aniden saldırıyor insanlara. Dikkatli ol yani." dedi ve göz kırpıp yavaşça az önce geldiğim yöne doğru ilerledi. Tekrardan yutkundum. Etrafıma bakındım ve birkaç adım ötemizde bize bakan siyah köpek dikkatimi çekti. Yerimden sıçrayıp acele ile arkama dönmem ve adamın arkasından ilerlemem uzun sürmedi. O ise omzunun üzerinden geliyor muyum diye bakıp yine sırıtmıştı. Sinirle homurdanıp arkamızdan köpek geliyor mu diye baktığımda yerinden hareketlendiğini ve arkamızdan ilerlemeye başladığını fark etmemle acele ile topuklularımın üzerinde sekmem uzun sürmedi.  "Fikrini değiştirirsen gelip girebilirsin koluma. Güzelim benim." diyen adam ise benimle dalga geçmeye devam ediyordu. Allah bilir bu köpeği peşimize takan da oydu. Ondan her şeyi beklerdim. Ama inat değil miydi? Girmeyecektim işte koluna.  Arkama bakmamaya dikkat edip birkaç adım gerisinde yürüdüğüm adamı arkasından incelemeye başladım bu sefer de.  Uzun, iri bedeni bulunduğumuz ortamda çoktan insanların dikkatini çekmişti bile. Birkaç insanın bize dönüp aralarında konuştuklarına bile şahit olmuştum. Tanrım! Böyle bir adama pembe takım giydirdiğime inanamıyordum.  Yine ızbandutların yanına geldiğimizde buradan gideceğimizi anlamıştım ve içimde yine o telaş kıpırtıları boy gösterdi. Hatta o kadar fazlaydı ki birazdan bütün vücudumu kasmasam titreyebilirdi. "Nereye gidiyoruz?" "Gideceğimiz yeri oraya varınca öğreneceksin."  Gözlerim yanımızda dikilen ızbandutlara kaydı. Öldürseler o arabaya tekrar binmezdim.  "Yolun bundan sonrasında ikimiz devam edeceğiz güzelim." dedi ve ileriyi gösterdi. Sözleri ile ızbandutlardan kurtulduğuma bile sevinemeden gösterdiği yere baktım. Sarı, muhteşem bir Lamborghini bana el sallıyordu. Gözlerim şaşkınlıkla açılıp ona döndüğümde ise elinde tuttuğu anahtarı bana doğru fırlattı ve refleks olarak havada yakaladığım anahtara baktım. "Hadi sen kullan."  Bu adam ciddi miydi yoksa gerçekten de Lamborghini'yi kullanmam için bana mı veriyordu? Bu arabanın bir tarafını çizsem babam evi satsa yine ödeyemezdik. Gelmiş bana mı veriyordu?  İtiraz etmek için ona döndüğümde ise yerinde değildi. Arabaya doğru ilerliyordu. Öne doğru atılıp ağzımı açmıştım ki çoktan arabaya binmişti bile. Bense şaşkın şaşkın elimdeki anahtara ve arabaya bakmaya devam ediyordum.  İyi de ben araba kullanmayı bilmezdim ki. Yavaşça arabaya doğru ilerledim ve kapısını yukarı doğru açıp içine bindim. Daha önce standart araba kapısından başka araba kapısı görmediğim için bunu nasıl kapatacağımı bilmesem de sonunda filmlerden aklımda kalan düğme ile aşağıya inen kapıyı rezil olmadan yerine koyabilmiştim.  Rahat, deri koltuklar anında beni kavrayıp moda sokarken arabanın içerisine şöyle bir göz attım. Muhteşem duruyordu. İçi ise hem deri hem de güzel bir koku ile harmanlanmıştı. Parfüm gibi.... Onun kokusu muydu acaba?  "Araba Lamborghini tamam ama beyin gücüyle çalışmıyor güzelim oradan bakarak çalıştıramazsın. Şoför koltuğuna oturman lazım." demesi ile irkilip ona döndüm. O ise benim halime güldü. Sıcak bir gülümsemeydi. Öyle sıcaktı ki istemsiz şaşırdım. O ise bana son kez bakıp telefonunu eline almış ve oynamaya başlamıştı.  Lüks arabalar, izbandut adamlar, özel dikim takım elbise, özel üretim bir telefon...  Ya bu adam muhteşem bir dolandırıcıydı ya da gerçekten zengindi.  İki ihtimal de beni ölesiye korkutuyordu. Bir de benimle dalga geçmesi yok mu...  "Keşke öyle olsaydı. Çünkü ben bu arabayı nasıl kullanacağımı bilmiyorum." dedim. O ise bir süre daha telefonuna baktı ve birden çıkışmasıyla yerimden sıçradım.  "Al işte. Yandım oyunda."  Şaşkınlıktan dudaklarım aralanmıştı. Manyak mıydı bu?  Bana döndü ve hiç direksiyona geçmek istemiyormuş gibi baktı. Ah! Bunca zaman şoförlerinin olduğunu hesaba katarsak alışkanlık olsa gerekti.  "Tamam ben sürerim." dedi ve kapısını açıp yerinden kalktı. Ben de kapıya şöyle bir baktım ve az önceki şeyi tutup açtım. Yukarı doğru açılan kapı ile bir yerine zarar vermemek için dikkatlice indim ve etrafıma bakındım. Çevredekiler araba yüzünden bize bakıp duruyordu. Bay R ise yanıma gelip omuzlarımdan tuttu ve beni kenara çekti. O sırada şaşkınlıkla onun bana dokunmasında takılı kalmıştım.  O ise arabaya geçti ve benim boşalttığım yere yerleşti. Dengem tamamen şaşmıştı kabul ediyorum. Elim ayağıma dolaşa dolaşa arabanın etrafından dolandım ve onun oturduğu yere yerleşip kapıyı kapattım.  "Çilek gibi kıpkırmızısın neyin var iyi misin?" demesi üzerine ona döndüm.  "Hiçbir şeyim. Heyecandan olsa gerek. Lamborghiniye bayılırım."  "İyi, öyle olsun bakalım." demesi üzerine arabayı çalıştırdı ve arabanın motoru koca caddeyi birbirine kattı. Heyecandan nefesimi tutup emniyet kemerimi taktım ve bekledim. Yanımdaki adamdan korkmayı falan unutmuştum. Tamamen arabanın ihtişamına kapılıp gitmiştim.  "Boyun 118 santimetre galiba topuklu giymene rağmen yetişememişsin bana."  Duyduklarımla birlikte şaşkınlıkla ona döndüm.  "118 mi? Annen ve babanın insan olduğundan şüphelerim var. Hayır yani, vinç gelse kaldırsa beni, ancak yetişirim de." Sözlerime güldü ve önüne dönüp ana yola girdiğinde konuştu.  "Yaramazlık yapalım mı? Tabi, kusmayacaksan."  "İnan bana bunu yapmak istemezsin." dedim istemeye istemeye. Normalde olsa bu duruma balıklama atlardım ama midem 1 saattir garipti. Tam da içecek günü bulmuştum iyi mi?  "Araba muhteşem bir şey. Mahvetmek istemeyiz."  "Kusarsan kıyafetlerini çıkarmak zorunda kalacağız."  Sözlerinin hemen ardından yüzündeki o muzip gülümseme ile gözlerim kocaman açıldı. Normalde, mesajlaşıyor olsak ona afilli bir küfür savururdum ama şimdi yan yanayken öyle olmuyordu işler.  "Avucunu yalarsın." dedim ve kollarımı düğümleyip önüme döndüm. Ama o anda hiç düşünmediğim bir şey oldu.  Gaza bastı.  Şaşkınlıkla bir çığlık koparıp ona bağıracakken küçük dilimi falan yutmuş olmalıyım ki konuşma yetimi falan kaybettim.  Koltuğa gömülmüş nereye tutacağım şaşırmışken bulduğum ilk şeye yapışmıştım. O ise hızlanmaya devam ediyordu.  "Yavaşla!"  Çığlığım rüzgarla birlikte hızla etkisini yitirmişti. O ise beni duymuyormuşçasına ilerlemeye devam ediyordu. Gözlerim hız ibresine kaydı. 198... Yabancı bir adamın yanında oturuyor olmak, sanki hayatımda yaptığım en büyük hatanın habercisiymişçesine beni ürpertiyordu. Bir yandan ise içimde heyecanı doruklarda yaşayan o yan, sanki birazdan bir duvara toslayacağımı söylercesine istikrarlı ve akılalmaz bir dirençle kendisini gösteriyordu. Oysaki bilmiyor muydu? Ben hızdan korkmazdım.  Korkum, ibrenin giderek yükselmesinden değildi ki, korkum; yıllardır yanımda olmadan, yanımda olabilen bir adamaydı. Kıscası, korkum onaydı. Hâlâ adını dahi bilmeksizin, beni gecenin bir saatinde öylece bilmediğim bir yere götüren adamaydı aslında.  Ellerim sımsıkı koltuğun iki yanına sarılmışken tırnaklarımı geçiriyordum yine. Ne derisi bilmediğim bu pahalı arabada yine bir bırakıyordum. Hızlı giden arabada pek bir şey anlaşılmıyordu aslında ileriye bakarken. Ama yan taraftaki penceremden baktığımda sanki her şey bulanık bir ayrıntıydı. Tıpkı düşüncelerim gibi. Anlamsız ve ne olduğunu belirleyemediğim bir karambol...  O an, hızla ona dönüyorum. Zevkle boş yolda ilerlerken yüzünde zafer kazanmış gibi duran bir gülümseme var. Büyük evet. Büyük ve oldukça yakışıklı. Yakışıklı ve bir o kadar da korkunç. Bu üç ayrıntıyı bir arada barındırması şöyle dursun yanağındaki o belirgin gamze sanki bütün ayrıntıları kenara süpürüyordu. Masum olabileceği, korkutucu birisi olamayacağı detayı aklıma geliyordu. Oysaki bana yazdığı mesajlardan korkunç birisi olduğu gerçeği ile yüzleşmem gerekirdi.  "Yavaşlaman gerek." diyorum aklımdaki düşünceleri bir kenara iteklemeye çalışırken. "Arkana yaslan sesini çıkarma ve sürekli bana bakıp durma dikkatimi dağıtıyorsun." Sözleriyle birlikte şaşkınca gözlerimi kırpıştırır hâlde buldum kendimi. Şaşkınlık ile dudaklarım aralanmışken aklıma gelen ilk şeyi söyledim.  "Sana bakmıyorum."  O ise sözlerimin hemen ardından onca hızla ilerlerken sakin sakin bana döndü. Dudaklarında tatlı bir gülümseme. Tanrı biliyor ya, o an ölüm döşeğinde olsak dahi dudaklarındaki gülümsemenin karnımda bir hareketlenme olmasına engel olamıyorum. O ise başını olumsuz anlamda sallayıp âdeta "Ben bu kızla ne yapacağım." dercesine bir yüz ifadesi ile önüne dönüyor. Ben mi, ben şaşkın ve korkmuş bir hâlde öylece olduğum yerde durmuş hız ibresini kontrol ediyorum.  206 gösteriyor.  "Bak, eğer hızlı gitmeye devam edersen pahalı arabandan kusmuk temizlemek zorunda kalacaksın." "Öyle bir şey yaparsan seni evine el arabasıyla götürürüm tam 4 gün sonra. O yüzden midene sahip ol." Yüzüm asıldı. Bu durumda olsak dahi hâlâ espritüel hâlinden bir şey eksilmemiş hâlde konuşmaya devam edebiliyordu. Tanrım! Bu adam normal hayatta tanıdığım birisi olsa muhtemelen ona hayatı zindan ederdim ve arabayı paşa paşa durdurturdum ama onu tanımıyordum. Bu yüzden derin bir nefes alıp verdim.  "Hayır yani, nereye yetişmeye çalışıyorsun anlamıyorum. Yanındayım zaten. Bir yere kaçamam da. Şu hâle bak, zırhlı araç getirsen bundan daha az güvenlikli olurdu."  "Ses kısma tuşun nerde senin. Car car kulaklarım ağrıdı." Yine de tutamadım dilimi. "İnsan olma tuşun nerede senin?" "Ah be evde unuttum o zaman önce eve uğramam gerek." dedi ve ben daha ne olduğunu dahi anlayamadan araba yavaşladı. Hemen ardından ise öyle bir patinaj çekip 180 derece döndü ki âdeta yüreği ağzına gelmek değimini yaşadım.  Koltuğa yapışmış, ne olduğunu kavrayamaz ve tabiri caiz salak bir hâlde olduğum yerde durmuşken öylece ileriye bakıyordum.  Sağlamdım. Hâlâ tek parça hâlindeydim ve hâlâ kasılan bedenim haricinde bir acı hissetmiyordum. Araba tekrardan hızlanmaya başladığında az önceki söylediği cümle bir bir toparlandı ve yerini edindi. Ne demişti o? Ev mi? Evim mi?  "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" dedim hayret içerisinde. Sesim biraz sesli ve çatlak çıkıyor. Ama önemseyen kim? Gözlerim ne hız ibresinde ne de yolda. Dimdik ona bakıyorum.   "Her iki ihtimalde de bana karşı hiçbir şey yapamazsın o yüzden sus ve anın tadını çıkar." "Ben sana anın tadı nasıl çıkarılır gösterirdim de..." dedim ama devamını getiremedim. Durumu ele alırsak burada fazla konuşan o cazgır kız olamazdım. Onu tanımıyordum ve bana ne yapacağı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Hoş, eve gittiğini söyleyen birisinden bahsediyorduk ya orası ayrı.  "Konuş konuş sen gecenin sonunda kim kime anı da tadı da gösteriyor göreceğiz." "Amacın beni korkutmak mı? Hayır buysa başarıyorsun." "Az kaldı arabadan inince anlayacaksın araba maceramızın sebebini." dedi sanki beni sakinleştirmek istercesine ama yine de sakinlik uğruna tek bir hücrem bile yoktu. "Deniz Kabuklarına..."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE