Aralanan göz kapaklarımla dışarıdaki kasvetli havaya baktım. Yağmur damlaları cama vurup aşağıya doğru kayarken, kaza anını ve en son onu karşımda görmem aklıma geldi. Bunu neden yapmıştı? Neden amcamlar beni öldü zannetmişlerdi? Etrafıma bakındığımda hâlâ aynı yerde olmamı görmemle hızla yataktan kalktım. Bedenim tamamen dinlenmiş hissederken, bütün ağrılarım geçmişti. Küçük adımlarla odadan çıkıp merdivenlerden aşağıya indiğimde salonda oturan Demir ile göz göze geldik.
Uzunca gözlerine baktığımda, bakışlarını benden ayırmadan, kendine içki doldurarak tek dikişte içti. Ardından bir kadeh daha doldururken, korku bütün bedenime yayıldı.
Gözlerindeki soğukluk ürpermeme neden olurken, "Kimsin?" diye sordum sinirle. "Benden ne istiyorsun? Neden, neden beni ölü gösterdin?" Ağır hareketlerle elindeki içkisini tek yudumda içip bardağı yanındaki sehpaya bıraktı.
Gözlerime baktığında, yutkunarak bütün korkularımı kenara bırakıp, korkusuzca gözlerinin içine baktım. "Aval aval bakmayı kes ve ne yapmaya çalıştığını söyle!" diye yüksek sesle bağırıp ona doğru bir adım attım. Yine hiçbir şey söylemeyeceğini anladığımda alayla gülümseyip, "Tamam. Belli ki dilini yutmuşsun," deyip arkamdaki kapıya doğru ilerledim. "Kafayı yemişsin." Elimi kapının yuvarlak kulpuna götürdüğümde açmak için döndürdüm ama kapı kilitliydi.
Birkaç defa denemenin ardından pes edip arkama döndüm ama kesinlikle bir adım uzağımda olan Demir ile göz göze geleceğimizi beklemiyordum. "Şu saçma oyunu bitir ve kapıyı aç. Amcamın yanına gitmeliyim." Deyip kapıyı işaret ettim. Bakışlarını etrafta gezdirip dilini damağına yapıştırıp, "Cık," ladı ve bir adım atıp bedenini biraz eğdi, kara gözlerine baktığımda yansımamı çok net görebiliyordum. "Oyun henüz başlamadı ama küçük Hanım," dediğinde, geriye doğru bir adım atıp, bedenimi baştan aşağıya süzdü. Hızla ne zaman bana giydirdiği pijamalarıma bakıp kollarımla önümü kapattım.
"Bakıyorum iyileşmişsin... Tam bir haftadır uyuyorsun tabi ki iyileşmek zorundasın." Dedi alayla ve arkasını döndü. Bunu fırsat bilip tekrar kapıya yöneldiğimde kolumda hissettiğim sert baskıyla sırtım hızla kapıya çarptı.
Sırtımdaki sızı bir an nefes almamı güçleştirse bile derin derin nefes alıp acısının azalmasını bekledim. Burnundan soluyan kara gözlü canavar bileğimi sertçe sıkarken neden böyle davrandığını anlamaya çalışıyordum. "Bir hafta... Koca bir haftam senin yüzünden boş geçti. Sen ve aptal ailen yüzünden..." Diye sinirle ekleyince, içki kokusuyla yüzümü buruşturdum. Çok iğrenç kokuyordu. Çenemi dikleştirerek, "O senin aptallığın o zaman!" diye, yüksek sesle bağırıp tek elimle göğsünden ittirdim ama maalesef işe yaramamıştı, diğer eliyle de boşta kalan elimi tuttuğunda, kapı ile bedeni arasında kaldım.
"Benden ne istiyorsun?" diye sordum, öfkeyle.
Birkaç saniye nefretle gözlerime baktıktan sonra, dudaklarını aralayarak, "Ölmeni... Ölmeni istiyorum. Seni... Kendi... Ellerimle... Öldürmek istiyorum." Dedi, nefret dolu ses tonuyla. Nefrete bürünen gözlerinden korkarak, bakışlarımı gözlerinden çektim.
Bileklerimi bırakıp salona doğru yürüdüğünde sızlayan bileklerimi ovalayıp arkasından, "O zaman neden ölmeme izin vermedin? Neden beni patlamak üzere olan arabadan kurtardın?" diye sordum.
Duraksayıp yüzünü bana çevirdiğinde, "Çünkü seni ben öldüreceğim. Yavaş yavaş ve zevkle." Deyip tekrar yürümeye başladı.
"Aklını kaçırmışsın! Hastasın!" diye bağırdım, arkasından.
Merdiven basamaklarından yukarı doğru çıkarken, "Kimin intikamı bu? Neyin intikamı? Ben sana hiçbir şey yapmadım!" Arkasından hızlı adımlarla basamaklardan ilerlerken, "Hey! Sana soruyorum!" dedim. Anında duraksadığında bana dönüp tüm gücüyle bedenimi duvara yapıştırdı.
Bu sefer gerçekten sırtımı hissetmiyordum. Omurgalarım, birbirinden ayrılıp parçalara ayrıldığını sandım. "Bir... Bana sakın ama sakın sesini yükseltme! İki... O çeneni kapat yoksa seni şuracıkta gebertirim!" diye tehdit ettiğinde, gözlerimde biriken yaşları serbest bıraktım.
Birkaç saniye öfkeyle yüzümde soluduktan sonra, bedenimi bıraktığında sırtım duvardan hızla kayıp merdiven basamaklarının üstüne oturdum. Sırtımın acısından nefes almam zorlaşırken, bana bunu neden yaptığını sorgulamaya başladım. Bu adam kimdi? Ve neden bu kadar öfkeliydi? Onu kim bu kadar sinirlendirmişti?
Acımasızca, yukarıya doğru yürüdüğünde arkasından sadece sessizce bakakalmıştım. Hıçkırıklarım dururken hala merdiven basamağında oturmuş, buradan nasıl kaçabileceğimi düşünüyordum. Buradan en kısa zamanda kaçmam gerekiyordu. O her kimse beni öldürmesine izin vermeyecektim.
Yukarıdan gelen ayak sesiyle yerimden kalkıp merdivenlere doğru yaklaşan canavara baktım. "Her kimsin bilmiyorum ama beni öldürmene izin vermeyeceğim. Buradan kaçacağım hem de her fırsatta!" Sinirle konuştuğumda az önce giydiği kot pantolon ile tişörtünü çıkartmış yerine siyah takım elbise giydiğini gördüm.
"Bana sesini yükseltme!" Diye sertçe uyardı. Merdivenin başına geldiğine omuzlarımı dikleştirip, "Öldürürsün, değil mi? Ama korkmuyorum! Senden de o aptal ölüm tehdidinden de!" Dememle, sinirle bana yaklaşıp boğazımı kocaman ellerinin arasına alıp sıkmaya başladı.
"Seni küçük cesur kız," Alayla sırıttığında boğazımdaki baskıyı arttırdı. Baskısını arttırdıkça, nefes almam güçleşti ve nefes almadığımı hissetmemle zayıf düşen bedenimi itip yere düşmemi sağladı. Basamaklardan düşmemek için ise ayağını siper etti. Dar basamağın üstüne düşerken dizim merdivenin sivri ucuna hızla değdi. Sızladığı yere bakarken mavi pijamanın kırmızı rengine döndüğünü gördüm.
Dağılan saçımı arkaya atıp yüzümü kaldırdım. "Sana yemin ediyorum, buradan kaçıp gideceğim ve o gün beni şimdi öldürmediğin için kendini öldüreceksin." Derin bir nefes alıp ayağa kalktığımda bir an dizimin ağrısıyla düşecek gibi olurken hızla duvara tutundum.
"Zavallısın! Gücün beni yıkamayacak! Ne gücün ne de o iğrenç nefretin!" İflah olmaz bir arsızdım ve bu yüzden yine bağırarak yüzüne baktığımda kolumdan tutup beni peşinden sürükleyerek merdivenlerden çekiştirdi.
Beni nereye götürdüğünü bilmeden adımlarını takip ediyordum. Dar ve karanlık merdivenlerden aşağıya doğru hızla ilerlerken evin en alt katına geldiğimizi anladım. Işığı açtığında rutubetli ve soğuk bir odaya girdik. Odanın yarısının, demir parmaklıklarla örüldüğünü görmemle dehşetle gözlerimi açtım.
Kolumdan tuttuğu elini sıkılaştırıp, "Ölmek için bana yalvaracaksın Zümra Korhan." Bedenimi hızla demir parmaklıkların arkasına atarken kapıyı kapatıp kilitledi. "Ölmeyeceğim Demir Arslan!" Dedim arkasından, rutubetli odadan çıkıp giderken. Lambayı da kapattığında karanlıkta kaldım. Rutubet kokusu burnumun direğini sızlatırken üşümeye başlamıştım bile. Burası çok soğuk ve iğrenç kokuyordu.
Ağrıyan dizim, ayakta durmamı engellerken bedenimi yere bıraktım. Soğuk zeminde oturup bacaklarımı karnıma çekip kollarımı bacaklarıma sardım. Buradan kaçmanın bir yolu elbette olması gerekiyordu. Buradan kaçabilirdim. Amcama bir şekilde ulaşmalı ve ölmediğimi söylesem beni anında bulur ve buradan alırdı.
Üşüyen bedenim titrerken kaç saattir burada olduğumu bilmiyordum. Karnım açlıktan guruldarken soğuktan yorgun düşen bedenimi, artık dayanamayıp yere uzanması için serbest bıraktım. Kahverengi saçlarım yerle buluşurken kapanmakta olan gözlerimi kapattım.
Derinden gelen boğuk sesle gözlerimi açtım ama açtığım gibi de kapatıp ellerimle gözümü kapattım. Bedenim karanlığa alışmışken birden tavandaki beyaz ışığı görmemle gözlerim yanmaya başladı.
"Haydi kalk! Bir haftadır zaten çok uyudun!" Kolumdan tutan canavar düşünmeden hızla beni ayağa kaldırdı. Ona anlamsızca bakarken, "Boş boş bakmayı kes ve yürü!" Deyip, kolumu sıkarak yürümeye başladı. Peşinden güçsüzce savrularak basamalardan yukarıya çıktık.
Yukarı kata çıktığımda havanın karardığını görmemle gece olduğunu anlamıştım. Kolumu bıraktığında ayakta duramayıp yere düştüm. Ellerimle yere tutunurken yüzümü yerden kaldırmayıp bir süre gücümü toplamaya çalıştım. "Odana geç ve ben çık demeden odandan çıkmayacaksın!" Tepemde dikilen bedene bakmayıp ayağa kaltığımda küçük adımlarla ilerlemeye başladım, birkaç adım attığımda karşımda ellili yaşlarda orta kilolu bir kadınla göz göze gelmemle duraksadım.
Bana acınarak baktı ve ardından arkamda duran canavara bakıp derin bir nefes aldı. "Ah Demir, ah." İç çekip hızla yanıma ilerleyip koluma girdiğinde ağırlığımı ona verip beraber yürümeye başladık.
Merdivenlerden yukarıya çıktığımızda titreyen bacaklarım daha fazla dayanamayıp yere düştüm. Dudaklarımdan küçük bir inleme çıkınca, tutmaya çalıştığım gözyaşlarımı serbest bıraktım. Bu canavarın kinini hak edecek ne yapmış olabilirdim? Bu canavar neden bana musallat olmuştu?
"Ah talihsiz kızım." Yanımdaki adını bilmediğim kadın eğilip yanıma oturduğunda yüzümü elinin arasına alıp yanağıma düşen gözyaşlarımı sildikten sonra beni kollarının arasına alıp, bana sıkıca sarıldı. "Geçecek kızım, biraz daha dayan. Demir yaptığı yanlışın farkına varıp seni bırakacak." Dedi, bana acıyarak.
Uzun uzun bana sarıldıktan sonra ağlamam dinmiş kendimi biraz daha iyi hissetmeye başlamıştım. Başımı kaldırıp kadına baktığımda mavi gözlü kadın tebessüm edip, "Yürüyebilecek misin yavrum?"diye sordu. Kafamla onaylayıp ayağa kalkmaya çalıştığımda elimden tutup bana yardım etti.
Kadına tutunarak odama kadar yürüdüğümde kanayan dizim ağrımaya başlamıştı. Beni yatağa yavaşça bıraktığında odanın kapısını kapatıp yanıma geldi. "Duş almak ister misin?" Sesimi çıkartmayınca, "Buradan kurtulman için güçlü olmalısın kuzum. O yüzden hızla toparlan ve buradan gitmek için doğru anı bekle." Deyip, sessizce konuştu.
Gözlerine bakıp, "Bana yiyecek bir şeyler hazırlayabilir misiniz?" Duraksayıp, "Zahmet olmazsa." Dedim.
Adını bilmediğim kadın gülümseyerek, "Tabi ki hazırlarım. Duşa girmek istersen," bakışlarını giyinme odasına çekip, "Orada giyecek bir şeyler bulabilirsin." Dedi.
Kafamla onayladığımda, kadın ayağa kalkıp kapıya doğru ilerledi. Kapının yanında durup, "Zehra... Sırası değil biliyorum ama bana Zehra diyebilirsin." Adını öğrendiğim kadına bakmayı kesip ayağa kalktığımda kapıyı kapatıp odadan çıktı.
Banyoya girdiğimde, siyahın hakim olduğu banyoyu göz ucuyla inceleyip fazla zaman kaybetmeden üstümdeki pijamaları çıkarttım. İç çamaşırıyla kaldığımda aynadan yorgun bedenime baktım.
Kolumda canavarın parmak izleri dururken, sırtımı aynaya döndürüp aynadan kızaran sırtıma baktım, sonra ise kızaran boynuma baktım. Ağlamamak için kendimi tutup üstümdeki iç çamaşırlarını çıkartmadan, önceden dolu olan küvete girip oturdum. bacaklarımı uzatırken kafamı geriye yatırıp gözlerimi kapattım. Sıcak suyun bedenime verdiği rahatlamayla uzun uzun küvette kaldım. Hiçbir şey yapmayıp öylece gözlerim kapalı buradan çıkışımı düşündüm.
Kafamdaki soru işaretleri birbiriyle çarpışıp dururken, gözlerimden istmesizce yaşlar akarak, yüreğimdeki acıyı dindirmeye çabaladılar.
Kapının tıklatılmasıyla gözlerimi araladım. "Zümra?" Zehra'nın sesini duymamla tekrar gözlerimi kapattım. "Zümra? Kızım ses ver. Zümra?" Zehra'nın tedirgin sesini aldırmayıp gözlerimi kapattım. "Zümra? Ah Demir! Demir ses çıkmıyor! Kız çok yorgundu, kesin bayılmıştır!" Kapının zorlanması ile Zehra'nın sinirle söylediklerini duydum. Birkaç saniye sonra canavarın korkunç sesini işitmemle, kapı zorlanmaya başladı.
Bedenimi yavaşça sudan çıkarttığımda üstümdeki iç çamaşırlarını çıkartıp dolaptan havlu çıkartıp bedenime sardım. Canavar kapıyı hala zorlayarak açmaya çalışırken kısa bir süre kapıya baktım. Kapının açılmasını beklerken küçük havluyu alıp saçıma dolayıp kalçamı lavaboya yaslayıp kollarımı göğsümde birleştirdim ve neredeyse dakikalardır kırılmayan kapının açılmasını bekledim.
Kapıya son kez vurduğunda gürültüyle kapı açıldı ve karşıda sinirle soluyan canavarla göz göze geldik. Kocaman adımlarla yanıma geldiğinde kaşlarını çatıp, "Aptal mısın?" Diye sordu ve beni baştan aşağıya sinirle süzdü.
Tek kaşımı kaldırıp kalçamı tezgahtan ayırdım. "Aptal olan sensin. Kendimi öldürdüğümü sandın?" Dedim ve yanından yürüyüp odaya girdiğimde, arkamdan odaya girdi. "İyi misin kuzum?" Zehra'ya bakıp kafamla onayladım. "Merak etme ölmeyeceğim." Dedim ve saçımdaki havluyu alıp giyinme odasına girdim. "Kapıyı kilitleme!" Arkamdan duyduğum canavarın sesiyle kilidi iki kere döndürüp kapıyı arkamdan zevkle kilitledim.
Her ne kadarcesur bir harekette bulunmuş olsam bile aslında o canavardan çok korkuyordum. Kara gözleri tüylerimi ürpertiyor, bütün korkuları üstüme salıyordu.
Kıyafetlere baktığımda erkek tişörtleri ve eşofmanlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Çekmeceyi açıp içinden bir boxer alıp siyah bir tişört ile siyah bir eşofman altı alıp giyindim. Nemli saçımı elimle düzeltip kapıyı açıp, odaya girdiğimde yatakta oturup bana bakan canavarla göz göze geldik. Elimdeki havluları yatağın ayak ucuna bırakıp camın karşısındaki koltuğa oturdum. "Bir daha sözümü ikiletirse-" Sinirle gözlerine baktığımda, "Beni şuracıkta gebertirsin!" Dedim sözünü keserek.
"Zümra!" diye sinirle bağırdı.
"Ne var?!" Diye bağırdığımda, yataktan kalkıp bana doğru yürümeye başladı.
Gözlerindeki, sinir kıvılcımları irislerime hızla çarptığında, korkuyla yutkundum. "Bana bak çocuk!" diye bağırdı. "Ben çocuk değilim," dedim yine konuşmasına izin vermeyerek. Birkaç saniye gözlerine baktığımda, alayla sırıttım. "Biliyor musun? Senden biraz bile korkmuyorum. Garip ama ölüm meleğimden korkmuyorum..." Alayla kahkaha atıp ayağa kalktım.
"Ölüm meleği," dediğimde, tekrar kahkaha attım. "Sen kendine melek mi diyorsun? Hiç güleceğim yoktu." Dedim alayla. Sinirle kolumdan tutup beni kendine çektiğinde kapının açılmasıyla kolumu bırakıp hızla odadan çıtı.
İçeri giren Zehra'nın elindeki tepsiye bakıp yerime oturdum. "Demir," Tepsiyi önümdeki küçük masaya bırakarak, gözlerime bakıp tekrar konuşmak için dudaklarını aralayacakken, "O canavar ile ilgili konuşmak istemiyorum." Dedim ve önümdeki tepsiye baktım. Dumanı üstünde tüten çorbaya bakıp kaşığı elime aldım. Günlerdir yemek yemiyordum ve çok açtım. Önce karnımı doyurmalı sonra mantıklı düşünmeliydim.