Her insan aynı değildi ve iyeler bunu zaman geçtikçe anlamıştı. Adem ve Havva'nın soyu dünyaya yayıldıkça kimisinin iyi kimisinin kötü olduğunu görmüşlerdi. Korudukları yerlere bile zarar veriyorlardı. Dünya nüfusu geçen yüzyıldan sonra artmıştı ve toplumlar oluşmaya başlamıştı. İyeler, vazifeleri gereği korudukları yeri ilk başta yalnızca rüzgardan, sudan ve hayvanların tehlikeli davranışlarından korumaya çalışırken şimdi insanların nefs'lerinden korumayı deniyorlardı.
Meleklerin lanetinin ne demek olduğunu anlamıştı Alkız. Özel güçleri olmuştu, istediği şekle girebiliyor, her türlü canlıdan beslenebiliyordu kanını emerek ancak ölemiyordu. Ölümsüzlük başlarda hoşuna gitmişti. Kabil onu bulduğunda ve öldürdüğünde geri dönmüştü bir gece vakti. Toprağın altından kendini çıkartmayı başarmıştı. Yüzyıldır ondan kaçarak yaşamak ise yaşamak değildi. Habil'i öldürmesinden dolayı onu suçluyordu kendi nefretini görmeden.
Yüzyıl boyunca Alkız, Kabil'den kaçarak yaşarken insanlara da musallat olmayı ihmal etmemişti. Yeni doğan bebekleri rahatsız ediyor, lohusa anneleri delirtiyordu. Bıraktığı karışıklığı Kabil'in arkasından gelişini yavaşlatmak için yapıyordu. Uğursuz olarak adlandırılıyordu. Karga olup uçuşup kaçtığında ormanın en karanlık yerine geldi. Nefeslenirken altındaki toprak titredi. İçini bir ürperti kapladı. Uzun yıllar sonra ilk defa korkuyordu. Toynakları olan iki ayaklı uzun boylu kötü kokan birisi vardı karşısında. Başını kaldırıp baktığında bir keçi suratı gördü. Boynuzları ağaç dallarına erişiyordu. "Görüşmeyeli yüz yıl oldu." Bu sesi asla unutmamıştı Alkız. Kendisini kandıran, birlikte olduğu Yek'ti bu.
"Beni kandırdıktan sonra bir daha karşılaşacağımızı sanmıyordum." Ona karşı hala nefret doluydu ama onun güçlü bir varlık olduğunu da iyi biliyordu.
"Seni kandırdım diye cezalandırıldım. Yüzyıl boyunca yeryüzüne ayak basmam yasaklandı. Yeryüzündeyken silüetim bile bir keçi gibi görünüyor. Ama seni kaçırmakla kötü bir şey yapmışım. Yeryüzüne kan döktün, insanları birbirine düşürdün. Beni hiç aratmadın." Yeryüzüne gelemese de neler olduğunu öğrenmişti diğer meleklerden. Soyunun devam etmediğini de öğrendiğinde gelmek istemiş ama yasaklandığı için gelememişti. O da gelinceye kadar başka planlar yapmaya koyuldu.
Hiddetle üstüne yürüdü. "Beni sakın kendinle kıyaslama Yek. Asla senin kadar kötü olamam." Alkız hala kendisinin iyi birisi olduğunu düşünüyordu. Yalnızca başına kötü olaylar gelmiş ve kötü olması gerekmişti.
Yek, bunu iltifat olarak alıyordu ancak hiç kimsenin kendisiyle böyle konuşmasına izin veremezdi. Özellikle de insanların. Başını kaldırmasıyla etrafında bir ateş çemberi oluşturdu. Alkız'ın omzuna toynağıyla dokunduğunda müthiç bir acı hissetti. "Evet, benim gibi olamazsın. Kimse buna cürret edemez. Tüm planlarımı bozmuş olduğun için seni yaşayan bir ölüye çevirebilirdim ama yapmadım. Bu haldeyken de insanların arasına karışamam, soyumu sürdüremem. Seni cezalandırmamam için yoluma çıkmayıp bana yardım edersen seni mükafatlandırırım." Ateşi söndürüp ortadan yoldu Yek. Planlarını bir insana anlatacak değildi. Ama onların ne kadar aciz, kandırılmaya müsait ve nankör olduklarını ispatlayacaktı.
Yeryüzüne adım atabildiği tek gününde iradesi zayıf insanlara yöneldi. Onlara istediklerini verebileceğini, güç sahibi yapacağını söylerken istediği tek bir şey vardı. Ona tapmaları ve isteklerini yerine getirmelerini. Kabul edenlere doğa üstü olan büyü gücünü verdi. Ancak bunu kullanırlarken başlarına kötü şeylerin gelebileceğini söylemeyi atlamıştı. Doğanın dengesini bozarsan doğa kendi dengesini bulmak için kendi kurallarını ortaya koyardı. Buna Yek'in bile gücü yetmezdi, biliyordu. Hiçbir insana zarar veremezdi ama onlar aracılığıyla herkese zarar verebilirdi, kıyamet gününe kadar...
Sabırla beklediği günün sonunda istediğini elde etmeyi yine de başarmıştı Yek. Birkaç kişi kendisine tapmayı kabul etmişti bahşettiği güçlerden sonra. Kabil'de onlardan biriydi. Yeryüzünün ilk lanetlileri ve son olmayacaklardı. Onlarla ateş aracılığıyla haberleşebilirdi ve onlar sayesinde yeryüzünde neler olup bittiğini öğrenebilirdi. Ve bir gün nihayi amacı olan soyunu yeryüzüne yaymayı da başarabilirdi. Sadece sabırla beklemesi gerekiyordu. Uzun bir süre...
Doğa üstü güçlerin olduğunu bazı insanlar hissedebiliyordu. Bağ bahçelerinde üzümlere zarar verdiklerinde şiddetle esen rüzgardan ya da bir hayvana bile isteye zarar verdiklerinde tepelerden düşen kayalardan; toprağa güzel baktıklarında bereketiyle cevap vermesinden ya da nehirden akan suyu temiz bıraktıklarında daha lezzetli olmasından yeryüzünde yalnız olmadıklarını anlayabiliyorlardı.
İyeler, insanları korumakla görevli değildi çünkü onlar kendilerini koruyabilecek güçteydiler. Ancak yeryüzüne yalnızca insanlar gönderilmemişti. Alkız'ı lanetleyen melekler yeryüzüne indirilmişti. Yüce Yaradan'ın yarattığı bir kula ceza verdikleri ve verdikleri ceza varlıklarına uygun olmadığı için kanatları alınarak yeryüzüne peri olarak gönderildi. Bir insanın kaderini değiştirdikleri için melek statüsünden azledilmişlerdi. Artık yeryüzünde insan formunda ya da kelebek misali küçülerek uçabileceklerdi. Soyları yüzyıllar boyunca yeryüzünde yaşayacak ve kader bozucu olarak adlandırılacaklardı. Ta ki bir gün bir peri bunu bozana değin...
İnsanlar çoğaldı, yeryüzü yeni şekiller almaya başladı. İyilik ve kötülük birbirine karıştı. Aileler genişledi, toplumlar oluştu. Yek'in adı insanlar arasında şeytan olarak anılmaya başlandı. İlk insanların hikayesi kulaktan kulağa dolaştı. İlk kadın olan Alkız'ı kimse tanımıyordu. Hikayesini kimseler bilmiyordu ve şeytan olarak anılıyordu o da. Yenidoğan bebekleri ve lohusa kadınları öldürüldüğü için sevilmiyordu ve insan yerine koyulmuyordu. Zamanla adı Lilith olarak anılmaya başlandı. O da Alkız olmayı bırakmış ve Lilith olarak insanların kendinsinden beklediği gibi kötü birisine dönüşmüştü. Güçten hoşlanmış ve şeytanla işbirliği yapmaya devam etmişti. İstediği herşeye ulaşabiliyordu, gerçek aşk dışında.
Gençliği ve güzelliği yıllara meydan okuyordu. İstediği erkeği baştan çıkarabiliyordu ancak kimse ona gerçekten aşık olmuyordu. Bu yeryüzüne gönderildiği için aldığı bir ceza mıydı yoksa kaderi mi böyleydi? Oysa ki birisi tarafından kadın ya da erkek fark etmez, gerçekte sevildiğini ve düşünüldüğünü hissetmek için tüm gücünü vermeye razıydı. Sevilmeyeceğine inanıyor olsa da içinde umutlanmak için yanmayı bekleyen bir köz vardı. Geçen yüzyıllar boyunca da düşmanları değişip durmuştu. Kabil ortadan kaybolmuştu. Lilith'te onun peşini bırakmıştı. Zamandan bol bir şeyleri yoktu ve farklı şeyler denemek istemişlerdi.
Kabil, şeytandan aldığı güçlerle her istediğini elde edebilir hale gelmişti. İlk eşini, çocuğunu, anne ve babasını bırakıp kardeşini öldürdüğü için gitmek zorunda kaldığından uzunca bir süre yalnız kalmıştı. Şeytanla tanıştıktan ve büyü gücü aldıktan sonra istediği kadını -kadınları- elde etmiş ve büyük bir ailesi olmuştu. Gerçekte kim olduğunu saklamıştı herkesten. Yeryüzünün ilk katili olduğunu söylemeye cesareti yoktu. Hayvanların derisini yüzdüğü, deriyi karısına verip kıyafet yaptıkları için zamanla herkes tarafından Webster'lar olarak çağırılmaya başlandılar. Aslında büyücü olduğunu kimseler bilmiyordu.
Hayvan derilerinden yaptıkları kıyafetler başkaları tarafından ilgi görsün diye büyüler yapmaya başlamıştı Kabil. Yaptığı her büyüyü kendince taş tabletlere, kumaşlara kaydetti unutmamak için. İkinci eşinden doğan 7 oğlu büyüdüklerinde ve 11 yaşına geldiklerinde şeytan onlara da gösterdi yüzünü ateş aracılığıyla. Oğulları da büyücü olduğunda birlikte daha da güçlendiler. İnsanlar tarafından sevilip sayılan bir aile haline geldi Webster'lar.
Oğulları da babalarının gerçekte kim olduğunu bilmiyordu. İlk insanların soyundan geldiklerinden habersizlerdi. Kabil onlara, her daim güçlü olmalarını, akıllıca davranmalarını ve gerekirse kardeşlerine bile güvenmemeleri gerektiğini öğretiyordu. O da bir kardeşin abisiydi ve onun katili. Habil'in kendisini çok rahat öldürebileceğini biliyordu, elinde fırsatı da vardı ama yapmamıştı. Habil'de, Kabil'de olmayan merhamet vardı. Ve Kabil merhametsiz olduğu için mutluydu yoksa ölen kendisi olurdu.
İnsanlara yardımları dokunuyor gibi görünseler de daha fazla kazanmak ve güçlenmek için onları kullanıyorlardı. Yalnızca hayvan derisi kıyafet satmıyorlardı çocuklar büyüdükten sonra. Otlardan ilaçlar hazırlayıp şifalar dağıtıyorlardı. Yavaşça insanların içlerindeki gerçek arzu ve istekleri öğrenemeye başlayıp onları da kendi yanlarına çekmeye çalıştılar. Bereket büyüleri, aşk iksirleri, soyun devamlılığı için kadınların erkek evlat doğurması için büyüler hazırlayıp sattılar güvendikleri insanlara.
Webster ailesini gören ve saklanan diğer büyücüler ve cadılar da yavaş yavaş cesaret kazanıp kendilerini bazı insanlara göstermeye başladılar. Onlar da daha iyi bir yaşamı hak ediyordu. Cadılar ve büyücüler ortaya çıkmaya başladığında Lilith'te bu durumu fark edenler arasındaydı. İnsanların arasında gizli de olsa yapabileceği ümidiyle saklandığı ininden çıktı. Yine de insanlara çok yaklaşmadan ormanda derme çatma bir evde yaşamaya başladı.
Bir gün yeni yapacağı büyüler için malzeme topalanaya giden genç büyücü güzeller güzeli Lilith ile karşılaştı. İlk anda birbirlerinden etkilenmişlerdi. Genç büyücü, kadının güzelliğinden ve gücünün büyüklüğünden de hoşlanmıştı. "Yine geleceğim." Yanağına bir öpücük kondurup geri döndü. Lilith yalnız geçen uzun yıllardan sonra bir erkeğin sevgisine kendini teslim etmişti.
Akşam evine gittiğinde yüzündeki gülümsemeyi ailesi de fark etmişti. "Yüzünü güldüren nedir bize de söyle." Dedi Kabil, oğluna. Genç büyücü babasından bir şey gizlemediği için gün içinde karşılaştığı kadından bahsetti. Onun da cadı olduğunun altını çizmişti ki babası bir şey demesin.
"Siyah saçlı, keskin yüz hatları olan, bir bakışıyla yürek yakan bir kadın mıydı?" Kabil onun kim olduğunu anlamıştı, oğlu da başını sallayınca emin oldu. Bu Alkız'dı. "O tanıdığım en güçlü cadıdır. Erkeklerin akıllarını çeler ve onları parmağında oynatıp her istediğini yaptırır." Kardeşini öldürme fikrini veren de onu gömmesini gösteren de Alkız'dı. Yıllar önce onu öldürdü sanmıştı ama yine çıkmıştı karşısına.
Genç büyücü, kadının öyle biri olmadığını söyleyecekti ama babası onu susturdu. "Sakın seninle oynamasına izin verme. Zamanında onu öldürmeye çalışmıştım ama o kadar güçlü ki ölmüyor. Ama artık 7 tane oğlum var. Birlikte o cadıyı öldürebiliriz. Güçlerini ele geçirebiliriz." Derken Alkız'ın ölümsüzlükle lanetlendiğinden habersizdi. Sadece onun güçlü olduğunu düşünüyordu ve güçlerine özeniyordu.
Diğer 6 oğlu cadıyı öldürmeyi kabul etti. Ancak aşık olan oğlu kadını öldürmek istemiyor olsa da itiraz edemiyordu kardeşleri karşısında. Kabil o oğlunu Habil'e ne kadar da çok benzetiyordu. Sonunun da aynı olacağını düşünmeden edemiyordu.
İki aşık ara ara ormanda buluşup birbirlerini gördükçe daha çok ısınıyorlardı. Aralarındaki bağ güçlenirken Kabil ve oğulları cadıyı izliyordu. Ne zaman evine girdiğini ne zaman çıktığını, yaptığı büyüleri, girdiği şekilleri uzun uzun izlediler. Bu sırada büyücü ve cadı birbirlerine daha çok aşık olmaya başlamıştı. Oğlan, cadının öldürülmemesini söyleyemiyor olsa da işleri yokuşa sürüyordu. Cadının evde olmadığını bu gece öldüremeyeceklerini, başka işleri çıktığı yalanını söyleyip sevdiği kadının ölümünü geciktiriyordu kendince.
Ancak Kabil akıllı bir adamdı. Oğlunun ne yapmaya çalıştığını anladı. İşleri bozmadan önce cadıyı öldürmeliydi. Bir gece oğullarını yataklarından zorla kaldırdı. Her şeyi kendi başına planlamıştı. Cadıyı uykusunda hapsedip öldüreceklerdi. Oğullarından biri evden çıkmasını engelleyecek, diğer ikisi etrafı kolaçan edecek ve kalanlar da cadıyı öldürecekti.
Aşık büyücü son dakikada babasına Lilith'i sevdiğini, onunla birlikte gidebileceklerini söylese de babası bu fikre hiç yanaşmadı. Gecenin kör karanlığında, uğursuz vakitlerde cadının evinin etrafını sardılar. Cadı uyuyordu. Yavaşça içeri süzüldüler. Kabil, aşık oğlunu da yanına almıştı. Hatta bu işi onun yapmasını istiyordu ki kırılganlığı, merhameti kırılsın.
Lilith uyuyor olsa da gücü uyuyrken de onu koruyordu. Kabil tüm gücüyle Lilith'e saldırdı. Oğulları evi büyülüyorken Lilith uyandı ölüm uykusundan. Gözünü ilk açtığında baş ucunda sevdiği adamı görünce yine aynı kandırılmışlık hissiyle kalakaldı. Bu defa gerçek aşkı bulduğuna emindi oysa. Yine kandırılmış ve yine aldatılmıştı. Öfkesiyle tüm vücudundan karanlık süzülmeye başladı. Karanlık duman aşkının üzerine doğru ilerlerken Kabil onu durdurmaya çalıştı ama içeride çıkan rüzgarla birlikte kapıya doğru sürüklendi.
Karanlık oğlunu yutarken Lilith yatağından kalktı. "Seni kendi kanınla lanetliyorum Kabil. Mutluluğu sana da senin soyuna da haram kılıyorum." Sevdiği adamı daha doğrusu sevdiğini sandığı adamı önüne aldı. "Kurban verilsin, kan dökülsün." Derken karanlık genç büyücüyü boğdu, kanı yere aktı."Ölüm senden gelenlerin peşini bırakmasın. En güvendikleri, en sevdikleri tarafından alınsın canları. İlk kanı dökenin soyu yeryüzünden en son göçen olsun." Lilith'in haykırışları yeri titretiyordu. Webster'ları lanetlemişti. Yaptığı karanlık büyü doğada başka kapılar açmıştı. Yeryüzünün belli bölgelerine sisler inerken Lilith ne yaptığının farkında değildi öfkesinden.
Oğlunun öldüğünü anlayan Kabil kapıları kapatıp evden kaçmaya başladı. Oğullarına da peşinden gelmeleri için bağırdı. Kabil o gece hayatta kalan 6 oğluna gitmelerini emretti. Her birine farklı yerlere gitmesini, kimseye güvenmemelerini de sıkıca tembih etti. Alkız ya da Lilith çok güçlüydü ve onunla başa çıkılamayacağını anlamıştı artık. Onunla hiç uğraşmaması gerekirdi. Karısı da evlatları gittiği için kocasına kızgındı. Yaptığı büyüler yüzünden evlatlarından olmuşlardı.
İnsanlar da Webster ailesinde bir sorun olduğunu anlamaya başlamıştı. Kabil'in de olması gerekenden genç göstermesi herkesi korkutuyordu. Bir gece insanlar ellerinde meşalelerle Kabil ve karısının olduğu evi ateşe verdi onlardan kurtulmak için. Kabil kardeşini öldürdükten sonra ölemiyordu. Sönen alevlerin arasında karısının yanmış bedenini gördükten sonra kimselere görünmeden orayı terk etti ve gitti. Kimseye gerçekte kim olduğunu anlatmadan, başka çocuklar yapmadan, bir orada bir burada yaşamaya devam etti Kabil... Ancak Lilith'in laneti asırlar boyu devam etti durdu. Kabil soyu arttıkça sevildikleri, kardeş bildikleri insanlar tarafından öldürülmeye devam etti. Asırlar sonra ilk İye Sare, kendisine Büyük Büyücü diyen, ailesinden gördüğü, dostu bildiği Blayne'ı öldürdüğünde onun Kabil'in soyundan geldiğini ve lanetin bir piyonu olduğunu bilmeyecekti....
Cadılar ve büyücüler saklanarak yaşamak zorunda kalıyordu yaptıkları kötü büyüler yüzünden. Hepsi kötü olmasa bile toplum içinde kötü karşılanıyorlardı. Ancak yeryüzünün tek kötülüğü onlar değildi. İnsanlarda baştan çıkmıştı. Toprakları kendileri için istediklerinden savaşlar veriyor, kan döküyorlardı. İye'ler bundan rahatsız olmuştu. Ve bir insana iyilik sever ruhlarını bahşetmeye karar verdiler. Ruhu bir kadına vereceklerdi doğada doğurabilen, ince düşünceli ve naif varlıklar oldukları için. Böylece yeryüzünde denge sağlanmış olacaktı. İye'ler insanlara uyanıkken görünmüyorlardı onlarda rüyalarına girdiler. Doğada korudukları varlıklara karşı saygı duymalarını, zarar vermemelerini aktardılar.
Gördükleri rüyaları çoğu kişi bir başkaskna anlatmaya çekindi. Cadı ya da büyücü sanılacakları için. Bazıları doğaya karşı saygılı davranırken bazırlarının umurunda bile olmadı doğa. Toplumlar birbiriyle savaşmaya, suyu kirletmeye, yakıp yıkmaya devam ettiler uzun yıllar. İye'ler de insanların saygısızlığını affetmedi. Rüzgar, yağmur, kar, fırtınayı insanların üzerine saldılar ve gelecek olan iyenin iyilik sever ruhunu aldılar. Ancak o zaman bile vazife kadınlarda kaldı. Şeytanı dinleyen, cennetten kaçan yine bir kadındı. Lilith...
Yaşanan doğa üstü olayların ardından kendilerine Türk diyen bir topluluk iyelerden af diledi. Daha dikkatli olacaklarını ve insanları da uyaracaklarını söylediler. Ancak bu yalnızca onların yapabileceği bir şey değildi. Bu yüzden bir insanoğluna İye'lik vazifesinin verileceği ve bunun sebeplerini Türk halkı ile paylaştılar yalnızca. Pişmanlıklarını bastırmaları ve insanlara iyenin gelişini haber edip umutlandırlamarı için. Doğanın iyeleri, iyilik sever, koruyucu ruhu insanlığı ve doğayı koruması için gönderecekti en başta. Ancak insanlar taşkınlık yapıp iyeleri kızdırdı. Bu sebeple yalnızca ilk gelecek olan iyenin iyilik sever ruh taşıyacağı tebliğ edildi. Ondan sonra gelecek olan iye'ler ilk gelenin soyuna bağlı kalmayacak ve neye hizmet edecekleri de bilinmeyecekti. Böylece kehanet yayıldı.
Çok uzun sürecek; onlarca yaz onlarca kış geçecek onu beklerken ama sonunda gelecek kutlu senenin ortasında doğacak olan.
Ama sanmayın iye geldiğinde her şeyin düzeleceğini; önce en kötü halini alacak, bildiğimizden şaşırtacak, yolumuzdan caydıracak...
İnsanlar kehaneti dilden dile yaydı, yalnızca ilk iye için söylendiğini sanıyordu ancak ondan sonra gelecek her iyeyi kapsıyordu. Cennetten düşen melekler insanların arasında yaşarlarken geleceği de görebiliyorlardı. Geleceği görüp insanların kaderlerini değiştirecek kararlar veriyolardı. Çocukken ilk iyenin hayatını kurtarmak gibi... Ancak periler asırlar sonrasında gelecek olan iyenin geleceğini göremiyorlardı. Bunun sebebi ise Şeytanın yeryüzündeki tohumuydu.