Betül'e ve kendime birer kahve aldıktan sonra ardımı dönmemle birlikte bir kayaya çarptım zannettim.
" Ya dağdan mı indin dikkat etsene"
Kahve üzerime dökülmesin diye hızlıca geri hamle yapmıştım.
Neyse ki verilmiş sadakam varmış üzerime gelmemişti kahve. Az biraz elime gelmesiyle kurtarmıştım.
Başımı kaldırdığımda kirli sakallı kara kaş kara göz, mülayim tipte bir adam duruyordu.
" Asıl sen ettiğin kelimelere dikkat et bence"
Hiç göründüğü gibi mülayim değil sanırım.
" Ne varmış dediğimde, hem bana çarpıyorsun hemde üste çıkmaya çalışıyorsun şu an sen sanki"
Yanıma gelen arkadaşım kolumdan tutup;
" Duygu canım sakin mi olsan, yeniden alırız kahveyi mühim değil ? "
" Kahve mühim değil ama bu dağdan inme benden özür dilesin Betül"
Derken bir yandan kollarımı birbirine bağlayıp her zamanki gibi burnumu havaya diktim.
Ben öyle herkese pabuç bırakacak kızlardan değildim. Önce onun benden özür dilemesi gerekiyordu.
" Bak ya hala ağzı bozuk konuşuyor. Kızım ben değil sen bana çarptın, asıl özür dilemesi gereken sensin bence"
Pardon kızım mı?
Tamam ben de önüme bakmıyordum ama centilmen olup önce o özür dilesin bana ne.
" Hiç özür falan dilemeyeceğim suçunu kabul edip sen dile önce o özrü"
" Suçlu olduğumu düşünmüyorum ben de özür dilemeyeceğim" deyip ellerini cebine koydu.
Bak sen şuna. Demek öyle bilmem ne bey. Adını bile bilmiyorum ama görürsün sen.
Benden de inat sanırım bu. Ama ben de Duygu'ysam o özrü önce o dileyecek. İnat etmek neymiş ona göstereceğim.
" Ben de dilemiyorum"
" Tamam ikiniz de dilemeyin, artık buna bir son verin rezil oluyoruz" deyip beni yanına çekiştirdi Betül.
Hayır neden biz özür diliyoruz ki. Betül de hemen hazır alttan almaya.