4. BÖLÜM *EVE VARIŞ

2079 Words
Karanlıktı insanlar. Ruhları, düşünceleri, istekleri... Ben karanlıktım, çünkü bende bir insandım. Üzüm üzüme baka baka kararır. Karardık hepimiz. Birbirimize kin duyduk, kıskandık, cimri davrandık. En çok ben dedik her zaman. 'Biz' olmadı lügatimizde. Kendimiz için istediğimizi başkası için istemedik. Bencildik çünkü. Oysaki kardeş kardeşiyle paylaşmalıydı değil mi? Biz kardeştik ama doğduğumuzda bile miras bölünecek diye kıskandık kardeşimizi. Keşke doğmasaydı dedik. Kalabalıklaştık, kirlendik. Gizli, saklı, sır denilen şey kalmadı bize ait. Her şey ortadaydı çünkü. Hepimiz aynıydık; karanlıktık. Telefonumdan başımı kaldırıp etrafıma bakındım. Durmuştu taksi ve ben yazdıklarıma o kadar dalmıştım ki geldiğimizi yeni fark ediyordum. Yazdıklarımı kaydedip inmek için hareketlendiğimde şoför beyle aynadan göz göze geldik. ''Kızım para?'' diye sorduğunda kafama vurmamak için kendimi tuttum ve telefonumu tekrar elime aldım. Camdan dışarıya bakıp durduğumuz sokağa baktım ve Barış'ın verdiği adreste olduğumuzu gördüm. Doğru gelmiştim. ''Barış, ben geldim in aşağıya da taksinin ücretini öde.'' Telefonu ilk çalışta açan Barış'a kısık sesle bunları söylerken şoförün attığı onaylamaz bakışlarla yanaklarım daha da kızarıyordu. ''İniyorum hemen.'' ''Kusura bakmayın parayı kuzenim ödeyecek.'' dedim şoföre Barış telefonu kapatır kapatmaz. Başını sallayınca telefonumu eşofmanımın cebine koyup sırt çantamın kayışlarını kollarımdan geçirdim. Taksinin kapısı birden açılınca hızla o tarafa döndüm. Barış eğilmiş bana gülümseyerek bakıyordu. Dudaklarım kıvrılırken taksiden inmek için kapıya doğru koltukta kaydım. ''Kuzen!'' deyip bana sarılınca bende kollarımı ona doladım. Özlemiştim keratayı ya. Sırtıma yediğim darbelerle nefesim kesilirken Barış'a inat ben daha hızlı vurdum Barış'ın sırtına. ''Öküz! Kemiklerimi mi kırmaya çalışıyorsun?'' diyerek kollarından ayrılıp bir iki adım ondan uzaklaştım. Kollarını göğsünde birleştirip tüm yükünü sol ayağına verip bana alaycı bir bakış attı. ''Sen abine 'öküz' mü dedin? Goril?'' derken sesi alaydan öte kızgın gibi çıkmıştı. Hafifçe yutkunup korktuğumu belli etmemek için bende kollarımı göğsümde birleştirdim. Gözlerini kısıp bana sert bakışlarla bakarken ben de gözlerimi kısıp ona bakmaya başladım. Küçükken yaptığımız bakışma yarışlarını genelde o kazanırdı ama o zamanlar küçüktüm sonuçta. ''Biri paramı ödese artık diyorum!'' diyen şoförle bakışlarımı kaçırdım. Şoför taksiden çıkmış bize bezmiş bir şekilde bakıyordu. Zoraki bir şekilde gülümseyip Barış'a döndüm. ''Barış cüzdanın yanında değil mi? Param yok derken şaka yapmıyordum.'' Kafasını olumlu anlamda sallayıp cebine vurdu. ''Kuzenlerin hası! Hangi bina bizim?'' dedim en tatlı gülümsememle. Şoföre attığı ters bakışlar arasında eliyle arkasında kalan binayı gösterdi. ''4. Kat 8 numaralı daire.'' Elini arka cebine atarken bende valizlerimi almak için taksinin bagajına yöneldim. Üç valizimden en hafifini seçip sağ elime aldım ve parayı şoföre ödeyen Barış'a döndüm. ''Diğer ikisini alırsın değil mi?'' ''Hıhı!'' der demez hızla binaya yöneldim. Çok zeki kızım ben ya. Merdivenleri koşarak çıkarken spor yapmanın faydalarını görüyordum. Nefes darlığı genelde çekmiyordum spor yaptığım için. 8 numaralı dairenin önünde durduğum zaman derin bir nefes aldım. Kapının üstünde anahtar aradım ama yoktu. Barış'ı bekleyeceğimin farkına vardığımda valizimi yere bıraktım ve kollarımı göğsümde bağlayıp sırtımı; soğuk, demir kapıya yasladım. Barış'ı beklerken birden kapının açılmasıyla geriye doğru düşüşe geçtim dengemi sağlayamayıp çığlık atarken. Göğsümden kollarımı çözene kadar yerle buluşmuştum ve sertçe çaptığım için sırtımı; ciğerlerimdeki havayı inleyerek vermiştim. ''Nehir!'' Barış'ın merdivenlerden yankılanan bağırışıyla yaşaran gözlerimi kırpıştırdım. Görüşüm netleşirken bana eğilmiş bir yüz görmemle kaşlarımı çattım. Şaşkın suratın yüzündeki ifade yerini endişeye bırakırken hızla bana doğru atıldı ve omuzlarımdan tutup kaldırmaya çalıştı. ''Yah! Bırak! Canım acıyor,'' diye inledim sırtıma giren ağrıyla. ''Ben, özür dilerim. İsteyerek olmadı, senin kapının ardında olduğunu tahmin edemedim.'' Omuzlarımdan ellerini çekerken söyledikleri üzerine mümkünmüş gibi kaşlarımı daha da çattım. Yerden dirseklerimden güç alarak oturur pozisyona geçerken karşı dairenin kapısının açılmasıyla yüzümü buruşturdum. ''Ne oldu? İyi misiniz? Birine bir şey mi oldu? Kızım neden yerde oturuyorsun?'' Siyak beyaz puantiyeli pijamasıyla gecenin bir vakti gözlerimi şenlendiren; 60'lı yaşların sonlarında olduğunu tahmin ettiğim teyzeye zoraki bir şekilde gülümsedim. ''Nehir, ne oldu? İyi misin? Niye çığlık attın? Neden yerde oturuyorsun?'' Barış'ın kıpkırmızı olmuş bir suratla ve nefes nefese söyledikleri üzerine ellerimi saçlarımın arasından geçirdiğim gibi inledim. Arkamdaki; düşmeme sebep olan çocuk, krizin eşiğinde olduğumu anlamış gibi öne atıldı. ''Nesrin Teyze, merak etme bir şey yok. Barış'ın kuzeni yoldan geldi de; ufak bir kaza yaşadı sadece. Barış, sende neden beni çağırmadın valizleri almaya? Hem sen bunlarla 4 katı koşarak mı çıktın?'' Çocuğun dediğiyle, yüzüme indirdiğim ellerimin arasından; sol elini duvara yaslamış bir şekilde, iki büklüm olup nefeslenen Barış'a baktım. İçinde hemen hemen iki insan ağırlığında eşya olan valizlerime çevirdim bakışlarımı hemen. Barış gözümde yükselirken; benim için endişelenip, basamakları koşarak çıkması beni hem sevindirmiş hem de üzmüştü. Gelir gelmez sorun çıkarmıştım. Üstelik gecenin bir vakti rezillik çıkmıştı binada. Kübra'dan aşağı kalır bir yanım yoktu. Bela paratoneri olan Kübra'ydı; ben değil! Sorunlar Kübra'yı eliyle koymuş gibi bulurdu. ''Kusura bakmayın, size de gecenin bir saati rahatsızlık verdim. Özür dilerim Nesrin Teyze!'' Az önceki çocuktan öğrendiğim isimle özür dilerken Nesrin Teyze'den, duvardan destek alarak ayağa kalktım yavaşça. Madem bundan sonra bu binada yaşayacaktım, kötü başlayan tanışmamızı iyi hale getirmek için hala iki büklüm duran Barış'ın yanından geçip Nesrin Teyze'ye doğru ilerledim. ''Gerçekten özür dilerim, Nesrin Teyze. Benim adım Nehir. Barış'ın kuzeniyim ve bundan sonra size komşuluk etmekten mutluluk duyacağım!'' Elimden geldiğince samimi gözükmeye çalışarak söylediğim şeyler üzerine Barış'ın şok olduğunu göremesem de biliyordum. Çünkü şu an Nehir Mira'dan beklenmeyen şeyler yapıyordum. Kendime değişeceğime söz vermiştim ve bunu eskisi gibi 'yabani' biri olarak yapamazdım. ''Sorun değil kızım, hoş geldin. Neyse ben yatayım bari. Yarın doktor randevum var. İyi geceler.'' Kapıyı suratıma 'nazikçe' kapatmadan söylediği şeyler üzerine sadece eğreti bir şekilde sırıtmıştım. Kapının ardından 'iyi geceler' diye mırıldanıp boynu bükük arkama döndüğümde; Barış ve çocuğun anlamsız bakışlarıyla karşılaştım. Kafamı utanarak eğip; yere koyduğum, diğerlerine göre hafif valizi almak için uzandığımda sırtıma giren ağrıyla inleyip ardından dudaklarımı dişlemiştim nefesimi tutarken. ''Gerizekalı diyorum, sonra da eniştem azarlıyor! Geç içeri! Hesap soracağım daha ben sana. Ne demek 86 lira? Ne demek? İyi ki dolaştırmasın dedim taksi! Ülke turu yapmışsın resmen! Geç içeri, geç. Daha ben sana bu eşek ölüsü dolu valizleri bana kakalamanın hesabını soracağım.'' * * * Barış'ın kapıdaki 'hafif' nutuğunun ardından, oturma odasındaki tekli koltukta oturmuş karşımdaki üçlü koltukta oturan çocuğa dikmiştim bakışlarımı. Evet, dikmiştim çünkü hala sırtımda bir sızı vardı. Çocuk bakışlarımdan rahatsız olmuş olacaktı ki; göz göze geldiğimiz andan beri bakışlarını giydiği pelüş terliklerden kaldırmamıştı. ''Al, iç şunu.'' Barış'ın elindeki kas gevşetici hapı alıp ardından uzattığı suyu üç koca yudumda bitirdim. Barış'a bardağı verirken kaş göz işaretlerimi kullanarak koltuktaki çocuğu gösterdim 'kim bu?' dercesine. Anlamayarak bana bakarken gözlerini kısmıştı ve ardından tekmemi bacağına atmamı sağlayacak şeyleri söylemişti. ''Gerizekalı! Sence işaret dili biliyor muyum ben? Neden kaşın gözün ayrı oynuyor?'' Söyledikleri üzerine yediği darbeyle elindeki bardakla birlikte seke seke üçlü koltuğa oturdu. ''Bana gerizekalı diyene bak.'' diye mırıldanıp gözlerimi oturma odasında gezdirdim. Barış'tan beklenmeyecek kadar temiz ve düzenliydi. 4 kişilik bir yemek masası, balkon olduğunu tahmin ettiğim boydan boya cam olan yerin önündeydi. Açık mavi oturma odasını tamamlayan gece mavisi mobilya takımı ve ortadaki vizon sehpayla kafamı beğeniyle aşağı yukarı salladım. Duvarlarda Adile Naşit'ten, Marilyn Monroe'ye kadar birçok ünlü ismin küçük fotoğrafları vardı. Bir duvar boydan boya kitaplıktı ve bildiğim birçok romanın yanında gördüğüm mangalarla gülümsedim. Manga okumayı ben de severdim. Kitaplığın en alt rafının ise film DVD'lerine ayrılmış olduğunu gördüm. Gerçekten sevmiştim evi. Çok güzel döşenmişti. ''Nehir? Nehir? Nehir? Nehir? Nehir?'' adımın artarda birkaç kez tekrarlanmasıyla bakışlarımı kitaplıktan çekip Barış'a ve yanındaki çocuğa çevirdim. ''Efendim?'' dedim boğuklaşan sesimle. Hafifçe öksürüp bana dikkatle bakan ikilide gözlerimi gezdirdim. ''Bu Hakan, benim ev arkadaşım.'' Gözlerim irileşirken ağzım da paralel olarak açılmıştı. Ne demek 'ev arkadaşım'? ''Pörtletme hemen gözlerini. Merak etme, o kendi evine taşındı zaten. Ağız alışkanlığı işte.'' Dedikleri üzerine derin bir nefes alırken çatılmış kaşlarımla Hakan'a döndüm. Bir süre bakışırken omuzlarını dikleştirip öne doğru eğilince gözlerimi kıstım. ''Ne?'' diye gergince sorunca sırtımı yavaşça koltuğa yasladım ve yüzümü ağrıyla buruşturdum. ''Nehir, doktora gidelim mi?'' Barış'ın endişeli sesini duymamla gülümsedim. ''Kırık ya da çatlak yok, onların ağrısına benzemiyor. Büyük ihtimalle doku zedelenmesi, endişelenme. Bir özür iyi gelirdi ama.'' Kinayeyle söylediğim şey üzerine Barış, öfkeli bakışlarını Hakan'a çevirdi. Hakan tekrar 'Ne?' derken gözlerimi devirme isteğine karşı geldim. ''Nehir, özür diledim ya kapıda?'' Soru sorarcasına söylediği şey üzerine omuz silktim ama canım acıyınca yüzümü buruşturdum. ''O zaman seni tanımıyordum.'' Gayet mantıklı bir şey söylemişim gibi Barış'ın beni onaylamasıyla gülme isteğimi bastırdım. ''Özür dile kuzenimden!'' Barış'ın dediğiyle horoz gibi gerinmemek için kendimi zor tuttum. ''İyi be, tamam. Özür dilerim Nehir, kapıya ayı gibi yaslandığını bilmiyordum.'' Dedikleriyle kaşlarımı çatarken Barış'ın kahkaha atıp beşlik çakması için elini uzatması üzerine ağzım açık onlara bakakaldım. ''Barış, yemin ediyorum seni anneme ve babama söyleyeceğim. Hakan'ı da söylediğimde bakalım seni sağ bırakacaklar mı? Şimdi bana odamı göster ve valizlerimi yerleştirmeme yardım et!'' * * * Valizimdeki kıyafetlerimin hepsini, içini dışını sildiğim gardıroba ve çekmecelere yerleştirdim. Çalışma masasını silip üzerine bilgisayarımı, hoparlörlerimi, kulaklıklarımı, CD'lerimi, launchpadlerimi düzgün bir şekilde yerleştirdim. Yanımda getirdiğim yan flütümün çantasını alıp çalışma masamın kenarına yasladım. Büyük valizimin en altında kalan defter ve kalemlerimi çıkarıp; salondaki kadar büyük olmasa da odamdaki kitaplığa yerleştirdim ve en değerli eşyalarımdan olan ajandamı iç çamaşırı çekmeceme koydum. Barış, kapıyı çalarak içeriye girdiğinde; valizlerimi boşaltmayı yeni bitirmiştim ve bornozumla temizlik malzemelerini odamda bulunan banyoya yerleştirmiştim. Banyo temizdi. Ben gelmeden önce temizlenmiş olmalıydı çünkü hala çamaşır suyu kokuyordu. ''Nasıl, bitirebildin mi?'' Barış'ın sorduğu soruya kafamı sallayarak cevap verip Barış'ın uzattığı temiz nevresimleri aldım. Hakan, evine çoktan gitmişti. Gitmesi iyi olmuştu çünkü bir tane Barış'la uğraşmak yeterince zordu. ''Gel, geçirelim nevresimleri de yat dinlen biraz.'' Kafamı sallamakla yetinirken yine, konuşmaya gücümün olmadığı fark ettim. Çarşafımı tek kişilik yatağa sererken bir yandan da Barış'ı dinliyordum. ''Senin geleceğini öğrendiğimde, hemen Hakan'ı çağırdım. Birlikte temizledik evi; daha doğrusu tuttuğu iki gündelikçi ablalarla temizledik. Yatağı havalandırdık, banyoyu fayans aralarına kadar ovduk, yatağın altındaki bağımsızlığı ilan etmiş dünyayı yok ettik.'' Dediklerine gülerken yorganın iki ucunu tutması için ona uzattım. ''Desene sayemde, öğrenci evini yaşanabilecek bir yaşam alanına çevirdiniz?'' sırıtarak söylediklerim üzerine kaşlarını çattı. ''Hakan pisti bir kere. Beni bilirsin, ne kadar derli toplu birisiyimdir.'' Yorganı sallandırmayı bırakıp ona en alaycı yüz ifademle baktım. ''Sen mi derli toplu, temiz birisin? Sen üşendiğin için haftadan haftaya çorap değiştirir; yıkamam için beni çikolatayla kandırırdın. Ki çamaşır makinemiz bozuk olmadığı halde, sırf bana işkence etmek için makinenin bozuk olduğu söylerdin bende annem yorulmasın diye yıkardım.'' Yorganı yatağa atıp ellerim belimde ona öfkeyle bakarken ellerini iki yanında teslim olurmuşçasına kaldırdım. ''Çocuktuk o zamanlar!'' geri geri giderken söyledikleri üzerine kaşlarımı çattım. ''Ben çocuktum! Sen benden 4 yaş büyüktün be! Çık git odamdan, uyuyacağım ben!'' Gecenin bir yarısı olmasını umursamadan çirkefleştiğimde hızla odamdan çıktı. Bakışlarım valizlerimi bulduğunda oflayıp, Barış'ın çıkarken ardından kapattığı kapıyı açtım ve Barış'a seslendim. Koridorda gözükmesini bekleyip onu görünce kapıyı iyice açtım ve içeri girmesini bekledim. ''Sen valizlerimi, kiler gibi bir yer varsa oraya koysan ve bana tarçınlı süt yapsan nasıl olur? Bende hızla duş alayım?'' Gülümseyip saçlarımı karıştırdı ve valizlerimin tutacaklarından tutup kapıya doğru yöneldi. Valizlerimin yerini temizlik için kullandığım bezle silmek için eğildim. Yarı yolda birden bana seslenmesiyle yeri silmeye ara verdim. ''Nehir, tarçın olmayabilir evde. Süt ısıtsam sadece, bol şekerli?'' Yerden yavaşça doğrulup onu onaylarken elimdeki bezi ona uzattım. Bezi de alıp odadan çıktığında hızla kendime temiz kıyafet çıkardım ve banyoya girdim. Sıcak bir duşun ardından üstümü giyindim ve saçımı kurutmaya üşendiğim için havlumla sardım saçlarımı. Kirli çamaşırlarımı kirli sepetine attım ve banyodaki ıslaklığı köşede bulunan paspasla giderdim. Paspası temizleyip yerine koyduktan sonra dişlerimi fırçaladım ve banyodan çıktım. Tüm bunları, telefonumun saatine baktığımda yarım saat içinde yaptığımı görüp, kendimle gurur duydum. Barış'ı beklerken yatağıma oturdum ve telefonumun internetini açıp saatin gece 4 olmasını umursamadan Kübra'ya konum attım ve ardından fotoğrafımı çekip gönderdim. Ona sürpriz yapıp bir hafta önceden gelmiştim. İlk bir hafta ders işlenmiyor bahanesini kullanıp ona gelmeyeceğimi söylemiştim. İnternetimi kapatıp sırt çantamdan şarj aletini çıkardım ve yatağımın hemen yanındaki komodinin üstünde bulunan prize taktım. Telefonumu komodinin üstüne koydum titreşimden çıkarıp sesini açarken. Barış elinde tepsiyle kapıyı çalmış ve içeriye girmişti. Tepsidekiler göz atıp yüzümü buruşturmuştum. ''Cidden bu saatte yemek yiyeceğimi mi sanıyorsun? Yiyemem ben hiçbir şey. Sabah kalktığımda yerim olmaz mı?'' Tepsideki kurabiyelere özlemle bakarken sporcu olma disiplinin getirdiği sorumlulukla reddetmiştim güzelim kurabiyeleri. ''Taktın kafaya sende şu diyeti. Çocukken gizli gizli yerdin evdeki yemekleri be! Ne şimdi? Sırf senin için gittim en sevdiğin kurabiyelerden aldım ben. Bir tane bile yemezsen küserim yeminle!'' Sütü tepsiden alıp bana uzatırken boştaki eliyle de kurabiye tabağını uzatıyordu. Barış'a içten bir şekilde gülümseyip bir tane damla çikolatalı kurabiye aldım ve sütümü içerken küçük ısırıklarla yedim. Barış da yatağımın ucuna oturup, tabaktaki diğer kurabiyeleri kendi yerken kısa bir muhabbet ettik. Sıcak duş, süt ve kas gevşeticinin etkisiyle uykum kendini iyice hissettirirken; yatağımı silmiş ve Barış'ın anlıma 'Hoş geldin kardeşim!' öpücüğünü bırakıp, tepsiyle odamdan çıkmasını beklemiştim. Odamdan çıktığında ayağımdaki çoraplarımı çıkarıp komodinin üstüne koydum ve yatağımın içine girdim. Saçımdaki havluyu çıkarıp yatağımın başlığına astım ve yorganı kafama kadar çekip uykunun kollarına kendimi bıraktım. Uyumadan önce düşündüğüm son şey 'Yarın bana ne getirecekti?'
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD