B Ö L Ü M -III-

4991 Words
Yeni bölümden merhaba... İyi okumalar.? ----- "Ben," dedi elini sol tarafına bastırarak, "Ben... Senin hem çocukluğunun başlangıcında hem de yaşlılığının sonunda olacağın tek adamım." Diye bitirdi sözlerini öfkeyle inip kalkan göğsüyle. Gözlerim ayaklı yazı tahtasındaki terör örgütü mensuplarında olsa da zihnimde ilk an ki sıcaklığın ısısı vardı.  "Nazım ve Harun, yaklaşık bir yıldır gece kulübünde katliam çıkartmak için çalışıyorlar. Nazım terör örgütünde ki yetkili ve adeta emir veren üst düzey teröristten biri... Emir eri ise Harun kod adlı terör mensubu. Arananlar kategorisinde ise ilk başlarda Nazım varken Harun, Nazım'ın köpekliğini yapıyordu düşündüğüme göre," diyerek elimdeki uzun demir çubukla isminin üzerinden geçtim.  "Canlı bomba olup insanların arasına girip kendini imha edecek."  Kafam bu gerçekliği asla sorgulayamaz hale geldiğinde kalbim canhıraş bir şekilde gümledi. Benim vatanımda, devletimin idaresinde olan bir mekanı kana bulayacak ve benim devletimi haksız duruma düşürerek kendilerini haklı duruma çıkartacaklardı. Bedenim damarlarımda ki kanın çekilmesiyle beni bumbuz bir soğukluğun içerisine hapsetti. Zihnimi kuşatan ve beni inine sokan o anlardan sıyrıldım. Aybars. Yemyeşil bir ormanın ortasındaki yere serpilmiş gül tohumu gibi toprağa karışıp yeşermek için suyunu bekliyordu ama bir gün o toprak suyun azizliğine uğradı. Ve kimse bir daha bir araya gelemedi.  "Almıla!"  Günlük sesini işittiğim anneme hızlıca cevap verdiğimde yazı tahtamı çevirip, birkaç fotokopi kağıdını masamın altına attım ve hemen yatağıma oturup elime kitabımı aldım.  Kapının kulpu aşağı inip ileri itildiğinde içimden, kendimi tebrik edip zamanlamamı alkışladım. "Kızım, akşama Selma teyzene gideceğiz. Benim acil'de şimdi işim çıktı. Gidiyorum ev sana emanet."  Sanki az önce apar topar yatağa oturup kitabı elime alan ben değilmişim gibi yavaşça yataktan kalkıp anneme sarıldım. "Tamam anne, bizimkiler biliyor mu?" "Söyledim, yemeği iş yerinde yiyeceklermiş yedikten sonra geçeceğiz. Ben eğer gelebilirsem beraber geçeriz." dediğinde kafamı sallayıp onayladım. Annem arkasını dönüp gidecekken durdu. Bana tekrar dönerek, "Kızım derslerine çalıştıktan sonra git yardım et. Kadın tek yapmasın."  "İki üç sorum kaldı anne. Yapıp hemen gidiyorum, tek kalınca canı sıkılıyor, Biliyorsun." Annem bana sarılıp işe gittiğinde yapmadığım soruları çözerek yerimden kalktım. Saate baktığımda daha akşama iki saat vardı ve Selma teyzem kesinlikle akşam yemeğini hazırlıyordu.  Gardırobumu açıp içinden takımı olan krem renginde bir eşofman çıkarttım. Üzerimdekileri çıkarıp katladıktan sonra çıkarttıklarımı giyerek dolaba koydum. Masamın üstündeki telefonumu alıp arkasını cebime atarak odamdan çıktım. Aşağıya seke seke inip dış kapıyı açarak ayakkabılarımı giyindim. Sıcak hava yüzüme esinti şeklinde çarptığında kapıdan sıyrılıp anahtarı çıkartarak çarptım. Adımlarım bahçe kapısına ulaştığında kendime çekip asfalt zemine ayak bastım ve o kapıyı da kendime çekerek kapattım.  O günün üzerinden geçen dokuzuncu günde sessizlikleri hâlâ devam etmekteydi. Abimi bile zor görürken Aybars'ı görmek istemem kesinlikle aptallık olurdu. Selma teyze bahçe kapısından elinde çöp kovasıyla çıktığında koşarak elindekileri aldım.  "Sen eve geç Selmoşum geliyorum ben." Ona itiraz hakkı tanımadığımdan, "Tamam mavişim kapı açık." Onu onayladığım-da yolun sonundaki köşede duran çöp konteyner yanına gidip çöpü döktüm. Sinekler direkt oraya akın ettiğinde yeni mamaları lezzetli gelmişti anlaşılan. Omuz silkip açık bırakılan kapıdan girip kendime çektim ve ayaklarım dış kapıda durduğunda ayakkabılarımı çıkarıp eve girdim.  Mutfaktan tıkır tıkır sesler geldiğinde, burnuma dolan nefis mantı kokusunu içime çektim. Adımlarım duraksadığı yerden rotasına yani mutfağa ilerlerken ağzımı açtım. "Selmoşum, yine döktürmüşsün. Evin her tarafına yaymışsın güzel kokuları," dediğimde mutfağa girdiğim gibi karşımda, tabağına gördüğüm kadarıyla salçalı sosu döken bir adet Aybars vardı.  Aptallık? Tezgaha iyice yaklaştığımda kulağına taktığı kulaklığından gelen yüksek melodili dilinden asla düşürmediği mehter marşı ile sesimi duymamasını normal karşılamıştım.  Omuzuna dokunup geldiğimi belli etmek istediğimde mırıldanmasıyla indirdim.  Sesi çok güzeldi. Abim ile lise zamanlarında çeşitli çalgı kurslarına gitmişlerdi. Abimin sesi o kadar güzel olmasa da Aybars ramazan geceleri çalar ve söylerdi. Şimdi de o zaman diliminin içinde gibiydim.  "Gül yüzünde, yasemin gibi zülüflerinin salınmasını göreli, başsız, ayaksız, kuru sevdaya yel gibi, rüzgara kapılmış gibi dolanmaktayım. Ben sana bulaşma ona demedim mi gönül!"  Döktüğü salça sosu bittiğinde lavabonun içerisine attı ve mehterin ritmiyle mırıldandı ve devam etti. "Sevda bizi bir heves uğruna yere çaldı,  ne yapalım o yasemin saçlı güzeli, bizi ayaklar altına aldı... " "Ne yapalım," Eline hazırladığı tabağı alıp arkasını döndüğünde kahverenginin arasına karışmış yeşil harelerini parıltılar eşliğinde benim gözlerime sundu. İçine vefasız bir soluk çekerek ciğerini doldurup taşırdı.  "Hay gönül, vay bu gönül, vay gönül ey vay gönül... " Eli göğsüne değdiğinde gözlerini benden çekerek kulaklığını çıkarttı. Boğazındaki sertlik aşağı indiğinde yutkunduğunu anladım.  "Geldiğini fark etmemişim." Dedi kulaklığına dokunarak. "Selma teyzeye seslendim ben de ama mutfakta sen varmışsın. Boşuna konuşmuşum." dedim gülerek. Az önce hazırladığı tabağı bana uzattı. Refleks ile elimi kaldırıp aldım. Parmaklarımız birbirine değdiği vakit hissettiğim sıcak ile soğuğun karışımıyla çektik ellerimizi. Gözlerini ilk ayıran o olduğundan masaya ilerleyip sandalyeyi çekerek oturdum ve tabağı masaya koydum.  Aybars tekrardan kendine bir servis hazırlamaya başladığında elimi çeneme yaslayıp alık alık izlememek için zor tuttum kendimi.  "Bugün işe gitmemişsin." Dedim. "Anneme yardım için mi geldin?" dedi. İkimizde birbirimize farklı sorular sorarken aynı anda konuşmamız gülmemizi sağlamıştı. Bana arkası dönük olduğundan gamzelerini benden esirgemişti ancak şuh kahkahası kulaklarımı kabartmıştı.  Aramızda hala telefonundan çalan marş eşlik etse de konuşmamıza engel olmaktan uzak hoş bir hava katmıştı.  "Saatler değişti artık bir gün çalışıp iki gün çalışmıyorum." "Evet, bugün sizdeymişiz." Bu sefer ben yüksek sesli kahkaha attığımda kendine koyduğu kaşığı bana uzattı ve çekmeceden kendine bir kaşık çıkarttı. Gülümsememi durdurup mantıdan bir kaşık alıp ağzıma attım.  Tam istediğim gibiydi sarımsaksız ve bol salçalı. Sandalye çekip kendi de karşıma oturduğunda çalan marşı durdurarak telefonu kablodan ayırıp masaya bıraktı.  Önümdeki tabağı kaşıklarken ona hiç bakmıyordum. Bakamıyorum diyemiyorsun da... Çocukluğunun başlangıcı ve sonunda olacağım diyen adam şimdi karşımda yemek yiyordu.  Yiyorduk.  Sanki biri ayarlamış ve anlaşarak bugün bir araya gelmiş gibiydik.  Sessiz ve sakin bir şekilde yemeğimizi yerken aslında buraya yardım için geldiğim aklımdan bir söz gibi uçup gitmişti. Kaşık sesi porselen tabağı çizdiği vakit son lokmamı da yedikten sonra ayağa kalkıp musluğu açarak altına koydum ve makineyi açarak içine koyup kapağını kapatarak elimi sabunladım. Mutfaktan çıkmak için hareketlendiğimde, Aybars'ın sesi ile duraksadım. "Benim tabağımı yıkamadan mı?" Ona dönerken kaşlarım çatılmıştı.  Kollarımı göğsümün altında birleştirdim. "Niye senin ellerin mi yok."  Kafasını sağa sola salladığında başını yukarı kaldırıp mırıldandı. "Yaa sabır, ya sabır." O da eline tabağını alıp benden ona iltimas gelmeyeceğinden sebep kendi işimi kendim hallederim dercesine ayaklandı. Benim yaptığım gibi yıkayıp makineye koyup kapatmıştı.  Fark ettim ki benden bile temiz yıkayıp koymuştu ancak o zaman makine neden vardı ki! "Eline sağlık." dedim masanın üzerinden bir peçete alıp ağzımı silerek. Elimdeki peçeteyi tezgahın üzerindeki çöpe atmak için arkasından geçtiğimde, "Bunu saymam." Dedi güçlü sesiyle.  Elimdekini çöpe attığımda ona dönerek kalçamı tezgahın krem simli mermerine yasladım.  "Ne?"  Bana yaklaşıp baş ve işaret parmağıyla burnumu kıstırdı. "Ne, değil efendim, diyeceksin çilli. Öğretmedi mi Türk Dil Kurumundan çıkan abin." Eline vurarak itekledim.  Abimin sayısal ve sözel ağırlığı aynı ve yüksel olduğundan dalga geçiyordu ama onun başarısı abime kıyasla daha üstündü. "Selmoşum da sana galiba tabak yıkamayı öğretmemiş diyeceğim ama ayıp olacak."  Bana cevap vermek için ağzını araladığında Selma teyze mutfağa ellerinde ki sarımsaklarla giriş yapmıştı. Nefes nefese kalışını sesli sesli dile getirirken kaşlarını çatıp açık olan makineye baktı. "Oğlum yeme dedim sana. Nerede görülmüş sarımsaksız mantı yendiği." Hafif kızgın ses tonu, Aybars'ın ilk defa evde olmasından kaynaklıydı sanırım. Ben ise yerimden kıpırdamadan onların anne-oğul tatlı atışmalarına gülerek ortak oldum.  "Yemediğimi biliyorsun anne." dedi ikaz ederek. Selma teyzenin ellerinden sarımsakları elime alarak çekmeceden bıçak alıp soymaya başladım.  "Bu sarımsak sana ne yapıyor anlamıyorum ki." Tripli yeni sevgili gibi homurdandığında yandan bir bakış attım. Annesini kolunun altına çekmiş yazmasından açılan saçlarına öpücük konduruyordu.  Kokusunu sevmiyordu. "Kokusu hoşuma gitmiyor." Ben onu kendimden bile çok fazla tanıyordum. Belki de çok sevdiğimden sınanıyordum ama inanıyordum ki bir gün bir araya gelecek ve güzel günlerimizi geçmiş ile yad edecektik.  "Mavişim sen yedin mi, bu oğlan düşünüp de bırakmaz." Aybars annesine üstten bakış atsa da bana bakışları değdi.  Boğazımı temizledim. "Yedim Selmoşum." Kafasını oğluna kaldırdığında gözlerinden aferin oğlum sesleri çıkıyordu sanki.  "Sarımsaksız yedin yani?" Kafamı aşağı yukarı salladım.  Dışından kızgın mırıltılar çıkartırken soyduğum sarımsakları, avucuma aldım. Kokusu burnuma çarptığında yüzümü ekşitip uzaklaştırdım.   Küçüklüğümden beri yemezdim. Bir gün hastayken annem süt ile sarımsağı karıştırıp bana verdiğinden beri sarımsağa karşı bir ön yargım ortaya çıkmış ve o günden sonra annem her sarımsak ile bir yemek yaptığında kendimi lavabo başında kusarken bulurdum.  "Sen bırak ben yaparım." Elimi geri çeksem de büyük avuçları elimdekileri alıp beni baş parmağıyla geriletti. Tezgahın altındaki çekmeceden sarımsak döveceğini çıkarttığında avucundakileri döktü. Ben de bir miktar tuz attığımda döverek ezdi. İşim kalmadığından sabunlayıp ve kuruladım. Selma teyze bizi izliyordu. "Ne olacak sizin bu yemek seçme huyunuz bilmiyorum çocuklar."  Omuzlarımı yukarı kaldırıp aşağı indirdim.  "Uğraşma anne bizimle... Hem sen perde asmayacak mıydın git as." Aybars'ı parmağımla dürtüp Selma teyzemi durdurdum.  "Ben asarım Selma teyze. Söyle hangi odanın perdesi asılacak." Kolumu sıvazladığında, "Gerek yok kızım ben asarım sen kal burada." Aybars'a hissettiğim kızgınlıkta bir bakış atarak Selma teyzemle mutfaktan ayrıldım.  Arkasından ilerlerken merdivenlerden çıkmaya başladık. Antre uzun ve genişken banyonun kapısını açıp içeri girdik.  "İki perde zaten mavişim, gelme boşuna." Kafamı sağa sola salladım.  "Ben asarım dedim Selma teyze sen yerini söyle." Eline çamaşır sepetini alarak benden önce geçip ayakları tanıdık bir odaya gitti.  Aybars'ın odasıydı. Ayaklarım geriye dönüp gitmek istese de artık bir kere ağzımdan söz çıkmıştı.  Bilseydim ısrar eder miydim hiç! Odasına girdiğimizde toplu ve düzenli odası gözümde büyüdü. "Sandalyeyi getir kızım boyun yetişmez."  Masanın önündeki sandalyeyi alarak camın köşesine geçtim. "İlk güneşliği as yoksa zorlanırsın." Elime perdenin en uç kısmını alarak sandalyeye çıktım. Kolum uzun olsa da parmak uçlarıma basıp takmaya başladım. En sonuncuya geçtiğimde parmak uçlarımda durduğumdan biraz topuğuma basıp kafamı eğdim. Allah'ım bu zulüm niye. "Yoruldun mu, prenses." Elimi belime yerleştirip odanın sıcaklığından alnıma yapışan saçlarımı elimle sıyırdım kapıya bakarak. "Kaç tane prenses'i perde asarken gördün ki?"   Gözleri yukarıda olduğumdan başını kaldırdı."Bir tanesini gördüm. Yeter bence." Dedi soluk verip gözlerini benden çekti ve sepetin içindeki tül perdeyi farkında olmadan uzattığım elime verdi. Elinden alıp gözlerimi kaçırdım ancak ayağımla tül perdeyi havaya kaldırdığımdan sebep bir parçasının ayağımın altında olması, basarak dengemi kaybetmemi sağladı. Ağzımdan çığlığa benzer bir nida çıktığında elimi bir şeyi tutmak için aradım ancak bulamayışım la düşeceğimi sanırken , " Tuttum seni, perde prensesi." Kapattığım sımsıkı gözlerimi Aybars'ın sesiyle aralarken heyecandan kalbimin boğazımda attığında hissediyordum ve bunu onunda hissettiğinden emindim.  "Ayağım takıldı." dedim yerdeki perdeye ilişti gözlerim.  Güldüğünde gözlerimi oradan çekip iri ama kısılan elayı andıran irislerine baktım. "Biliyorum, gördüm."  Kaşlarım hala güldüğünden ve söylediğinden dolayı çatıldığında, elimi yumruk yapıp omzuna vurdum. Elimin altındaki beden omuzuna vurmamla kasıldı. "Niye uyarmıyorsun, az kalsın düşüyordum." Kollarını sıkılaştırdığında kafam göğsüne yapışmış kalbinin hızlı ritmini hissetmiştim.  "Düş diye söylemedim zaten." diyerek hırıltılı sesiyle konuştu. Beni hala tutuyor olması aklımı bulandırırken söylediği cümle içimde tohum olup filizlendi.  Gözlerim, gözlerinde kaybolduğunda, "N-nasıl?" diye kocaman açılmış gözlerimle bakakaldım. "Düş ki bir daha perde asarken ayağının altına bakmamazlık yapmazsın." İçimde filizlenen tohum güneşsiz bir hiç olurken solup gitti.  Gözlerimin iriliğini düzeltip dudaklarımı yaladığımda, "Haa... O anlamda. Anladım." dedim içime kaçan sesimle gözlerimi kaçırıp tekrar bakarak.  Harelerinden tekini kırpıp sağ gamzesini gösterecek kadar güldü. "Başka ne anlam çıkarttın ki sen?"  Elimle omuzuna vurup göz kırptım aynı şekilde gülerek. "Senin dediğini tabii. Yoksa yine birinin kucağına düşmek istemem, istemeyiz değil mi?"  "Abuk subuk konuşup asabımı bozma benim kızım. Asmıyorsun tanımadığım birinin yanında perdesini," dediğinde gülmemek için kasmıştım kendimi. "Ya kendi evimizin perdesini asarsam?" dediğim de cümlede ki aitlik eki birden ağzımdan çıkarken, onun gözlerinde belli bir şok ve sarsılma belirmişti.  "Evimin yani... " Şaşkın hali o kadar tatlı gelmişti ki ellerimi kaldırıp sıkasım gelmişti yanaklarını.  "Ben varsam o zaman düşünürüz, evinin perdesini." Konuşma bitmişti ancak dakikalar geçmesine rağmen sus pus olmuş birbirimizi izlemeye dalmıştık.  Boğazıma bir şey kaçmış gibi öksürdüm. "Bırakacak mısın?"  Söylediğim ile birlikte beni bıraktı.  Evet... Ayağım yere değmeden bırakmış ve sırtüstü düşmüştüm. "Ne yapıyorsun sen ya!" dedim adeta cırlayarak.  Elini açıp, gözüme doğru uzattığında yerden destek almadan ayağa kalktım. Elini tutmamam onda bir etki yaratmazken yüzünde tazeliğinden ödün vermeyen kırmızı bir gülün güzelliği vardı.  "Bırak dedin ya..." Tek kaşı karizmatik bir şekilde havalandı. "Ben de çığırma daha fazla diye bıraktım." Sanki normal bir şey söylüyormuş gibi yapmıyor muydu, kaşığı ihtiyacım olmadan boğmak istiyordum.  "Ya git, Allah aşkına..." dediğimde aklıma neden geldiğiyle ilgili sorular oluştu. "Sen niye gelmiştin?"  Eline yere düşen perdeyi alarak sandalyeye çıktı. "Güzel asıyor musun diye bakmaya gelmiştim ama onu bile beceremediğini gördüm." Kollarımı göğsümde birleştirdikten sonra sağ elimi çıkartıp, hadi dercesine oynattım. Bacağımı da hızlı hızlı titretirken perdeyi asmaya başladı, astı da.  Her işi beceriyle yapması kesinlikle kötüydü.  Sandalyeden atlayıp masanın önüne çektiğinde şimdi masaya yaşlanmış beni küçümseyerek izliyordu.  "Eee," Dediğinde bakışları kollarıma değmiş ve çekmişti. "Elin iyileştiğine göre kaşığı tutamamayı bahane edip yemeği ertelemeyeceksin değil mi?" Yemek konusu günler sonra tekrar konumuza dahil olmuştu. Ben asla o günden sonra gitmeyiz ve unutulur sanıyordum ama unutmamıştı. Tüm günüm ders çalışmakla geçtiğinden anca pazar günleri kendime ara verip sosyal aktiviteler yapıyor ve hayata dönmeye çalışıyordum.  Bugün de günlerden cumartesiydi ve yarın yemek için en uygun zamandı.  "Götürmeden rahat etmeyeceksin anlaşılan." Dediğimde beni kafasıyla onayladı. "Tamam o zaman yarın boşum gideriz bir yere," aniden konuşmamı kestiğimde, "Tabii sen çalışmıyorsan." Diye devam edip bitirdim. "Hayır, yarın da çalışmıyorum. Alırım ben seni akşam vakti." Bir haftanın bekleme sonucunun altında bir sebebin olmadığına elimde olmadan içerledim.   "Olur, gidelim mi işim bitti."  Beni kafasını sallayarak onayladığında keskin sesini benden esirgeyerek odasından çıkmış merdivenlerden aşağı iniyorduk. "Benimle niye birden konuşmaya başladın? Küssünüz sanıyordum." Dedim son basamağa basıp onun duran ayaklarıyla ben de durdum. Aybars, elini saçlarına götürüp taradı. "Koca insanlarız Almıla, ne küsmesinden bahsediyorsun." Hayretle kaşlarımı havaya kaldırıp inanmamış gibi yaptım.  "Öyledir kesin." Arkamdan homurdanışını duysam da dönüp bakmadım ve ayaklarımı takır tukur eden sesin geldiği yere götürdüm. Yarın akşam için heyecandan küçük dilimi bile yutabilir ve gidemeyebilirdim. Almıla, dedim içimden yansımama parmağımı sallayarak. Sakin olmazsan her şey berbat olur ve rezil edersin kendini diyerek yükselen kalp atışlarımı indirgemeye çalıştım.  Olmadı.  Gözlerim duvarda asılı olan kırmızı üzerinde turuncu beneklerin olduğu tabloya denk düşerken, beynimin çalışmasıyka elimi hemen arka kot cebime attım ve telefonumu çıkarttım.  Parmak izimi algıladıktan sonra tarayıcıdan emniyetin sitesine girdim. Karşıma ana sayfanın sağ üst köşesine basarak terörden arananlar kısmını tuşlayarak renklerine ayrılan bölümden kırmızıya tıkladım. İlk işime Nazım itini bulmakla başlamıştım ancak ismini arama yerine girip aratmaya başladığımda sonuç bulunamadı yazmasıyla dondum kaldım. Oradan hemen geri tuşuna tıklayarak çıktığımda bu sefer turuncu listeye bastım ve aynı bir önceki gibi arattım.  Yoktu. Her türlü terör mensuplarının adı burada geçerken o iki leş kargaları yoktu. Mutfağın yolundan ayrılıp arka bahçeye çıkarak verandanın olduğu bölümdeki hasırlı sedir koltuğa oturdum. Şu an bilgisayarıma öyle çok ihtiyacım vardı ki aklımdan yarın olan yemek bile başka yöne savrulmuştu. Tarayıcı sayfasından başka bir sekmen açarak isimlerini direkt gerçek adlarıyla birlikte girdim fakat savunma bakanlığında da bu isimler olmazken tırnaklarımı stresten dolayı kemirmeye başladım. Bazen eğer beni heyecanlı bir durum sardığında yemeye başlardım şimdiki gibi.  Normal de ilk emniyetin sayfasından aratmam gerekiyordu ancak ben dosyayı kaptığım gibi büyük bir nimet bulmuşcasına sarılmış ve gecelerimi gündüzlerim yapmıştım. Bu bulduğum detayı abime ve Aybars'a söyleme isteği içimi fare gibi kemirmeye başlarken sedirin yumuşak dokusunun hareketlendiğini hissettim ve telaşla telefonumu göğsüme bastırdım.  Başımı yanıma oturan kişiye, Aybars'a çevirdim.  "Ne saklıyorsun yine sen?"  Hiçbir şeyi belli etmek istemediğimden telefonu kapatıp kucağıma koydum. "Hiçbir şey, ne saklayacağım." Dedim önüme düşen kızıl tutamları mı kulağımın arkasına sıkıştırarak.  Bir yanım söyle dese de diğer yanım söyleme diyerek diretiyordu.  "Bilmem. Tırnak yemeler ki sen bunu ancak ve ancak strese girdiğin zaman yaparsın, bilakis oturduğum gibi telefonu göğsüne yapıştırmalar falan, neyse sakladığın söyle işte sonradan uğraştırma bizi." Kaşlarımı çattım böyle demesiyle. Gören de diyecekti ki her gün başımı belaya sokuyordum. Tamam başıma buyruk hareketlerimden birkaç bela alıp abim ve Aybars'a suçu yapıştırmıştım ama o kadardı gerisi de olmamıştı. Aniden ayaklandığımdan gözleri baştan aşağı süzmüş ve gözlerimde durmuştu. "Abartma istersen, gören de her gün başınıza iş açıyorum sanacak."  Kafasını benim dediklerimi onaylar gibi sallayarak mırıldandı.  Ellerim sinirden yumruk şeklini alırken buradan bir an önce ayrılmam gerektiğini düşündüm.  Aybars, "Geçen yıl bayram tatilinde ne yaptığını unuttun galiba." Başımı sağa sola salladım. Kurban bayramının ilk gününden bahsediyordu. Gözlerim bir noktaya dalıp gittiğinde elimde olmadan gülümsedim.  "Unutmadım." dedim kıvrılan dudaklarımı oynatarak.  Eliyle kalktığım yere iki kere vurdu. Bu yanıma otur, çok konuşacağız demek oluyordu onun sessizliğine sığınan diliyle. İkiletmeden kalktığım yere gelişigüzel oturarak bacaklarımı göğsüme çekerek bileklerimi sardım.  "Unutmazsın tabi ortalığın anasını ağlatmıştın kızıl." Dedi argo kelimelerle cümlesini kurarak. Omuzlarımı silktiğimde bu hareketime güldü. "Benim hiçbir suçum yoktu farkındaysan. Hep İhsan abinin, Fuat abi ile olan kavga münasebetiyle olan olmuştu."  Aybars'ın gür kahkahasını bugün ikinci defa duyumsadım. "Hayır benim anlamadığım senin orada ne işinin olduğu. Kerim ile ben olmasaydı galiba seni farelere yem edecektik." O söylediklerine kahkahalarla güldü.  Mimik oynatmadan yüzüne baktım. Bence komik değildi... Tamam, dedi içimde ki ses, buna gülmeyecekte neye gülecek diye söylendi.  "O kadar da değil," Dedim gözlerimi devirerek.  "Evet o kadar da değildi..." Dedi ama sesinde öyle bir alay vardı ki sinirlenmemek için sağır olmak lazımdı. "Gelmeseydik eğer, tatlı küçük farecik dediğin hayvancağız senin yerine kapıyı tırmalamıyor olurdu. Biz senin sesine değil de farenin kapıya geçirdiği küçük tırnaklarından bulduk seni." Dediğinde artık boğazında ki ve alnında ki kalın damarları belli ederek haykırarak gülüyordu.  "Gidiyorum ben ya!" diye kollarımı dizlerimden çekerek ayaklanacaktım ancak parmakları kolumu sardığında durdum ve gülmekten kıpkırmızı olmuş esmer yüzüne baktım. "Tamam... Gitme gülmeyeceğim."  Kolumu bileğinden kurtardığımda sertçe nefes vererek oturdum. Fakat tekrar baş gösteren kahkahasıyla konuşmaya başladı. "En... En son," dediğinde gülmesinden dolayı konuşamıyordu. İçine derin bir nefes çekti. "Kapıyı açıp içeri girdiğimizde kelaynak gibi olan saçlarını bizi görmenle düzeltmeye çalışman ama elinin bok içinde olduğunu, saçına sürüp kokunun gelmesiyle anlaman... O kadar komikti ki."  O gün ağlayamamıştım bile. Elim yüzüm ve saçlarım pislik içindeydi ve tek düşündüğüm şey Aybars'ın kapıyı açtığı gibi yüzüme nasıl baktığıydı. İlk on saniye endişeyle bakarken elimi saçıma götürmemle gülmeye başlamıştı.  Rezilliğim sadece o gün ile de sınırlı kalmamıştı. O bir haftalık bayram tatilinde başıma gelmeyen kalmamıştı. Aslında bakıyordum da, nerede bir bela varsa orası beni buluyor ve yakama yapışıyordu.  "Her insanın başına gelebilecek türden bir olaydı o."  Benim keyifsiz halim onun tekrar hoşuna gidip göğsünü hoplatırken, "Hayır, kızıl. Bu anca senin başına gelebilecek türden bir olaydı." Dedi.  Fazla birbirimize baktığımızı sandığımdan hemen kaçırdım irislerimi. "Eminim senin bile başına gelmiştir." Dedim çünkü gittiğimiz yer Aybars'ın babaannesinin çiftliğiydi.  "Ben yabani değilim kızıl, o hayvanlarla büyüdüm, yani korkmam." Kendini her zamanki gibi övmeye ve yüceltmeye başladığında,az önceki pozisyonuma dönerek çenemi dizime yasladım.  Ben de hayvanlardan korkmazdım ancak, kesecekleri inek beni kovaladığından onlara böyle görünmüştü. Sonuçta hayvanseverlikte bir yere kadardı. Yedi yüz yirmi kiloluk ineğin beni ezerek kurban yapmasını kim isterdi ki. Ayağa yavaşça kalktığımda, "Gidiyorum ben yardıma. Sen kendin anlatıp gülebilirsin." Dedim deli üzerinden vurgu yaparak.  Yaptığım vurguyu anladığında dudakları yukarı kıvrıldı. Gamzeleri azıcık gözükünce içimde ki kız çocuğu yatağında tepinerek el çırptı. Üzerimi düzeltip yanından geçtim.  Soğuk parmakları yanından geçtiğimde elimi tuttu. "Lafı dolandırdığını anlamadım sanma Almıla, ben senin o her lafına her sözüne kanan salak arkadaşların değilim." dedi ve devam etti. "Beni onlarla karıştırma sakın, senin onları parmağında oynattığın kadar ölüm gördü benim elim, gözüm. Şimdi sakladığın ne ise anlat sonradan başımız yanmasın." Baş parmağını avuç içimde daireler çizerek gezdirdi.  Gözlerimi yumduğum gibi anılarım zihnime düştü.  "Ellerin çooook soğuk Ciyaddd." "Bıraksan ellerinle ısıtcam, Almıla." "Bi'kerem benim ellerim küçük, senin ellerini nasıl ısıtsın, himm?"  "Kızım bir bıraksan ikimizin de elini sıcacık yapcam." "Olmaazz sen bumbuzsun." "Donayım mı ben! Öleyim mi soğuktan!"  "Elimi tutunca ölmeyeceksen, tamam tutttt." Geçmiş şimdi, burada zihnimin kapattığı kapıları çocukluğum ile açarken ne yapacağımı bilememiştim. Adeta cansız bir manken gibi donup kalmıştım. Benim içime atıp onun yüzüne söyleyemediğim o kadar çok birikmişliğim vardı ki ömrümün yeteceğine inanmıyordum. Elleri ellerimdeydi fakat ne çok yakınsa bir o kadar da mesafeli ve soğuktu.  Uğraşırdı benimle, hem çocukluğum da hem de bugünüm de.  Yüzümde kavurucu sıcaklığın üzerine soğuk parmaklar usulca gezdi, durdu.  "Almıla, kendine gelsene kızım!" Geçmişin sıcak izleri beni oradan kurtardı. Soğuk ve bitap düşmüş izlerin eline düşürdü. Gözlerimi yumduğum yerden açtığımda, başımı boyunun uzunluğundan kaldırmak zorunda kaldım ve kahverenginin içine karışan yeşil tonuyla bezenmiş gözlerine baktım. Aybars sertçe, "Niye ses vermiyorsun. Bir şey oldu sandım."dediğinde hâlâ zihnimin bir köşesine attığım ve çıkmasını istemediğim anı gözlerimin önüne düşüyordu.  "Gördüğün gibi bir şey yok, yok işte! Rahat bırak beni." Avucumda ki hâlâ gezinen elini çektim ve geriye adımlayıp çıktım verandadan. Neden ve niçin böyle bir şey yaptığımı bilmiyordum. Sadece içimde ona karşı öfkelenmemi isteyen biri vardı. Bir kız çocuğu. Ezbere bildiğim mutfağın yolunu mesken tuttuğumda hemen içeri girdim. Sessizce Selma teyzemin dibine girip şişkin göbeğine sarılarak al yanaklarına dudaklarımı bastırdım.  Ağzından, "Hihhh." Nidası çıktığında baş parmağı damağına baskı uygularken diğer eli göğsüne kondu. "Ödümü patlattın kızım, yüreğime indiriyordun." Dudaklarımı büzüp kollarımı beline doladım. "Özür dilerim Selmoşum. Bu kadar korkacaksın bilemedim." Kollarımı belinden ayırıp, bana dönerek kendi sarılmıştı bana.  "Yok kızım,"Dedi saçıma parmaklarını koyup taradı. "Korkmadım hem neyden korkacağım iki kişi var evde. Dalmıştım sadece." Tombul yanaklarını parmaklarımın arasına alarak sıkıp sündürdüm. "Kırk yıllık asker karısısın Selmoşcuğum. Karşına çıkan bir kere daha düşünsün." Yüzünü elimden kurtarıp eliyle kalçama bir fiske attı.  Yanakları sıktığımdan dolayı beyaz teninde kırmızılığı belli etti. "İşimden alıkoyma beni mavişim, birazdan gelir Ferhat amcan."  Selma teyze ile konuşmamız burada bittiğinde akşam çayın yanında birkaç aparatif tatlı, börek ve poğaça yapmaya koyulduk.  Tezgahın altındaki çelik hazırlama kabını alıp masaya koydum ve ondan önce çıkarttığım malzemeleri tekrar teker içine dökerek karıştırdım. Yumurta ve şeker birbirine karışırsın sırada yağ, süt ve alabildiği kadar un kattım. Çırpma teliyle hızlı hızlı karıştırdığımda küçük su bardağı kadar ek aldım ve yağladığım kek kalıbına güzelce sıpatula yardımıyla sıyırarak döktüm. Ek aldığım sıvı hamurun içine kakao katıp çarptım ve kalıba dökerek fırına koydum.  On beş dakika da işimi bitirdiğimde Selma teyze de poğaçasını ve böreğini fırından çıkarttı ve üzerine örtü serdi.  "Selma teyze bunlar çok fazla olmadı mı, kim yiyecek bu kadarını?"  Elimden tutarak oturduğum sandalyeden kaldırdı. "Kuzum, bir tek siz gelmiyorsunuz. Tabi tek siz olsanız da bunları yapardım ama Ferhat amcalar babanın arkadaşı da geliyormuş ailecek."  Kaşlarım perde misali gözlerime indi. Annem eğer bilseydi söylerdi. "Annem söylemedi başkasının olacağını, demek ki unuttu."  Selma teyze başını sağa sola salladı hayır dercesine. "Biliyor kuzum, unutmuştur. Kaç gündür yorgun geliyor."  Başımla onayladım. "Doğru diyorsun." Ben akşam gelecek olan misafiri merak etmeye başlarken, ben fırındaki kekin piştiğinden emin olup elime alırken, Selma teyze de çayı atmıştı.  Aybars,"Hanımlar, mis gibi korkutmaya başlamışsınız." Diyerek mutfağa giriş yaptı. Masanın üzerindeki yiyeceklere içi gider gibi bakarken fırının hemen yanındaki bana gözünü değdirdi.  Elimdeki kalıbı gördüğünde artık onu durdurabilecek biri yoktu.  "Almıla keki mi yaptın."   Başım kendiliğinden aşağı yukarı oynadı. Geçmiş yine ve yeniden beni içine çekerek kıskıvrak yakaladı.  "Ne yapıyorsun?" "Keeeek." "Bir ismi yok mu bunun?" "Annem söyledi ama unuttum."  "Hiiiiimmm... Ben bir isim buldum!" "Neyyy, bana da söylee hadiii!" "Annem yaptığı tuytanın ismine elma demişti bizimki de Almıla keki olsun."  "Olurrrr, ama ben yaptım sen yapmadın ki nerden senin oluyor!"  "Ama ismi Ben buldum."  "... Tamam, peki. İkimizin pastası olsun!" "Almıla pastasııı..."  "Elifff... Çabuk buraya gel, mahvetmişler caanım hamuru!"  "Koş Ciyad, koşşş... Terlik geliyoo." Merdivenlerden inen annemin bana bağırdığını Aybars'ın ise elimi tutup beni koşarak oradan uzaklaştırmaya çalışması. Kontrollü bir ekiptik. Ne yaşanırsa yaşansın hep bir arada hep bizdik.  "Kakaolu kek." Dedim ilk kelimemi vurgulayarak. Dediğimi anladı kalın sık kaşları kirpiklerini örttü. Kahverenginin yeşile çalan tonu göz bebeğinin büyümesiyle kayboldu ve simsiyah bir renge büründü. Daha önce hiç görmediğim bir renge.  "Almıla keki bu nerede görsem tanırım!" Sesi keskin bir tonlamayla yükselmişti. İri vücudu Selma teyzenin boyunu içine aldı ve kaybetti.  "Hayır, Kakaolu kek adı. Herkesin bildiği ve yaptığı sade, normal bir kek!"  Asıl meselenin kek olmadığını ikimiz de bilirken benim kızgınlığım kırgınlıklarla dolu çocukluğumaydı. Sitemimin büyüklüğünü gözlerimde gördüğünde arkasını döndü. Çekmeceleri bir bir karıştırmaya başladığında aradığı şeyi bulamadığından sinirini sertçe çarptığı dolaplardan çıkarttı.  Doğrulup arkasını döndüğünde masada aradığını buldu. Siyah bıçağı.  Adımlarını aynı sertlikle bana doğru atıp elimde bez ile tuttuğum kalıbı sıcaklığına aldırış etmeden avuçları arasına aldı.  Anlık gözlerimin yanmasıyla gözlerine baktım. Mimik oynamamıştı. Ancak benim canım acıdı. Onun eli yanarken, elimin acısıyla kavruldum.  Bıçağı devirdiği kalıptan çıkan kekin şeklinden kesti. Dumanı bir metre uzaktan bile belli olan keki soğuk parmaklarıyla tutarak ağzına attı.  Gözlerim içimdeki kız çocuğunun ağlamasıyla doldu.  Küçükken onun bana yaptığı gibi üflemek istedim boynum büküldü.  Kalbim amansızca Aybars'ın ses çıkarmadan inlemesine ortak olup ağzımdan çığlığı koparttı. "Aybars, ne yaptın sen!"  "Oğlum buharı tütüyor görmüyor musun?"  Selma teyze oğluna ilerleyip ağzına üflerken musluktan su doldurup uzattım. Elimden aldığı suyu bir dikişte bitirdiğinde yutkundu. Bardağı bana uzattı ama elinin kızarıklığı belliydi.  Aybars olumsuzca kafasını oynattı. "Sen ne dersen de bu Almıla pastası. Elinin lezzeti geçmiş üstüne, yalanlayamazsın." Ve beni mutfağın orta yerinde öylece bırakıp gitti. Selma teyze kısa bir an ikimize gözünü değdirse de dolaptan bir buz çıkartıp oğlunun peşinden çıktı. Ben ise çocukluğumla tekrar yalnız başıma kaldım.  "Anne bu misafir kısmını bana ne zaman demeyi düşünüyordun tam olarak?" Gözlerim salondaki kalabalıkta dolaştı. Benim beklediğim iki kişi olurken benden iki yaş büyük bir kız daha vardı. İrislerim onun üzerinde durduğunda onun gözleri abim ve Aybars'ın üzerinde geziniyordu.  Dudaklarına sürdüğü ışıl ışıl parlayan pembe dudakları üzerine giydiği toz pembe elbisesindeki simlerle göz yoruyordu. Bir insan tanımadığı bir eve böyle nasıl gelebiliyordu ki.Hayretle kapı tarafına oturmuş onun değişik hareketlerini izliyordum.  Kahverengi gözlerini kapatan masmavi lensleri çığlık çığlığa beni bu gözlerden kurtarın dercesine konuşmaya başlayacaktı. Yaşından büyük platin sarısı civciv rengindeki saçları at kuyruğu şeklini almıştı. Kapıdan girdiği anda çantasından çıkarttığı bilekten şeritli simli pembe ayakkabısı kesinlikle pembe rengini çok fazla sevdiğini gözlerimize sokuyordu.  O yanımdan geçtiğinde boy aynasında kendimle göz göze gelmiş ve direkt tüymüş-tüm oradan. Ne garip insanlar vardı, belki de bizim giyimimiz de onlara garip geliyordu.  "Aklımdan çıkıvermiş kızım. Yoksa söylerdim."  Annemi dinledikten sonra bakışlarımı Yonca'dan çekip Aybars'a diktim.  Sanki bu kız sadece bana normal gelmiyordu. Elindeki telefonla abime bir şey gösterdiğinde ikiside hönkürerek güldü. Video izledikleri aşikar iken pembeli Yonca'nın sesini duydum. "İkinizde mi polissiniz?" Eğer boğazı bir yutkunma geçirmeseydi dudağının kenarından akacak salyasını fark edebiliyordum.  Abim ve Aybars soruyu duyduktan sonra yayıldıkları koltukta doğruldular. Ellerim anlık bir sinirle titremeye başladığında ağzımın içindeki ince eti dişlerimle koparttım.  "Polis değiliz, Polis Özel Harekatçıyız." Abimin büyük bir özgüven ve şımartılmış çocuksu egosu ile Pembeli Yonca, aldığı mükemmel cevap ile yerinde hareketlendi. Onu o koltuğa gömme isteği çıkmalı aklımdan... Abime sinirli bir yüzle baktım. Ne yapıyordu bu salak ya! Pembeli Yonca abimi uzunca bir süre süzerken ev halkı bambaşka konulara girmişti.  Pembeli Yonca, katlettiği çakma mavi gözlerini durdurdu. "Güçlü yapından anlamıştım zaten, masa başı polis olamayacak kadar irisin." Abimden aldığı özgüven ile Aybars'ı bir köşeye atarak onu mesken tuttu. Artık tek kişiyi muhatap alıyordu çünkü Aybars onun yüzüne bile bakmamıştı. Abimin de bakacağı yoktu ama susmayı da istememişti. Aybars'ın elindeki telefon bir anda dizine düştüğünde kafasını kaldırıp bana baktı.  Gözlerimdeki öfkeyi sezdiğinde kaçırdı harelerini. Abim katladığı dirseklerini dizine koyup rahat bir pozisyon ayarladıktan sonra konuştu.  "Hadi canım, fark ediliyor mu öyle." Abimin alaylı konuşması kızarmama sebep olmuştu. Ne biçim konuşuyordu. Artık pembe olmayan oynak Yonca abimin kelimeleriyle utanmış gibi yaptı. Kusma isteği beni anlık yakaladığında öğürmüş gibi yaptım.  Oynak Yonca, " Evet ama, Cihad'a göre değil. Onun gizlediği bir yanı var." Işık hızıyla gözlerimiz birbirine çakıştı. Ejderha içimde olsa şu an burayı yakmıştı. Kendi hemcinsimin böyle iğrenç şekilde konuşması beni hem sinirlendirip hem utandırmıştı. Bir erkek için- iki- kendini böyle düşürmesi midemi bulandırmıştı.  Aybars, doğal olan mavi gözlerime içi gider gibi bakarken sanki, ben bir şey demedim, yapmadım dercesine bakmaya başlamıştı. Benim ise takıldığım, donduğum ve içimin çekildiği tek bir yer vardı, Oynak Yonca'nın kullandığı isim. Muhtemelen evdekiler Cihad dediğinden o da onu söyleme gereği duymuştu.  Abimin bozulmayan yüzü Oynak Yonca'nın ne olduğunu çıkartmak istiyordu. "Hoşuna gitmedim galiba?" dedi abim sırtını yastığa yaslayıp gülerek. Yüzünden bile anlaşılıyordu, bana bulaşma cümlesi. "Bilemiyorum, açıkçası deneyimlemedim."  Yerimden uçarcasına kalktığımdan koyu sohbet durmuş herkesin gözlerinin hedefi ben olmuştum. "Su alacağım." diye açıklayıp çıkan mırıltılarla salondan çıktım.  "Bana da getirir misin, Almila?"  Almila!  Şeytan diyor ki al sürahiyi bayılana kadar içir suyu.  "Getiriyorum!" Bağırarak mutfağa girip soluksuz kalmış göğsüm sinirlerimin altüst olmasıyla inip kalkıyordu. Hızlıca üst rafın kulpunu kaldırıp iki bardak çıkarttım. Sertçe kapağı kapattığımda tezgahın üzerinde gördüğüm sürahiden bardaklara, tezgahın üzerini su edecek kadar dökmüştüm. Ellerim titredi.  Cam sürahiyi tezgaha gürültüyle koydum. Ellerim ıslanan tezgâhın kenarlarını sertçe tuttu. Kafam bugün ki olanları daha fazla kaldıramamış gibi eğildiğinde omurgam eğilmemle delinip göğüs kafesime battı. İçim cayır cayır yanarken mutfağın parkesinden gelen tahta sesini işittim.  Gelenin kim olduğunu da nelere sebep olduğunu da, kalbime ne kadar ağır geldiğini de biliyordum.  "Almıla," dedi içeride hissettiğim şeyleri biliyormuş gibi ses tellerini yumuşatarak. Ellerim tezgahı sıkı sıkı tutarken gördüğüm kadarıyla bembeyaz olmuştu. Duygularım bu saatten sonra elimden bir zaman gibi kayıp giderken vaveylalar nüksetti içimde.  Arkamı dönüp içimi dökmek istedim. Fakat, "Git." dudaklarımın arasından çıkan kelime sadece bu olurken öz ve netti. Gitmesini istiyordum ama dayanamıyordum da.  Beni dinlemediği bana doğru gelen adım ve nefes alışı oldu. Yine dinlemedi. Kısıtlı alanımda tam da ensemde sıcak nefesini hissettim.  Belimde bir sıcaklık hissettim, "Dön bana gül güzeli."  Bacaklarım titredi, tutuşu öyle nazikti ki, bir gülün dokunmaya kıyamadığı kırmızı yaprağı gibiydi.  "İstemiyorum." Ben daha neyi istediğimi bile bilmiyordum ki.  Ben dönmek istemeyince iki eliyle belimden tutup kendine döndürdü.  "Neyi? Söylemezsen anlayamam."  Güldüm yüzüne baka baka dalga geçermişcesine.  "Sen hiç anlamadın ki neyin sorusu bu şimdi." İşte şimdi ona karşı tüm tabularımı yakıp yıkmıştım. Gözleri kısıldı, cevabın yerini sorum onu afallattı.  "İçeride ki olay-" Sözünü bıçak gibi kestim.  "Duymak istemiyorum." Dedim sertçe. Titreyen sesime içimden bir yumruk savurdum. Onun karşısında güçsüz görünmek istemiyordum. Dinlemedi beni. "Gördüm Almıla, nasıl baktığını da öfkeni de gördüm." "Gördün öyle mi!" Kollarından kendimi kurtarıp aramıza mesafe koydum. Gözleri ilk yükselen ve öfkeyle çıkan sesimi sonra da açılan mesafemize baktı. Gözlerini yumdu. Eli çenesini sertçe ovdu.  "Bağırma!"  "Niye, gizlediğin yanın mı anlaşılır!"  Yükselen seslerimiz asıl bizi kırdı, döktü, parçaladı. Çocukluğumda ki günlerim gözlerimin önüne geldi, sızladı.  "Ne gizlilikmiş amına koyayım! Herkesin dilinde!"  Biz birbirimizi yıpratıyorduk.  Parmaklarım saçlarıma uzandığında çekiştirdim. "Ya... " Dedim konuyu kilit noktaya götürüp yumru olan boğazımı ıslatarak. "Kim bu, kim ki sana benim bile yıllardır söyleyemediğim adını alengirli laflarla dilinden düşürmüyor!"  Bağırmam içeridekileri yok sayarak fazlaca yükselince beni susturamayacağını anlayınca kolumdan tutup, balkona soktu. Soğuk akşam havası tenimi ürpertti.  Alt dudağını dişleriyle sıyırdığında, parmakları saçlarının arasından geçti. "Ben o günden itibaren her Allah'ın günü adımı senden duymayı beklemişken, o mu umurumda olur benim!"   Belki de ben aşkı yanlış kişide yanlış bir zaman da tatmıştım ama şöyle bir şey de vardı ki o olmasaydı tadacağım bir aşk olmazdı. İlk tanışmamız geldi aklıma bisiklete binmeye çalışırken düşüp kendini yaralayan küçük Almıla'ya elini uzatıp sırtına alan Cihad. İki isim ayrı ayrı kişiyi tek bir bedende doğurabilir miydi? 
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD