B Ö L Ü M -II-

4868 Words
Merhabalar, Okumaya başlamadan önce yıldıza dokunmayı unutmayın... İyi okumalar arkadaşlar? ------- Havanın eve gelene değin kararması dışarı ne diye çıktığımı bana hatırlattığında yaralı elimi alnıma vurmamak için tuttum. Resmen Aybars ile uğraşmaktan ekmekleri unutmuştum araba da. Kapı açılmadan annemin sesi gelince arkamı dönmüştüm ancak elinde ekmek ve eczane poşetiyle bana bakan Aybars'la eline uzandım. "Ben unutmuşum." Dedim utançla. Annem kapıyı araladığında poşetleri bana vermeyerek yanımdan gelerek, "Bana laf sokmaktandır o." Deyip tok sesiyle göz kırptı. "Hoş geldiniz çocuklar geçin." Annem bana tedirgince bakarken Aybars'ın elini uzatmasıyla geçtim. Arkamdan o da girdiğinde kapıyı örtmüştü annem. "Hoş bulduk Elif teyze." Teyze mi? Anne diyecekti galiba. Olsun o kadar Almıla, elbet onunda sırası gelir. Üzerimdeki kot ceketi çıkartırken Aybars'da yardımcı olmuştu. Annem içeri adım atmadan sorulara başlarken salona girmemizle hararetli konuşma sonlanmış tüm gözler bize dönmüştü. "Abla," diyerek koşan kardeşim Ayla ile kollarımı açmıştım ama o Aybars'ın odaya girmesiyle bakışlarının anlık olarak kayması ile açılan kollarım göğsümün altında birleşmiş yanımdan ışık hızıyla onun kollarına atılması bir olmuştu. Ne diyorlardı, baldız bal- Ah bu kızlar... Nedense hep yanmaya mâhkum kişileri seçiyorlardı. "Aybars!" Çığlığını attığında abimin ağzının içinden homurdanarak, "Bu adam da şeytan tüyü var." Demesi ile yüzümde salakça tebessüm oluşmuştu. Sadece çocuklara karşı böyle olmasını umuyordum... "Naber fıstık," sorusuyla ikinci plana erkenden atılmıştım. Ayla'nın şen kahkahası odada yankılanırken ben içeri girmiş Selma teyzemlere yaşadığım durumu anlatarak içlerini bir nebze rahatlatıp sohbete kaldıkları yerden devam etmelerini sağladım. "Geldiğinize göre konuşmalarımızı masada da yapabiliriz." Diyen annemle ilk ayağa kalkan babam olmuş sonrada Selma teyze, Ferhat amca, Aybars ve abim kalkmıştı. En son ben de kalktığımda yavaş yavaş geçen ilacın etkisiyle ağrı kendini gösterirken nasıl yemek yiyeceğimi düşünüyordum ve muhtemelen bir şey yiyemeyecektim. Dikdörtgen masada herkes bir köşeye geçerken ben, Aybars ve abim arasında kalmıştım. Anlık olarak bakışlarım yanımdakine çarpsa da elimin sızısından gözlerimi dolu olan tabağıma çekmiştim. Normal de böyle bir durumla karşılaşsak annemin evhamlanacağı tutar yemeği asla koymaz, odama çıkarttırırdı. Bugün ya kafası dağınıktı ya da geçiştirir gibi anlattığımızdan takmamıştı. Masanın altından birinin ayağı ayak bileğime çarptığında olduğum yerde dondum sonra sesini duydum. "Elin mi acıyor." Başımı çevirip gözlerimizi birleştirdim. "Evet, yemekte yiyemiyorum."dediğimde komik bir şey varmışcasına güldü ama sadece ben duydum çünkü kısık çıkmıştı. "Öyle küçük cam kesiği, ufacık filandı dersen olacağı buydu Almıla." Gözlerimi belerterek baktım. Sanki beni çok dinliyorlardı ya bunu da ciddiye alacaklarını düşünmemiştim. "Ben nerden bilecektim ki elime bakmadan inanacaklarını, ilaçları sürmem gerek." Dedim fısıltıyla. Başımı sırtıma çevirdiğimde abimin de bize dikkat kesildiğini fark ettim. Solukları hızlanırken kendini dizginlemeyi kenara atarak, "Ne konuşuyorsunuz siz fısır fısır?" Diyerek kafasını ikimizinde ortasına getirdi. "Almıla'nın dikiş yeri ağrı yapmaya başlamış." Aybars son derece düz ses tonuyla söylenmiş ve abimin kaşlarının çatmasına neden olmuştu. Abimin gözleri bana kaydığında çattığı kaşlarının altından bal rengi gözleri kısılmıştı. "Hani senin bir şeyin yoktu!" Gözlerimi masaya çevirdiğimde Aybars'ın, "Sizi telaşlandırmak istememiş düşünceye bak. Bilirsin günlük Almıla hareketleri..."  İkisininde solukları yarış halinde sertçe yükselirken masadaki konuşmayı bölen ses bana aitti.  Sandalyeyi geri iterek ayağa kalktım. Sandalyenin parkeye bıraktığı tiz sesiyle herkesin bakışları bana döndüğünde, "Eline sağlık anne, çok güzel olmuş. Ellerimi yıkamaya gideyim ben."  Masadakiler kaldıkları yerden devam ederken arkamı dönmüş, Aybars'ın hole'ün yanındaki portmantonun üzerine astığı eczane poşetini alıp hızlı hızlı merdivenlere çıkıp banyoya girdim.  Poşetin altından tutup lavabonun içine ilaçları boşaltıp elimin beyaz bandajını açmaya çalıştım ancak kapının çalınmasıyla gözlerim oraya kaydı. Kim gelmişti ki? "Müsait misin?" Diyen Aybars ile derin bir nefes alıp, "Evet, gelebilirsin." Diye mırıldandım.  Büyük olan banyonun kapısı açılırken ilk defa ortamın gerginliğini hissetmedim ya da elimin acısından unutmuştum.  Kapıyı arkasından örttüğünde bir bana bir de ilaçlara baktı.  "Çok ağrıyor mu?"  Başımı aşağı yukarı sallayıp kaldığım yerden devam etmeye başladım. Bandaj hafiften kuruyan yaraya yapıştığından dikişlerden dolayı acıtıyordu. Benim bandajı sökmeye çalışmam ile yanıma gelip lavaboya saçtığım ilaçları tek tek inceleyip bu saatte kullanacakları mı öne çıkartıp gerisini poşete koymuştu. İlacı kutusundan çıkarttığında bandajı zor da olsa ayırmıştım elimden. Uzun bir krem çıkarttığında bana baktı.  "Gece sürmen gerekiyor, diğeri de uyumadan önce atacağın hap ağrıyı kesiyormuş. Öteki poşete koyduklarım da sabah içilecek antibiyotikler. Saatinde içilecek, kahvaltıdan önce unutma."  Aybars'ın bu hali afallamama neden olduğunda sanki dudaklarının arasından sevgi sözcükleri çıkıyormuşçasına ben de gülerek izliyormuşum gibi hissettiriyordu. Kafamı hayali bir şekilde sağa sola salladığımda gözlerine bakarak onu onayladım.  "Şimdi otur şuraya," diyerek omuzlarıma ellerini koyarak klozet kapağının üzerine oturttu.  Ellerini çektiğinde elimin acısıyla avucumu açtığımda batikonun da sarardığını fark edip lavabonun üzerindeki oksijenli suya baktım. Aybars'da aynısını düşünmüş olacak ki aynanın yanındaki dolabı açarak pamuğu aldı. Yanıma adımlayarak dizlerinin üzerine çöktü.Gözlerimi ondan çekip göğsüne sabitledim. Elimi ellerinin arasına almadan önce kutusundan çıkarttığı oksijenli suyun ağzını açıp pamuğa dökerek avucuma bastırdı. Bastırdığı an gözleri bana tutulduğunda acımıyor, sen devam et der gibi elimi oynattım.  "Acırsa söyle. "diyerek taze yaranın üzerinde dolaştırarak geçti. Her geçişinde elinde olan bakışlarım onun bana bakmasıyla son buluyordu ve yanımdaki dolabın içine girmeme sebep oluyordu. "Acırsa söylerim." Pamuğu avucumun etrafında gezdirdiğinden acımıyordu.  Temizlediğinde bir pamuk daha alarak açmış olduğu yeni batikondan pamuğa damlatarak sürdü. İşini öylesine ince ayrıntılarla yapıyordu ki ona kapılmamak aptallıktı. Sahi eskiden de bana karşı böyle miydi? Evet. Her yaralandığımda sarardı yaralarımı.  İşini bitirdiğinde pamukları çöpe atarak şeffaf kremi parmağına sıkıp bu sefer dikişlerin üzerine bastırdı ve bu bedenimin kasılmasına neden oldu. Banyoya girdiğinde ki ağrı tekrardan baş gösterdiğinde elimi kasılmadan sebep geri çekmeye çalışmıştım ama sıkıca tuttuğundan ayrılmamıştı.  "Bırak. Kasma kendini daha çok acır." Ağzımı açtığımda bir şey söylemek istesem de söyleyememiştim çünkü bir kere daha dikişin üzerinden geçmişti.  "Ben yapmıyorum vücudum kendi tepki veriyor."  Güldüğünü işittim.  "Buna biz acı diyoruz. Sen veriyorsun yine de bu tepkiyi."  Elimi sıcacık avucundan çektiğinde sesimi çıkartamadan öylece kalakalan elime baktım. Yaram derindi ancak onun bıraktığı izlerin daha çok acıttığını anlamam uzun sürmemişti. Avucundan elimi kendime doğru çektiğimde bakışları gözlerimi bulmuştu. "Ben kendi yaramı kendim kapatırım," ne de olsa çok iyi bir öğreticisin. Diye mırıldandım.  Kaşları gözlerinin üzerine indiğinde kahverengi gözlerin siyahi tona büründüğünü görmüş gibi oldum ve bu saniyelik olduğundan belki de yanlış gördüm diye geçirdim içimden. "Kapatırsın tabii. Onda ne şüphe, ama ben yanındaysam o olmaz." Hayretle gözlerimi kocaman açtığımda beni dinlememeyi seçerek elimi bilek bitiminden sıkıca tutup avucuma merhemi sürmüştü. Zaten ben de cevap vermek istememiştim. Her şey dakikalar içinde hallolduğunda avucumu da steril bir bez ile kapatmıştı. "İşte bu kadar." Deyip elimi bırakarak geri çekildi.  Ellerini dizlerine vurarak ayağa kalktığında, "Geçmiş olsun." demeyi de ihmal etmemişti. Bende oturduğum yerden kalktığımda bir şey demeyeceğimi zannederek girerken kapattığı kapının kolunu kavramıştı. "Teşekkür ederim." mırıldanışımla kafasını yarımca bana döndürdüğünde bir an bakışlarıyla beni alt ettiğini sanmıştım. Gitmeyi sonraya bırakmış olacak ki bana doğru dönerek önümde durdu.  Yüzünde belli olan sıcak ve yarı alaylı gülümsemeyle sağ kaşını kaldırdı.  "Anlamadım."  Gözlerimi devirdiğimde pansumanlı elimi havaya kaldırıp salladım. Acısını, yaptığım hareket ile hissettiğimde yüzümün buruşmasına sebebiyet verdim.  "Teşekkür ederim, yardımların için." Sesim az öncekinden yüksek çıktığında havadaki elimi indirip diğer avucumun içine koydum.  "Bu kadar mı?" Kaşlarım kirpiklerime değdiğinde, ona daha ne bekliyorsun? bakışı atmıştım.  Ellerini göğsünün altına aldığında dudak kenarları yanaklarına kadar genişledi. O kadar tedaviye bir kuru teşekkür mü sadece. " dediğinde kafamı salladım.  "Yalnız etimi dikmedin sadece pansuman yaptın, sen gelmeseydin ben yapacaktım zaten." Kısık bir kahkaha atıverdiğinde suratına tabiri caizse mal mal bakmıştım.  "Ağzınla dökerdin artık pamuğa patikonu, aynen aynen." sondaki kelimesini kafasını arka arkaya sallayarak demiş ve gülümseme mi sağlamıştı.  Omuz silktim. "Evet, sana ihtiyacım yoktu benim."   Yalan yuvan olmuş, Almıla diyen iç sesimi görmezden gelerek yanımda oluşuna şükrettim. O olmasaydı yapamayacağımı tüm Türkiye biliyordu ama onun bildiği kadar değil.  Geniş olan banyo da bir adımlık mesafeyi kapattığında parmak uçları ayaklarıma değmişti. Sanki mideme bir tekme yemişim gibi irkildiğim de geri adımlamamak için kendimi zor tuttum. Yüzümü kollarımın altına sokmayı dilediğim bir zaman dilimindeydik sanki. Neden birden yaklaştığını anlamamıştım.  Ben de anlamadım Almıla. Çünkü ben anlamadım, sen nasıl anlayacaksın! "Emin ol gül güzeli, yapamayacağını ikimiz de iyi biliyoruz." Hiç yoktan tüm dünyayı işin içine katmamıştı. Ancak benim üstüne düştüğüm konu neden hala gereksiz bir şekilde uzatıyor oluşuydu. Şimdiye aşağı inmiş çaylarımızı yudumluyor olurduk.  "Sen bir bana baksana?" dedim gözlerimi belerterek, sağlam olan elimi de belime koyduğumda sadece çiçek sepetim eksikti. "Bakıyorum zaten." demesiyle yanaklarıma toplanan asi kan damarları benimde ona bakmamla emindim ki koyulaşmaya başlamıştı. Diyeceğim soruyu unutmadan yutkunup kapalı olan ağzımı araladım.  "Ne istiyorsun?" Elbette kuru bir teşekkür dediğinde anlamalıydım bir şey isteyeceğini.  "Bir yemek sözü." diye serçe parmağını uzattığında bir parmağına bir de yüzüne baktım. "Kendin yiyemiyor musun ya!" diye sitem de bulunduğumda dilini damağına vurarak ses çıkarttı. "Sen olmadan boğazımdan bir lokma geçmiyor."  Sözlerimi dalgaya almasıyla gözlerimi devirerek parmağımla Aybars'ı itekleyip cevap vermeden yanından geçtim.  Kapının kolunu tuttuğumda bu sefer arkada kalan ben değil o'ydu. Kapıyı açacağım zaman elini koyarak beni durdurmuş ona dönmemi sağlamıştı.  "Cevap vermeyecek misin?" Omuz silkip geri adım atarak kapıya yapıştım.  Naza çektiğini bu odadaki karıncalar bile biliyor bence fazla aşığı usandırma. Yoo... İçimden geldi.  Toprak rengi gözlerine uzunca baktıktan sonra onunla baş edemeyeceğimi ve iç sesimin esefle kınadığını fark ettiğim saniyeler içerisinde kafamı aşağı yukarı sallayarak cevap verdim.  "Tamam gidelim ama bu hafta değil." deyip arkamı döndüğümde, "Şşşt. Dur bakalım, ne demek bu hafta değil?"  Elimi gösterdim. "Ben bu elle nasıl yiyeyim acaba." Aybars gözlerini kısarak yüzünü bana yaklaştırdığında etkilendiğim yavaşta karnıma baskı yapmasıyla başlamıştı. "Almıla, bilmem on beş yıldır farkında mısın ama sen sağ elini kullanıyorsun. Dikiş atılan, sol elin."  Yüz yirmi IQ'm ile kendi dili hariç üç dil bilen adama kafa tutmam gerçekten de akıl kârı değildi. "Tamam yani belki sağ elimin ağrısı sol elime vuruyor, tek yumurta ikizi eli vardır belki!"  Aybars, kannımca daha ne kadar saçmalamaya devam edeceğimi düşünüyor olacak ki sustu. Gözleri baygın baygın bana bakışlar atarken iç sesimin kulağıma, burada yalnızca ikiniz varsınız fısıltısıyla asıl yiyeceğim yumruğu burada atıp beni kendime getirmişti.  "Ya biz aşağıdakileri unuttuk!" Kapıya dönemeden beni kolumdan yakaladığı gibi kendine çekti. Bazı anlar insanın içini sıcak bir çorbadan bile daha çok ısıtırmış, kim dediyse alnından öpmek lazımdı. Sen. Hı? Sen söyledin az önce. Kandırma insanları. Seni beni mi varmış sözlerin, kim benim gibi çorbayla betimleme yapabilir ki. Çakralarınızı açıyorum işte. "Almıla!" Ne zaman elini omzuma koyup sarstığını bilmediğim Aybars'ın bağırmasıyla iç sesimle olan çatışmamı yarıda bırakıp benliğime döndüm. "Hah... Şey, efendim. Ne oldu ki?"Kaç kişi aynı cümlenin içinde farklı cümleler kurabilirdi ki. Aaa, bakk yine sen! "Yok bir şey daldın gittin birden bir şey oldu sandım." Başımı sağa sola salladım. "Yarın akşam üzeri alırım seni evden." Diyerek önüme geçip bir türlü açmaya nasip olmayan kapının kulpunu tuttu. "Hazır ol geldiğimde bekletme beni." Kendine buyruk halleri tepemi artırırken kolunu tuttum. "Geleceğimi söylemedim bir kere." Sesim istemediğim halde nazlı bir şekilde çıkarken Aybars, kaldırdığı eliyle burnumun ucunu iki parmağı arasına sıkıştırarak sıktı. Bu hareketi ben küçükken de çok yapardı. Bazen beni sinirlendirdiğinde, bazen güldürdüğünde ama en çok birine kızıp ağladığımda burnumu tişörtünün kumaşına sıkıştırarak silerken yaptığında kalbimi sıcacık ederdi. O zamanlar bilmezdim merhameti, şefkati ve sevgiyi birinde aramayı ama şimdi geçmişimi gözden geçirdiğimde yerlerine yerleşen taşlar bu üç duyguyu daha ufakken bile bana hissettirdiğinden içimdeki ona karşı hisler kapanmak yerine ona çokça aç kalmıştı. "Ben aldım cevabımı. Sen söylemesen de olur." Başımı çekeceğimi bilir gibi elini çektiğinde kapıya dönmüştü ancak kapı Aybars'ın kolu aşağı indirip kendine doğru çekmesiyle değil kapının başkası tarafından onun alnına çarpmasıyla açılmıştı. "Almıla!" Diye kükreyen abimle Aybars'da ona eşlik ederek, "Sikeyim seni. Ulan Kerim, burnumu kıracaktın gerizekalı herif." Ben elimi ağzıma kapatıp avucumun altında dişlerimi açarak gülerken Aybars, kapının önündeki varlığını geri adım atarak açmıştı. Kapıyı açtığı an abimin gözleri ikimizin arasında çıldırmış bir kediyi sahibinin elindeki ucuna top asılmış sopa ile sağa sola sallar gibi gidip geliyordu. Banyoda koca bir sessizlik oluştuğunda elim ağzıma baskı yapsa da bir balonun patlaması misali ses çıkartmış hem abimin hem de Aybars'ın gözleri bana kaymıştı. İkisininde şaka yapmayan halini gördüğümde elimi ağzımdan çekerek masumca tek elimi kaldırarak gülümsedim. "Kırk saattir ne yapıyorsunuz, burada? Bir el sarıp geleceksiniz niye bu kadar uzun sürdü bu!" Sitemi öyle büyüktü ki şakaklarında beliren iki çıkıntılı mavi damar beyaz teninde parıldıyordu. Gözlerimi devirmeden önce söyleyeceklerimi kafamda tartıp biçtiğimde dudaklarımı araladım ancak Aybars benden önce atılarak tartp biçtiklerimi de anlamış gibi ikinci bir tehlikeye bizi atmamak için kendi devralmıştı. "Bunu elini sararken kangren olmaya ramak kala anladığım kardeşim mi söylüyor! Çekil git şuradan Kerim, bir bok bildiğin yok gelmiş konuşuyorsun." Parmağıyla az önce benim ona yaptığımı abime yaparak kenara iteklemiş ve benim önümü açarak geçmemi sağlamıştı. Aybars'ın eliyle açtığı yerden geçtiğimde ikisininde sanki kardeş gibi değil de düşman gibi birbirlerine baktıklarını fark ettim. "Ya siz salak mısınız? Hayır yani ikinizi tanımasam birbirinizi öldürmek istediğinizi sanacağım." Söylediklerimle beraber kendilerine hemen çekidüzen verip omuz başlarını birbirlerine vurmuşlardı. Gerçekten... Bu erkekleri anlamak çok zordu. "Ne alakası var kızım, sen de benim öz kardeşimsin." Dediğinde yalancı bir hayal kırıklığı yaşamışcasına dudaklarımı aşağı kıvırdım. Aybars, "Ben olsam bu laftan sonra buna bir gram yüz vermezdim." Eğer ki alnımın ortasında o çok istediğim iki damar olsaydı şu an çıkmış onlara tehlikenin var olduğunu sunmuş olurdum ancak o damar çıkmamıştı. Öfkeyle çıldırmışlık arasında gidip geldiğim zaman diliminde, "Siz... İkiniz de gerizekalı heriflerin tekisiniz! Çıkmayın karşıma bu hafta." Kaldırdığım parmağımı ikisininde gözüne gözüne sokarken indirip merdivenlere adımladım. "Lan, ben ne yaptım! Gerizekalı herif çenenin bağını dilinin olmayan kemiğini sikeyim Kerim." İkisi de birbirine bağırıp çağırırken aşağı inmiş gibi yapıp terbiyesizce konuşan ağızlarını dinledim. "Ben ne yaptım oğlum, kızın sinirlenesi varmış." Acaba abime karşı beslediğim sevgiyi bir köpeğe mi bahşetseydim. Çünkü köpek sahibine sadıktı. Aybars, sinirli sinirli nefes alıp veriyor ve gördüğüme göre parmağını abimin olmayan aklına basıyordu. "Bok sinirlenesi vardı, yirmi dakikadır benim yanımda pansuman yapışımı izliyordu. Sen gelince sinirlendi." Abim yeni yeni aklına geliyormuş gibi bir banyoya bir Aybars'a baktı. "Kes sesini Aybars," dedi sinir bozucu ses tonuyla. Gerçekten yeni aklına gelmişti. Ama benim anlamadığım biz eskiden de Aybars ile gülüp eğlenen biriydik. Bunu abim, annem, babam tanıdığım herkes bilirdi ve kimse karışmazdı. Almıla? Hı. Söylemee, hazır değilim. Söylemek zorundayım. Değilsin, fakir! Göz devirdim say, sen fakir olamayacak kadar zenginsin. Tamam kısa kes! Abin bir şeyler biliyor olabilir. "Eşek kadar oldunuz ama hâlâ bir mesafeniz yok." Yok canım, kıskanmış abim beni. Kıskanmış olması bir şeyi değiştirmiyor. "Ne oldu kıskandın mı gülüm?" Merdiven altında gördüğüm kadarıyla Aybars, abimin yanağını sıkıştırmıştı. Abim önce elini itekledi. "Elin ayağın rahat dursun itt. Ben kıskanmayacağım da kim kıskanacak kardeşimi." Bilmesen de olur abi. Karşında ki belki bir gün kıskanır delice. Aybars birden gülmeye başlayınca aynı abim gibi ne olur lan buna, şeklini almıştı suratımız. "Lan salak, kıskanacak bugünü mü buldun kız kaçtı gitti." Dedi eliyle merdivenleri işaret ederek. İkisininde bakışları buraya kaydığında hemen başımı eğdim. "Küstürdün de, Almıla küsünce bilirsin hep benim yanıma gelir." Başımı tekrar kaldırdığımda Aybars, bir savaşa girmiş ve kazanmış edasıyla gülümsüyor ve eliyle kendini gösteriyordu. Allah'ım ben bu iki adama fazla mı ilgi göstermiştim de beni saf, her şeye kanan biri olarak görmeye başlamışlardı? "Alırım ben onun gönlünü sana gelmeden." Abimin şu anda öyle bir tavrı vardı ki sanki Aybars'a misilleme yapar gibi bir hali vardı. Bence düşünmelisin. Neyi! Abinin aranızdaki olan bağı sizden önce çaktığını! Bağ falan yok! Yerse... "Alırsan gönlünü bir de seninle yemeğe çıkarız." Toplanın ey halk! Karnımda ki kelebeklerin ömrü bu saatten sonra kendini öldürmeye adadı. Üzülmedim ama. Neee??? Ağlamıyorum. Sadece gözüme biraz duygusallık kaçtı. Hem yemeği hergün yiyoruz. İlk defa değil sonuçta. Kırılmadı, çatırdayan kalbim. "Başka kimle çıkıyorsun?" Dedi abimde az önce olanları kenara atmış ve ciddiyetle sormuştu. "Kimle olacak oğlum Almıla'yla. Sözünü aldım, pansumana karşılık yemek, o da kabul etti yarın akşam benimle yani."Diyerek elini abimin omuzuna vurdu. Bunları söylerken zevki doruklarda, bakışları abimdeydi. Onu sinir etmenin yolu benden geçtiğini bildiği halde o çenesini tutmayarak abimi bıçak gibi bilemiş ve az önceki savaşa bir gerginlik daha yüklenmişti. Abim omzundaki ele vurduğunda Aybars'da geri çekilmişti. "Kimden aldın o izni?" Benden. "Almıla'dan." İç sesimizin aynı olması bile beni ona çekmeye yetiyordu... Senden söz aldı ya. "O daha gerçekliği kavrayamamıştır, vermiyorum ben izin mizin!" Abim buraya adımladığında aşağı inecektim ancak ayağımın altındaki kız kardeşimin oyuncağı burada Allah tarafından onları dinlediğim için günah işlediğimi söylercesine merdiven bitimine kadar yuvarlatmıştı beni. "Ahhhh, kolum... Bacaklarım..." düşüşümle tabiki Abim ve Aybars konuşmasını aniden kesmiş merdiven başına gelmişlerdi. "Lan biri düştü!" Diyen abime eğer saçlarım yüzüme serpilmeseydi dil çıkarabilirdim. Ama onu bile şu an yapamıyordum. Annem, babam, Ferhat amca ve Selma teyze hepsi holün etrafında toplanmış beni izliyorlardı. Biri de demiyordu ki kız göt üstü yere çakılmış kaldıralım! "Ablaaa!"Diyen bağırtısıyla beni tek anlayan küçük kız kardeşim çıkarken saçlarımı yüzümden çekip ona bakarak gülümsedim ancak o bana değil başka bir yöne bakarak dudaklarını büzmüştü. Oyuncak! Evet, oyuncağı paramparça olmuştu. Doğru önemli olan oyuncağımızdı ya! Birileri beni ayağa kaldırıp salona götürdüğünde o kişinin Annem ve Selma teyze olduğunu görmüştüm. "Vah vah, dizleri neyim sökülmüş. Nazar değdi mavi gözlü güzel kızıma benim."Diye ağıt yakan Selma teyzeye karşılık kafamı aşağı salladım. Haklıydı. Başıma yiröi dört saatte gelmeyen kalmamıştı. "Kızım iyi misin?" Kafamı sallasam da hepsinin bana neren iyi gerizekalı dediklerini duyar gibi olmuştum. "Oğlum çıkartın Almıla'yı odasına da dinlensin." Babama saygılarımı sunup önünde iki büklüm duran bedenimle bir bakış attım. İki korumam koluma girip beni odama taşırken merdivenlerin bitiminde bacaklarımı kendime çektim. "Bir kere de çocuklaşma anasını satayım."Diyen abime dil çıkarıp, "Bırak o zaman beni, Aybars taşır." Sol tarafımdaki varlık hönkürerek gülmeye başladığında abimin artık boğazından damarda şişlik göstermeye başlamıştı. "Abi lan abi! O da abin." Abimin bir anda aslan gibi kükremesiyle olduğum yerde sıçradığımda kendimi Aybars'a doğru yaklaştırmıştım. Bugün üstüne ikimizde çok geldiğimiz için iç sesimin dediklerini maalesef ki kabul etmek zorundaydım. Aybars beni kendine çekip abimin beni tutan elinin bileğinden tutarak damarları moraracak kadar sıktı. Ve ben de yeni fark ediyordum ki abim kolumu var gücüyle sıkıyordu. Ne olmuştu birden? Ben açıkta vermemiştim ki, yıllardır. "Çek ulan elini!" Abim kadar Aybars'da sinirliydi. Abim koluma bakıp yeni fark etmiş gibi elini ateşe değmiş gibi çekmişti. Gözlerimdeki kırılma yüzüne yansırken onu bir hafta boyunca affetmeyeceğimi aklıma kazıdım.  Odama girdiğimde kapıyı suratlarına kapatmadan önce abime baktım. "Dediklerini sindirip özür dileyene kadar benimle konuşma!" Aybars'a sabitledim bu sefer gözlerimi. "Sen de kendine kullanacağın başka birini bul, çünkü ben ikinizin de oyuncağı değilim." Kapıyı suratlarına çarptığımda elimde kalan kapının sapı değil, abimin aklında beliren soru işaretleriyle doluydu... . . .  Günler hayali bir, zaman çuvalının içine hapsolurken çözdüğüm test kitaplarından kafamı kaldırıp saate baktım.  15.32 Yorgunluğum vücuduma yapışan ahtapot gibi beni sarmaya başladığında telefonumun zil sesiyle kimin aradığına baktım.  Sinsirella arıyor... "Mavi boncuğum, ben çıktım dersten. Yarım saate sizin kapının önünde olurum." "Tamam Eylül'üm, hazırlanmaya başlıyorum ben." "Öptüm." Ben de karşılık verip kapattım. Bugün kuruyan dikişlerimi aldırmaya gidecektik. Normalde annemle gidecektim ancak onun ameliyatı olduğundan arkadaşıma kalmıştım. Eylül... Benim ilkokuldan beri tanıştığım türlü maceralara atladığım ilk arkadaşımdı.  En büyük dostluklar kavgayla başlar dedikleri bizim için söylenmiş olmalıydı. O senin taklitçi sözün... İç sesime omuzumu silkerek cevap verip, ayağa kalkıp gardırobumu açarak bir üst yarım kol tişört bir de altıma da bacaklarımı saran açık mavi kot pantolon çıkartıp üzerimdeki eşofmanlarımdan kurtularak, çıkarttıklarımı giydim.  Sırt çantamı yatağımın köşesinden alarak sırtıma astım ve odamdan çıktım. Evde kimsenin olmayışı ve bunun getirdiği durgun sessizlik bağırıp çağırma isteğimi dürtüklüyordu ama sakin olmalıydım.  hem Sid ne diyordu? Saaakkin oll. Merdivenlerden aşağı indiğimde bu bir hafta da ne abim bana yaklaşmış özür dilemişti ne de Aybars yemek sözün vardı, sözünde durmadın deyip dalga geçmişti. Asıl evdeki sessizlik değil de beni yorması gereken iki koca adamın beni dinlemiş olmasıydı. İlginçti... Ailelerimizin iş yoğunluğu yüzünden geçen bir hafta da iki gün bir araya gelsek de içlerinde ikisi de yoktu. Düşüncelerim yumak ipliğine dönerken işin içinden şu anlık çıkamayacağımı anladığımda indiğim merdivenlerden ayrılarak ayakkabımı kapının yanındaki çekmeceden alarak kapının anahtarını da diğer elime alıp, açtım. Temiz mart havası çiçeklerin üzerine konan arılar ile bütünleşirken ayakkabımı ayağıma geçirerek kapıyı çekip kilitledim. "Almıla!" Tanıdık ses ile anahtarı çantama attım ve iki kolumdan da geçirip arkamı döndüm. "Sevgi abla," diyerek demir kapıyı açıp kapattım. Oturduğumuz semt eski mahalleleri hatırlatmasa da bir komşuluk ilişkisi vardı ve Sevgi abla da o kişilerden biriydi. Yaklaşık beş senedir burada oturuyorlardı. Bakkalcı İhsan abinin üç oğlundan biriyle, Yahya abi ile evlenmiş burada oturmaya karar vermişlerdi. Beline kadar uzanan siyah gür saçları beyaz tenini öne çıkartırken açık kahverengi irisleri bana bakıyordu. "Nasıl oldun ablam, gelemedim senin minik maviş yüzünden." Minik maviş dediği dört yaşındaki kızı Mina'ydı. Annesine benzeyen tek yeri saçlarıydı babasından aldığı mavi gözleri ikisinin kopyası gibiydi. Hamileyken benim titiz ve değişik huylarıma şaşırırken kendi kızı da tıpatıp bana benzemişti. Mesela asla kendi kaşığı çatalı olmadan yiyemiyordu. Birisi oyuncağını alsa o oyuncağı aldığına bin pişman ediyor herkesi hayattan bezdiriyordu. Hafif esen rüzgar saçlarımı uçurduğunda parmağımla itekleyerek kulağıma sıkıştırdım. "İyiyim ablacım. Şimdi dikişleri aldırmaya gidiyordum. Miniğim ne yapıyor?" Elini omzuma koyup sıvazladı. "Oh oh iyi kuzum, Allah daha beterinden seni korusun." Ben amin derken o konuşmasına devam etmişti. "O da sıcak diye dün bizden habersiz meybuz yemiş şimdi hasta yatıyor." Dudaklarımı birbirine bastırıp büzdüğümde gerçekten de üzüldüğümü belli etmiştim. Hastalanınca serum yemeden kendine gelemiyordu. "Çok geçmiş olsun Sevgi abla, yapabileceğimiz bir şey var mı, götürdünüz mü hastaneye?" Üzüntüm ses tellerime bile yansırken, Sevgi abla kaşlarını yukarı kaldırıp indirdi. "Yok bir şeyi kuzum. Götürdük bir serum yedi eve geldik. Ben de eczaneye gidiyordum ilaçlarını almaya." Ona kafamı salladığımda, "Ben almaya gideyim o zaman, evde tek kalmasın mavişim." Dedim ancak itiraz ederek, "Sen önce kendini iyileştir. Zaten seni görmedi diye üzgün Mina. Gelirsin bize öyle kendini affettirirsin." "Tamam o zaman dikişleri aldırdığımda geliyorum yanınıza." Gülümseyerek vedalaştığımızda tiz tekerlek sesiyle arkamı döndüm. Eylül motosikletinin tekerleklerini mahalleye girdiğini herkese duyurmak ister gibi hem gaz verip hem asfalta sürtüyordu. Çatlak kız. "Yapma şunu rezil ettin beni konu komşuya."Diye yalancı bir sitemde bulunduğumda yumruk yaptığı elini bana uzatırken ben de yumruk yapıp ellerimizi tokuşturdum. "Kimin geldiği belli olsun bebeğim." Diyerek koluna geçirdiği kaskı bana uzattı. Hemen elime alıp başımdan geçirdiğimde elimi Eylül'ün omuzuna koyarak sol bacağımı oturacağım yerin tarafına atarak oturdum. Kolumu daha belini sarmadan önce, "Sıkı tutun bebeğim, uçuşa geçiyoruz..." diyerek gaz verip hızlandı. İlkbaharın kavurucu sıcağı hızlı gitmemizden sebep rüzgâr ile bir olup beni terletip soğuturken Eylül'ün belime daha sıkı sarıldım. Benim büyük basenlerime tezat onun asla yer kaplamayan küçük bir altmış boyu ve zayıf ideal bir kilosu vardı. Kahverengi saçları koyu kahveleriyle birleştiğinde burnunun üzerinde güneşten dolayı çıkan lekeler mevcuttu. İkimiz de on dakikalık yolu beş dakikada dolu trafikte indirirken hastanenin motosiklet koyma yerinde durduk. Önce ben inerek kaskımı çıkarttım. Eylül'de motoru yere sabitleyerek indiğinde kaskını çıkarıp motosikletin önüne koydu. Ben de elimdekini üzerine koyduğumda, "Elin nasıl ağrı falan var mı?" Başımı olumsuzca salladım. "Yok, yara da kapanmak üzere zaten." O da beni onayladığında beraber acil kapısından giriş yaparak üst kata çıktık. Bir hafta önce bugün için randevu aldığımdan danışmadan sadece adımı duyurup doktorun kapısının önünde durup kapıyı tıklattım. "Gel!" Sesini duyduğumda Eylül ile birlikte içeri girdik. Odası klasik muayene odasının aynısıydı, pencerenin önünde bir sedye onun birkaç metre ilerisinde ise masa, sandalye ve gelen kişiler için dört tane koltuk koyulmuştu. Doktor, beni ayakta karşılarken uzattığı eli tutarak sıktım."Almıla Gök'tü, değil mi?" Başımı evet anlamında salladığımda cevap verecektim ki, ismini bilemeyişimle karşılık veremedim. Üzerine giydiği beyaz önlüğü ve içinde ki kravatlı beyaz gömleğinin yakasına astığı stetoskop'u ile doktor imajını gözümde yükseltmişti. "Anlaşılan Cihad adımı söylemeye bile tenezzül etmeyecek kadar kıskanç birisi, Ardıç. Memnun oldum diyemem, hastane sınırları içerisinde nasıl olunur ki." Cihad... "Ciiiid," çalışma masasında harıl harıl ders çalışan Aybars'a. "Ne var Almıla? Kapısız köyden mi çıktın anlamıyorum ki!" Odasına her zamanki gibi destursuz girdiğimden siniri nirvanaya ulaşmıştı. "Bitmedimi hayla ödevin, ben sıkıydım Cidd..." Defterini kapattığında derin nefes alarak tekerlekli sandalyesinden bana doğru kaymıştı. "Zırt pırt odama girmeseydin şimdiye oynuyor olurduk, hem benim adım Ciiid değil Ci-had Ay-bars." Kelimeleri tane tane dilinden düşündüğünde yüzümü buruşturmuştum. "Aybars'ı sevmiyoyum işte! Ciyad diyemiyoyum." Kollarımı göğsümde birleştirdim. Elini uzun kıvırcık saçlarından geçirişi geldi gözümün önüne, gülümsedim. "Sınıftaki tüm kızlar bayılıyor ama." deyişini tekrar duyumsadığımda gülen suratıma su çarpmışlar gibi sıçradım. Hatta sinirlendiğimi küçük elimi yumruk yapıp,"Senin sıııfındaki kızlay geyizekalııı. Fiyukalı isim seviyolay." Gözleri kısıldığında gözlerimin iki büyük çukura düştüğünü görür gibi oldum. "Sen önce düzgün konuşmayı öğren kızım, senin öyle fiyakalı ismin yok diye bana diklenme." Dudağımı aşağı doğru büktüğümü ve iç çekerek ağladığımı hissediyordum. "Seeenn, göyüysünn biyyy daha Ciyad demeyeceğim!" Gözlerimde ki sisli bulutlar onunla benim geçmişimi dökerken gülümseyen yüzüm kalbime ağır geldiğinde bir gül gibi solup toprağa karıştı. Ardıç beni eliyle gösterdiği sedyeye oturttuğunda avucumu açtım. Eline giydiği eldiven ile Eylül'de merakla ne yapacağına bakarken kıkırdadım. Gören de ameliyat ediyor sanacaktı. Elimdeki bezi makasla kesti. Ve kesinlikle keskin olduğunu düşündüğüm neşteri eline aldı. "Kanatabilir, yaran kapandığından ipler de kabuk bağlamış." Eylül ağzından tuhaf sesler çıkarıp yüzünü ekşitse de Ardıç neşteri küçük dolunuşlarla dört dikişi de kesip cımbız yardımıyla çekti ve elindeki pamuğun üzerine bıraktı. "Artık pansumana gerek yok. Ama bu değil ki top falan oynayabilirsin sadece kabuk bağlamış mikrop kapabilir. Geçmiş olsun." Dediklerini harfiyen uyumaktan başka bir çarem olmadığından başımı aşağı yukarı salladım. "Teşekkürler Ardıç. Bu arada Ş..." ismi bir anda aklıma gelmeyince kaldım ancak, "Şebnem mi?"Dediğinde onayladım. "Kahve almaya gitti." Kaşlarım gülümseyerek havaya kalktığında onun silik tebessümüne yer edinen bakışları Şebnem'e duyduğu hayranlığından geçiyor olabilirdi. "Başka bir şey kalmadıysa çıkıyorum," Dedim konuyu değişerek. Az önceki hayranlığı atıp kendisine çeki düzen verdi. "Çıkabilirsiniz ve bu arada Cihad," Dediğinde sesini bölen telefonunun zil sesiydi. Eline almadan masanın üzerine bakış attı. "İti an diyeceğim ama bizimki demir dağın yiğit adamı oluyor."diyerek gözleriyle telefonunu işaret etti. Anlamadığımı belirttiğimde,"Cihad bugün sabahtan beri arayıp durdu geleceksin diye, geldi mi, eğer geldiyse gitti mi? Demek için aradı galiba." Kalbimin atış sesleri yükseldi. Beni, beni merak ediyordu. Elini telefona koyup aramayı yanıtladı. "Cihad'ım sen beni bu kadar çok sever miydin?" Eylül sinsice bana yaklaşıp koluma girdiğinde yüzüne baktım. Kulağıma eğilip, "Aybars abi ne alaka?" Deyişiyle dudaklarımı kıpırdattım. "Sus!" "Anlamadım abiciğim, varsa bir şey söyle ona göre karşılık vereceğim." Gözlerimiz çakıştığında gülümsemesine anlam veremedim ama sorgulamadım da. Aybars'tı gülümsememek elde değildi... "Tamam kardeşim burada o da... Bir ara gel ses tellerinden çalgı aleti yapayım Cihad... Tamam ama söyleyecektim sen yok; canı acıdı mı, yok yarası nasıl sorularından dolayı cevap veremedim... Duyuyor..." Ardıç kulağından telefonu çektiğinde, "Kapattı lan." Dedi. Gözleri kolkola girmiş bize kaydığında, "Özür dilerim hanımlar ortalık biraz karıştı." Elimi sorun yok der gibi salladım. "İyi günler Ardıç. Şebnem'e selam söyle." Kafasını salladığında kapıya kadar karşıladı bizi. "Almıla..." durdum. "Evet?" Elini ceplerine koydu. "Cihad, ilkokuldan arkadaşım aslında ikimiz de karşılaşmıştık ama sen küçüktün o zaman hatırlamazsın." Yüzüne tekrar bakıp gözlerimi dolaştırdığımda kafamın üstünde beliren ışık ile elimi şıklattım. "Ardii," Dedim şok olmuşçasına. Onunda benden bir farkı yokken,"Kız küçücüktün nasıl hatırladın." Kahkaha atarak baktım. "Unutur muyum hiç, resmini hergün görüyorum." Gözlerini kıstığında aklıma izlediğim bir dizideki adamın sapıkça takip edip fotoğraflayarak odasının her yerine astığı aklıma geldi. Onun için açıklık getirdim. "Abimin odasında üç silahşörler gibi çerçeveli resminiz var, odasını temizlediğimden görüyordum ama yıllar seni değiştirdiğinden tanıyamadım." Güldüğünde, "Abin ve Cihad seni öyle bir kollayıp koruyorlardı ki ben de seni göremedim." Biraz daha eskilerden bahsettikten sonra annemin aramasıyla Ardıç'a veda edip motosikletin yanına geldik. "Aybars abi ne alaka anlat bakalım." Eline aldığı kaskı aldığımda omuz silktim. Kafama kaskı geçirdim ve klipsi taktım. "Bir nevi küçük kız kardeşini meraktan ibaret." Ses tonum öyle hırçındı aksi mümkün değil der gibi. Eylül inanmış gibi yapıp, "Yakında çıkar kokusu." Lafıyla beni susturmuştu. "Eee, sindi. Dersler nasıl gidiyor?" Bana, hiç o konulara girme knka... bakışları atarken,"Sormadım farzet." Demekle kapattım konuyu. Aslında biz dört kişilik bir gruptuk, Eylül ilkokul arkadaşımken diğer 2 kişi ortaokulun ilk haftaları girmişti aramıza ve aramıza seneler dahi girse ufak tefek atışmalardan devam etmiştik dostluğumuza. Motosiklete binip eve son sürat sürerek mahallenin girişinde durdurdu. "Gel bize akşam gidersin eğer dersin yoksa." Başını salladı. "Sınavlar başladı maviş onları çalışmam lazım yoksa finallerde kalırım." İtiraz etmeyerek yanaklarını öpüp indim ve kaskı eline verdim. "Annene selam söyle!" Bağırarak dediğine kafamı aşağı indirdim. "Sen de Figen teyzeme söyle, dikkatli sür. Eve gittiğinde aramayı unutma." Gülerek asfaltı ağlatarak kayboldu. Mahallenin yokuşundan hoplaya zıplaya inerek dilime takılan eski ama şarkı olan sözleri ritmik bir şekilde tekrar ediyordum. Yollarda bulurum seni Takvimlerden çalarım seni... Tek kısmı aklımda yer edinmişti. Ve unutmak bir başka şarkıya kadardı. Yollarda bulu- Korna sesi mırıltımı keserken sağ tarafıma baktım. Cihad Aybars. Artık diğer kızlar gibi Aybars. Arabasıyla yanımda durduğunda ben de mecburen durmuş bulunmuştum. Siyah filmli camı indirip sert yüz hatlarıyla beni karşıladı. "Nereden böyle, komşu kızı?" Gözlerim kısıldığında açtığı camın pervazına yaklaşarak dirseklerimi oraya yasladım. Kafam ona yaklaşmıştı böyle yaptığımdan. "Sen benden daha iyi bilirsin soruşturduğun komşu kızını, ha?" Esmer teni renkten renge girdiğinde, Ardıç'ı tanıdığımdan da bir haberdi. "Tek görmesinler diyeydi." Fazlası olamazdı zaten! "Hadi atla mesafeni sıfıra indireyim." Ellerimi semaya açıp yüzüme sürdüğümde kabul edip sağ tarafına geçip kapıyı açarak oturdum. "Yaa, sen niye bana doktorun benim Ardii olduğunu söylemedin." Dedim ellerimi göğsümde birleştirip kapıya yaslanarak ona baktım. Elleri dudaklarına gittiğinde homurdanarak, "Bunun için dememiştim." "Ne?" Elini dudaklarından çekti. "Öğrenip ne yapacaksın, pasta börek mi götüreceksin?" Kaşlarım şaşkınlıktan çatıldığından, kızgınlığı yine baş göstermişti. "O kadar dikti beni, bence pastamı böreği mi hak ediyor." Dediğimde kapılarının önünde arabayı park etti. Frene sert basışı sersemletse de dikine gitmiştim bir defa. "Sen daha bana yapmadın! Boğarım o yaptığın pasta ile börekle!" At gibi şahlanışına alaylı bir bakış attım. "Niye senin ne özelliğin var, Ardıç da abimin arkadaşı, sen de." Sesim güçlü ve tutarsız çıkmıştı. Solukları hızlanıp göğsünün inip kalkmasına s sebep olduğunda emniyet kemerinin tokadını basıp bana tam tur dönerek iri pazularını gösterir gibi dirsekliğe yasladı kolunu. Gözlerimiz ilk defa birbirine bu kadar yakın bakarken denizin ve toprağın birleşiminden bir gül fidanı göğerecek sanmıştım. Kafamı sağ omzuma eğdim. Bana yıllardır gelen saniyeler barut kokan nefesiyle tüm kurşunu kalbime boşaltarak vurdu geçti. Ve ben kör bir kurşunun kapanmak bilmeyen yarasıyla baş başa kalmıştım. "Ben senin hem çocukluğunun başlangıcında hem de yaşlılığının sonunda olacağın tek adamım!" Bölüm Sonu. Bölüm yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum. Bir gül bırakır mısınız? ? 27.01.22
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD