B Ö L Ü M -I-

4611 Words
Hayat, daha sen doğmadan yavaş ama saniyenin akışı kadar cüretkârca yol alırdı. Doğar ve ağlardın, aylar sonra emeklemeye, yürümeye hatta konuşmaya başlardın. Etrafındaki insanlar çoğaldıkça birbirinden farklı kelimeler yerleşirdi zihnine. Annenin pışpışlamasıyla uyur bir çıt ile uyanırdın. Adım adım büyüdüğünü hissettiğin o zaman diliminde duyguların öne çıkar seni yanıltmaya çalışırdı. Hele de o duygunun içinde aşk var ise hayatın hiç olmadığı kadar korku, hüzün ve endişesini her bir anında yaşamaya başlardın. Tıpkı benim gibi. Çizdiğim yolda belirlediğim hedefimin ortasında duran silgi onun simgesiydi. Ya o çizgiyi aşacak ve hedefime ulaşacaktım ya da silginin durduğu yerde kalıp aşkımla sınanacaktım. Benim istediğim ikisiydi. Ama hayatın bana sunduğu seçenek bana tek cevap hakkı tanımıştı. Çift joker hakkım olmadığından aşkımın üzerini silgiden arındırıp hedefime ilerlemiştim. Hiç yoktan tahminim o yöndeydi. Son olanlara kadar. "Almıla, denemeni bitirdin mi kızım?" Annem. Benim mavi büyük gözlerimin aksine bal rengi gözleri, kızıl saçlarıma tezat, kumral saçları ve güzel bozulmayan bir fiziği ve doğal güzelliğinin ona sunduğu naifliği bulaşıcıydı. Asla onun gibi olamayacağımı bilmeme rağmen üstüme titrerdi ve kalp cerrahisi bir anneniz varsa asla gözünden hiçbir şey kaçmazdı. Ya da o öyle sanıyordu. Önümde ki belgeleri masamın altına sokuşturup deneme testimi masaya koydum. Duvarda ki saatime baktığımda yaklaşık yirmi dakika önce bitirdiğimi ve üzerine abimden edindiğim ki-alakası yok- gizlice arakladığım belgelere kafayı yormuştum. Abim, hayallerimin katili ve hayallerimi yaşayan sayılı kişilerden biriydi. Ego yığını, birçok genç kızın gözdesi ve erkeklerin küfürler savurduğu ama yine de polis olduğundan dua edildiği adamdı. "Bitti anne!" Bana uzun mu uzun gelen o iki saat ne yazık ki bitmişti. Odamın kapısı açıldığında gözlerim oraya kaydı. Annem yeni geldiğini belli eden ceketiyle kapımdan uzaklaşıp yanağımı öperken eline deneme testimi alıp yatağıma oturdu. "Tahminin?" Diyerek denemenin sayfalarını karıştırdı. "80-90 doğru yaptığımı varsayıyorum. Türkçeden en fazla yine 28, sosyalden 20 de 20, matematikten 38 fenden ise 15 falan, üstü gelmez muhtemelen." Sınava az buçuk zaman kala deneme almış göz hapsine beni sokarak çözdürmeye başlamıştı. Geçen sene girdiğim sınavdan istediğim puanı alamayışımdan mezuna kalıp tekrar çalışmaya başlamıştım. Annem kitapçığı kontrol edip elime bıraktı. "Güzel gidiyorsun bebeğim. Aylar kala sakın bırakayım deme böyle çok iyisin." Başımı aşağı yukarı sallayıp onayladım. Ayaklandı ve alnımdan öperek odamdan çıktı. Annemin çıkmasıyla arkasından ben de kalkıp kapımı kilitleyerek masanın altına koyduğum belgeleri ve toplı iğneyle tutturduğum fotoğraflara tekrardan baktım. Yaptığım yanlıştı ama dürtülerimi ele geçiren duygularım durmamam için baskı uyguluyordu bana. Ben de nerede patlak vereceğine ihtimal vermiyor ilerleyebildiğim kadar ilerliyor, kurcalayabileceğim kadar kurcalıyordum. Abimden çalıp bir kopyasını da kendime çıkarttığım belgelere göre ülkemize kaçak yollarla giren iki örgüt lideri vardı. Liderini si-. Neyse konumuza dönersek: Bunların ikisi erkek ve görünüşleri zengin kamufle edilmiş tiplerdendi. Temiz yüz ve temiz giysiler, Amerikanın otlattığı sayısız hayvanlardı. Benim memleketimde gezinen o varlıklar Ankara'nın gece mekanlarının birinde kanlı bir eylem yapacak ve bir sürü gencin katili olacaklardı. Bunu sezmeseydik eğer. Evet Almıla, sen sezdin, bir tut kendini abinlerle! Aslında tesadüf eseri öğrenmiştim, abim asla işi eve getirmeyen bireylerdendi ama iş yerin de olayların uzamasından sebep işi eve getirmek zorunda kalmıştı. İyi ki de getirmişti demekten kendimi alamıyordum. Aranan Kategorisi: Kırmızı Kod Adı: Nazım Görevi: Kızılay meydanında kanlı eylem girişiminde bulunacak. Para miktarı: 120.000 Saldırı yapacakları yer bize uzak değildi. Hemen hemen yarım saat sürerdi arabayla ama ben motosikletle gidecektim. Gidecektim. Öteki belgeyi de elime aldım ve yazılanları tekrar okudum. Aranan Kategorisi: Turuncu Kod Adı: Harun Görevi: Yurt dışından kaçak yollarla 40 insan ile Blue Clup mekanında ki tüm teknolojik sistemi çökertecek. Para miktarı: 34.000 Yüzümde oluşan gülümseme git gide arttı. Ötekine göre fiyatı düşüktü ancak gebereceği bir gerçekti. Fotoğrafları es geçerek öğürmemi engelledim. Midemin bulanması yüzlerinde ki o düşman edici düşünceleriydi. Benim ülkemde benim mekanımda can alacak ve bir katliama, izdihama yol açacaklardı. Ancak onların bir oyunu varsa bizimde vardı. Can alacakta can verecek biri vardı ve onlar bunu biliyor ve yerine geçmeyi istiyorlardı. Yapamayacaklardı. Üst üste zımbalanan belgeleri katlayarak yeni terimler ürettiğimde yazılardan biri dikkatimi çekmişti. İstihbarat'ın yaptığı araştırmalara göre Kırmızı kategoride aranan Harun kod adlı terörist'in yurt dışından gelen 40 insanı Blue Clup mekanına sokarak tüm aktifliği kesecek ve Turuncu kategorideki Nazım ise ona yardım edeceği ve Kızılay meydanını kana bulayacağı bir eylem yapacağı tutanakla dosyalanmıştır. Gerek TEM şubenin gerekse Polis Özel Harekat'ın da katıldığı bu operasyonun başarıyla sonuçlanmasını istiyor ve yetkilileri şimdiden tebrik ediyorum. Gözlerim kolumdaki dijital saate odaklandığında kapımın pata küte çalması üzerine irkilerek dosyayı masanın altına koydum. Neydi bu kapıyı dan diye açmak? "Almıla, kalk bana yardım et, oturma boş boş." Annemin söylenmeye başlamadan arkasından ona takılarak tırabzana popomu yerleştirip merdivenin bitişine kadar kaydım. Bu duyguyu hâlâ yaşıyor olmak bir şerefti benim için. Mutfağa girdiğimde annem bir yandan kokusunu duyumsadığım pilavın kapağını kapatıyordu, diğer bir tarafta da çorbayı ve yeşil fasulyeyi karıştırıyordu. Masada göz gezdirdiğimde bardaklar, çatal kaşıklar ve diğer türlü malzemelere kadar vardı. Benim anlamadığım her şeyi hazırlamış olduğu halde beni neden çağırdığıydı. Elime tabaktaki zeytinyağlı yaprak sarmasına atarak boğazımdan geçirdim. Annem bu işi biliyordu. Bir ağzımda yaprak sarması varken, "Anne her şeyi hazırlamışsın beni niye çağırdın?" Diyerek buzdolabına sırtımı yaslayarak ayağımı dolaba koydum. Uuu buz gibiydi. Serin serin. Çorbayı karıştırdığı kaşığı usulca tencerenin kenarına sürttü. Nemini almış olacak ki hışımla bana dönerek bal rengi gözlerini dişi aslan misali kükreyeceğini sandığım bir anda kaşlarını çattı. "Günün belki de 48 saati çalışıp eve uykusuz kalarak geliyorum. Kızım yeter ki ders çalışsın ayaklarının üstüne bassın diye elini sıcak sudan soğuk suya vurdurmuyorum! Ama gel gör ki 2 sene oldu daha bir şey yok! Yemeği yapan benim, uyuyup salya sümük uyanan sensin." Annemin hergün bıkmadan usanmadan hiçbir hareketim dahi olmadan söylenmesiyle ve söylendiklerinin yarısı doğru olmasına rağmen suratımı buruşturdum. Kendini kullanarak acındırması artık işlemiyordu. Çünkü çocuk yaşımı çoktan devirmiştim. "Anne... Anne!" Asla sesinin desibeli benim birazcık bastırmamla susmuşken kendini kaptırdığını anlayarak elini saçlarına attı. "Anladım, yeter yüzüme vurma." Diyerek bu sefer ben ona kendimi acındırmaya başlamıştım ancak Elif sultan tabiki de yememişti. "Sen bir bu sene de gideme de bak seni Semra teyzenin yeğeninin yanına çırak diye aldırtmıyor muyum? Gör bak!" Kaşığı her konuştuğunda bir tersine bir düzüne çeviriyor ama bir defa olsun ocağa sıçratmıyordu. Ben yapsam şu an ocağı yalatıyordu! Üfleyerek pes etmişcesine üstümü çekiştirdim. Neyse ki annem de bana uyarak derin nefes aldı. "Git beş tane ekmek al gel, Semra teyzenler gelecek." Buzdolabına yaslı sırtımı oradan ayırarak tezgâha fırladım. "Harbi mi?" Yavaş mı olsan hani Almıla? Fazla olmadı mı bu! Alışıklardı. Annem gözlerini devirerek kalçasını kalçama tokuşturdu. "Annenle nasıl konuşuyorsun kız. Gelecek dedim işte." Bazen annemin anne olduğunu unutuyordum. Harbi. "Tamam başka bir şey lazım mı?" Cıkladığında mutfaktan çıkıp üzerimi kontrol ettim. Siyah kot pantolun üstümde belimi saran sarı papatya desenli crop vardı. Babamın ve abimin gelmesine yarım saat varken anahtarı alarak kapıyı ayakkabılarımı giyindikten sonra arkamdan kapattım. Sessiz, sakin, huzurlu bir mahallede büyümüştüm. Kimse kimseyi yargılamadan, içindeki ilk günkü çocuk sevgisiyle kucaklıyordu misafirlerini. Buraya geldiğimde daha bebektim. Ellerde dolaştım, sevildim, hatta yaramazlık yapsam da ödülüm şekerlerle çikolatalarla geçmişti. Burada okula başlamış, okulu bitirmiştim. İlk dostluklarımı, ilk aşkımı, ilk kırılganlığımı bu sokakta tatmıştım. Kendimi her yere rüzgâr gibi savururken derin bir sevdaya tutulmuş yara almıştım. Bazen kaldırımlara oturup çekirdek çitlemiş bazen de birbirimize yara bandı olup yaralarımızı sarmıştık. Ben kim miyim? Almıla, Almıla Kara. Küçük yaşta adını dahi bilmediği kara sevdaya bel bağlamış o kişiydim. Yılların içime işlettiği vatan aşkına köle babamın adı gibi çetin bir kızdım. Hayallerim, daha çok umutlarım onları gerçekleştirmem için azim etmem gerekiyordu. İlkbahar havasının canlandırdığı çimlere giyindiğim siyah düz taban parmak arası terliklerim sürtündü. Garajın girişindeki scooter'ı aldım ve evin demir kapısından ayrılarak kaldırım taşının üstünde sol ayağımla hız yaparak tekerleğin süratle dönmesini sağladıktan sonra ayağımı kaldırıp bir mahalle arkamızda bulunan markete sürdüm. Toplamadığım saçlarım alnıma kavurucu sıcaklıktan dolayı yapışırken biraz daha hızlanarak esmesini isteyerek markete ulaştım. Scooter'ı direğe bağlayıp markete girdim. Mahallemizin gelmiş geçmiş en eski insanı olan İhsan amca, her sabah gelen taze gazetelerden birini önüne almış elindeki kalem ile bulmacaları çözüyordu. Kapıda çok durduğumu fark edince parmağımı kırıp demir kapıya iki üç kez tıklattım. Başını gazeteden kaldırdığında beni görerek ayaklandı. Elimle onu durdurup, "Otur İhsan amca ekmek alacaktım sen devam et." Elimi görmezden gelip yanımdan geçerek taze yumurtaların üstündeki poşetlerden bir tane kopartıp yanındaki ekmek dolabını açarak bana baktı. "On tane." Dediğimde boynuna indirmiş olduğu gözlüğü gözüne taktı. Ona yardım etmek amaçlı bir poşet daha kopartarak yanına gittim. "Misafir mi var kızım?" Sorusuyla gülümseyip kafamı aşağı yukarı salladım. "Evet, Ferhat amcalar gelecekmiş." Elindeki poşeti doldurup elime verdiğinde diğer poşetide almıştı. Gözleri alırken beni bulduğunda kalın kaşı havalandı. "Seninki geliyor yani." Yanaklarım kızarırken kafamı sağa sola salladım. "İhsan amca, şimdi gider geçen kavga ettiğin bakkalcı Fuat abiden alırım ekmeğimi." Tombul yanaklarına eşlik edercesine gülerken koca göbeği de ona uygun olarak sallanıyordu. "Tamam kızım tamam, bir şey demedim. Yeter ki o mendebur heriften bir şey alma!" Küçük markette kahkaham duvarlara çarparken kapının açılmasıyla demir kapıya çarpan eski çan sesi kulağımda çınladı. Demiştim ya burası geçmişin yeriydi diye bu çanda bunun göstergesiydi. İhsan amcayı daha fazla ayakta tutmayı istemeyerek elindeki ekmek poşetlerini alarak kasaya geçmek için arkamı döndüm. Elimdeki ekmek poşetlerine sıkı sıkıya sarılarak geriye adımlayamayan ayaklarımı olduğum yere sabitledim. Bacaklarımı birbirine yapışıtırıp titremesini engelleyerek başımı dikleştirdim ardından gözlerimi gözlerine diktim. Gözlerim hasretle gözlerinde, çıkık elmacık kemiklerinde ve tertemiz yanaklarında gezdirdim. Aslında orada iki büyük gamze bulunuyordu ama o öyle soğuk bir yapıya sahipti ki önünde şebeklik yapsan da önüne iki kağıt para koyar, üstüne de bir kelam ederdi o da en fazla deli herhalde der geçerdi. Çocukluğumun kahramanı on dokuz yaşımın ise açılmayan kaktüsüydü. Sert bir gövde ama içi dopdolu bir su ve ucu sivri dikenleri olan bir sevda aşık kişiydim. "Selamın aleyküm İhsan abi." Hoş ezgisi zihnime dolandığında bendeki bakışları anlık olarak İhsan amcayı bulmuş konuşması bittiğinde geri bende sabitlenmişti. Birbirine giren ellerim gözlerini benden çekmeden kapıdan uzaklaşarak üzerime adımlamasıyla ayaklarımı da heyecanın içerisine atarak yalpalamıştı. İhsan amca sanki büyülü bir anı bölmek istermiş gibi giriş yaparak, "Aleyküm selam oğlum. Yeni mi geldin?" Demişti. Gelmişti ve ilk işi markete uğramak mı olmuştu? Gözlerimi gözlerinden çekerek kasaya gittim. Zaten küçük olan markette kasaya gitmem onunla aynı yere gelmemizi sağlamıştı. Ben önden ilerlediğim için onu arkamda bırakmıştım. "Evet abi, hem seni göreyim dedim hem de benim nefeslik bitmiş ondan alayım, dedim." Yanımdaki yerini koruduğunda yan gözle bana bakarak derin bir soluk çekti. Kendisine yazık etmekten başka bir şey yapmıyordu. Onu içince rahatlıyor muydu hiçbir zaman anlamayacaktım galiba. İnsanı öldüren bir şey nasıl oluyor da onu bağımlı yapıyordu anlaması güçtü. İhsan amca da iç sesimle olan konuşmamı duymuş gibi, "Ne buluyorsunuz şu merette oğul, derdin varsa iki bardaklık çay demle oturup bu işi çözelim." Demesiyle gözlerim merakla ona döndüğünde gözlerimi kaçırmadan bakmak istedim. Bir zamanlar çocukluğumu var eden adama değil sanki yabancı birine bakıyormuş gibiydi bu durum. İrisleri bana dönüp İhsan amcayla birleşti. "Benimki iki bardak su ile olacak iş değil İhsan abi," bakışlarını ondan kaçırdığında sigaraların olduğu yere bakıp gülümsedi. "Ha, eğer vermiyorum diyorsan Fuat buraya gelirken beni çağırmıştı ona gideyim." Dudaklarımı birbirine bastırarak gülmemi tutmaya çalışsam da büyük bir kahkaha batlatarak konuya giriş yapmıştım. İki iri göz bebeğinin bana baktığını hissetsem de bakmadım. İhsan amca, Fuat abi ile sınanıyordu ve şöyle ki İhsan amcanın kesinlikle kırmızı çizgisiydi. İhsan amcanın bize değil de ona olan öfkesi arşa yükseldiğinden bir anda patlamıştı. "Fuat da Fuat, ne buluyorsunuz anlamıyorum o pislikten, her türlü dolap dönüyor kafasında onun sattığı yiyilir mi hiç!" Gülmemi bastırmak için titreyen dudaklarımı zorladığımda Aybars'ın da yanakları gülmesi sebebiyle gamzelerini ortaya çıkartmıştı. Gözleri bana döndüğünde gülümsemesi çatılan meraklı kaşlarıyla son bulmuştu. "Başka kim kullanıyor ki benden başka abi?" Sorusuyla İhsan amcanın bakışları bana çevrilmişti. Kaşlarıyla beni gösterdi. Yanaklarıma işlenen kırmızılıkla kafamı eğdiğimde artık çok geç olduğunu anlamıştım. Resmen bilerek yapıyordu ama bir dahaki gideceğim yer Fuat abinin marketiydi. "Almıla kızım tehdit ediyor, ne imiş eğer se-" Pes etmekten başka bir halt bırakmayan İhsan amcanın sözünü yanlışlıkla çarpıp gürültüyle yere düşürdüğüm içi dolu reçel kavanozuyla rahatlıkla kesmiştim. Son anda böldüğüm konuşmayla rahat bir nefes aldığımda yere eğilerek parçalara ayrılan camları aceleyle toplamaya başladım. "İhsan amca, b-ben özür dilerim. Bir anda çarptım. Anlamadım." Yan gözle Aybars'a baktığımda bana doğru İhsan amcayla birlikte geldiğini gördüm. Resmen küçücük marketi elimle mahvetmiştim. Yere yayılan sıvı heryeri yakış yakış yaparken dua ettiğim tek şeyin diğer abur cuburlara sıçramamasıydı. Yoksa hepsini silmekle uğraşacaktım. İhsan amca endişeyle koca göbeğinden dolayı geldiğinde elini omzuma koyup ona bakmamı sağlamıştı. "Kalk kızım su döker silerim, eline batacak şimdi." Onun bu merhametinden sebep içimde kaynayan kanımla bir kez daha mahcup bir edayla, "Olur mu öyle şey amca, ben kırdım, ben silerim. Geç otur. Küçük kırık değil zaten büyük parçalar." Diyerek temiz elimi omuzumda ki eline vurdum. Kendisini unuttuğum Aybars ise konuşarak kendisini burada olduğunu duyurur bir şekilde seslenmişti. "İhsan abi sen oturmadan bana kürekle fırçayı ver halleriz." Onun iyi niyetiyle karnımda hissettiğim hareketlik kuş olup uçarken göğüs kafesimi şenlendirmişti. "Burada Cihad oğlum, bunu al. Su da kapının önünde." Ben Aybars'a cam kırıklarını hemencecik toplamasına yardımcı olurken kapının oradaki suyu alıp yanıma bıraktı ve bacaklarını saran siyah kot pantolonunu biraz çekiştirip rahatça çömeldi. Kırık parçaları toplayan elimi tuttuğunda kaşlarımı çatarak kafamı ona çevirdim. "Ne yapıyorsun?" "Kürekle alırım ben. Toplamana gerek yok, eline batacak." Elimi buz gibi olan parmaklarının esaretinden koparıp omuz silktim. "Ben kırdım ben, toplarım dedim. Neyini anlamadın sen?" Hayır, anladın Almıla. Hem de öyle güzel anladın ki, bir kez daha aşık olursun diye atarlanıyorsun. Nee, ben mi? Evet! "Anlamadım, anlamıyorum bu yüzden de ben toplayacağım dedim kalk git evine." Buz gibi sesi kanımı dondurduğunda onun sinirlendiğini ama o kişinin ben olmadığımı çok net görmüştüm. Ayak bileklerimin üstünde oturduğum için ağrıyan bacaklarım zaten beni sinirlendirirken onun ne i düğü belli olmayan ve asla öğrenemeyeceğim öfkesinin kurbanı ben olmayacaktım. "Gitmiyorum, kaldır kaldırabiliyorsan hadi!" Elimde sinirden birbirine vuran parçaları öfkeyle reçel olmayan yere attığımda dişini gıcırtarak sertçe, "La havle..." diye mırıldandığını duydum. Tabii! Duymaz mıyım? Dibimde oturuyordu hanzo. "La havle mi, asıl bana La havle! Sana, bana yardım et diyen mi oldu. Senin yüzünden oldu. Zaten ne geliyorsa başıma hep senin yüzünden, bir kurtulamadık!" Büyük parçaları kenara koymamla küçük olanlara geçmiş, Aybars'da onları küreğe doldurmak için elini uzattığında serzenişimle durup kaşlarıını çatarak bana bakmıştı, çünkü ben de ona bakıyordum. "Ne dedin sen, ne dedin? Anlamadım!" Onun gibi kaşlarımı çatmış öfke dolu bakışlarımla bir ejderha misali ateş saçmaya çalışıyordum. "Anlarsın sen anlar, bundan önce ki dediklerimi anlamamıştın, salağa yatmıştın ya bunu da ona say!" Küreği hışımla yere fırlattığında ayaklanmıştı, onun bu hareketiyle sıçramamak için kendimi kastığımda ben de yerimden kalkmıştım. Karıncalanmayın! Hayır, siz bana lazımsınız. "Bak benim canımı sıkma, zaten her şey boka sardı, bir de sen aklımı sikme." Karşımda asıl şimdi fark ettiğim öfke işte benim eserimdi ama başlangıcı onun dediği gibi ben değildim ve ben istersem köpek gibi seveyim yine de lafımı esirgemeden arımı sokardım. "Hayırdır ya, nereden geliyor bu samimiyet? Ben senin devren miyim, yoksa emir verdiğin timin mi?" İşaret parmağımı ona doğru kaldırıp gözüne sokar gibi salladım. "Ben hiç biri değilim, benimle böyle bokumlu, siktiğimli kelimelerle konuşamazsın sen! Laflarına dikkat et. İş yerinde kime kızdın, kim sikti başını da geldin burada benden çıkartıyorsun bilmiyorum ama ben senin sinirlenince hırsını çıkaracağın kum torban değilim. Kim seni rahatsız ettiyse ona git bağır, çağır bana değil." Gözlerim sanki sevdiğim adamı sözlerimden sonra netleştirir gibi siyah perdeden arınırken onun o çok sevdiğim ela gözlerinin seğirdiğini görmüştüm. Göğsü aşağı inip kalkarken parmağımı indirip elinden küreği alarak eğilip camları koydum. Sinirle tıslayan sesini duymazlığa verip, "İhsan amca nereye dökeyim bunları?" Az önce bizi dinleyen o değilmiş gibi arkasını aceleyle arkasını dönüp sigaraları karıştırmaya başlamıştı. Sesimi duyunca, parmağıyla yanımdaki kutuyu işaret ettiğinde dibimde olanı bile görememişliğime öfkelendim. Küreği kutuya döküp suyun sapını tutacağım vakit koluma sarılan parmaklarla şaşkınca bir nida yükseldi dudaklarımın arasından. Beni prangaladığı parmaklarından çektirsem de kurtulamamıştım zaten sertte tutmuyordu, sadece kaçmayıp az önceki söylediklerim içindi. "Lafını söyledin ve bitti senin için öyle mi?" Başımı sağa sola salladım. "Ben seni bekledim sen bir şey söylemedin. Ben de seni söylediklerimle baş başa bıraktım?" Kolumdaki baş parmağı okşarcasına hareket ettiğinde gerçek mi olduğunu anlamadan eliyle sıkıca sarıp beni boynuna çekmişti. Tıslayarak, "Bu kendinden emin lafların varya," deyip kendini durdurdu. Parmaklarının arasına hafif kemerli burnunu alarak sakinleştirmek ister gibi sıktı. Elinin soğukluğuna alışan tenim kollarını birbirine kavuşturarak bağladı. "Varya?" Dedim onu taklit ederek. "Almıla!" Diye kükrediğinde biraz önceki sıçrayamayışım burada beni sıçratırken genişleyen göz bebeklerimle geri çekilip gözlerine baktım. Bir markette ve onu geçtim tanıdığımız hatta büyüğümüz dediğimiz adamın yanında bana hem küfürler içinde bağırıp hem de kükreyince kolumu çektim. O da bırakmıştı zaten. "İnan ki, başına dert olacak." Kafamı dik tuttuğumda omuzlarımda gerilmişti. " Sana ne, sana mı düştü tasası? Benim başıma gelecek senin değil." "Tamam." "Tabi haksız olduğunu bal gibi biliyorsun." Diyerek suya eğildiğimde dolabın altında duran orta büyüklükteki cam parçasını gördüğümde derin bir nefes alarak elimi uzattım. Beş, altı santim yerden yüksek olduğundan bileğim giriyordu. "Tamam dedik ya kızım neyi uzatıyorsun." Hâlâ kendini haklı bulması sinirlerimi arşa çıkarırken kafamı yukarı kaldırarak gözlerine bakarak devirdim. Burayı kirlettiğim yetmiyor bir de kavga ediyordum. Camı hızlıca almak için avucumu açtığımda görmediğimden batması bir olmuştu. Yüzüm avucumu kesen parçadan sebep buruşurken gözlerimi Aybars'tan çekip kafamı eğerek alttan bakıp dikkatle elimi çıkarttım. "Bir şey mi oldu, yüzünü buruşturdun sanki?" Aybars'a bakmayarak ayaklandığımda avucumda hala çıkmayı bekleyen parçaya baktım. Tam batacağı zamanı bulmuştu ya. O da acıtsın canımı, bir fiziksel acı yemediğimiz kalmıştı o da olmuştu. "Yok, sana öyle gelmiş." Diyerek mırıldanarak beş litrelik şişenin kapağını diğer elimle açıp döktüm. Sıvı olduğundan hemen geçmişti. İhsan amcadan aldığım ekmeklerin parasını kasasına bırakmak için sol elimle cebimdeki parayı almaya çalıştım. Sağ arka cebime attığım için alması zordu ve elimin acısı da araya girdiğinden bana hiç yardımcı olmuyordu bu durum. Aybars yanımdan geçerken önce eliyle bileğimden tutmuş sonra cebinden çıkarttığı yüzlüğü tezgâha bırakmıştı. "Hayırlı akşamlar İhsan abi, evdekilere selam söyle. Kusurumuza bakma seni de daralttık." İhsan amca oturduğu yerden kalktığında paranın kalanını vermek için kasaya gitmiş ama Aybars'ın durdurmasıyla mahcup bir şekilde selamını alıp bizi dışarıya kadar geçirmişti. "Birbirinize sahip çıkın çocuklar." Demesiyle arkamızı dönmüş Aybars'ın eli yüzünden ondan taraf adımlamıştım. "EyvAllah." "Bir kusur varsa o da senin yüzünden. Geldiğin gibi dağıttın." Ağzımdan fırlayan zehirli oklar bileğimden tuttuğu elini sıkıştırırken baş parmağı da avucumu hatırlatır gibi oraya baskı yapmıştı. Zaten acısı zonklatırken parmağı da tuzu biberi olmuş inletmişti. Sesimi duyan Aybars duraksadığında bileğimi çekiştirip avucumu açtım. Avucumdan yere damlayan sıcak kanın dolaşmasını hissettim. Yüzüm kasıldığında daha fazla dayanamayacağımı anladığımdan gözümden birer birer süzüldü yaşlar. Aybars'ın yüzümdeki gözleri marketteki sinirli halini geride bırakmış endişeyle bakıyordu. Elindeki ekmek poşetlerini kaldırımın köşesine bırakarak yüzümü avuçlarının içine aldı. "Ben bu kadar alınacağını bilemedim, Almıla. Özür dilerim." Aybars'a aslında onun söyledikleri için değil de elime batan cam parçasını söylemek istiyordum ama gözleri öyle güzel bakıyordu ki ağlamamı durduramıyor onun baş parmağıyla silmesine izin veriyordum. "E-elim, elim acıyor." Bakışları duyduklarını idrak edemiyormuş gibiydi. "Ne?" "Sormuştun ya bir şey mi oldu diye, elime cam battı." Daha cümlemi tamamlamadan ellerini yüzümden ayırarak sağ elimi avucuna aldı. Ben de buğulu gözlerimle baktığımda derince kesildiğini görmüştüm. "Allah kahretsin, nasıl oldu bu." Dedi kendi kendine. Parmakları camın çevresinde hafifçe dolandığında acısıyla yüzüm kasıldı. "Acıyor, acıyor!" Diyerek elimi avucundan çektim. Gözleri beni bulurken, "Ciddi misin Almıla, elinde cam parçası var hâlâ mı tavır alacaksın." Dedi. Omuz silkerek burnumu çektim. Bana aldırmayarak yine bileğime yapışarak ters istikâmete götürdü. Ben ne yaptığını sorgulayacakken eczaneye geldiğimizi fark etmişlikle sustum. Aklıma kürekle fırçanın olduğu gelirken salaklığıma yandım. Batacağı apaçık ortadayken kendim kaşınmıştım. Üç küçük merdivenleri çıkıp açık yazan yazının olduğu camlı kapıyı açarak beni belimden itekleyerek içeri soktu kendiyle beraber. Kalbim hiç olmadığı kadar çarparken yavaş yavaş nefes alıp saniye saniye verdim. "Buyrun?" Sesiyle gözüm orta yaşlı kadına kaydığında Aybars beni arkamdaki koltuğa oturtarak gitti. "Halime abla bir bakabilir misin buraya?" Kadın ilaçların olduğu yerden ayrılarak kapıdan çıkarken Aybars'da yanıma oturup avucumu eline alarak açmıştı. Elleri bakışları gibi soğuk değildi. Avucuma bakışı öyle güzeldi ki keşke kalbimdekini de görebilseydi dedim içimden. Görseydi böyle bakar mıydı ki. Halime abla dediği kadın yanıma geldiğinde avucuma bakmış sonra da aynı yere tekrar giderek eline giymiş olduğu eldivenlerine ve çantasına bakmıştım. "Aybars, doktorun işi bu. Acile götürmeliydin." Diyerek çantasını açıp malzemelerini çıkarttı. Beni dehşete düşüren aletleri çıkarırken gözlerim Aybars'a kaymıştı. Onun da gözleri benden farksızken yüzü semsert duruyordu. "Yapamaz mısın? Hastanelikse götüreyim." O da telaşlanırken, Halime abla eliyle durdurdu. "Bekle bakayım öyle söylerim." Elimi Aybars'ın elinden aldığında diğer elimle elini tutup sıkmıştım. Bakışlarını hissetsem de şu an hiçbir şeyi görecek kadar iyi değildim. "Tamam, ben buradayım. Korkma." Vücudum sözleriyle gevşerken parmakları yavaşça elimde dolaştı. Halime abla steril bir bezle Aybars gibi bastırdığında elini sıktım. "Dikişlik durumu var Aybars. Ben atarım ama izi kalabilir biliyorsun. Sen her ihtimale karşı hastaneye götür." Onlar ayağa kalktığında ben de ayağa kalktım. Aybars, "Sağ ol abla." Diyerek baktığında elini elimden çekmeden kapıdan çıkardı. "Araba marketin orada gidelim de daha fazla canın yanmasın." Kafamı salladığımda bir asker gibi uyum sağladım. Neden hâlâ ağladığımı dâhi bilmiyorum. İlk kez başıma gelmemişti bir kere de bisikletten düştüğümden dizime dikiş atılmıştı ama gıkım çıkmamıştı. Şimdiyse gözümde yaş kalmamıştı. Arabaya ulaştığımızda sarı ışıkların yanmasıyla kapımı açarak elime dikkat ederek oturtarak kapımı örttü. Önden dolaşıp kendi de şoför koltuğunda yerini aldığında düğmeye basarak arabayı çalıştırdı. Ana yola çıktığımızda cebinden çıkarttığı telefonunu bana uzattı. Yan gözle baktığımda, "Anneni ara merak eder kadın." Kafamı sallayarak telefonunun şifresini girerek rehberden annemi bularak üzerine bastım. Annemin, "Aybars, oğlum," demesiyle, "Anne, benim." Diyerek söze girdim. "Kızım, ne oldu?" "Anne endişelenme, markette cam battı hastaneye gidiyoruz." Dedim. Annemi aramam hataydı. Babamı aramalıydım. "Ne! Ne demek endişelenme kızım. Küçük bir şey değil ki gidiyorsunuz? Ben de geliyorum, Aybars'a verir misin telefonu." Telaşlandırmak istemediğimden Aybars'ın sakince konuşacağını bildiğimden uzattım telefonu. Eline telefonu aldığında direksiyonu viraj olduğundan sertçe çevirdi. "Gelmene gerek yok Elif Teyze... Evet bir şeyi yok bir iki dikişlikmiş... Hayır, hayır basit bir dikiş teyze. Tamam size geçeriz. Peki teyzecim geldik biz. Kapatmam gerekiyor. Ben de." Ağlar halim telefonun kapanmasıyla kahkahalara dönerken yüzümü çevirdi. "Zevk alıyorsun annenle konuşmamdan." Kafamı salladım. "Hiçbir zaman annemle rahat konuşamayacakmışsın gibi geliyor." Elimle gözlerimdeki yaşları sildim gülerek. Parmaklarıyla yanağımı kıstırıp bıraktı. "Kendine geldiysen gidebiliriz." Dedi gülümseyerek. "Gidelim." Kapımı açıp çıktığımda Aybars'da yanıma gelmiş acile giriş yaptırmıştı. Her taraf hasta kaynarken Aybars beni köşede bırakmış durumumu hemşirelere söyleyerek bir odaya almıştı. Koltuğa oturarak kafamı yasladım. Aybars da kapıda dururken kendi kendime omuz silkmiştim. Doktor geldiğinde arkasından da asistanı gelmişti. Aybars'a sarıldığında sırtlarına pata küte vurarak ayrılmışlardı. Bu da herkesle arkadaş çıkıyor. Asistan hemşire avucumu açarak baktığında, "Çıkartıyorsanız çıkartın şunu yoksa ben çıkartacağım artık." Onlar benim bu halime gülerken Aybars'a bir şey yap der gibi bakmış ama omuz çekmesiyle gözlerimi devirip doktora bakmıştım. Eline eldivenini giyerken sandalyesine oturarak tekerleği sürüyerek avucumu alıp baktı. "Ne diyorsun, Şebnem?" Diyerek soru yöneltti asistanına. Şebnem ise benim yaşlarımda kısa boylu iri gözlü esmer tenli bir kızdı. Gerçekten güzedi. Esmer güzeli. Heyecanla baktı, "Röntgen gerektirecek bir durumu yok, tetenöz gerekiyor ve derin olduğundan sütüre edilmesi gerekiyor hocam." Başıma bunların geleceğini bildiğimden ağzımı bıçak açmıyordu. "Dersine iyi çalşmışsın, aferin." "Tetenöz son 5 yılda hiç vuruldun mu?" "Hayır." Tetenöz vur sonra sütüre et." Diyerek yerinden kalktı. Sinirle güldüğüm. Bugün deney faresi olacağım mı kararlaşmıştı. Aybars'ın omzumu sıkmasıyla ne ara arkama geçtiğini anlamamıştım. Hemşire iğneyi paketinden ayırıp ilacı enjekte ettiğinde crop'un üzerindeki ceketimi elimle indirerek omzumu yaklaştırmıştım. Aybars yardımcı olmak için kolumu çıkarttığında yüzü saçlarımın arasına girmişti. "Derin nefes alın," ciğerlerimi hastane kokusu yerine tıraş losyonunun yumuşak kokusu dolduğunda gözlerimi kapattım. "Bitti." Gözlerimi açtığımda Aybars üzerimi giydirip varlığını da benden uzaklaştırmıştı. Hıcası kafasını salladığında onun her hareketini inceliyordu. Şebnem hemşire avucumdaki camı almadan önce etrafını ıslak pamukla kanlarını temizleyip etrafına dikiş atılması için iğneyi çıkartmıştı. Ucunu avucuma batırdığında elimin yavaştan uyuştuğunu hissetmiştim. Bir süre sonra hafif eli bile hissedilmiyordu. Camı cımbız gibi bir aletle çıkartarak kuruyan kanları temizleyerek tentürdiyot yardımıyla pasumana başlamıştı. Camı demir tabağın içine attığında yarısı elime girmişti. Küçük camın olmayışıyla galiba ipliği iğnenin içinden geçirerek, "Başlıyorum." Dedi. Heyecanı ilk defa yapıyor oluşuydu belliki. Üzerinde kendisinden emin biri vardı. Son dikişi de attıktan sonra üzerine batikonlu pamuğu sürterek ayağa kalktı. "Geçmiş olsun." "Teşekkürler." Dedim ona hayranlıkla bakarak. "İlk mi?" "Evet, kardiyoloklar bile çözüm bulamıyor işte kime konacağını da bilemiyoruz." Dediğinde ilk on saniye şaşkınlıkla bakıp güldüm. Resmen ikizimi bulmuştum. "Hayır o anlamda değil. Yani dikiş olarak ilk mi demek istedim." O da beni yeni anlamış gibi yanakları kızarırken hocasına bakıp başını salladı. "Rezil oldum ama evet iksiniz. Teşekkürler izin verdiğiniz için." Sağlam elimle omzuna vurduğumda şaşırdı ama bir şey demedi. "Tabi ki izin vereceğim yoksa nasıl profösörlüğe yükseleceksin." Dedim. Bana gülümsediğinde el çırpma sesiyle doktora baktık. "Şebnem işini bitirdiğine göre kapıda bekleyebilirsin, ben de geleceğim." Şebneme görüşürüz dercesine el salladığımda kapıdan çıkmadan önce sessiz kalan cümlelerine Aybars'ın arkamda olmasını fırsat bilerek cevapladım. "Doğru söylüyorsun Şebnem, kime konacağını bilmediği gibi nasıl ayrılacağını da bilmiyor." Arkamdan yere bir şey düşerken o da bana maleseef der gibi bakıp hocasına gözlerini değdirip kapıyı kapatana kadar baktı. Hastanedeki işlerimiz bittiğinde Şebnem'in de telefon numarasını almayı unutmamıştım. Aybars'ın arabayı açmasıyla sağlam elimle kapıyı açarak oturduğumda kapıyı çarparak kapattım. Aybars da yanıma oturup bana bir bakış atarak arabayı sürdü. "Acıyor mu elin?" Yolda olan gözleri arasıra bana kayıyor ardından elime düşüyordu. Koltuğa iyice yerleşerek kafamı yasladım. "Şimdilik hissetmiyorum." Diyerek gözlerimi elime çevirdim. Altı dikiş atılan avucumda parmak uçlarımı gezdirmek istediğimde parmakları elimi sardı. Kafamı kaldırıp soru sorar gibi baktım. Yoldan gözlerini ayırıp bana baktı. "Dokunma, enfeksiyon falan kapar." Başımı aşağı yukarı sallayarak varla yok arası gülümsedim. "Oldu mu?" Kafasını oynatarak onayladı beni. Sessiz geçen araba yolculuğunda sadece nefeslerimiz ve Aybars'ın ritimlice vurduğu parmaklarının sesi vardı. Ben yanında oturduğumdan yerimde kıpır kıpırken o, rahatça açtığı camın pervazına dirseğini yaslamış ve iki parmağının arasına sıkıştırdığı sigarayı dudaklarına götürüp külünü dışarıya savuruyordu. Görüntüsü elimin acısını dâhi unuttururken gözlerim biliyordum ki parıldayarak olanlara şahitlik ediyor, nefesimi kesiyordu. "Hâlâ meslek olarak aynısını mı düşünüyorsun?" Sesiyle onda olan gözlerim birbirine çarpıştığında koltukta doğrularak bakmıyormuş gibi yaptım. "Evet, sonuna kadar devam." Dedim buruk bir gülümsemeyle. İki kere sınava girmiş ama polisliği kazanamamıştım. Kazanamayınca evdekiler üniversite oku deseler de okumayıp tekrardan sınava girecektim. Ailem ve tanıdıklar şimdiye okusaydın direkt geçiş yapardın diyorlardı ancak ben kabul etmiyordum. Dudaklarına yerleştirdiği sigarayı içine çekip üfledi. "Yani görünüşe göre hep devam edecek gibi duruyor." Ona ters ters bakıp önüme döndüm. Bana bakarak güldüğünde konuşmayacağımı anlaması için radyonun sesini açarak sırtımı yasladım. Çıkan şarkıya eşlik ederek mırıldanmaya başladığımda bir anda kesilmesiyle gözlerimi oraya kaydı. Şaka gibi, şarkıya bile izin yok. "Sinirlendin mi?" İçimde volkanlar yükselse de omuz silktim. Bazen gerçekten de sevdiğin birinin seni en çok sevdiğin şey üzerine aşağılaması kalp kırıyordu. Zaten insanın başına ne geliyorsa hep sevdiklerinden gelmiyor muydu? Kırarlar, incitirler ama sen onları kırmamak için kabul edersin söylediklerini ve gülüp geçiştirirsin. "Sustuğuna göre baya bir kızgınsın." Arabanın tekerlekleri bizim mahalleye döndü. Akşam saatleri havanın kararmasıyla top oynayan çocukları eve soktuğunda mahallenin kimsesizliği meydana çıkmıştı. "Biliyor musun?" Dedim, gözlerine bakarak. "İnsanlara asla zayıf yönlerini ya da daha doğrusu zaaflarını söyleyecek kadar yakın olmaması gerekiyor. Zaaflar bir çeşit kalkan gibi. Birileri seni ondan yaraladığında kalkan çatırdar, kırılır ama parçalanmaz. Ya da parçalandığını göstermezler. Çünkü sizin gibiler kırar, parçalar ve giderler. Geri de nasıl bir enkaz bıraktıklarını bilmeden eğlenirler." İlk defa belki de onun yaptığı çatlaklığı gözlerine bakarak söylüyordum. Durdu, daha önceki gülüşü söylediklerimin üstüne buz etkisi yaratmış gibi silindi. Alnında ki damar belirdiğinde söylediklerimin altında yatan detaylarda ezildi. Ağzını açtığında arabayı da sert bir frenle evimizin önünde durdurmuş bana dönmüştü. Elimi kaldırdım. "Kesin bana, 'Şaka yapmıştım, kırılacağını bilemedim.' Diyeceksin ama ben buna inanmam. Söylesene bana sen de iki-üç sene uğraşmamış mıydın? Sana da dayatmalar yapılmıştı, hepsini elinin tersiyle süpürmüştün hatta bir ara kavga etmiş evi terk etmiştin. Ne oldu şimdi, ne değişti de sana yapılan iğrençliği bana yapıyorsun? Bundan güleceğimi sana düşündüren ney ki? Kırdığının, kızgın olduğumun farkındasın ama hâlâ hatanın farkında bile değilsin." Gözle görülür biçimde kendimi ifade ettiğimi anlayıp arabanın kapısını açıp göğsümü gere gere bakışları altında yürüyecektim lâkin kapıyı kilitlediğinden o atmosfer dağıldığında onun tarafındaki kapının üzerinde olan açma kapama düğmesine gövdemi uzatarak bastım. Yan profili irislerimi delip geçerken yüzünün şekli hiç olmadığı kadar pişmanlık akıyordu. Geriye çekilmek istediğimde eli kolumu tuttu. Kolumu hışımla kendime çektiğimde emniyet kemerinden kurtulup kapıyı açarak indim. Suratına kapıyı sert bir cevap olarak çarptığımda artık eski ben'i ne onun ne de benim görebileceğim Almıla'ydı...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD