-Biz Evleneceğiz-

2621 Words
O gün gün boyu aksayan ayağı ile gezdi genç kız. Hem kendine hem de karşılaştığı o adama olan saf öfkesi hala hakimiyetini koruyordu. Aksayarak geldiği kantinde boş bir masaya geçip oturdu. Furkan'ın ona olan bakışlarını fark etse de anlamazlıkdan gelip başını çevirdi. Sevmek ayıp değildi. Kim gönlünü yola getirebilmişdi ki. Sonunun acı olacağını bile bile seviyordu kalp. Çünkü sonun acı olacağını aklımız biliyordu, kalbimiz seviyordu sadece...Sonunu düşünmeden. Öylesine seven birine sevme denir miydi? Desen de seven biri kolayca vazgeçebilir miydi? Tüm bunların sorusuna net bir yanıt veremiyordu Eylül. Ama bildiği tek şey vardı. Seviyorsan şerefli sevilirdi. Uzaktan da sevilirdi. Karşındakini zorlamadan sevilirdi. Aklındakileri bir kenara bırakıp acele ile  bir o kadar da  endişe barındıran bakışları ile yaklaşan arkadaşına sıcacık bir gülümseme sundu.  Erva elindeki tepsiyi masaya bırakıp sandalyeyi çekerek hızla yerine oturdu. Çıkan gürültüyle yüzünü buruşturan Eylül bir elini çenesinin altına koyup diğer eliyle kahvesini aldı. Sabah yaşadıklarını bir bir anlattı. Anlatırken kendini tekrar düşünürken buldu. Monoton geçen sadece beyaz bir tuvalden oluşan hayatına biri gelip renk katmıştı sanki bugün. Erva elindeki tepsiyi masaya bırakıp sandalyeyi çekerek hızla yerine oturdu. Çıkan gürültüyle yüzünü buruşturan Eylül bir elini çenesinin altına koyup diğer eliyle kahvesini aldı. Demek ki palete katılan renk siyahtı. Gerçi siyah da renk değildi ya. Günler birbirini kovalarken aradan neredeyse bir hafta geçmişti. Bu bir haftada Eylül bir iki kez aynı kişiyi görmüş umursamadan bakışlarını çekmişti. Onu tekrar tekrar görmesi de yakınlardaki askeriyeden olduğu tezini doğruluyordu. Ama şimdi bundan ona neydi değil mi? Çalan alarmını 10. çalışında kapattı. Bugün daha erken kalkmıştı. İlk önce Muhsin dedesinin kitapçısına uğrayıp kitap alacaktı. Oradan Erva ile bir sohbete gitmeyi planlamışlardı. Hızla evdeki rutin işlerini halledip yola koyuldu. Otobüs yine pek sevdiği! görüntü ile karşılamıştı onu. Kulaklığını takıp bir köşeye sindi. Az sonra otobüse binen kız bazılarının ayıplar bakışlarını toplamıştı bile. Kimi ise arsızca süzüyordu. Eylül  diğerlerine gözlerini devirip yanına dikilen genç kıza baktı. Hayır diğerleri gibi giydikleri için onu yargılar biçimde değil sadece ona tebessüm eden kıza tebessümle karşılık verdi. Birkaç dakika sonra kıza olan bakışlar Eylül'ü bile son derece sinir etmişti. Erkeklerin bakışları yetmezmiş gibi hemcinsi olan teyzelerin ayıplayıcı bakışları insanı çileden çıkartır cinstendi. Bunun Eylül'e bakıp yobaz diyenlerden ne farkı kalmıştı şimdi. Gerçekten birbirimizi giydiğimize göre mi yargılayacaktık. Saçımıza, kıyafetlerimize, ten rengimize göre etiket mi yapıştıracakdık. Tamam İslam tesettürü emrediyor. Ve elhamdülillah Eylül de bu emri anlayıp uygulayanlardan. Hatta diğer insanlara da anlatıp tesettürün gerekliliğinden bahsedenlerden. Ama islam zorlama dini değildir değil mi? İslam sevdirme dinidir. Zorlaştırmaz güzelleştirir. Nefret ettirmez sevdirir. Yanındaki kızın yanlış anlamasından korkarak elini kaldırıp omzuna dokundurdu. " Hanımefendi yanlış anlamazsınız umarım. Yer değiştirelim isterseniz. " dedi gülümseyerek. Genç kız tebessüm ederek teşekkür etti. Eylül'le yer değiştirip cam ile Eylül'ün arasına geçip demirden tutundu. İşe giderken bozulan arabası yüzünden binmişti otobüse. Bakışlardan oldukça rahatız olsa da sabırla ineceği durağı bekliyordu. Yanındaki kızın anlayışlı haline minnet etti içinden. Otobüs yolculuğu biter bitmez hızlı adımlarla Muhsin dedesinin kitapçısına doğru yürümeye başladı. Dede dediğine bakmayın. Öz dedesi değildi onun. Hatta tanıdığı pek akrabası da yoktu. Annesi ve babası o küçükken bir araba kazasında vefat etmişti. Eylül pek hatırlamasa da alkollü bir kişinin kullandığı araba dolayısıyla olmuştu kaza. Üstelik o kişinin arabasında kendi ailesi de varken. Bu yüzden ailesi vefat ettikten sonra amcası ve yengesi ile yaşıyordu. İki de kuzeni vardı evde yeri geldiğinde kardeş yeri geldiğinde azılı düşman olduğu. Muhsin dedesi de öz dedesi gibi gördüğü aile dostları idi. Ne zaman tanıştıklarını hatırlamasa da aile gibi olduklarını biliyordu Eylül. Maddi durumu kötü olan amcasına hep yardım etmişti Muhsin dedesi. Hiçbir zaman desteği üzerlerinden çekmemiş evlatları gibi görmüştü. Düşünceler eşliğinde geldiği kitapçının kapısını aralayıp içeriye girdi. Kapı açılınca yukarıda asılı olan zile değmiş tatlı bir ses çıkarmıştı. Bakışları oraya kayınca gülümseyip gözlerini rafların arkasındaki kapıya dikti. " Dedem." dedi tatlı tuttuğu ses tonuyla. Bir yandan da elleri raflardaki kitaplarda turluyordu. Az sonra elini kalbinin üzerine koymuş ak saçlı dedesi göründü. Yüzündeki çizgiler hayatının acı tatlı izlerini taşırken, yaşına göre heybetli cüssesi onu hala dinç gösteriyordu. Ne yazık ki kalbinin üzerindeki eli tüm bunları reddediyor; haftada birkaç gün  gittiği diyaliz ise hayatın acı gerçeğini yüzlerine vuruyordu. " Hoş geldin müstakbel gelinim." dedi yüzündeki muzip ifadeyi gizleme gereği duymadan. Muhsin Bey eskiden beri Eylül'ü sever kendi kızı gibi görürdü. Her zaman üzerine titrer diğerlerinden ayrı yere koyardı kalbinde. Eylül küçükken de torunumla evlendireceğim sizi der eğlenirdi kendince. Sonunda istediği olmuştu. Eylül'ü de torununu da ikna etmişti. Çocukluklarından beri birbirini görmeyen ikiliyi ikna etmek zor olsa da en sonunda görüşmeyi kabul etmişlerdi. Muhsin Bey'e göre kesin olacak olan bu iş Eylül tarafından pek de öyle görünmüyordu. Okulunu bu sene bitirecek olan Eylül henüz evlenmeyi değil bir süre çalışmayı hatta gönüllü sağlık çalışanı olmayı istiyordu. Dedesinin onca ısrarına dayanamamış görüşmeyi kabul etmişti. Pek kabul edeceğini düşünmese de nasipdi bu belki nasibi bu kişi olurdu. Muhsin dedesinin torunu ile anlaşma ihtimali yüksekti aslında. Gerçi küçükken hatırladığı kadarıyla pek anlaşamıyorlardı. Ama büyüyünce değişiyordu insan canım. Severse eğer bir kişiyi gönüllülük işini başka şekilde yürütürdü. Böylelikle hem hayallerinden olmamış olur hem de sevdiği ile olurdu. " Hoş buldum dedem." dedi kızaran yanaklarını saklayarak. " Benim kitap geldi mi diye soracaktım." " Kızım öğleden sonra uğrayıp alsan olur mu? Bir aksaklık olmuş teslimatı geciktirdiler." dedi mahcup bir ifadeyle. " Olur dedem sorun değil." dedi. Söyleyeceği şey için kıvranıyordu tam da o sırada Muhsin Bey konuyu açtığı için şükredip öyle cevapladı. " Kızım ben torunla konuştum müsait iseniz hafta sonu size gelelim bir çayınızı içelim diyoruz." " Tabi buyrun gelin müsaitiz." dedi ve Allah'a emanet edip ayrıldı. Erva geç kalacağına dair kısa bir mesaj atmıştı. O yüzden kendisi sohbete geçip Erva'yı beklemeye başladı. Çok gelmeden Erva da katılmıştı. Konusu ' namaz' olan sohbeti pür dikkat dinleyip istişare yaptılar. Çıkışta ikisi de durgundu sohbette anlatılanları sindirmekle meşgullerdi. Erva evine gitmek için otobüs durağında beklerken Eylül onu orada bırakıp kitapçıya doğru yürümeye başladı. Yaklaştığında dükkanın önündeki kalabalık dikkatini çekti. Tüm hücrelerine sinen korku kendini gösterirken ayakları hızla dükkana doğru adımladı. Şaşkınlık, acıma ve korku nidaları havada uçuşurken insanları yararak içeriye girdi. Yerde yatan dedesiyle tüm kanının çekildiğini hissetti. Başında müdahale etmek için hazırlanan adama çevirdi gözlerini. 'Dede' diye seslenen adamın yüzünü gördüğünde gözleri yuvasına dar geldi. Arkadan yükselen acı dolu nida aklının son kırıntılarını harekete geçirdi. " Dede." diyerek yanına çöktü. Nabzını kontrol edip ellerini birbirine kenetledi. Ambulansa haber veren insanları gördü. Bakışlarını onlardan çekip dedesine odaklandı. Hızla kalp masajı yapmaya başladı. Sayarken henüz 30' a ulaşmıştı ki zaten yakın olan hastaneden gelen ambulans ekipleri içeriye girdi. Eylül dedesinin hastalıklarını ve yaptığı müdahaleyi anlatıp geri çekildi. Hızla hastaneye götürülen Muhsin Bey'in ardından birbirine soru dolu gözlerle bakan iki genç de hastanenin yolunu tuttu. Acil müdahale odasına alınan Muhsin Bey'in ardından iki gencin hüzün dolu bakışları birbirini buldu. Genç adam siyaha çalan saçlarını dağıtıp metal koltuklara bıraktı kendini. Genç kız hala alışamadığı belki de alışmak istemediği koridorda volta atmaya başladı. Bu sırada içinden ettiği onlarca duayı göz yaşları ile suladı. Başını koltukta oturan adama çevirdiğinde başını elleri arasına almış bir vaziyette yere bakarken buldu. Sormak istediği sorular vardı. Ama en son tokat atıp rezil ettiği bu adama sormaya cesaret edemiyordu. O sırada başını kaldırıp Eylül'e dikti bakışlarını genç adam. " Sen kimsin? Dedemi nereden tanıyorsun?" dedi ayağa kalkıp ellerini cebine koyarak. " Deden mi?" dedi Eylül şaşkınlığını gizleyemeyerek. Orada duysa da gerçek olsun istemiyordu. " Toprak sen misin?" Genç adam şaşırsa da belli etmeden kaşlarını çatarak sorusunu yineledi. " Kimsin sen? " Öyle bir duruşu vardı ki şu durumda bile duygularını belli etmiyordu. Karşısındaki kişide hakimiyet kurarcasına bakıyordu. Eylül içinden kendine saydırmayı bitirip yanıtladı soruyu. ' Ne var canım evlenmek için görüşeceği adama tokat atmıştı alt tarafı.' " Ben küçüklüğümden beri tanıyorum Muhsin dedeyi. Hani şu hafta sonu ziyarete geleceğiniz kişi var ya o benim." dedi gözleri etrafı tararken. Bakışlarını bir an olsun gözlerine değdirmemişdi adamın. Duyduğu ses ile irkilse de belli etmemeye çalışarak önüne döndü tekrar. " Eylül sen misin?!" Toprak istemsizce yüksek çıkan sesine lanet etti. İstemeden de olsa insanları ürkütüp kendinen uzak tutmayı başarıyordu. Dedesinin evlenmesini herşeyden çok istediği şu sakar kız da buna dahildi. " Benim maalesef." dedi Eylül. Toprak derin bir nefes alıp kemikli ellerini saçına geçirdi. Geriye doğru attığı saçı bir bir alnına düşerken seyirlik bir tablo yaratıyordu. İkisinin arasındaki negatif enerji birbirini açıkça belli ediyordu. İkisi de daha fazla konuşmadan beklemeye başladı. Sessizce sessizlik anlaşması imzalamış gibi ikisi de saatlerce tek kelime etmedi. Akıllarında öncelikli olarak dedeleri vardı. İkinci olarak da dedelerini evlilik konusunda nasıl reddedecekleri. Sessiz saatlerin ardından Eylül mescide gideceğini söyleyerek ayrıldı. Namazını kılıp çıkarken aklına gelenle kantine doğru ilerledi. Toprak'a kahve ve poğaça alıp asansöre bindi. Kendisi sabah kahvaltısı yapmadığı için birşeyler almak istemişti ama daha kokusunu duyar duymaz midesi bulandığı için sadece bir kahve ve poğaça almayı tercih etmişti. Amcası ve yengesine durumu anlatan bir mesaj atmayı da ihmal etmemişti. Asansörün mekanik sesiyle birlikte açılan kapıdan dışarı çıktı. Hızlı adımlarla kapının önüne gelip demir sandalyede oturan Toprak'ın bir sandalye yanına oturdu. Elindeki kahveyi  poğaçayı sandalyeye bırakıp önüne bakarak konuştu. " Birşeyler ye istersen." Kendisi dedesi gibi görse de Toprak'ın öz dedesiydi. Üstelik dedesinden başka kimsesi olmadığını da biliyordu. O yüzden desteğe ihtiyacı vardı. Konuşarak destek veren biri olmamıştı hiç Eylül. Sadece hissettirmeyi biliyordu. Tanımadıklarına soğuk görünse de duygusal biriydi o. " Gerek yok." dedi Toprak ses tonu buz gibiydi. " Hiçbir şey yemedin. Bari kahveni iç." O da sesini soğuk tutmuştu. Konuşmak dahi istemese de kimsesiz bu adamın en azından yanında durması gerektiğini hissediyordu. " Senle evlenemem."dedi Toprak kahveyi eline alıp bardağı elinde çevirirken. " Bende senle evlenmem zaten." ' Çok meraklıyım sanki.' demek istese de sessiz kalmayı tercih etti. Toprak evlenip birilerinin başını yakmak istemiyordu. Arkasında birini bırakmak istemiyordu. Hem nasıl olacaktı ki böyle. Birbirlerini görüp sadece iyi biri diye evlenmeyi kabul  mu edeceklerdi? Birbirlerini sevmeyen iki insan geçinebilir miydi? Üstelik bu kişi bu kızken. Gördüğü o günden beri ısınamadığı bu kızken... Aniden açılan otomatik kapı ortamdaki sessizliği bıçak gibi kesti.  Muhsin Bey'in yakınlarına seslenen hemşire ile Toprak elindeki kahveyi bırakıp hızla oturduğu yerden doktora doğru yürümeye başladı. Kendisine doğru yaklaşan bir ayı gören doktor birkaç adım gerilese de bunun bir insan olduğunu anlayıp olduğu yerde kaldı. Eylül ayağa kalktığında dönen başını tutup Toprak'ın ardından adımladı. Son zamanlarda üzerine çöken o halsizlik bugün iyice kendini belli etmişti. " İyi mi?" dedi Toprak sabırsızca. Karşısında sabırsızca kendisine bakan genç çifti gören doktor derin bir nefes aldı. " Şimdilik iyi işlemleri halledip servise çıkaracağız." Kısa bir es verip tekrar lafa girdi. " Ama durumunu siz de biliyorsunuzdur. Böbreklerini... Ve dayanmak için çabalayan kalbini." " Biliyorum." dedi Toprak. "Biliyorum ama hiçbir şey yapamıyorum. Lanet olsun."  " Eğer donör bulamazsak..." " Tamam. Devam etmeyin biliyorum." Diyerek kesti doktorun sözünü. Doktor yanlarından uzaklaşınca yumruğunu duvara geçirdi Toprak. Kendi kendine ettiği küfürlerin haddi hesabı yoktu. Dedesi ona ömrünü adarken o ona böbreğini bile veremiyordu. Oysa ona canını bile feda ederdi. Ne yazık ki tıp henüz o kadar ilerlememişti. Eylül gözyaşları ile dinledi konuşmayı yumruğunu duvara geçiren Toprak ile bir hıçkırık firar etti boğazından. İkisi de karşılıklı duvarlara yaslanıp birbirlerine döndü. İkisi de gözlerini yere dikip çaresiz kalışlarını düşündü. Oysa toprak altında çürüyecek organları bağışlamak diğer insanları ailelerine bağışlamaktı. Ama bunun bilincinde olmayan milyonlarca insan vardı. Ne yazık ki... Toprak karşısındaki hareketlilik ile gözlerini Eylül'e dikti. Bir elini sandalyenin başına koyarak destek alan kızın yanına ulaştı iki adımda. " İyi mi..." Cümlesini bitiremeden yığılmıştı genç kız. . . . . . . Aşina olduğu yerde açtı gözlerini Eylül. İlk birkaç saniye neler olduğunu düşündü. Aklına gelenlerle başını kaldırıp seruma baktı. Bitmesine az kalmıştı. Tam yerinden doğrulduğu sırada içeriye bir hemşire girdi. Az önce açıklama yapan doktorun yanındaki hemşireydi bu. " Geçmiş olsun." dedi sıcak bir gülümseme ile. " Sağolun." dedi Eylül. Bakışlarını seruma çevirip tekrar hemşireye döndü. " Serum da az kalmış ben gideyim." dedi yerinden doğrulurken. " Hanımefendi lütfen kalkmayın." dedi hemşire. İki elini kaldırmış Eylül'ü kalksa bile zorla yatıracak gibi duruyordu. " Eşiniz getirdi sizi. Erkek bir hemşiremiz ilgilenmeye çalışınca ortalığı birbirine kattı dokunamaz diye. Uyanınca da haber vermemizi istedi. Lütfen tekrar uğraştırmayın bizi." dedi aman dilenerek. Eylül ise tek noktaya takılmıştı. " Eşim mi?" " Evet eşiniz." " Eşim mi varmış benim?" " Eşiniz yok mu sizin?" " Bilmem var mı?" Kadın ne yaptığını anlayıp aniden sustu. Gözlerini devirip söylenerek odadan çıktı. ' Karısı da aynı kocası da!' Az sonra  kapı tıklatıldı. Eylül'ün seslenmesi ile kapıda Toprak göründü. " Hadi gidelim." dedi bakmaya bile tenezzül etmeden. Eylül gözlerini devirip ayağa kalktı. " Beşon kılıklı." diye söylenmeyi ihmal etmeden peşinden yürüdü. Az sonra bir odanın önüne geldiklerinde dedesinin buraya çıkartıldığını anladı. " Dedem." dedi içeri girer girmez. " Kızım." Toprak bu kadar yakın olmalarına şaşırsa da belli etmedi. Yıllar öncesinden tanıdığı ve her fırsatta kavga ettiğini hatırladığı bu kız gerçek anlamda çok değişmişti. Gerçi o zamanlar küçücük çocuktu ikisi de, bu çok normal bir durumdu. Kendisi de değişmişti. Küçükken daha çelimsiz  ve sakin bir çocuktu. Şimdi ise oldukça cüsseli bir adamdı. İkili birbirlerini iyi olduklarına ikna etmeye çalışırken içeriye Eylül'ün yengesi ve amcası girdi. Telaş içinde olan ikiliye de olan biten anlatıldı. Dile getirilmek istenmeyen gerçekler bir bir Muhsin Bey'in ağzından döküldü. " Çocuklar." dedi. Gözlerini karşısında dikilen ikili üzerinde gezdirdi. Eylül ve Toprak bizzat kendilerine hitap eden adamla ilk önce birbirlerine bakıp ateşe değmiş gibi çektiler bakışlarını. Ardından ikisi de karşılarındaki adama baktılar şefkatle. " Biliyorsunuz halimi. Gün geçtikçe kötüye gidiyor." Herkes isteksizce başını salladı. " Bu haftasonu size gelecektik malum."  Tüm bakışlar Eylül ve Toprak üzerinde toplanınca Eylül utanarak kızaran yanaklarını saklamak için başını yere eğdi. Bu konularda oldukça utangaç davranırdı oldum olası. Yanaklarına aniden hücum eden kan, kıpkırmızı ederdi suratını. Muhsin Bey tekrar lafa girdi. " Ben diyorum ki benim de halim ortadayken fazla uzatmadan konuşsak mı şu meseleyi? Oğlum , kızım siz ne dersiniz? Biz çok isteriz ama siz ne derseniz o. Bir görüşün. Uygun bir ortamda konuşun. Bizlere  de söyleyin İnşAllah." Toprak rengi gözler başı yerde olan kıza kaydı. Hiçbir şey demeden öylece bekliyordu Eylül.  Minik bir çocuk gibi ellerini önünde birleştiren kızdan gözlerini alıp dedesine çevirdi başını Toprak. " Dede izin verirseniz eğer biz bir konuşalım."dedi tüm efendiliği ile. Onayı alınca kapıyı açıp Eylül'ün çıkmasını bekledi. Ardından kendisi çıkıp kapıyı kapattı. Odadan biraz uzaklaşıp koridorun başına geldiler. Boydan boya cam olan duvardan aşağı çevirdi ikisi de bakışlarını. Uygun bir ortam olarak bahsedilen ortamdan kasıt kesinlikle bu değildi. Normal bir kafede normal bir evlilik görüşmesiydi. Ama şuan ne onlar normaldi. Ne de bulundukları durum... " Ben senle evlenmem." dedi odun kızımız. " Ben de senle evlenmeye meraklı değilim." dedi Toprak. " Ee o zaman." dedi Eylül. Toprak da mı aynısını düşünüyor diye geçiriyordu aklından. Çünkü onun mantıksız olan bir yanı hayır diyemiyordu. " Hayır diyemiyorum dedeme." Eylül derin bir nefes alıp yanıtladı. " Ben de." dedi. " Hayır demeyelim o zaman." dedi Toprak bakışlarını Eylül'e çevirip. Bu fedakarlığı yapmaya dünden razıydı. Dedesinin mutluluğu için ise bir evlilik onun için birşey ifade etmezdi zaten. Tek sorun karşısındaki kızı ikna etmekti. " Ne saçmalıyorsun sen?" dedi Eylül sinirle. " Evlen benimle." dedi sakince. Gözlerini Eylül'ün üzerinden çekmese de Eylül hiç bakmıyordu. Gözlerinden tonlarca duygu geçiyordu. Bunun en ağır basanı ise çaresizlikdi sanırım. Ama Eylül ne bunu anlayacak kadar yakından tanıyordu Toprak'ı. Ne de o toprak rengi gözlere bakacak cesaret vardı. Anlamsızca hızlanan kalbini sakinleştirmek adına derin bir nefes aldı. " Bak ben Muhsin dede için herşeyi yaparım."dedi ellerini iki yanda sallayarak kendini ifade etmeye çalışıyordu. "Ama sen... Yani ben seninle evlenemem. Birbirimizi sevmiyorken nasıl aynı yastığa baş koyarız ki?" dedi Toprak'a dönerken. Söyledikleri ile yanaklarını al basarken gözlerini etrafta gezdiriyordu. Sesi hem sorgulayıcı bir şekilde çıkıyor hem de çaresizlik barındırıyordu. " Formaliteden evleniriz biz de." " Saçmalama Allah aşkına. Asla olmaz." " Bak ........" Toprak aklındaki herşeyi tek tek anlattı Eylül'e. İkili verdikleri kararla odaya tekrar adımladı. Kapıyı açar açmaz yüzlerine yerleştirdikleri sahte gülümseme ile geçtiler büyüklerin karşısına. Muhsin Bey büyük bir gülümseme ile konuştu. " Ee çocuklar konuştunuz mu?" " Dede biz...biz evleneceğiz."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD