Defne, bir pastanede oturmuş, fincanındaki kahvesini yudumlayarak yeni elbisesini seçmeye çalışıyordu. İnternette saatlerdir dolaşıyordu ama kızlarınkinin yanında soluk kalmayacak bir şey bulamamıştı.
Üzerine düşen gölgeyle başını kaldırdı. Adamın teki, gözlerini kısmış, direkt ona bakıyordu. Onu daha önce görmediğinden emindi ama bir yerden de tanıdıkmış gibi geliyordu.
Sağ tarafında bir hareketlilik hissedince bakışlarını yan masada onu korumakla görevli olan üç adama çevirdi. Adamlar işaretiyle yerine çökerken ayaktaki adam “Defne Keser?” diye sordu.
Defne, “Siz kimsiniz?” derken gerilmişti.
“Necmettin,” dedi adam.
Bir sandalye çekip kızın karşısına yerleşti. Onu eleştiren gözlerle tepeden tırnağa süzerken yüzünde tiksinmiş gibi bir ifade vardı ve bunu saklama gereği bile duymuyordu.
Defne, adamın bakışlarından rahatsız olarak oturuşunu dikleştirdi. Saçını alışkanlıkla kulağının ardına itti.
“Sizi tanımıyorum,” diyerek adama üstten bir bakış attı. “Oturmanızı da söylemedim. Lütfen masamdan kalkın.”
“Beni değil, sen kardeşimi tanıyorsun,” dedi adam. Sesi sert ve soğuktu. “Senin yüzünden sakat kalan kardeşimi!” derken cümlesinden nefret akıyordu.
Defne gerilip kuzeninin son birkaç aydır onu koruması için yanına koyduğu Mehmet’in de oturduğu üç korumanın oturduğu yan masaya baktığında “Yazık olur, tavsiye etmem,” diyerek hafifçe güldü.
Defne, bakışlarını adama çevirirken “Olanların benimle alakası yok,” diyerek saçını bir kez daha arkaya attı. “Kazaydı. Aracı da Murat kullanıyordu!”
Adam, “Kardeşim öyle söylemiyor. Kazadan önce birlikteymişsiniz, ki ben de öyle biliyorum. Evlenmeyi düşünüyormuşsunuz. Ki biz ailecek seni istemeye hazırlanıyorduk… Ayrıldığınızı da duymadık… Şimdi kardeşim sakat kaldı, senin yüzünden yürüyemiyor diye onu terk edeceksin; hayatına devam edeceksin, o da senin yasını tutacak öyle mi?” diyerek başını sağa sola salladı.
Defne, hala kahve fincanını tutan parmağını gevşemeye zorlarken kaşlarını çattı.
“Öyle değil!” dedi panikle. “Ben onunla bir kez görüştüm, onda da kaza yaptık işte… Ne aşkı, ne evlenmesi Necmettin Bey!” dedi. Sesi de eli gibi titremese iyi olabilirdi ama adamın bakışlarında da Murat’ın dediği şeylerden de bir şeyler döndüğünü anlamıştı.
Necmettin, kızın korktuğunu fark edince taktik değiştirdi.
“Kardeşimi onu sevmeyen biriyle evlenmeye zorlamaya gelmedim elbette,” diyerek hafifçe gülümsedi. “Sadece kazadan sonra neden arayıp sormadığınızı, neden bir kez olsun durumunu merak etmediğinizi merak ettim. Hem de bu kaza sizinleyken, sizin yüzünüzden olmuşken…”
Defne, adama kardeşin beni taciz etti, ben de korkup panikledim diyemediği için yutkundu. Murat’ı, unutmak istediği o geceyi düşünürken kasıldı. Adamın ne ismini ne de olanları bir daha hatırlamak istemiyordu. Aradan altı ay geçmişti, Murat’ın iyileştiğini duymuştu. Onu çoktan unuttuğunu, başkasına taktığını var sayarak, evden çıkmış, insan içine çıkmaya bile başlamıştı ama yanılmıştı.
Murat iyileşmemişti. Ona olan takıntısından da vazgeçmemişti. Tüm olanlardan da kendisini suçluyordu. Karşısındaki adama bakarken onu konuşarak ikna edemeyeceğinin farkındaydı. Ne yapacağını bilemeyerek saçını yeniden kulağının ardına ittirdi.
“Onu merak ettim,” dedi sonunda.
“Sorduğumda iyi olduğunu söylemişlerdi. Ben de beni unuttuğunu, hayatına devam ettiğini düşündüm… Hayatında çok fazla kadın vardı, yenilerini almakta zorluk çekmemiştir demiştim,” diyerek adamın kıstığı gözlerine bakarken bir kez daha yutkundu.
“Ciddiyim, onu istememe nedenim de buydu. Kazadan önce bundan bahsediyorduk. Benimle olmaya karar verdiğinde, o kadar çok kadınla görüşüyormuş ki bazılarından ayrılmayı unutmuş!” dedi.
Unutmuş kelimesini adamın önüne servis eder gibi iki avucunu açıp uzatarak söylemişti.
Necmettin bu safsatalarla ilgilenmiyordu. İlgilendiği şey hayattan soğumuş, neşesini, hayat enerjisini kaybetmiş, evden bile çıkmayan kardeşiydi. Doktor onun fiziksel bir sorunu olmadığını söylemişti. Sorun psikolojikti. Kardeşine moral gerekiyordu. Bu moralin kaynağı da karşısında, tıpkı kardeşinin dediği gibi pembe bluz ve beyaz pantolonuyla oturan, takma tırnaklı, saçları da yüzü gibi boya içinde olan kızdı.
“Kardeşimi görmeye geleceksin,” dedi sert bir şekilde. “Geldiğinde güler yüzlü olacaksın. Ona deli gibi aşık olacaksın. Onsuz nefes alamadığını söyleyeceksin. Yanına gitmek istediğini ama Ali’nin engel olduğunu falan zırvalayacaksın. Aşık kız, beni anlıyor musun?”
Defne, “Bunu neden yapacağım?” dedi. Korkmasına rağmen kahve gözlerini adamın yüzünden çekmemişti. Belki gözlerinin içine bakamıyordu ama başını da eğmemişti.
Necmettin, “Gelmezsen, dediklerimden birini bile yapmazsan, aileni siler atarım. Bir kişiyi bile hayatta bırakmam. Kimse de benden hesap soramaz,” dedi.
Öylesine rahat söylemişti ki Defne, Ali Abi’sinin dediği şeyi hatırladı. Adam, onlara sıkamam demişti. Onlara hiçbirimizin gücünün yeteceğini sanmam demişti. Yutkunurken “Ailem yok benim,” diye mırıldandı. “Annem öldü, babamı da ailem dediğim kişiler katletti. Hiçbiriyle görüşmüyorum. Başlarına ne geldiği de hiç umurumda değil!”
Necmettin, bir kahkaha atarak “Bunlar kimin adamı?” diye sordu. “Hiç yalan söyleyemiyorsun! Yarın öğlene kadar valizini hazırlayıp Mardin’e yola çıkmazsan dediklerimi yapacağımdan şüphen olmasın. Bana söyleyemiyorsun ama onlara güzel bir yalan sallasan iyi olur.
Peşinden gelen olursa, canımı sıkan olursa, ilk kadınlardan başlarım… Sizin kadınların pek evde örgü ören tipler olmadığını tüm piyasa biliyor, bana kadına silah çekilmez ayağı yapmaya da çalışma… Şimdi gülümse, kendini bu gülümsemeyi korumaya alıştır. Muro’nun yanındayken bir kez bile bu ifadeyi görürsem, anlaşma bozulur…”
Defne kalkıp giden adamın arkasından bakakaldı. Gözlerine dolan yaşları ona doğru gelen Eylem ve diğerlerini gördüğünde hemen geriye itti. Yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirmeye özen göstererek derin nefesler aldı.
Necmettin yanılıyordu.
İstediği zaman pek ala rol yapabiliyordu, yalan söyleyebiliyordu, sadece tercih etmiyordu!